1. İslâm, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı tevhîd ederek bir tek O’na ibâdet etmek, taatlerle boyun eğerek O’na itaat etmek, şirk ve müşriklerden beri olmaktır.
İslâm’ı bu hakîkatler üzere kabul eden kimseye “Müslüman”; Müslüman olmayan kimseye de “kâfir” denir. İnsân bu ikisinden biri üzere olup, ya kâfir ya da Müslümandır.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Sizi yaratan O’dur. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz de mümindir.” [Tegâbun: 64/2]
2. İslâm Dîni’nden çıkaran tüm söz ve amellerden, şirk ve müşriklerden beri olmadan kelime-i tevhîdi söylemek, namaz kılmak, zekât vermek ve haccetmek gibi amelleri yerine getirmek Müslüman olmak için yeterli değildir.
Kişi, dîni Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hâlis kılıp şirkten beri olmadığı sürece mücerret olarak kelime-i tevhîdi söylemekle İslâm’a girmiş sayılmaz. Zîrâ kelime-i tevhîd, mânâsını bilip tasdik etmekle, gerektirdiği amelleri yerine getirmekle, İslâm Dîni’nden çıkaran tüm söz ve amellerden, şirk ve müşriklerden beri olmakla kişiye fayda sağlar.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Eğer onlar (şirkten) tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin dînde kardeşlerinizdir.” [Tevbe: 9/11]
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurmuştur:
“İslâm, Allâh’a ibâdet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmaman, namaz kılman, farz olan zekâtı vermen ve Ramazan orucunu tutmandır.” [Buhârî (50); Müslim (9)…]
3. Bir kimsenin Müslümanlığının sıhhati ancak İslâm’ı kabul ettiğini dil ile ikrâr etmesi ve organlarıyla da bunu tasdik ederek yalanlamadığı sürece söz konudur. Aksi halde onun Müslümanlık söylemi geçerli değildir.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Deyin ki: Biz Allâh’a ve bize indirilene inandık.” [Bakara: 2/136]
“Şüphesiz: ‘Bizim Rabbimiz Allâh’tır’ deyip sonra doğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” [Ahkâf: 46/13]
4. İslâm’ın rükünleri beş tanedir. Bunlar: Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan başka ibâdete lâyık ilâh olmadığına ve Muhammed aleyhisselâm’ın Allâh’ın kulu ve rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, güç yettiğinde haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurmuştur:
“İslâm beş esas üzerine binâ edilmiştir. Allâh’tan başka hak ilâh olmadığına ve Muhammed’in llâh’ın kulu ve rasûlü olduğuna şahâdet etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek, haccetmek ve ramazan orucunu tutmaktır.” [Buhârî (8); Müslim (19)…]
Bu rükünler, dosdoğru ve dimdik ayakta duran İslâm Dîni’nin temelleridir, olmazsa olmazlarıdır.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Hâlbuki onlara, dîni ancak Allâh’a has kılarak ve hanifler olarak Allâh’a ibâdet etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte dosdoğru dîn budur.” [Beyyine: 98/5]
5. İslâm’ın rükünleri onu ayakta tutan kolon ve kirişlerdir. Bunlar olmadan İslâm binâsı ayakta duramaz. İslâm’ın geri kalan hasletleri ise bu binânın tamâmlayıcısı ve destekleyicisidir. Yapılması ve kaçınılması gerekli olan tüm ameller, İslâm’ın kapsamına girer.
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İslâm sekiz paydır. İslâm (kelime-i şehâdet) bir pay, namaz bir pay, zekât bir pay, Beytullah’ı haccetmek bir pay cihâd bir pay, Ramazan orucu bir pay, emri bi’l-maruf (iyiliği emretmek) bir pay, nehyi ani’l-münker (kötülüğü engellemek) bir paydır. Bunlardan payı olmayan hüsrana uğramıştır.” [Beyhakî (Şuabu’l-Îmân: 7585); Heysemi (Keşfu’l-Estar: 315) …]
6. İslâm’ı kabul ederek bunu ikrâr ettiği halde, namaz ve oruç gibi amellerden herhangi birini yerine getirme fırsatı bulamadan vefât eden bir kimse Müslümandır. Yıkanır, kefenlenir, cenâze namazı kılınır ve Müslüman mezarlığına gömülür.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allâh, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.” [Bakara: 2/286]
7. İslâm’ı ikrâr ettiği, İslâm’ın emrettiği namaz ve oruç gibi zâhir olan amellere de gücü yettiği halde, onlardan -özrü olmaksızın- uzak durarak hiçbirini yerine getirmeyen kimse Müslüman değildir. Böylesi ne teslim etmiş ne de itaat olmuştur.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Hâlbuki onlara, dîni ancak Allâh’a has kılarak ve hanifler olarak Allâh’a ibâdet etmeleri emredilmişti.” [Beyyine: 98/5]
8. İslâm’ın en büyük alâmeti kelime-i tevhîddir. Sonra da namazdır.
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allâh’tan başka hak ilâh bulunmadığına, Muhammed’in Allâh’ın Rasûlü olduğuna şehâdet edip, namazı dosdoğru kılıncaya ve zekâtı hakkıyla verinceye kadar insânlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları takdirde, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. İslâm’ın gerektirdiği haklar ise bunların dışındadır. Onların gizli hallerinin hesabı Allâh’a aittir.” [Buhârî (25); Müslim (36)…]
İnsânlar kelime-i şehâdeti söylemekle yahut namaz kılmakla müşriklerden ayrıldıkları bir toplumda yaşıyorlarsa, herkim kelime-i şehâdeti söylerse yahut namaz kılarsa onun Müslümanlığına hükmedilir. Aksi halde yani kelime-i şehâdeti söylemek yahut namaz kılmak müşriklerden ayrılmaya yetmiyorsa; toplum içinde çoğunluğu oluşturan ve kendilerini İslâm’a nispet ettikleri halde şirkten beri olmamış kimseler de kelime-i şehâdeti söylüyor ve namaz kılıyor iseler o halde Müslümanları müşriklerden ayıran diğer şeyler, İslâm alâmeti olarak kabul edilir.
Abdullâh Saîd el-Müderris.
1440 h. / 2019 m.