REFİK SAYDAM HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜ
KAPATILMASAYDI ŞU ANDA KORONA VİRÜSÜNÜN AŞISINI ÜRETMİŞ OLUR MUYDUK?
Evet son günlerde ortaya atılan bir iddiaya göre eğer Refik Saydam Hıfzıssıhha
Enstitüsü kapatılmasaydı Türkiye şimdiye kadar Korona virüsünün ( Covit 19 ) çaresini
çoktan bulurdu.
Bu iddiayı ortaya atanlar tabii ki her zaman olduğu gibi sürü psikolojisiyle
birbirlerinden kopyala yapıştır yaparak paylaşıyorlar iddiayı. Hani içlerinden pek çoğunu karşınıza
alıp ‘’ Hıfzıssıhha nedir?’’ Diye sorsanız cevap verebileceklerini hiç
sanmadığım gibi ‘’Şuraya bir hıfzıssıhha enstitüsü yaz’’ Desem doğru
yazabileceklerini de sanmıyorum.
Neyse...
Nedir Bu Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü? Neler yapmıştır ki eğer yaşıyor
olsaymış dünyanın en büyük devletlerinin bile çaresini bulamadığı Korona
virüsünün çaresini bulurmuş bir bakalım. Bu arada bu enstütü iddia edildiği
gibi 2 Kasım 2011 de mi kapatılmış ona da bakalım.
Refik Saydam Hıfzıssıha Enstitütüsü 27 Mayıs 1928 Tarihinde kurulmuş.1928
Yılında kurulduğuna göre böyle bir bir enstitünün kurulmasının öncüsü de doğal
olarak Mustafa Kemal Atatürk.
Önceleri ‘’ Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü adıyla kurulan ve faaliyet gösteren bu
kuruluş daha sonra Atatürk’le Samsun’a çıkan heyette bulunan ve ileride önce
sağlık bakanı, sonra başbakanlık da yapmış olan Refik Saydam’ın adıyla anılmış
ve herkes artık bu merkezi Doktor Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ( ya da
Merkezi) olarak bilmiş.( 1983 yılından itibaren Refik Sağlam Hıfzıssıhha
Merkezi. ) Zamanla yurt içinde 16 şubesi açılmış.
Peki ne gibi faydalı işler yapmış bu kurum?
1931 yılında, ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı üretimine başlamış.
1932 yılında, serum üretiminin ülke
ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, dışarıdan serum ithalini
durdurmuş.
1933 yılında, Simple Metodu ile kuduz
aşısı üretimi ele alınmış.
1934 yılında, İstanbul Aşıhanesi, Enstitü
bünyesine nakledilmiş ve çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak
düzeye getirilmiş.
1935 yılında, Farmakoloji Şubesi kurularak
yerli ve yabancı ilaçlar ile diğer hayati maddelerin kontrolüne geçilmiş.
1936 yılında, Hıfzıssıhha Okulu açılmış.
1937 yılında, kuduz serumu üretilmeye
başlanmış.
1940’lı yıllarda Türkiye, Ortadoğu
ülkelerine Tifüs aşısı satacak noktaya gelmiş.
1942 yılında, tifüs aşısı ve akrep serumu
üretimine başlanmış.
1947 yılında, Biyolojik kontrol
Laboratuvarı kurulmuş. Enstitü bünyesinde aşı istasyonu açılmış. İntradermal ve
BCG aşısı üretimine geçilmiş.
1948 yılında ülkemizde ilk defa boğmaca
aşısı üretimi yapılmış.
1950 yılında, İnfluenza Laboratuvarı, Dünya
Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanınmış
ve İnfluenza aşısı üretimine başlanmış.
1951 yılında, ilk kez antibiyotiklerin ve
bazı vitaminlerin kalite kontrolüne başlanmış.
1954 yılında, İlaç Kontrol Şubesi kurulmuş.
1956 yılında, tetanos aşısı daha modern
metotlarla üretilmeye başlanmış.
1958 yılında, ilk kez frenginin modern
yöntemlerle teşhisi ele alınmış.
1966 yılında, Kolera Referans Laboratuvarı
kurulmuş.
1974 yılında, Mikoloji Laboratuvarı açılmış.
1976 yılında BCG aşısının deneysel
üretimine başlanmış.
1983 yılında, kuru BCG aşısı üretimine
başlanmış.
1984 yılında Zehir Danışma Merkezi açılmış.
1987 yılında AIDS Araştırma merkezi açılmış.
1992 yılında Kan ürünlerinin viral
inaktivasyonu başlatılmış.
Bu arada 1940 Yılında Çin’de baş gösteren Kolera salgınına karşı da aşı ve serum
üretilerek Çin Halk Cumhuriyetine gönderildiği, Çin’in bu beladan Türkiye
sayesinde kurtulduğu, işte bu sebeple de bugün Çin hükumetinin Korona Virüs tanı
kitlerini bize bedava verdiği yolunda iddialar da var.
İşin doğrusu ise bu 2 Milyon tanı kitinin 50 Bini tamamen hibe. 1.950.000 i ise
tanesi 4 dolardan satın alınmış.
Peki neden ‘’ Bedeli Atatürk tarafından ödendi.’’ Deniyor? Çünkü bu tanı
kitlerinin tanesi normalde 16 dolarmış. Çin 1940 yılında Türkiye’nin kendisine
yaptığı yardıma karşılık böyle bir jest yaparak bize tanesi 16 dolardan değil,
tanesi 4 dolardan satmış. Yani biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak Çin’e bu
kitler karşılığında 32.000.000 Dolar ödeyeceğimize 1.950.000 x 4 = 7.800.000 Dolar ödemişiz.
Böylece 24.200.000 Dolar cebimizde kalmış.
Tabii ki bu arada insan sormadan edemiyor: 1 Ekim 1949 da Kurulmuş olan Çin
Halk Cumhuriyetine 1940 yılında nasıl olmuş da kolera aşısı göndermişiz?
Haydi diyelim ki bahsedilen eski Çin, ancak Çin bize o kitleri bedeli 1940 da
ödendiği için değil, tanı kitlerini üreten firmanın ortağının Katar olması,
Katar’ın fiyatı düşürmesi sebebiyle 4 dolardan sattı. Yani bize kıyak yapan Çin
değil, Katar.
Şimdi de gelelim dananın kuyruğunun koptuğu yere. Yani bu kurum 2014 yılında 2
Kasım Tarih ve 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile mi kapatıldı konusuna...
( SAĞLIK BAKANLIĞI VE BAĞLI KURULUŞLARININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA
KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME)
Eee o zaman bu enstitü kapatılmadı mı?
Ben yazayım kararı siz verin.
Bu kadar güzel ve olumlu faaliyetler yapan Refik Sağlam Hıfzıssıhha
Enstitüsünün aşı üretim faaliyetleri 1997 yılında durduruldu.
1999 yılında aşı üretim tesisleri kapatıldı.
Evet, 1997 yılında aşı üretim faaliyetleri durdurulan, 1999 yılında aşı üretim
tesisleri kapatılan bir kurum olarak Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ( Veya
merkezi ) Varlığını 2011 yılına kadar devam ettirdi. Peki 1997- 2011 Yılları
arasında ne yaptı? Aşı ve serum üretimi hariç her şey yaptı.
2011 Yılında tam olarak olan şey ne peki?
2011 yılında yukarıda belirttiğim kanun hükmündeki kararname doğrultusunda
Refik Sağlam Hıfzıssıhha Enstitüsü, Halk Sağlığı Kurumuna devredildi. Bu tarihten
sonra artık Hıfzıssıhha Enstitüsü ya da merkezi adıyla herhangi bir kurum
kalmadı ama yok da olmadı.
Nitekim yaptığım araştırmalarda 2013 yılında( Yani kapandı dendiği tarihten iki
yıl sonra) bir vatandaşımız bu kurum ile ilgili bakın neler yazmış:
‘’Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi, Sıhhıye'de hastaneler bölgesiyle
Kurtuluş'un ortasında kalan merkez. 1928 yılında Sağlık Bakanlığı'na bağlı
olarak kurulmuş. 10 yıl önce çok eski bir yapıya sahipken değiştirdiler. Şu
anda güzel bir yapıya sahip. İçerisinde pek kimsenin bilmediği bir okul var.
Sağlık bölümleri üzerine eğitim veriliyor. Devletin sınavla seçerek aldığı
kişilere eğitim veriliyor. İsteyen herkesin giremediği bu eğitimlerin
kontenjanı da çok az. İçerisinde karışık bir mimariye sahip. Kapısından
girildiğinde içeri girmek için merdivenleri bulmakta bile zorluk çekiliyor.
Sevimli bir kantini var. İçeride devlet kurumu ağırlığı hissediliyor. 2011
yılında devredilmiştir. Genel olarak bir kontrol mekanizması gibi çalışıyor.
Gıda kontrolü, beslenme, aşı gibi konularla ilgileniyor.’’
Yani kapanma diye bir şey söz konusu değil. Aşı üretmemesi eğer kapanma olarak
algılanıyorsa ( ki karınca kararınca aşı ve serum da üretiliyormuş.) bunun
sorumlusunu o zamanda aramalı.
Evet, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü isim değiştirmiş ve Halk Sağlığı
Kurumu olmuş. Hatta daha önce var olan yayınları da aynen devam ediyor. Mesela dört
ayda bir yayınlanan ‘’ Türk Hijyen ve Deneysel Mikrobiyoloji Dergisi’’ de
bunlardan biri ve hâlâ çıkarılıyor bu dergi.
Şimdi işin bir de hiç kimsenin dokunmadığı, dokunmak istemediği bölümüne
dokunalım.
Efendim bu Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ( Veya Merkezi ) Kimin, kimlerin
yadım ve destekleriyle kurulmuş biliyor musunuz?
Şu meşhur Rockfeller’lerin... Meşhur Rockfeller Vakfının.
Evet, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, Theodor Jost’un tasarladığı
bakteriyoloji-kimyahane yani aşı üretim bölümü ve Robert Oerley’in
tasarladığı Hıfzıssıhha Okulu ve merkez binası Rockfeller Vakfı’nın da
yardımıyla inşa edilmiştir.
Türk Milletinin sağlığına çok çok önem veren(!) Rockfeller Vakfı, Türkiye’de
aşı ve serum üretilmesi, sağlık kuruluşları kurulması konusunda daha sonraki
yıllarda da para yardımında bulunmuş. Mesela 1937 de Ankara Etimesgut’ta açılan
Sıhhat Merkezi için günümüz parasıyla 2,3 Milyon dolar yardım etmiş.
1936 da açılan Hıfzıssıhha Okulunun ilk müdürü 1940 Yılına kadar Rokfeller
Vakfı Üyesi Ralph K. Collins olmuş.
Ayrıca her birisi Rockfeller Vakfı ve Üniversitesiyle göbek bağı olan
Profesörler Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünün şube direktörleri olmuşlar
çeşitli zamanlarda. Mesela Emil Gotschlich: Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü
Birinci Direktörü, Bakteriyoloji Şubesi Direktörü, Stefan Baecher: İmmünoloji -
Seroloji Şubesi Direktörü, Paul Pulewka: Farmakoloji Şubesi Direktörü, Eduard
Scheller: Kimya Şubesi Direktörü...
Yahudi, sırf iyilik olsun diye hem de Türkiye gibi bir ülkeye para, teknik
malzeme ve bilim adamı yardımı yapar mı sizce?
Ve son olarak bir haberle noktalayalım.
Gelecek bilimci Peter Schwartz'ın, Rockefeller Vakfı'na bağlı olarak kurduğu
Global Business Network (GBN) tarafından yayınlanmış "Teknoloji ve
Uluslararası Kalkınmanın Geleceği için Senaryolar" başlıklı rapordaki
ifadeler okuyanları hayrete düşürdü.
2010 Mayısında servis edilen raporda 2030
yılına kadar gerçekleşecek kehanetler yer alıyor ve bu kehanetlerden birinde de
günümüzdeki korona virüsü akıllara getiren bir salgından bahsediliyor.
Salgın zamanında gelişmiş ülkelerin alt üst olacağının belirtildiği raporda,
"Yıllardır öngörülen küresel salgın gelecek. Hızla yayılan virüs,
salgınlara en hazırlıklı ülkeleri bile alt üst edecek." ifadelerine yer
veriliyor.
Evet, şimdi başlıktaki soruya bir daha ekleyerek bir kez daha soralım.
1- Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatılmamış olsaydı bugün Korona
virüsüne karşı aşı ya da serumu üretmiş olur muyduk?
2- Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü 1997 de mi, 1999 da mı yoksa 2011
yılında mı kapatıldı?
(
Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü Kapatılmasaydı Şu Anda Korona Virüsünün Aşısı başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
25.03.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.