Sözcükleri yuvarlamanın ses tonu belki de kaybolan bir kıpırtı sözcüklerle duyguların eşleştiği ve işte başladı hasat zamanı.

 

Aşkı ihya eden bir d/okunuşun da muadili elbette sözcüklerin saklandığı zarftan fırlayan posta pulları gibi ve yeisler saklı sandığın dibinde belki de ötenazi yapılmış bir şiirin helvasını yiyeceğiz az sonra.

 

Yansıması duyguların.

 

Kebir defterinde de yansıması muhtemel yoksa yadsıdığımız bir sessizlik mi ve işte düş gücümüze kurban veriyoruz şiirleri.

 

Bir ritüelse sevmek.

 

Aryaları soluduğumuz gecenin solan zambakları ile tütsüler yaktığımız ne çok da rol model: kır atın yelesinde uçuşan rüzgâr ve her nöbette savrulduğumuz kadar da savsakladığımız öznel bir yakarış belki de.

 

Bir muhabbet kurma telaşında filan da değil hani şair: aslında şiir olmaya delalet ön görülen ne ise sessiz varlığın tükendiğine dair bir önsezi ve palavra tüm söylemler aleyhinde nükseden yalnızlığın.

 

Az evvel dindi dalgalar öncesi de var öncüsü de.

 

Sivri dilli olabilir zaman; akrebin sinsice soktuğu ve kuyruğunun peşinde giden o zaman dilimi.

 

Hıçkırıklarımız asla üstün körü değil ve yasın muadiline dair bir inanış bizimki elbet mutluluğa kılıf biçtiğimiz sözcüklerle yasadığımız ve yaşattığımız bir nehir yatağı işte ne zamanki yenik düşelim uykuya kırpmaya dahi gücümüz yok iken göz kapaklarımızın dolaylarında uçuşan kırpık yıldızları batan da en derine.

 

Sarı tebessümler uçuşuyor.

 

Sehven ölüyüz.

 

Sevdalı bir mizansen asılı kaldığımız ve inkârı aşkın elbet taraf tutan sözcükler aşka sevdalı bir şiiri mi armağan edeceğiz can kırıklarına ve kırmadan dökmeden sevmenin de yollarını ararken.

 

İşte es verdi gece.

 

Sahi kaça kurduk şiiri?

 

Kaçın kurası mıydı imgeler ve işte kalem de çattı kaşlarını oysaki gözlerinde nem vardı öncesinde sonrası ise aşkın zaferi ne de olsa sevdalı dizeleri sunduk bir bir…

 

Şiirden medet umduk da şair olduğumu kim söyledi ve işte hıçkırıyor zaman: sessizliği mimleyen bir sarılış oysaki azat etmiştim ben çoktan.

 

Göz ucuyla ilişiyorum da hayata ve dokunmak değil dokumak istiyorum ilmek ilmek ve renklendirmek ne de olsa renklerin ruhuna yatkın benim mizacım ve hala hangi renk olduğumu çözemediğim.

 

Sabaha pembe bir ihbarla başlıyorum.

 

Pembeleşen yanaklarıma çiy taneleri filan da ilişmiyor hani: ne de olsa şehir merkezinde yalnızlığın asma katında rest çekiyorum duvarlara belki de duvarlardır resmimi çeken ve duvarın diğer tarafında mütemadiyen laf dinleyen komşular.

 

Ne külü…

 

Kul olmanın rahmetine bile nail değil hiç biri yine de saygıda kusur etmiyorum ama komşuluk hakkımı da helal etmiyorum ve işte duvarlar zangır zangır titriyor.

 

Tam da korona’ya alışmışken şimdi sırası mıydı depremin?

 

Evde kalmak farazi bir kaygı filan da değilken deprem korkusuyla sokaklara mı döküleceğiz iyi de sosyal mesafeyi bir türlü koruyamazken üstelik sosyal seviyesizlik ve sevgisizlikte açık ara önde giderken hangi semt sakinine sormalı ki?

 

Sözcüklerin dumanı üstünde az evvel aykırı bir güneşi karanlığa gömdüm ve kendimi de soyutladım hayattan sözüm ona bir ömür güme gitmişliğime rağbet yokken şimdi mi rağbet göreceğim?

 

Tavaf etmem gereken çokça duygu var içimdeki kabristanda ve toprağı ıslak bir o kadar nemli üstelik yaşlarımla değil sevgimle suladım ben ölü geçmişimi: an da dün olmaya meyyal ve de dünden razı bir de geleceğe mi kulp takacağım?

 

Renkler, diyordum.

 

Ve işte karardım öncesinde de kara mıydım sahi ne de olsa ne kahve içerdim çocukluğumda Arap olacağıma dair inandırılmışken ne de karanlığın tuzağına düştüm: madem şimdi ise bir lanet ortalarda dolaşan ve insanlara musallat olan yoksa tam tersi mi? Siyahtan öte bir yol varsa tam zamanı mavi bir gökyüzü çizmenin…

 

Hangi ara çağırdık ki ölümü oysaki bol bol gıybet yapıyorduk zaten ölü etiydi sofradan eksik olmayan şimdi de kanlı canlı, ölüme adayız hayatın ana kıtasında bir adaya düşen üç beş yabancıyı da dâhil ettik mi kim şanslı kim düştü tuzağa?

 

Refüze edildiğimi de ihbar ettim mi gözüm açık gitmem yine de bir yolu olmalı hayatta kalmanın hele ki denk geldiğim o şiir demiyor mu hayatın müptelası olduğunu ve işte başladı yine o sallantı lakin içimdeki depremden kimse haberdar değil ve ben bu artçılarla nasıl başa çıkardım kalemi de suçuma ortak etmeseydim yine de suç olduğuna asla emin olamadım düş gücüme sirayet eden umut teknesi ile yol almaksa kimine göre suç addedilen.

 

Eğer ki küllerimden doğacaksam yeniden umut etmenin tam zamanı üstelik başkaları yerine de göze aldığım her reddedilişi içime gömerken…

 

 


( Sahi, Kaça Kurduk Şiiri? başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 16.04.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.