…
Korkut
çadırlar arasında dolanırken, Yaşlı Adamın biri onu kendi çadırına davet
etmişti. Korkut başına ne geleceğini, neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Zor
şartlar altında yaşayan, yaşamakla ölmek arasında yaşam mücadelesi veren Yaşlı Adamı
kırmak istemedi. Adam çadırın giriş kısmında; “Kızlar misafirimiz var” dedi. İçeriye
girdiklerinde üç kız yan yana onları karşıladı.
Adam
çaresizliğin içine sığmayacak kadar çaresizdi. Son yıllarda yaşanan savaş
yüzünden, yüzünde biriken acı adamın belini bükmüş, yüreğini burkmuştu. Çadırda
doğru dürüst bir eşya bile yoktu. Evlerinin önüne düşen bir roket yüzünden
eşini ve iki çocuğunu kaybetmiş, eliyle toprağa vermiş, savaştan kaçarak
buralara kadar gelmişlerdi. Savaştan kaçsalar da, kaçmakla açlık ve sefaletten
kurtulamıyorlardı. Acı günlük hayatlarının bir parçası olmuştu. Yaşlı Adam kısa
hayat hikâyesini anlatmış, gözünden yaşlar akar bir şekilde komutana bakıyordu.
Adam
“Daha dünyadayken biz cenneti değil, cehennemi yaşıyoruz. Belki toplum olarak tek
bir suçumuz olsaydı, Allah bizleri bağışlar, bizleri böyle bir belaya musallat
etmezdi. İşlediğimiz günahlar o kadar çok olmalı ki, bu Allah’ın kadrine
dokundu da, böyle bir bela ve musibete bizleri layık gördü.”
Sustu,
nefsini toplayarak; “ Büyük kızım yirmi dört yaşında, adı Elvin; cennet çiçeği
demektir. Ortanca kızım 18 yaşında, adı Minel cennet incisi demektir. Diğer kızımın
adı ise Aden; on beş yaşında, o da cennet bahçesi anlamına gelir. Çok iyi
bir insana benziyorsun. Bak, hangisini istersen onu al, kendine eş yap…
Evliysen hizmetçin yap… Buralarda sefalet ve açlık içinde ölmelerine veya bir
çakala yem olmasına izin verme… Biliyorum böyle bir teklifte bulunmak kolay
değil… Ne yaparsın? Peygamberimiz de kendi kızını Hz. Ali’ye bu şekilde vermedi
mi?
Korkut
ilk defa yaşadığı böyle bir durum karşısında şaşkındı. Sustu bir şey diyemedi.
Aklı ile kalbi arasında gidip geldi,
kararsızlığı onu hırpalayıp yordu. Vicdanının bloke ettiği zinciri bir
türlü kıramıyordu. Vicdanının ‘al götür’ dediğine kalbi karşı çıkıyor, beyhude
yere olduğu yerde kendi kendine kilitlenip kalıyordu. Vicdanının ‘al götür’
baskısı karşısında dümeni geri kırıp doğrularak tekrar Yaşlı Adama bakıyordu.
Kızlardan
birini alıp götürmekle belki birinin hayatını kurtarmış olacaktı. Ya geride
kalanlar ne olacaktı?
Korkut;
“Lütfen, beni bir seçim yapmaya zorlamayın. Benim sizden bir talebim yoktur. İsterseniz
hepinizi alıp memleketime götüreyim. Babamın ölümünü hatırlamıyorum. Annemi ise
çocuk yaşta kaybettim. Kimim kimsem yok. Benim bile fırsatını bulup
uğrayamadığım, babadan kalan bahçeli bir evimiz var. Orada oturursunuz. Orada
iş bulur, geçinir gidersiniz.”
Yaşlı
Adam “Bu dediğin olur mu?”
Korkut
“Neden olmasın. Geçişi ben ayarlarım.”
Korkut,
Allah rızasını almak, bir aileye yardım etmek için de olsa, bu aileye elini
uzatmak istiyordu. Üstündeki komutanıyla görüşerek, onların Türkiye’ye
geçmelerini, doğup büyüdüğü topraklara kadar taşınmalarını ayarlamıştı. Sınır
kapısından sonra Yaşlı Adam ve kızlarıyla yolları ayrılmıştı. Yaptığı yardımdan
dolayı içi rahatlamış, içini bir huzur kaplamıştı.
Önce
Ankara’ya intikal yapılmış, daha sonra ise İzmir’deki görev yerine dönmüştü.
İzmir’deki birlik geçici bir görevle Muğla’ya gitmiş olduğundan dolayı,
birlikte birkaç memurun dışında kimse yoktu. Anlaşılan oydu ki, Nihal de
birlikte gitmiş olmalıydı. Telefonla onu aradı. Telefonuna ulaşılamıyordu. Birlik
komutanından bir haftalık izin koparınca, arabasına binerek birlikten
ayrılmıştı. Aracın bagajını aldığı yiyeceklerle doldurmuş, aylardır
uğrayamadığı babadan kalma evin yolunu tutmuştu.
Korkut;
“Yardım etmenin bir Müslüman ahlakı, her yardımın cennete doğru bir basamak”
olduğuna inanıyordu. Bir başkasının yaşamasına yardım etmeyen yaşadığını nasıl
iddia edebilirdi ki! Bir mum diğer mumu
tutuşturmakla ışığından ne kaybederdi ki? Yokluğun ne olduğunu, nasıl olduğunu
gayet iyi biliyordu. Dünyanın en güzel fiili; sevmek fiilinden sonra gelen yardım
etmek değil miydi?
Korkut
evin avlu kapısından girdiğinde, Yaşlı Adamı kapı önündeki bir sandalyede
güneşlenirken buldu. Korkut’u görünce yüzü ışıldadı, ayağa kalkıp “Komutan hoş
geldin” diyerek onu karşıladı. Araç sesine kızlar da dışarıya çıkmışlardı. Korkut
“Hoş bulduk” diye cevap verirken, aldıklarını kızların yardımıyla içeriye
taşıdı. Kızların getirdiği sandalyelerden birine oturdu.
Adam
peş peşe komutana teşekkür etti. Yiyecek ve suyun olmadığı sefil bir ortamdan
içinde eşyaları, önde avlusu, arkada
meyve ağaçlarıyla dolu güzel bir bahçesi vardı. Babaları gibi kızlar da komutana
minnet duyuyorlardı. Suyu, tuvaleti, içerisinde eşyaları olan, bomba
korkusundan uzak güven içinde yaşayabilecekleri bir yaşama kavuşmuşlardı.
Konuşmaları devam ederken Minel yaptığı kahveleri ikram ediyordu.
Korkut’un
yüreği, düşenin elinden tutmanın verdiği huzurla dolmuştu. Acıyı paylaşmanın
yas tutmakla değil, yardım etmekle olduğunu görüyor, onların huzur içinde
hayata tutunmaları için bilgisini ve yardımını esirgemiyordu.
…
Ant. 230320
...
Devamı var
...