ŞA
ŞA ŞART OLSUN GÜ GÜ GÜMÜŞ KÜMBETLİYİM !
Horla
- Karacaören köy Savaşları!
Horla köyü halkı şimdi ki
yerleşim yerlerinden yıllar önce devlet tarafından Seyfe Gölü kenarındaki
‘Obruk Evleri’ denen mevkiye yerleştirilmiş, ekip biçmeleri içinde kendilerine
hazineden arazi tahsis edilmiş bir kürt aşiretiydi. Yerleştikleri yer göle
yakın olduğundan etraf sivrisinekten geçilmiyordu.
O yıllarda şimdi ki gibi
sivrisinekle mücadele olmadığından dolayı köylü bu durumdan rahatsız olmakta,
vücutları kaşımaktan yara, bere içinde kalmaktaydı. Gerekli tedavileri
yapılamadığından ‘sıtma’ hastalığına yakalanıp ölüyorlardı. En kısa zamanda
buradan başka bir yere taşınmanın hesabı içindeydiler. Ama bu nasıl olacaktı.
Köyün ileri gelenleri bir araya gelerek düşünüp taşındılar, aralarında bir
sözcü seçerek Karacaören köyüne gidip orada Kürdün Mehmet Çavuşu ikna edip o
köyün arazisinden kendilerine bir kısım yer verilirse bu illetten
kurtulacakları kanısına vardılar. Ne de olsa Kürdün Mehmet Çavuş çevrede sözü
geçen birisi olduğu gibi ‘Kürt kökenli’ olmasından dolayı onların bu
isteklerini yerine getirir kanısındaydılar.
Kurtuluş Savaşının yapıldığı
yıllarda Anadolu’da bazı kişiler savaşa katılmamış, Ege Bölgesindeki efeler
gibi gruplar oluşturarak kimseye bağlı kalmaksızın kendilerini yurdun iç
güvenliğini korumakla görevli addederek bazen iç isyanları bastırmışlar, bazen
çoğu askerde olan ailelerin malını, canını, namusunu eşkıyalardan, hainlerden,
hırsızlardan korumuşlardır. Savaş bittikten sonra gruplar halinde bir araya
gelerek çıkan iç isyanların bastırılmasında Mustafa Kemal’in askerlerine
katılmak için kendisine haber salmışlardır.
Haberi alan Mustafa Kemal
onların Yerköy’de toplanmalarını, çıkan Yozgat isyanını bastırmak için
kendilerine görev vereceğini, yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
görevlendireceği beş altı Millet vekili’nin Yerköy’e gelmelerini beklemelerini
gelen elçiye iletir. Çok geçmeden gelen görevliler onları bir ay kadar
eğitimden geçirdikten sonra Yozgat isyanını bastırmakla görevli askerlere dahil
ettirirler.
Yozgat isyanı ve buna benzer
isyanlarda devletin yanında olan bu kişileri Mustafa Kemal gerek parayla,
gerekse maaşla ödüllendirmek isterse de bunu onlar kabul etmezler, isyanlar
bastırıldıktan sonra da evlerine dönerler.
Bu kişilerden birisi de Kürdün
Mehmet Çavuş’tur ki namı Ankara, Kırşehir, Kayseri, Nevşehir, Niğde, Yozgat
illeri ile kaza ve köylerinde oralara yaptığı iyiliklerinden dolayı duyulur,
anılır olmuştur. Halen Hacıbektaş ve çevre köylerinde uyumayan çocuklar ‘Kürdün
Mehmet Çavuş gelir ha hemen uyuyun’ diye korkutulduğu söylenir…..
Horla köyünden gelen heyeti ağırlayan
Kürdün Mehmet Çavuş onları dinledikten sonra köylülerinin itirazlarına rağmen
isteklerini yerine getirir, ‘Horla'nın gedik’ denen dağın geri arkasındaki Seyfe
Gölü tarafındaki araziyi ev yapmaları için verir.
Yine eskisi gibi Karacaören'liler
‘Parlak’ denilen sulak yerde hayvanlarını sulayıp otlatıyor, çamaşırını,
yününü, yatağını yıkıyorlardı. Aradan geçen yıllar içerisinde ‘ayrık hesabı saçakları
yer tutan’ Horla'lılar yapılan bu işlere itiraz etmeye, çöl denen araziye ekip
dikmeye işlemeye giden Karacaören'lilere “köyün içinden geçmeyin, kendinize
başka yol bulun köy toz içinde kalıyor” diye önce itiraz etmeye, sonra da tek
düşürdüklerini dövmeye başladılar. Zamanla bütün araziye daha çok sahiplenip önce
Parlak ta hayvan sulamayı, çamaşır ve yün yıkamayı, sonra da hayvanların otlatılmasını Karacaören'lilere güç birliği yaparak yasaklama yollarına gittikleri gibi daha
da ileri giderek kendi hayvanlarını Karacaören'in ekilmiş tarlalarında yaymaya
başladılar.
Güdük İreşit'in Hasan askerden
yeni gelmiş, biraz gezdikten sonra köy kır bekçisi olmuştu. Atıyla araziyi
gezerken tarlada yayılan Horla köyüne ait inek sürüsünü yanındaki bekçi
arkadaşıyla toplayıp köy korumasına getirmeye çalıştığında yetişen
Horla'lılardan hem dayak yemişler, hem de ekinlerin otlatılmasını önleyememişlerdi.
Bu ve bu gibi ufak tefek olaylar olsa da iki köyün ileri gelenleri ortalığı
yatıştırırken Karacaören'liler yaptıklarından dolayı Kürdün Mehmet Çavuş’a
‘intizar’ yağdırıyorlardı.
Bazen olayların büyüdüğünde
Boztepe köyündeki karakoldan jandarma gelip olayları bastırıyor, böylelikle ölü ve yaralanmaların önüne geçiyordu.
Günün
birinde Hacı Mustafa’nın Halil, Kürdün Mamo, Topal Memmet'in Musa ve Maacir Omar
iki traktörle Parlağın yanındaki tarlalarını herk ediyorlardı. Az sonra oraya
toplanan Horla'lılar “burası bizim arazi ne bok yemeye buraları sürüyorsunuz”
diyerek onları dövmeleri savaşın (!) başlamasının büyük kıvılcımı oldu.
O gün köyde Hamitlerin Necibin düğünü ‘gelin
getirme’ noktasında gelmişti. Evde toplanan kalabalık tören gereği kız evine
gidecek oradan davul zurnayla gelin alınacaktı.
Düğün alayı büyük bir neşeyle
evden çıkmış kız evinin yolunu yarılamışlardı ki savaş (!) çıktı duyumunu alan
herkes düğünü derneği bir tarafa bırakarak olay yerine bulduğu atla, arabayla,
yaya olarak ulaşmaya çalışırken gelini ancak on, ya da on beş kadar erkekle
kadınlar ve çocuklar, kız evinden teslim almıştı.
O gün Melaan Irza oğlu Ali’nin
doğumundan dolayı savaşa (!) katılmadığı için çok üzğündü. Kalabalık nüfusa sahip
olan Karacaören'liler Horla'lıları alt ediyorlardı ki Badılı köyünden bazıları
vicdanen buna dayanamayıp ellerine aldıkları silahlarla Karacaören'lilere ateş
etmeye başlayınca bundan arkalanan Horla'lılar karşı saldırıya geçtiler.
Olaylara müdahalede yetersiz kalan Boztepe Jandarmasının imdadına Çuğun’dan
gelen askerlerde katılsa da olayları durduramıyorlardı. Nasıl haber edildi
bilinmez Nevşehir’den gelen bir müfreze asker olaya dahil olup az nüfuslu
Horla'lıları korumaya alınca naçar kalan Karacaören'lileri püskürttüler. Sıkışan
Karacaören'liler Jandarmaya yakalanmamak için Seyfe, Dalakçı, Boztepe köylerine
kaçışırken yakalananlarda Karacaören'li olmadıklarına vallah billah yemin
ediyorlardı.
Karacaören’li Sağır Irzanın Mamo
şehirde bir marangozun yanında çalışan on yedi yaşlarında bir gençti. O gün
köyde izindeydi. Eline geçirdiği bir sopayla dövüşe katılmıştı ki yakalayan
Jandarma elindeki köteği alıp birkaç darbe vurduktan sonra elini bağlayıp jipe
attığında arabada kendisinden önce yakalanan yediği sopadan yüzü morarmış Mulla
Memmet'in Hidayeti yüzükoyun yatarken gördü.
Atılan kurşunlardan birisi
Karacaören’li Şemsinin Maamıd'ın Saliye isabet etmiş, adam yerde kanlar içinde
feryadı figan ederken olaya şahit olan Çolağın Şık Hasan bilincini kaybetmiş, bir eliyle tuttuğu ceketinin ucunu kafasına siper edip gerisin geriye “şeyini şey ettiğimin
şeyleri erkaaseniz atında beni de vurun” diye bağırıp kaçarken ceketinden
kurşun geçemez sanıyordu. Neyse ki yanından geçen birkaç kurşun vınıltısının
sesini duysa da bereket yara almamıştı.
Horla'lı savaşa (!) katılan bir
yaşlı adam eşeğini tarla anına yanaştırıp kendisini onun altına sakladığında
eşeğin karnından gelen karın gurultularını mermi sesleri sandığından dolayı
‘kelimeyi şehadet’ getiriyordu.
Halise'nin Ahmet savaşa (!)
bindiği at arabasıyla katılmıştı. Karacaörenlilerin geriye çekilmesiyle köyü
tarafını jandarma tuttuğundan aklına ilk gelen Kümbet köyündeki kızının evine
ulaşmayı denedi.
Atlara kamçıyı öyle sallıyordu
ki arkasından gelen çelikçilere ait kamyonu jandarmanın jipi sanıyor bir an
evvel kızının evine yetişmenin heyecanı içindeyken baygınlık geçiriyordu.
Güdük İreşit'in Hasan askerde
hatırı sayılır bir çavuş idi. Kendisini yakalamaya çalışan Başçavuşa “Kır
bekçisi olduğunu, bu vesileyle devlet görevlisi sayıldığını” bin bir cinlikle
anlatmaya çalışsa da o da yakalanan yirmi kadar köylüsüyle kelepçeyi takınıp
Kırşehir Jandarma Karakolunun nezarethanesine atılmaktan kurtulamıyordu.
Nezarethane göz hapsinde tutulanlara tahsis
edilmiş olup aynı zamanda karakolun odun, kömür ve erzak deposu görevini
görüyordu.
Gözaltında tutulanlar penceresi
olmayan bu karanlık oda da bir birlerini göremedikleri için seslerinden
tanıyorlardı. Aradan geçen zaman içerisinde karanlığa alıştıklarında bir
birlerini görmeye başlasalar da içerideki havasız ve nahoş koku onları çok
rahatsız ediyordu.
Dışarıdan içeriye sesler gelse
de içerideki konuşmalardan dolayı ne denildiği pek anlaşılmıyordu. “Ne demek
bana kır bekçisi karşı geldi, onu zor zapt edip teslim aldım, o kimmiş de sana
kafa tutar” diye başçavuşa kızan karakol komutanının bağırtısını duyunca
gözaltında tutulanlar hemen konuşmalara kulak kesildiler.
Yediği fırçalardan dolayı
kendisini zor toparlayan başçavuş “komutanım ağzında altın diş takılı biriydi…”
diyebildi.
Konuşmalara kulak kesen Hasan
uyanıklık yapıp dişlerine yerden aldığı kömürün tozunu sürse de ağzındaki tükürük
yaşlarından dolayı altın dişi açığa çıkmış, yediği sopaları köyde kimseye
dememeleri için içeridekilerine yalvarıyordu. Serbest kaldıklarında Kürdün Mamo
arkadaş olduklarından dolayı olayı köyde yaymış herkes Hasan’la dalga geçmişti.
Hasan’da alt da kalır mı o da doğruca Mamo'nun anasına koşar “aman Meyrem bacı karakolda Mamo'yu çok
dövdüler, doktorun bana tembihi var, aman oğlun hanımıyla en az bir ay ayrı
yataklarda yatacak….”
Hacı İrbam'ın Hacı Karacaören’de
muhtar azası olduğundan dolayı bundan faydalanıp köylülerini kurtarmak için
şehirde çalmadık kapı bırakmasa da köy azasını kim tanır ki.
Şaşkın
ve bi çare çarşıda dolaşırken birden bire karşıdan kendisine doğru gelen
köylüsü o günlerde şehirde amelelik yapan Tatoğlan Memmetaliyle karşılaşır.
Hal hatırdan sonra Memmetali
köylüsünün tavırlarından köyde bir şeyler olduğunu sezinler, sebebini
sorduğunda da olanları öğrenmiş olur.
Yakalananların içinde ikisinin de kardeşleri
vardır. Onları nasıl kurtaracaklarını birbirlerine fikir alış-verişlerinde
bulunsalar da ellerinden bir şeyin gelmeyeceğini anladıkları için “açtırlar; hiç
olmazsa şuradan biraz yiyecek bir şeyler alalım da kumandandan izin alıp
karınlarını bari doyuralım” diye karar kılarlar
İki arkadaş nöbetçi komutanın
odasında soluğu alırlar. Kem kümden sonra köy azası olduğu için söze titrek ve
ürkek sesiyle kendisini tanıtan Hacı başlar. Vakit akşam olmaktadır. Günün
yoğunluğu ve yorgunluğunun verdiği stresle komutanın yüzünden düşen bin
parçadır. Sabırla da olsa yinede Hacı’yı bir müddet dinler ama arkasını getirmesini
beklemeden “defol şuradan şimdi seni de onların yanına atarım ha” derken bu kez
kızgın gözlerini Memmetali'ye dikerek “Senin derdin ne be adam yoksa sende mi
Karacaören'lisin?...”
O an Memmetali üstünden kamyon
geçmişe dönmüş, korkudan eli yüzü bembeyaz kesilmiş, dokunsan yere düşecek
vaziyete geldiğinde Karacaören'li olmadığına yeminler ediyor fakat bir türlü
komutanı ikna edemiyordu.
Komutan yerinden kalkıp tam ona
vuracakmış gibi yaptığında “komutanım; şaş şa şart olsun ki gü gü gümüş
Kümbet'liyim, anamın adı şu babamın adı şu diyerek Kümbetli olan ebe ve
dedesinin adını kendi ana baba adıymış gibi sıralarken kekemeliği ve onun
getirdiği komiklik sinirden yüzü mosmor olan elleri titreyen komutanı
gevşetmiş, adam güldüğünü onlara belli etmemek için yönünü öte dönüyordu.
ERDOĞAN
ÇALIŞKAN 11 08 2014 KIRŞEHİR GERÇEK
YAŞANMIŞLIKLARDAN
Öyküleri
şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmıyorum.