AYŞE KADIN FASULYE, MANAVGAT AŞURESİ VE DİĞERLERİ

Yıl 1978

İlk görev yerim o zamanlar 10.000 Nüfusa sahip çok güzel bir yurt köşesi olan Antalya ilimizin Manavgat ilçesi...

Manavgat dünyanın belki de en güzel, cennet köşelerinden biri. Halkı oldukça cana yakın ve sıcak. Dostluklar pazara kadar değil mezara kadar olan türden. Bir de Yüce Rabbim ’’ Alın size cennet ’’ dercesine her türlü nimetini bol bol ihsan etmiş bu topraklara eh daha ne istersiniz?

Oradaki ilk iki ayım biraz sıkıntılı geçti. Dört katlı bir apartmanın düz çatısına kondurulmuş tek odalı bir tavuk kümesiydi yuvam.  İlk günler lokantadan yiyorum ama henüz kararnamem gelmediği yani asıl öğretmen sayılmadığım için ek ders ücretiyle idare ediyorum o da iki günde eriyor tabii ki. Borç da gırtlağa doğru yükseliyor doğal olarak. Yemek yapmalıyım...Acilen yemek yapmayı öğrenmem lazım. En kolay ne yapılır? Yağda yumurta diyeceğimi sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Pirinç pilavı yapacağım. Annem nasıl yapardı tane tane? Aynen öyle tane tane döktüreceğim yolu yok.

Nasıl yapılıyordu pirinç pilavı: Hımmm hatırladım. Önce pirinç yıkanıyor...Sonra yağda kavruluyor...Sonra üzerine iki sürahi kadar su dökülüyor.Sonra biraz da tuz ilave ediliyor iki yemek kaşığı kadar.Daha sonra pilav tane tane olsun diye başlıyorsunuz karıştırmaya.Karıştır babam karıştır...Hay Allah lapa oldu buuuu. Hah tamam hatırladım.Üzerine yağ dökmek lazım.Hımmm sana yağını eriterek döktük.Hay Allah bu sefer de yağ, lapanın üzerinde yüzmeye başladı. Tüh be demek ki pirincin cinsi bozuk.Eh gidip ucuz pirinç alırsan olacağı bu. Naapalım ben de bişi yaparım ( Hamur işi bir gıda )

Unu aldık...Üzerine suyu döktük...Cıvık cıvık bir şey oldu. Biraz daha un koyduk... Bu sefer de kaskatı bir şey oldu. Az un az su derken kıvamı tuturduk galiba.Naapalım? Artık kızgın yağın içine atalım.Birazdan ekmek gibi kabaracaklar. Ama sırf bana gıcıklık olsun diye kabarmıyorlar. İyice pişirdiklerimden birini yemeye çalışıyorum, üstü taş gibi içi ise hamur hâla...

Alt katta oturan teyze yukarı çıkıyor.

-Hoca hocaaa. N’işliyon sen? Etrafı gohu sardı ya?
-Bişi yapıyom teyze.
-Aboooo, len evladım bişi öyle mi olur?

Ben daha ‘’ Nasıl olur?’’ Demeden teyze işe girişti. Allah Allah. Kadının elinde sihirli değnek var sanki. Ben de aynısını yapmıştım ama benimkiler taş gibi olurken onunkiler ekmem gibi kabardı.


Derken efendim hazır teyze gelmişken ona bir de pirinç pilavı döktürdüm ki yeme de yanında yat. Daha sonraki günlerde teyze bana bir sürü yemek daha öğretti ve ve böylece lokanta ile olan ilgi ve alakamı tamamen kestim. Hatta kısa sürede öylesine bir aşçı oldum ki zamanla evli arkadaşlarım bile bana yemeğe gelir oldular. Şimdi inanmayacaksınız ama yaprak sarmadan hamsili pilava, hamsili pilavdan mantıya, mantıdan un kurabiyesine, revaniye yapamadığım hiç bir şey yok. Değme ev hanımı elime su dökemez.

Evet teyze bana pek çok yemek öğretmişti ama maalesef ben Manavgat’ta yaşadığım beş sene boyunca Manavgatlılara dört şeyi öğretemedim yemek hususunda.

1- Beş kişilik bir yemek için yarım kilo salça kullanılmaz...( Domates bol ya yemeği sadece salçadan yapacaklar neredeyse ) 2- Her türlü sebze yemeği mutlaka kıtır kıtır yenmez. ( Yani sebze yemeklerinde tencere ocağa koyuluyor ve kaynama olayı başlar başlamaz ocağın altı kapatılıyor. Neredeyse çiğ yiyecekler sebze yemeklerini) 3- Bir insan her Allah’ın günü en az on porsiyon Ayşekadın fasulye yemez 4- Aşure öyle yapılmaz...

İlk iki madde konusunda tartışılabilir(neticede damak zevkidir) ve de kabul ederim ama üçüncü madde tartışılmaz. Dördüncü de...

Bir kaç ay sonra yeni bir eve taşınmıştım.

Ayşe ile...Pardon taze fasulye ile orada tanıştık. Yok yok taze fasulyeyi biliyorum elbett. Demem o demek değil. Anlayacaksınız şimdi zaten.


- Hocammmm... Annem sana yemek gönderdi?
-Ne?
-Taze fasulye
-Allah razı olsun teşekkürler.

İki dakika sonra

-Hocammm sana yemek getirdim.
-Sağol ne getirdin?
-Ayşekadın fasulye
-Çok teşekkürler

İki dakika daha sonra

-Hocaaammm şimdi senin yemeğin de yoktur. Sana yemek getirdim.
-Sağol Mehmet abi.Zahmet etmişsin.
-Ne zahmeti ya. Hanım Ayşekadın fasulye yapmıştı da.
-Hımmm bayılırım Ayşekadın fasulyeye..Birazdan bayılacağım zaten.

Daha daha iki dakika sonra


-Öğyetmeniiiimmmm ( Komşunun küçük kızı..Daha okula bile gitmiyor ) Annem Ayşekadın...
-Hırrrrrrr
-Anneeeee öğyetmen hıylıyoy bana...
-Yok kızım...Benim güzel boncuk gözlüm sana değil..Bak orada bir köpek pis pis bakıyordu ona hırladım. Al şu yirmibeş kuruşu kendine bir sakız alırsın. Babanlara selam söyle.

Akşama kadar en az yirmi porsiyon Ayşekadın fasulye. Dolap tıklım tıklım dolu. Daha dünküleri hatta bir önceki gün gelenleri bitirmemişim

Evet Ayşekadın vaziyeti bu. Gelelim aşureye...

Manavgat’ta ilk Muharrem ayım.

Şimdi ‘’ Hocam hooop ! Kurban Bayramını anlatmadan hemen Muharrem Ayına mı atlıyorsun?’’ Diyeceksiniz ama Kurban Bayramı tek başına bir roman konusu olduğu için onu bir başka sefer anlatayım.

Evet. Muharrem ayındayız ya da Muharrem ayı iyice yaklaşmış durumda. Camide imam vaaz veriyor:

-Muhterem cemaat.Bu içinde bulunduğumuz ay Muharrem Ayıdır. Bu ayda bizim insanlarımız aşure yapar ve dağıtır. Mümkünse sizler de evlerinizde bol bol aşure yapın ve komşularınıza dağıtın. Sevabı boldur.

Hay sakallarını öpeyim hoca efendi. Sen şimdi ‘’Aşure ‘’ Dedin, sevap dedin ya benim komşular aşureyi yağdırırlar artık. Mubareği bir de severim ki sorma. Yirmi tas olsun gözünün yaşına bakmam yerim. Midem bayram edecek ve dahi şimdiden bayram hazırlıklarına başladı bile.

Derken efendim hissediyorum, her evde, evet istisnasız her evde aşure kazanları kaynıyor. Zaten çoğu evin bahçesi var ve hatunlar kurmuşlar koca kazanları bahçeye aşure kaynatıyorlar. Ziyafet çok çok yakın.

Hah işte kapım çalındı bile.

Ellerimi ovuşturarak sevinçle açıyorum kapıyı ve evet yanılmamışım.



-Öğretmeniiimmmm Annem aşure yapmıştı. Buyurun sıcak sıcak afiyetle yiyin.
- Ama oğlum bunun içinde et var?
-Ya ne olacaktı hocam?
-Ne biliyim...Mesela nar taneleri filan, ceviz, fındık, tarçın...
-Hocam var ya bayılıyorum sana çok komik bir öğretmensin.

Allah aşkına söyleyin bunun neresi komik?


Aşureden bir kaşık atıyorum ağzıma. Tatlı desem tatlı değil. Tuzlu desem tuzlu değil. Karışık bir şey...

-Allah Kabul etsin evladım. Ben bunu alayım içeride yerim. ( Bana o aşureyi yedirebilecek insanın alnını karışlarım.) Ama biliyorum ki akşama kadar en az yirmi tas gelecek.Yesen kat’iyen n'olamaz..Yemeyip döksen yazık günah. Allah’ın bir nimeti. İnsanlar beni adam yerine koymuş göndermişler..Offff ki offff.

Biraz sonra aynen dediğim gibi aşure yağıyor bizim eve. Ama hepsinde et, hatta kemikli et var.

En son dayanamayıp soruyorum Mehmet abiye.

-Abi ya. Bu aşurede et var
-Hee var. Kurban eti.
-Kurban mı kesiyorsunuz bir de?
-Yok Kurban bayramından ayırıyoruz aşureya katmak için bi dıkım.
-İyi de abi ben şimdi bunun mantığını anlamadım. Aşureyi ilk yapan Nuh Peygamber değil miydi?
-He oydu.
-Peki Nuh Peygamber gemisine her hayvandan bir erkek, bir dişi almıştı değil mi?
-Hee öyleydi.
-Bu durumda Nuh peygamberin dünyada sadece iki tane kalmış olan bir koyunu, keçiyi ya da sığırı kesip etini aşureye katma ihtimali var mı?
-Hımmm demek ki goyundan en az üç dene almış değil mi hocam?

Hay Allah’ım ya...Nuh Peygamber ille de aşureye et de katmıştır diyor sevgili abim ya...

-Evet abi. Yani aşureye et girdiğine göre mutlaka öyle olmuştur. Neyse Allah Kabul eylesin.

Kaçmam lazım. Acilen kaçmam lazım. Nasılsa Cuma, kaçıp iki gün Antalya’da sürtsem kurtarırdım paçayı.

Bir pantolon bir gömlek evden fırladım.
 
- Hocaaammmm ya nereye gidiyorsun. Buyursaydın da aşure yeseydik? ( Rahmetli Turgut abi )

-Sağol Turgut abi Antalya’ya acil gitmem lazım. Dönüşte inşallah.
-Hocaaa orada bir arkadaşa filan gidiyorsan buradan bir kaba koyalım al götür orada yersiniz.
-Abim Benim çok sağolasın. Biliyorsun ayağım sakat. Yolda döker mökerim neme lazım.
-Eh sen bilin hoca. Dönüşte mutlaka uğra
-Mutlaka uğrarım abim..( Anlaşıldı öteki yoldan geleceğiz eve...Tabii ki Öğretmen komşum Halil’’e yakalanmazsam. Dört gözle bekliyordur beni aşure vermek için. )
Elektikçi Ali abiden, Evli öğrencim Hasan’a kadar en az elli kişiyi atlattım böyle.

Şimdilik kaçıyordum ya bu işin bir de dönüşü vardı. İnşallah bana aşure filan ayırmazlardı. Lakin ahhh ahhh ne zaman tuttu ki duam şimdi de tutsun. İki gün kaçabildim ancak...Cuma akşamına doğru kaçtığım Manavgat’a Pazar günü akşam döndüğümde iki dakika geçmeden yirmi tas Manavgat aşuresi kapımdaydı.

Ne mi yaptım o  kadar aşureyi?

Buna kafa derler kafaaaaa. Pazartesi günü okulda Sami Hocanın bizzat kendi elleriyle yaptığı aşurler yeniyordu öğretmenler odasında . Ben ve Manavgatlı olanlar dışındakiler hariç tabii ki. Zaten Manavgatlı olmayan öğretmen de sadece üç kişiydik. Yirmi tas aşure anında tükendi bana bol bol ‘’Allah kabul etsin hocam. Çok güzel olmuş aşuren’’ duaları ve methiyeleri edilerek.

Şmdilerde 400.000 e yaklaşan nüfusuyla tam bir şehir olmuş olan Manavgat’ın o eski günlerini ne kadar özlediğimi, o sıcaklığa, o samimiyete, o dostluğa ne kadar hasret kaldığımı ise bu sayfalara sığdırabilmem elbette çok zor. 
( Ayşe Kadın Fasulye, Manavgat Aşuresi Ve Diğerleri başlıklı yazı Sami Biber tarafından 15.06.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.