Edilgen bir düşün yansımasaydı şiir
belki de kırıklarından inşa edilesi devasa saksıya ekilen imgeler bir sağaltım
umuduyla kökleşen acıya teessüflerini sunuyordu hele ki düş irisi siyah
gözlerin matemimi kollarken benden çıkan kelimeleri sana adıyordum tıpkı adımı
unutan yorgun meleklerin bakracına serdiğim umut gibi gizin izini sürüyordu
yanılsamalar beratı ne zamandı kim bilir düş irisi gözlerinde sökün eden
tevafuk meylettiğim yarınlarda saklı tuttuğum tabutun çekmecelerine çoktan
koymuştu hayallerimi Tanrı.
İçimde biriken nidaları köklüyorum.
Simit susamlarına talim eden avlu
güvercinlerine sitemim ve göğsümde yabancı nameler soluklanıyor her düşü sen ve
her seni biz sanmaktan cılkı çıkan sözcükleri boykot ediyorum gecenin kalemini
çekip de gözlerine şiirsel bir başkaldırıdır benimki ne zamanki hikâye olmaya
yelteneyim yeni baştan dikiyorum doğuşumu.
Günü biledim düş irisi gözlerinde.
Ve sükûn diledim yabancı yalaka
gölgelerden.
Muradımı sundum kırık fincanda
siyahın iz düşümü idi içmeyi unuttuğum kahvenin telvesinde saklıydı mutum.
Göğün kanaviçe desenlerine sokuldum
ansızın ve süzdüm içimi boydan boya derken arşınladım derimi açtığım derin
yarıklarda kanamalı hücrelerimi dondurdum ve sakladım kendimi gelecek yüzyılın
acılarına.
Milenyum trenine binmiştim bir kez ve
kaçak yolcu olmadığımın bilincinde küredim de içimdeki istikameti.
Varmayı ertelediğim hangi durakta
saklıydı kıstasım ve hangi uğrak şiirdi bir sonra gözlerimi açacağım…
Sökün eden binlerce yeis ve kök
hücremde saklı kanserli bir ur ne de olsa uğurumdu uğruna saldığım benliğim ve
beklemeye aldığım kalbim.
Bir telaffuz saklıydı göğün
belleğinde aslında alt bellekte yatan uğursuz kuşlar ne zaman salacaklardı da
içlerinden yumurtayı sonra da kuluçkadan şiir yüzlü kuşlar çıkacaktı.
Kurduğum saatimle yüzyılı devirdim ne
de olsa kurmaca idi saatimin yelkovanı ve günde en az iki kez doğru zamana rast
gelip kendimi bir sonraki yüzyıla savurdum.
Avuntumdu cümleler.
Aşkın firari sözcükleri elbet
kıyasıya sevdiğim mabedim kimselerin tefriş etmediği güncemde boydan boya
kazılı sözcükler ve adını unuttuğum insanlar nidaları kulağımı tırmalayan ve
nice acı sahibini çoktan yolcu eden.
Yoldan çıkmamak adına da yol verdim
içimdeki sarkaca ve saat tuttum kaç saatte kaç şiir yutacaktım da öğün
atladığım her günde bakalım eşlik edecek miydi bana şiirler…
Hücre hapsine çarptırıldığım yıl ve
gece: öyle ya doğuşumu müjdelemişti mahcup hemşire ve iri gözlerinde umudun
henüz rast gelememiştim bir sonraki geceye.
Latif mevsim çığırdı adımı:
hazirandım ben yazgım haziranda: doğuş ve bitişi hikâyemin haziranda.
İkizlerin yenilgisi ile tutundum da
burcuma aslında tuttuğum annemin eliydi bırakmamacasına.
Bir yanılgı idi peyda olan saflığın
değil sefilliğin yankısı ve göğe erecekmişçesine başım, aş erdim hüzne bazen de
umudun yakasına yapıştım tıpkı keder düşmezken yakamdan küçük ellerimle
dokundum uzay boşluğuna.
Ben hazirandım.
Doğuşu ve bitişi haziranda saklı bir
şiire kulp olan veda hutbemle sadece sızdım düş irisi gözlerine ve kapıldığım
aşkın rüzgârında uludum çünkü aykırılığımla rest çekmiştim ben bir kez kadere.