Ben, ailenin ilk çocuğuyum. Nasıl bir bebektim tabi ki bilemem. Yedi yaşıma kadar ailenin tek çocuğuydum. Benden sonra altı çocuk daha olmuş ama altısı da yaşına varmadan yani, bebekken ölmüşler. İkisinin ismi kalmış belleğimde. Birinin adı ilâhemi diğeri de Yaşar. Yaşar’ın beşiğini ben sallardım. Hiç susmaz, sürekli ağlardı. Cılız bir çocuktu hatırlıyorum. Ağlamasından usanmışım ki, öfkeyle  “Ölse de kurtulsam” demiştim.
    Tabi o yıllarda doktora ulaşmak zor. Yaşar, yaşarsa bizim, ölürse toprağın. Anam birine anlatırken duydum. Yaşar’ı doktora götürmüşler. Doktor çocuğa bakmış bir deri bir kemik.
    Anama, babama “Bu çocuğa hiç su vermediniz mi, diye sormuş?
    Anam demiş “Yok!”
    “Neden” demiş doktor?
    Anam, “Ne bilek doktor bey! Süt emen çocuğu melekler sular” derler.  “Ondan su vermeyiz” der.
Anam doktordan öğüdünü alır. Babam da ilaçları alır ama fayda etmez. Yaşar, yaşamaz ölür.
    Anam çocuğa su vermeyi Altı bebeğini kaybettikten sonra öğrenir. Anam bu Altı çocuğun meleklere karıştığına, öbür dünyada onların, kendisini karşılayacağına içten inanır. Anamı teselli eden de bu inancıdır diye düşünüyorum.
    Her çocuk toprağa düşen kar tanesi gibi, saf ve temizdir.”
   
Yukarıdaki olayı niçin anlattım? Hayatta doğru bildiğimiz yanlışların sorgulanması için.
    Anam doğurgan bir kadındı. Yaşardan sonra ikizlerimiz oldu. Ardından diğerleri geldi. Şimdi dokuz kardeşiz. Babam doktoru, anam da çocuk bakmayı öğrendi.
    Bizim kuşak kırsalda en az altı ay kundak da büyüdü. Kundak dediğim de şimdiki gibi yumuşak rahat bir kundak değildi. Elde bulunan her türlü bez.
Bez açılır, çocuğun kıçının geleceği yere ayrı bir bez ve bu beze ısıtılmış höllük toprağı serilir. Toprak yeteri kadar soğuduğunda çocuk yatırılır, önce höllük bezi ile çocuğun kıçı sarılır, sonrasında, çocuğun bacakları bitişik vaziyette kundak bezi, kolları da iki yana bastırılarak sarılır. Kundak, açılıp saçılıp bozulmasın diye de iple bağlanır.
    Bu işleme de bebek beleme denir. Özetle bebek mumya ya çevrilir. İşin yoğunluğuna bağlı olarak da dört ila o altı saat, bu vaziyette kalmaya zorlanır.
    Günümüzde bu tür kundaklamanın doğru olmadığı anlaşıldığından, büyük oranda terkedilmiştir.

 “Eledim eledim höllük eledim
   Aynalı beşikte yavrum bebek beledim
    Büyüttüm besledim asker eyledim
    Gitti de gelmedi yavrum buna ne çare”

    Türkülere konu olmuş höllük toprağı, özel bir topraktır. Her köyde belli yerlerden alınır. Elenir, ısıtılır, çocuğu yakmayacak kadar soğuyunca bebeğin kıçına sarılır. Höllük, bebeğin çişini emer ama çamurlaşmaz.
    Göçerlerin kıl çadırını, kırsalda ise evini ısıtamayan aileler, bebeklerini soğuktan korumak için onları, höllük toprağı ile beleyip, kundakla sarmışlardır. Yani kundak, bir ihtiyaçtan doğmuş, bin yıllardan günümüze kullanıla gelmiştir. Bazı kırsal alanlarda hala kullanıldığı bilinmektedir.
 Jean Jacques Rousseau (1712- 1778 Fransız filozof, yazar.) Emile (terbiyeye dair) eserinde “Kundak, bebeğin özgürlüğünü sınırlar” diyerek bebeğin kundağa alınmasına karşı çıkar. Bebeğin rahat bir yatakta sere serpe büyütülmesini önerir. Bu öneri, günümüzde bütün uzmanlar ve doktorlar tarafından da kabul görmüştür. Günümüzde aileler, ihtiyaç halinde, rahat, yumuşak, hazır kundakları ve höllük yerine de, hazır (Tek kullanımlık) bebek bezleri kullanmakta, çocuklar sere serpe özgürce büyümektedirler.
    Bedeni özgürleşen çocuğun, kişilik gelişimi de özgürleşmiştir diyebilirmiyiz?
    Michel de Montaigne (1533- 1592 Fransız, yazar) “Çocuk yapmakta fazla bir ustalık yoktur ama doğduktan sonra onları, büyütme ve beslemede, kaygılar ve korkularla dolu, değişik bakım yollarına başvurulur” diyerek, çocuk yapmanın kolay, ama çocuğu yetiştirmenin zorluğuna vurgu yapar.
    Gerçekten çocuk yetiştirmek zordur.  Ana, baba bu zorluğu yaşar ama genellikle çözüm yollarını pek bilemez.
    Ana, babanın yapabildiği, kendilerinin otuz kırk yılda içselleştirdiği ya da mahalle baskısıyla, doğru kabul ettikleri davranışları, çocuklarına dayatmaktır. Anne, eksiğini içten sevgisi ile tolere ederken, Baba, şiddet dahil, her yola başvurmakta, bu da aile içi çatışmalara sebep olmaktadır.  Sonuçta çocuk, sokakta yaşıtlarıyla mutlu olurken, aile içinde ya çatışmanın öznesi olmaya inatla devam etmekte ya da içine kapanıp “evet efendimci” bir tutum sergileyerek mutsuz büyümektedir.
    “Her çocuk, az ya da çok hayattan payına düşeni alacaktır. Siz ona, uçmayı ve yüzmeyi öğretin.”
   
Sokrates
(MÖ 469- 399, Antik Yunan, Filozof);Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın” diyerek, eğitim için yapılan harcamaların ve çabaların, önemini ve gereğini belirtmiştir.
    Eflatun
( platon MÖ. 427– 347, Yunan filozof) “Terbiyenin amacı, insanlarda bulunan yetenekleri geliştirmektir” diye tanımlar.
    J.J. Rousseau ise; “çocuğun terbiyesine, onları tanımakla başlayınız” devamla “kişi kendi doğasının yasalarına tabidir” yani, sizin dayatmalarınız, çocuğun doğasına uygun olmayabilir diye uyarmaktadır.
    Ralph Waldo Emerson (1803- 1826 Amerika, düşünür, yazar) da “Terbiyenin sırrı çocuğa saygı ile başlar.” Diyerek, çocuğun baskı ve dayatmalar la terbiye edilemeyeceğine işaret etmiştir   
    Namık Kemal (1840- 1888 Türk, şair, yazar, Gazeteci) “Terbiye; ana kucağında başlar” der ve uyarır “her söylenen sözcük çocuğun kişiliğine konan bir tuğladır.” Yani, çocukla doğru, yalın, anlaşılır sözcüklerle konuşun demektedir.
    Özetle, başta ana baba olmak üzere tüm eğitimden sorumlu kişilerin, hoyrat ellerinde ya pısırık ya da isyankâr çocuklar yetiştirilmektedir.
  “Çocuklar, sesli düşünen dâhiler, yetişkinler ise, sesini yitirmiş çocuklardır.”
   
Bu küçük dâhilerin sesini yitirmesine, rızam yoktur.
    Anne adayları ve baba adayları, çocukların yetiştirilmesini bilemiyorlarsa, bu anlamda, uzmanlardan da (Eğitimciler, psikolog, çocuk doktorları vs.) yardım almayacaklarsa, lütfen çocuk yapmasınlar.
    Öğretmenler, her kademeden eğitimciler, en başta hoşgörü ve sevgiyle donatılmamış ise, lütfen çocuklarımızdan uzak dursunlar. Kendilerine başka meslekler edinsinler.
    Yazımı şöyle sonlandırmak istiyorum.
    Her insanın hangi yaşta olursa olsun, yüreğinde bir çocuk yaşar. Ağlayan gözümüz, gülen yüzümüz, seven özümüz o çocuktur aslında.”
Ne mutlu, yüreğindeki çocukla barış içinde, birlikte yaşayabilenlere!
O yüzden;
Siz, hangi yaşta olursanız olun, bırakın, yüreğinizdeki çocuk, çocuk kalsın.”

--------------------------------------------------------------------
Tahir Eker 26.5.2020



( Kundak başlıklı yazı yolcu9901 tarafından 27.05.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.