-----CEBİMDEKİ BİR KUTU VİAGRA----


Çocuklar hızla büyüyor, onlar büyüdükçe masrafları da büyüyordu. İki büyüklerin lise yılları sona ermek üzereydi. Onların üniversiteye gidecek olmaları, sonra evlenmeleri, kızın okulu, özürlü çocuğumun masraflarıydı derken çok paraya ihtiyacımız vardı çookkk. İllevelakin altı nüfus sadece ve sadece benim öğretmen maaşına bakıyordu. Her ne kadar o günlerde bir ekmek 15 Kuruş (!) ve bir asgari ücretlinin maaşıyla çuval dolusu altın alınabiliyor idiyse de(!) ben ve ailem benim katır yükü maaşla (!) bir türlü iki yakamızı bir araya getiremiyorduk. Bir şeyler yapmalıydık ki biz ve evlatlarımız servet-i sâman içinde yüzelim.

Karı- koca kolları sıvadık. İşe bir örgü makinesi alarak başladık. Kazak, süveter örüyorduk. Lakin baktık biz on liraya bir kazak örerken işportada üç kazak on liraya satılıyordu. O işten battık.

Sonrasında pazarda kaneviçe satmaktan, serada domates, kabak yetiştirmeye kadar, eşimin halde kasalara domates istiflemesinden ‘’ üye yap- ürün al- ürün sat ‘’ sistemiyle( Şimdilerde Net Work deniliyor) iş gören pazarlama olayına kadar girip çıkmadığımız iş kalmadı. Lakin üzerimizde bir uğursuzluk, bir lanet vardı sanki. Bir sene önce kilosu 5 Tl olan domates, biz yetiştirdiğimiz sene 50 kuruşa düşüyordu. Kavunun kilosunun 150 kuruşa satıldığını görünce biz de kavun yetiştirelim diyorduk, dolu canına okuyordu canım kavunların. ‘’Üye yap- ürün al-pazarla’’ sistemine girdik; Bir tane bile üye yapamadık ama biz altı nüfus üç yağda yumurtaya ekmek banarken evimiz en zengin ailelerin bile evlerinde olmayan en kaliteli deterjan, temizlik ürünleri, kozmetik ve bilhassa sağlıklı yaşam için vitamin destek haplarıyla doldu. Cemii cümlesi elimizde kalmıştı. Vatandaş ‘’ Ne alırsan bir lira ‘’cılardan 1 liraya bulaşık deterjanı almaya alışmış, kim bakar senin 15 Tl ye sattığın en kaliteli ve tamamen organik deterjanına?

Artık elimizi kredi kartlarına uzatmaya başladık. Borç giderek gırtlağa doğru çıkmaya başladı. Borçların gırtlağa çıkmasıyla birlikte de daha önce içinden şen kahkahaların yükseldiği evimiz bir kabushaneye dönüştü. Artık neredeyse her gün eşimle ‘’ Senin yüzünden ‘’ Kavgaları başladı. Fiziksel şiddet olmamakla beraber hırımız gürümüz eksik olmuyordu. Lakin bunca hıra güre rağmen kim önümüze yeni bir iş koyarsa balıklama atlamaya devam ediyorduk yine de.

Aile yuvası temellerinden çatır çatır çatlarken babamın İstanbul’dan kalkıp Fethiye’ye bizim yanımıza taşınması da işin tuzu biberi oldu. Rahmetli yetmiş altı yaşında ve otuz üç senelik bir evlilikten sonra üvey annemle yaşayamayacağını anlamış (!) bavulunu, valizini alıp bizim yanımıza gelmişti.

Evet…Babam bizim yanımıza gelmişti ama içinde huzur denen mefhumun H harfi bile kalmamış olan bu ev ona da dar gelmeye başladı. Tekrar İstanbul’a dönme fikri ise aklının ucundan bile geçmiyordu. Kendi evine döneceğine Fethiye Çarşı içinde tavuk kümesi gibi tek göz odası olan bir pansiyona taşındı.

Yetmiş altı yaşında olmasına ve yetmiş yaşına kadar her gün sofrasından bir yetmişlik rakıyı eksik etmemesine rağmen o zamanlar kırk sekiz yaşında olan benden çok daha dinçti. Kendi işini kendi görüyor, ben ve torunları ara sıra, gelini ise bayram ve kandillerde ancak yanına uğruyorduk. O da bize geliyordu ara sıra ama asla kalmıyordu. Tam dört sene böyle geçti.

Bu arada bizim saçma sapan işler dolayısıyla borç gırtlağı da geçmiş, tepemize çıkmıştı. Bu borçları ödemenin ise tek bir yolu vardı: Benim emekli olmam ve emekli ikramiyesi ile kapatmam. Nitekim de öyle oldu. Henüz elli iki yaşımda, enerjimin, bilgi ve tecrübemin zirvesinde olduğum bir dönemde emekli oldum. İkramiye ile borçları kapattık. Gel gör ki o saçma işlerden yakamızı kurtaramıyor yine önümüze çıkan her teklife atlıyorduk. Daha doğrusu eşim atlıyor, ben de onu takip ediyordum.

Ne zaman Fethiye merkeze insem oradaki okulların önünden geçerken, özellikle de zil sesi duyduğumda burnumun direği sızlıyor ama kendi kendime ‘’ Boş ver Sami. İyi ettin. El alemin sümüklü veletleriyle uğraşmaktan daha iyi olmadı mı emeklilik?’’ Diye kendi kendimi teselli ediyordum.

Aslında boktan bir şeydi emeklilik. Üstüne bir de babamın hastalıkları eklenince daha da çekilmez oldu.

Evet seksen yaşına kadar bir kez olsun ‘’ Başım ağrıyor ‘’ dediğini duymadığım babam artık sık sık ‘’ Nefesim kesiliyor oğlum’’ ‘’ Kollarım, bacaklarım uyuşuyor oğlum. ‘’ Demeye başlamıştı. O yüzden bazı günler onun o tek göz pansiyon odasında babamın minik tavşanına sarılıp yatıyordum. Kendisine çok bakabiliyormuş gibi bir de minicik bir tavşan almıştı yanına.

Bir gün kendi evimde yatarken gecenin ilerlemiş bir saatinde cep telefonum çaldı. Baktım babamın pansiyonunun altındaki ayakkabıcı Mustafa idi arayan.

-Hocam acele hastaneye koş. Kamil Amca mide kanaması geçirdi, acile kaldırdık.

Bu ilk haberle birlikte Sami’nin koşu dönemi başladı.

Acil servise girdiğimde baktım yılların dağ gibi Kamil Ağası bir kuru dal gibi ipince bir vaziyette uzanıyordu yatakta. Doktorlar serumdu iğneydi, ilaçtı derken hayata döndürmüşlerdi.

Bir kaç gün başında refakatçı olarak bekledikten sonra taburcu oldu. Taburcu olur olmaz ‘’ Baba böyle olmuyor. Ya gel bizde kal, ya da İstanbul’a kendi evine dön.’’ Dediysem de şiddetle reddetti. Tekrar pansiyonuna ve tavşanına döndü. ‘’ Baba haydi bize gidelim.’’ Dedikçe ‘’ Hele dur. Aklımda bir fikir var. ‘’ Diyordu.

Aklındaki fikri ikinci kez mide kanaması geçirip de sonrasında iyileşince söyledi: ‘’ Oğlum ben Huzur Eviyle görüştüm. Beni kabul ediyorlar. Oraya gideceğim.’’

Fethiye’de bir Huzur Evi olduğunu bile bilmiyordum. Nitekim yokmuş ama o sene yani 2006 yılında tamamlanmış ve bir kaç gün sonra açılıyormuş.

Şok oldum. Tam sekiz evladı olan bir babanın huzur evinde ne işi vardı?

Evet sekiz evladı vardı ama ne evlatları ne de eşi arayıp sormuyorlardı ‘’ Ne yapıyorsun, halin keyfin ne?’’ Diye. Yine de olsun. El alem ne derdi. ‘’Sami Hoca babasını Huzur Evine atmış’’ demezler miydi?

Ah o el alem ahhhh. Yaralı parmağa işemeye gelince bir teki bile pantolonunun fermuarını aşağı indirmez de eleştirmeye gelince herkes bir şeyler konuşur.

Bir iki hafta sonra babamın eşyalarını bizzat kendi ellerim ve iki büyük oğlumun elleriyle kayın biraderin ‘’ hameş’’ denilen araba arkasına takılan kasasına yüklerken düşündüğüm şey ‘’ Ey Sami. Bir gün senin sonun da böyle mi olacak? Bir gün gelecek bu gün dedelerinin eşyalarını hameşe yükleyen evlatların senin eşyalarını da mı hameşe yükleyecek?’’ Oldu.

Vicdanım kanıyordu ama yapabileceğim bir şey yoktu. ‘’ Amaaan ya daha iyi oldu. Huzur evinde yemeği önüne gelecek, bir telefonla anında hastaneye kaldırılacak. Valla daha iyi oldu’’ Diye kendi kendimi teselli etmeye başladım daha sonra. Babam da aynı kanatteydi : ‘’Daha iyi oldu.’’ Eee. O zaman sorun neydi? Niçin içimde bir yumruk vardı? Neden boğazım düğümlenmişti? Bilmiyorum…

Evet artık babam emin ellerdeydi. Bir telefon, hooop hastane.

Bir telefon ha? O telefon belki yüz kez çaldı ‘’ Sami Bey…Babanız çok kötü. Acele buraya gelin’’ Diye.

Artık Sami Bey’in Huzur Evi- Fethiye Devlet Hastanesi seferleri başlamıştı.

Sonrasında bu seferlere İzmir Bozyaka Devlet Hastanesi, İzmir Tepecik SSK Hastanesi, İzmir Tepecik Göğüs Hastalıkları Hastanesi seferleri ve Antalya Tıp Fakültesi Hastanesi seferleri de eklendi.

Şimdi İzmirli arkadaşlar sorar zaman zaman ‘’Hocam hiç İzmir’i gördünüz mü?’’ Evet gördüm. Tepecik ve Bozyaka’sını gördüm, başka da bir şeyini göremedim. Haa bir de Basmanede bir gece kerhane gibi kullanılan bir otelinde geceledik parasızlık yüzünden...

Hayatımda ilk defa bir orospu ile konuştum: ‘’ Yukarı çıkalım mı delikanlı? ‘’ Dedi bana. Nereden bilisin benim dam derdinde değil de can derdinde olduğumu? ‘’ Teşekkür ederim nezaketiniz için. Ama ben aşağıda otursam daha iyi olacak’’ Diye cevap verdim. Oradaki godoş tipli biriyle bayağı güldüler bana.

Tepecik Göğüs Hastalıkları Hastanesinde burnunda solunum cihazının hortumu olduğu halde bahçede benden ve başka hasta ziyaretçi ya da refakatçılarından ‘’Abi Allah rızası için bir sigara’’ diye sigara dilenenleri gördüm. Böyle bir dehşeti gördüğüm halde sigaramı daha derin çektim. ‘’ Ben bu sigarayı içmezsem deliririm. Damarlarıma morfin enjekte etmek zorunda kalırım’’ Diye bahaneler ürettim kendi kendime.

Gerçekten de delirir miydim acaba? Diye sordum; ‘’ Ulan sanki akıllı bir bok musun ?‘’ Diye cevap verdim.

Bütün mide, akciğer ve kalp ilaçlarını yakından tanıdım. Hatta zaman zaman indiğim hastane bahçelerinde ‘’ Aaaa o ilacı kullanmayın. Yan etkisi var onun. Babama da verdiler adam neredeyse öleyazdı’’ Ya da ‘’ Hımmm bakın o ilaç çok faydalıdır. Babama da verdiler çok iyi geldi.’’ Diye ukalalık yapmaya başladım.

Ağzımda sigara, akciğer hastalarına sigaranın zararları üzerine brifingler verdim.

Sıcak bir döşek bana artık hayal gibi geliyordu. Çok nadir kendi evimde yattığım zaman da…Yattığım zaman mı? Ne yatması? İçinde huzurun H harfi bile olmayan bir evde nasıl yatılırdı ki?

İşte o içinde huzurun H harfi bile olmayan evde bir gün yatarken telefon acı acı çaldı.

Ah babam ahhh… Bu sefer ambulansla gittik Tepecik SSK ya…Bir iki gün sonra da Tepecik Göğüs Hastalıkları Hastanesine... Tam bir ay kaldık hastanede. Seksen yaşında bir baba ve elli iki yaşında topal bir evlat olarak... Sekiz evladı, bir eşi olan bir adamın hayatta tutunacağı tek dal doktorların bile ‘’Amca daha genç ve daha sağlam biri yok mu?’’ Dediği topal bir orta yaşlı ( hatta bayağı bayağı yaşlı) idi.

Yoktu maalesef daha sağlam birileri. Hepsi bedenen sağlamlardı da ruhen yerlerde sürünüyordu sağlık durumları.

Babamı hastaneden çıkardığımızda artık bir oksijen tüpümüz vardı. İzmir - Fethiye arasında babam oksijen tüpünü koklayarak nefes alacaktı. O haliyle taburcu edilmişti.

Ah baba ahhh. Daha fazla nefes alayım ve şu lanet maskeden kurtulayım diye oksijen tüpünü sonuna kadar açıp borç harç aldığımız ve kayın biraderin kullandığı arabanın içini saf oksijenle doldurduğunu biz anlayıncaya kadar tüp daha yolun başında bitmişti.

Babamın adeta cenazesini tekrar huzur evine getirdiğimizde Huzur evi çalışanları ‘’ Bunu niye buraya getirdiniz ki?’’ Deseler de aldırmadık. Babamı yatağına yatırdım ve benim huzur evi nöbetlerim başladı.

Bir gün yine evdeyken telefon çaldı. Artık alışmıştım. Mutlaka babama bir şey olmuştu. Hemen koştum. Bu sefer Antalya Tıp Fakültesine sevk ettiler. Babam derhal yoğun bakıma alındı. Ben de aşağıdaki kanepelerde uzanıyorum. Hiç kimse durumu hakkında bir şey söylemiyordu.

Dört gün sonra babam tekerlekli sandalye ile aşağı indirildi. Yanında bir doktor vardı.

-Beyefendi. Siz hastanın oğlu oluyorsunuz değil mi?
-Evet.
-Babanız için burada yapabileceğimiz hiç bir şey kalmadı. Onu alın götürün.
-Götürün mü? Bu halde nereye götüreyim?
-Kardeşim…Anlatamadım galiba.Onun için yapabileceğimiz hiç bir şey yok. Onu götürün ki sırada bekleyen hastalarımızı yataklara alabilelim.

Babam gidecekti. Çaresi yok. Doktor bir poşet uzattı bana.

-Bunun içinde ilaçları ve nasıl kullanacağı var. Bunları kullanın.

‘’ Bilmediğim bir ilaç var mı diye poşeti açtım ki aman Allah’ım!

-Doktor bey bir dakika…Ama bu…Bu Viagra. Seksen yaşındaki babamın cinsel problemleri mi varmış?

Doktor ters ters baktı yüzüme.

-Kardeşim senin babanın rahatsızlığı kalp ve solunum yolları rahatsızlığı değil mi?

-Evet de Viagra ne alaka?

-Viagrayı sadece cinsel organ kaldırmaya yarayan bir ilaç olarak bilenler için tabii ki ne alaka. Ama Viagra sadece o işe yaramıyor. Kalp rahatsızlıkları için de kullanılıyor.

Sinirlerim boşalmıştı artık. Doktor arkasını dönüp giderken babamın kulağına eğildim.

-Vay zampik Kamo vay. Viagra ha? Ha ha haaaa...

Babam zorlukla gözlerini açtı.

-Çişim geldi.

Hemen poşetlerden birinden ördeği çıkardım ve babamın pijamasını aşağı indirdim. Fakat altı bezliydi.

-Altın bezli. Sal gitsin baba. Ben seni bir yerlere yatırayım o zaman değiştiririz.

Daha da sinirlerim boşaldı. Artık kahkahalarla gülüyordum. Belki de deliriyordum.

-Vay zampara vay. Kıçının bezli olduğuna bakmadan viagra kullanıyorsun ha? Hem de bu halde. Boşuna dememişler horoz ölür gözü çöplükte kalır diye. Ha ha haaaaa.

Zembereğim tamamen boşalmıştı. Cinnet geçiriyordum herhalde. Zaten tüm hastene acayip nazarlarla beni seyrediyordu ama kimseye aldırmıyordum.

Normal bir zamanda olsa bu dalga geçmenin onda birini yapsam ağzıma sıçardı babam ama şimdi kurt kocamış ve benim gibi bir köpeğin maskarası olmuştu. Ağzını açacak mecali bile yoktu.

O haliyle kayın biraderin taksisi ile yine Huzur evine attık.

Artık üvey anneme telefon etme zamanı gelmişti. Ettim de…

-Alo anne…Kocan gidici. Gelip gör istersen. Bir daha hiç göremeyebilirsin.

Üvey annem hemen geldi. Gelmekle de kalmadı o da huzur evi sakini oldu.

Üvey annemi de huzur evi sakini yapar yapmaz ona Viagra da dahil babamın ilaçlarını tanıtıp nasıl kullanılacağını tarif ettikten sonra ‘’ Haydi size hayırlı işler. Ama bakın yeni bir kardeş daha istemiyorum. Bu yaştan sonra size de bana da ayıp olur’’ Deyip üvey annemin ‘’ Bu salak ne demek istedi şimdi? ‘’ Bakışları arasında huzur evini terk ettim. En azından sırtımın rahat bir yatak göreceğinin sevinci ile evimin yolunu tuttum.

Oh beee. Rahatlamıştım. Biraz da karısı baksındı.

Lakin öyle olmadı ‘’ Baban çok rahatsız.Koş Sami.’’  ‘’ Babanın kakası simsiyah geldi.Koş Sami.’’ ‘’ Sami yetiş. Baban bol sarımsaklı işkembe diye tutturdu. Koş Sami.’’ ‘’ Sami koş…Baban tavanda kuşlar var diyip duruyor. Korkuyorum’’ Koş Sami, Koş Sami, Koş Sami...Hiç kimse sormuyor ‘’ Yürümeye mecalin var mı Sami?’’ Diye

Ve bir gün. ‘’ Sami oğlum benim çok acil İstanbul’a gitmem gerekiyor. Sen gel babanın yanında kal bir kaç gün.’’

Koş Sami Koşşşş…

Üvey annemi otobüs terminaline bırakıp dönmüştüm ki baktım huzur evi kapısına bir ambulans dayanmış. Aslında vak’a-i adiyedendi bu ama yine de ‘’ Babam’’ Dedim. Evet babamdı sedye ile ambulansa taşınan. Huzur evi müdürü Adem Bey bir türlü bana ulaşamamıştı. Lanet cep telefonun şarjının biteceği tutmuştu çünkü.

Yüreğim yana yana içimden çıkan ‘’ Bir türlü ölemedin be baba’’Sözü tüm bedenimi ve ruhumu kavurduktan sonra dudaklarımdan öylece çıkıvermişti.

Hayret… Elli iki senedir babam olan bu adam ilk defa ağlıyordu.

Fethiye Devlet Hastanesi Acil Servisine geldik. Acil doktoru bizi hemen Antalya Tıbba sevk etme kararı aldı ama babam artık son nefeslerini kullanarak ona engel oldu.

-Doktor bey. Ölürsem de burada, kalırsam da burada.

Doktor şaşkın…Bana döndü:

-Babanızın bu hastanede bir doktoru var mıydı?
-Evet var. Mahmut Celal Karakoç.
-Tamam. Mahmut Bey’e telefon edelim. Eğer o kabul eder, sorumluluğu alırsa burada yatıralım.

On beş dakika sonra Fethiye Devlet Hastanesinin en sevilen doktoru Dahiliye Uzmanı Mahmut Celal Karakoç tüm sevimliliği ve o tonton gülüşü ile babamın başındaydı. Hemen muayenesini yaptı ve bana ‘’ Yolun sonu ‘’ Der gibi bir bakış attıktan sonra.

-Kamil Amca…Kaç yıldır benim hastamsın. Ben seni kabul ederim ama burada sana faydalı olamayız. Antalya Tıbba gidin olmazsa.

Babam son bir gayretle doktorun elini tuttu.

-Mahmut Bey. Ölürsem de senin ellerinde, kalırsam da senin ellerinde. Ne olur beni artık gönderme başka yere.

Mahmut Bey ‘’ Tamam’’ Dedi ve babamı servise çıkardık. Serviste bir iğne yaptıktan sonra bana ‘’ İyi merak etme’’ İşareti yapıp çıktı.

Aylardan Ramazan ayıyıdı. Akşam olmuş ve benim iftar yemeğim ile birlikte babamın içeceği yağsız çorba gelmişti. Önce babamı yedireyim dedim ama ı ıh ağzını açmadı. Öylece yatıyordu. Ben iftar ettim. Mescide gidip akşam namazımı kıldıktan sonra babamın başında Kur’an okumaya başladım.

Sahur vakti bir kez daha bir şeyler yedirmeye çalıştım ama yine kıpırtısız yatıyordu. İki damla su damlatayım dedim ağzına, şiddetle kustu. Simsiyah kustu.

Hasta bakıcı hemen gelip çarşafları değiştirdi. Peşinden hemşire geldi. Babamın çarşafını kaldırıp ayaklarına baktı ve bir şey demeden dışarı çıktı.

On beş dakika sonra Doktor Mahmut Beyle birlikte yeniden odaya geldiler. Hemşire yine çarşafı kaldırıp babamın ayaklarını Mahmut Bey’e gösterdi ve ‘’ Değil mi Hocam?’’ Dedi. Mahmut Bey ‘’Susss’’ der gibi bir işaret yaptıktan sonra:

- Sami Hocam. Kamil Amcayı yoğun bakıma alıyoruz.

Kamil Amca belki onuncu kez yoğun bakıma gidiyordu.

Bir saat kadar daha geçti. Koridordan Hemşirenin sesini duydum ‘’Sami Beeyyyy’’

Hemen koridora çıktım. Daha kapı önünde görünür görünmez hemşire çok olağan bir şey söylüyormuş gibi:

-Sami bey! BABANIZ ÖLDÜ.

Ne bir duygu var, ne bir insani sıcaklık, ne his. Robottan gelir gibi bir ses ‘’BABANIZ ÖLDÜ’’ Bir ‘’Başınız sağ olsun’’ Bile yok.

Ne ağlama, ne sızlama, ne bayılma, ne kafamı duvara vurma, ne saç baş yolma… Ben de robotlaşmıştım adeta. Odaya geri döndüm ve hem kendimin hem de babamın eşyalarını toplamaya başladım. İlaçları ve hiç kullanmadığı iki serum şişesini - belki fakir birilerine lazım olur- diye bıraktım. Bir ilaç hariç: Viagra

Ben ‘’ Vay zampik Kamo’’ Diye dalga geçebilirdim ama bir başkasının babamın ardından ‘’ Vay namussuz. Hastane odasında seks ha?’’ Demesine asla tahammül edemezdim.

Salaklık işte…Hastane personeli babamın ne halde olduğunu bilmiyor muydu? Hastane personelinden başka kimsenin eline de geçemezdi o haplar ama o anda bunu düşünecek durumda değildim. Beyin ve düşünme kavramlarını çoktan yitirmiştim zaten.

Mekanik bir şekilde hareket ediyordum. Beş dakika sonra cebimde bir kutu Viagra ile - babamın naaşını almak üzere- hastane morgu önünde beklemeye başladım. Hatta bu arada babamın cenaze defin ruhsatını filan bile almışım. Hiç farkında değilim.

Son noktayı Mahmut Bey koydu. Telefon etti bana.

-Hocam çok üzgünüm. Kendi babamı kaybetmiş gibi üzgünüm. Ben elimden geleni yaptım. Başınız sağ olsun. Allah rahmet eylesin. Hakkınız helal edin.

-Estağfurullah Mahmut Bey. Asıl siz hakkınızı helal edin.

Tarih 26 Kasım 2006 idi ve ben ‘’ Bir türlü ölemedin be baba’’ dediğim bir insanın ardından göz yaşı döküyordum, cebimde bir kutu Viagra ile.


*********************************

Tüm babaların babalar günü kutlu olsun. Hayatta olmayan babalara Rabbimden rahmet diliyorum.
( Bir Türlü Ölemedin Be Baba. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 22.06.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.