Altmışlı yıllara başlayalı bir yerindeyim yaşamın.
Dolu dolu yaşadım diyebilirim geçen yılları. Emekliyim şimdi. Emeklilik
yıpranmış, kırılıp kenara atılmış bir balta sapı gibi bir şey. Her gelen günün
bir önceki günden farksız; amaçsız, hedefsiz… Renksiz, tatsız bir yaşam…
Bazı
günler kırlara açılıp yeşil çimenlere uzanıp gökyüzünün engin maviliğini seyrediyorum.
Engin mavilikte zaman zaman beliren beyaz bulutların hareketlerini izlerken
maziye gitmek doyumsuz güzel... Gümüş rengi güzel, bazısı gri bulutlar gibi
parlak olmayan anılar bir bir film şeridi gibi hafızamda canlanıyor.
İlk
gençlik yıllarında ilkbaharlarda ağaçlarda bezeli çiçekler bolluğunca hayaller
yaşlık yıllarına sonbarda sararıp gazellenen yapraklar gibi tin dünyasını terk
ediyor. Hayallerin azalması sisli puslu
havalarda eski bir araba ile yolculuk yapmak gibi bir şey.
Son aylarda karın bölgemden gurultular duymaya
başladım. Yemekten sonra midemden yana acılar hissediyorum. Eş, dost sıkı bir
muayene olmamı salık veriyor. Bu yaşlarıma kadar doktorlarla ilişkim
olmadı. Hastahaneye gitmek sorun değil.
Ya kötü bir sonuçla karşılaşırsam… Sorun bu! En iyisi geçmişin güzel günlerini
anımsayıp acıları sızılara kulak vermemek…
İlkokul
yıllarında kitaplarla aramda sürekli mesafe oldu. Yaşlı bir öğretmenimiz vardı.
Varlığı ile yokluğunu fark edemediğim. Daha sonra başka öğretmenleri tanıdıkça
ak saçlı öğretmenimizin enerjisini bitirmiş hallerini dün gibi anımsarım. Ne
bileyim, enerjik, disiplinli, verdiği ödevleri titizce kontrol eden birisi
olsaydı öğretmenim derslerimi asmazdım belki.
Kitapla,
defterle mesafeli arkadaşlarım da vardı. Yırtık çocuklardık vesselam. Bazı
günler okulu asardık. Devamsızlık yaptıklarımız çoktu. İlkbaharın güneşin
sırtımızı ısıttığı günlerde dere boylarında söğüt ağaçlarının gölgesi güneşli günlerde
biricik mekânımızdı. Söğütlerin gölgesi hoştu. Islık yaparken zamanın nasıl geçtiğini
fark edemez, öğleden sonraki dersi kaçırırdık.
Ertesi
gün sınıf başkanımız geçen günkü öğleden sonraki kaçağımızı öğretmene
hatırlatmazsa öğretmenimiz dersten kaytardığımızı anımsamazdı bile. Tahtaya
kaldırır kaçakları. Güçsüz elleriyle yanaklarımızı okşaması sert rüzgârlar
kadar etki yapmazdı yüzümde. Birkaç yıl sınıf tekrarı yaparak ilkokulu
bitirdim. Yaşıtlarım ortaokulu bitiriyordu ilkokulu bitirdiğim yıl. Köyde
kaldım. Babamın arayıp bulamadığı durumdu köyde kalıp koyunlara çobanlık
yapmam.
Çobanlık, köy hayatı bana göre olamazdı. Köyde
benim yaşımda olup okumayan yoktu. Kızların bile okullu olmuştu çoğusu. Gerçi
babam memnundu durumdan. Kışın hayvanların bakımını yapmak, yaz günlerinde koyun çobanı olmam babamı
tarifsiz mutlu ediyordu. Uzun yaz günlerinde yayla düzlüklerinde zaman uzayıp
“yüzyıl” olur. Hele yağmurlu, sisli, puslu havalarda çobanlık, “itlik
köpekliktir”.
İlkokul
yıllarında kavgacı, korkusuz olmam kız arkadaşlarımın bazılarının hoşuna
giderdi. Arkadaşlarımla güreş tuttuğumda sırtımın yere geldiğini gören olmazdı.
Okul yaşamından mahrum kalmak yaşamımda renk, neşe bırakmadı. Yetmiyordu kaval
üflemek. Fazla güzel ezgiler de üfleyemiyordum bir türlü. Sadece koyunlar ara
ara dinliyordu kavalımı ağızlarının otla dolu olduğu zaman kısa dinlenme
anlarında. Kızlar bile bakmıyordu benden taraf. Okullu oğlanlara ilgi duyuyordu
birer erik fidanı gibi yıl yıl boy atan köyümün güzelleri…
Böyle
geçmemeliydi yıllarım. Ya okula başlamak ya da bir baltaya sap olmadan köyde
ömür tüketmek. Önümde iki seçenek vardı. Okula başlamak ya da köyde kalıp
otuzlu kırklı yaşlarda elleri nasırlaşmış, beli bükülmüş bir sefil köylü olmak.
16 yaşıma gelmiş, güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuştum. Aynı yılın bir yaz
sonu koyunları bir arkadaşıma bırakarak ilçenin yolunu tuttum. Ortaokullu çoban
arkadaşlarımdan okula kayıt yaptırmak için gerekli işlemleri öğrenmiştim.
İlçede
ortaokula kaydımı yaptırdıktan sonra köye döndüm. Babam asık bir yüzle karşıladı
bu haberi. Fazla bir şey söylemesi için elde tutulur sağlam bir gerekçesi
yoktu. Köyde ortaokula kayıt olmayan özellikle erkek çocuk yoktu. İşin şakası
olamazdı. İlkokul yılları gibi dersleri asmamam gerektiği bilincine varmıştım.
Fazla
hoşlanmazsam bile günü gününe derslere gereken ilgiyi gösteriyordum. İçimde
okumaya karşı hoş bir ilgi uyandı. Gerçi sınıfta ön sıralarda olmak gibi bir
amaç gütmedim. Sınıf geçecek kadar ders çalışmak bana yetiyor hatta artıyordu.
Kafama uyan arkadaşlar edinmek güç olmadı. O arkadaşlarla ortaklaşa para koyup
sigara alırdık. Yeşilçam jönleri gibi sigara tüttürürken dünyayı dümdüz
görüyorduk. Kafamda kavak yelleri esiyordu. Yine de okulu normal süresinde 3
yılda bitirdim. Hem de bütünlemeye kalmadan…
Devam edecek.