Corona Covid 19 adlı virüs, 2019 yılının Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde birdenbire ortaya çıktı. Hızla yayılarak dünyayı tehdit etmeye başladı. 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından PANDEMİ olarak ilan edilen bu tehlike, 10 Mart tarihinde ülkemizde de görüldü ve hayatımızı tehdit etmeye devam ediyor. Bu yüzden zorunlu olarak bazı önlemler almaya mecbur kaldık. 

Yaratılış itibarı ile insan özgürlüğüne düşkündür. Tarih boyunca insanoğlu bu uğurda büyük mücadeleler vermiştir. Diğer yandan, insanın bir de vazgeçilemeyen biricik “yaşama hakkı” bulunmaktadır. Bu en vazgeçilmez, en önemli temel haktır.

Özgürlüğümüzle yaşama hakkımız karşı karşıya geldiğinde, birinden birini tercih yapmak zorunda kalırız. “Ya özgürlük, ya hayatta kalmak” deriz. Burada özgürlüğün, “niçin”,ne kadar”,nasıl” kısıtlandığı da önemlidir. Hiç kimse ömür boyu bu hakkın elinden alınmasına elbette razı olamaz.

Fakat kendi hayatımız, sevdiklerimizin hayatı, diğer insanların hayatı söz konusu olduğunda, ülkemizin ve dünyanın yaşamı tehlikede ise durum değişir. Üstelik birileri, “sen kendinin ve diğer insanların yaşama hakkı için ömür boyu özgürlüğünden vaz geç” de demiyor. Tam tersine, “kendinin, sevdiklerinin, diğer insanların yaşamlarını tehlikeye sokmamak için birazcık özveride bulun” denmektedir.

Bu talep fevkalade adilane ve erdemli bir özveridir. Birilerini hayatta tutabilmek, ülke ve dünya sağlığına katkıda bulunmak için istenen bir fedakârlık. Böyle bir göreve, “özgürlüklerini az kısıtlamak bir yana”, hayatlarını bile verenler olmuştur. Tarihte böylesi yüce yürekli insanlar sayılamayacak kadar çoktur. Buna insanları tedavi etmek uğruna canlarını kaybeden doktorları örnek verebiliriz.

Kaldı ki bizlerden istenen; “hayatımızı feda etmek, ya da ömür boyu kısıtlanmak  değil, insanlık adına bir süreliğine bazı tutkularımızdan, alışkanlıklarımızdan, yaşam biçimimizden azıcık fedakârlık yaparak  evde kalmak ve bazı kurallara uymak”tır.

Bunlar istenirken hiç kimse bize; “daha az yiyin, şunları yemeyin, şunları almayın, TV.leri açmayın, şu saatte yatın kalkın, evde eğlenmeyin, dinlenmeyin, konuşmayın” vb. dememektedir. Talep çok basit ve insanidir; “evde kal, kurallara uy” o kadar.

Yıllar itibarı ile de durmadan iyileşen ve çoğalan; refah düzeyimizden, hobilerimizden, zevklerimizden ötürü bir anda eve kapanmak gerçekten zor. Bunu anlayabiliyorum. Birazcık sızlanmamızın nedeni, fazla rahata alışmamızdan aslında. Fakat azıcık empati yaparsak bu durumu da anlayabilir, kendi ve insanlığın sağlığı, huzuru ve mutluluğu için sabredebiliriz sanırım.

Çocukluğumda, yıllarca gaz lambası ile aydınlandık. Oyuncaklarımız, bisikletimiz, oyun alanlarımız, lunaparklarımız, doğum günlerimiz olmadı. Televizyon, cep telefonu, tablet, internet yoktu. Sokaklarda birkaç oyun bilirdik. O yıllarda oyun çocuklar için gereksiz görülürdü zaten. Her seferinde azarlanırdık. Gece sohbetlerimizde bazen kavurga, mısır patlağı ya da hedik yerdik. Çerezler, cipsler, yaş pastalar, gazozlar, pizzalar, çiğ köfteler zaten hayaldi.

Evlerimizde şebeke suyu, tuvalet, doğalgaz, kalorifer yoktu. Gün boyu köy çeşmesinden eve su, sobaya kömür taşırdık. Babam, dedem daha beterlerini görmüşlerdi. Bu yüzden bizim zamanımıza bile “lüks” diyorlardı. Dedem Rus işgalini anlatırdı bize. Ermeni zulmünden çektiklerini. Sivas’a kadar göç ettiklerini. Sonra bin türlü sıkıntı ile geri dönüşler, aileden onlarca yollarda kayıplar...

Bunlardan daha sıkıntılı hayatı olanlarda vardı elbette. Bu Millet nice savaşlar gördü. Açlık susuzluk, vatan hasreti, evlat acısı yaşadılar. Cephede aç susuzdular. Sarıkamış dağlarında donarak şehit oldular. Esir düşüp Sibiryalara gittiler.  Ailesini varını yokunu kaybedenler oldu.

Çok acılı hüzünlü bir yakın tarihimiz var. Balkan savaşları, Çanakkale, Kurtuluş savaşı, ikinci dünya harbi yılları…Yokluklar, kuyruklar...Karne ile ekmek alma yılları.

Sonra Varto,  Erzincan, Gölcük, Van, Elazığ depremleri. Yıkılan evler yok olan aileler. Çadır altında yağmurlu soğuk günlerin ıstırabı…

Hepsi geçti, birlik ve dayanışma içinde, yardımlaşarak, destek olarak yaşama umudumuzu yitirmeyerek bu günlere geldik.

Bütün bunları düşündüğümde, şimdiki evde kalmayı düğün bayram gibi görüyorum. Evlerimizde her imkân var. Su, doğalgaz, elektrik, kalorifer, TV, cep telefonu, görüntülü konuşma, her tür elektronik eşya. Yeme içme desen kuş sütü eksik.

İhtiyaçlar anında gideriliyor. Karaborsa, kuyruk, fahiş fiyat yok. Bankalar, hastaneler, lokantalar, fırınlar vb. hizmet yarışında. Daha birçok imkân, fırsat ortam var. Böyle bir bolluk denizinde yüzerken, evde kalmaya hala isyan mı etmeliyiz?

Bu günün gençleri dünü bilemeyebilir. Biz anne babalar bu köprüyü kurabilmeliyiz. Güçlüklere göğüs germek, varlıkta şükretmek, yoklukta sabretmek aziz Milletimizin şiarıdır. Bazılarımız tez canlı olabilir. Onlara bu yaşananlar deneyim olacak. Yardımlaşmayı, sabrı, hoşgörü ve şükrü, hayatın anlam ve değerini öğrenecek, kıymetini tadacaklar. Bu güzel hasletler bizim kültürümüzün temelidir.

İşte bu günler vatandaşlık görevlerimizi seve seve yapmanın, erdemli ve paylaşımcı olmanın zamanıdır. Bu Millet nice güçlükleri elbirliği ile sevgi ile aşmıştır. Devletimizin emirlerine uymak, tedbirli ve temiz olmak, görevlilere yardımcı olmak, bizim asli görevimiz olmalıdır.

Hastalık hakkında her türlü önlemler alınmış, yapacaklarımız ve ihtiyaç halinde yapılacak yardımlar her gün tekrar tekrar duyuruluyor. Hastanelerimiz, doktorlarımız, polisimiz, jandarmamız, ve tüm kamu görevlileri Milletin emrinde. Tedavi ücretsiz, maske ücretsiz. Gerekli ve zaruri olan her malzeme bolca mevcut.

Yurtdışında yaşayanlar ülkemizin imkânlarını gördüklerinde sevinçten dudakları uçukluyor. Aynı zamanda da gururlanıyorlar. Hiçbir vatandaşımız yurt dışında mağdur edilmedi. Hepsi taşındı taşınmaya devam ediliyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine merhametli, özverili sevecen paylaşımcı insanlar bulamayız.

Hastahanelerden kovulan, alınmayan hasta yok. Devlet bizlerden daha çok bize özen göstermekte. Hastanelerden kaçanları arayarak bulup tedavi etmeye çalışıyor. Bizlere de; “dışarı çıkmayın, maske takın, mesafeli olun, şu kurallara uyun ki hayatınız tehlikeye girmesin” diyor. Yani “ne olursunuz kendi tedbirsizliğinizle ölmeyin, birilerinin hayatını da tehlikeye atmayın” diye adeta yalvarıyor. Bundan daha güzel ne olabilir.

Yaşama gayesini olumsuzluklar ve karamsarlık üzerine inşa eden haberlere, TV kanallarına, medyaya sakın kapılmayın. Moralsizlik virüse davetiye çıkarmaktır. Yaşama sevincimiz bizi güçlü ve mutlu kalacaktır. Kasıtlı olmasa da sorumsuzca vahim tablolar çizen,  kimyamızı bozan  bazı kanallar da bu yanlışından dönmelidir.

İnanın hepsi geçecek... Gözleriniz tebessüm etsin... Sabır, hoş görümüzü artıracak, özlem sevgimizi pekiştirecektir. Çiçek açan ağaçlar misali, yüreklerimizdeki umut çok yakında yemyeşil olacak.

 Sevincin mutluluğu, gönlümüze yağmur damlaları gibi birikmekte. Sevdiklerimizle buluştuğumuz anda birbirimize aktaracağız. Hüznümüzü, kırılganlıklarımızı, telaşlarımızı hep birlikte bir güzel yıkayacağız. O an çok yakın, yanı başımızda. Yüreğiniz kıpır kıpır sevinçle atsın. Yarın daha bir güzel olacak. Buna gönülden inanıyorum...

 

 Sevgiyle kalın...

                                                                Seyfettin KARAMIZRAK

( Güzel Günler Çok Yakın başlıklı yazı KARAM-41 tarafından 1.05.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.