Saatine baktı Müştak Bey. ‘’Allah kahretsin yine saat beş oldu kafayı yiyeceğim.’’ Diye hayıfla kafasını salladı. Midesine kramplar giriyor, gözlerinde milyarlarca karınca uçuşuyor, kulakları zonkluyor, beyni uyuşuyordu. Olacak iş değil bir türlü hesabı tutturamamıştı. Paraları her saydığında çıkan farklı rakamlar onu adeta deliye çevirmişti. Mesai bitmek üzereydi. Yavaşça yerinden doğruldu. Kasadaki bütün paraları çantaya doldurup evde saymaya karar verdi. O çok eski kafalı bir çalışan olduğu için öyle para sayma makinesi ve benzeri teknolojik aletlerden hiç hoşlanmazdı. Hatta çoğu kez para sayma makineleri yanlış sayar ama Müştak Bey asla yanlış saymazdı. Ne var ki artık o da yorgunluğun pençesindeydi ve daha önce saniyede otuz adet para sayan bu eller artık titreme alametleri göstermeye başlamıştı. Bir dokunuşta paranın sahte mi değil mi olduğunu anlayan bu parmaklar şimdi artık eski duyarlılığını yavaş yavaş yitirmeye başlamıştı.

‘’En iyisi evde saymak. Burada , bu gürültü patırtı içinde olmuyor. Eve gideyim. Şaziye akşama kuru yapacaktı. Kuru-pilav bir de kayısı hoşafı mideye inmeden olmayacak.Tutturamayacağım bu hesabı. ‘’ Diyerek kararını uygulamaya başladı. Kasasındaki tüm paraları alarak çantasına doldurdu ve iş yerinden çıktı.

Üç yüz metre kadar yürüdükten sonra belediye otobüsü durağına vardı. Yarım saatlik bir bekleyişten sonra otobüs geldi. Müştak Bey eski bir İstanbullu olduğu için İstanbul’da yaşamanın kurallarını çok iyi biliyordu. Birkaç omuz ve dirsek darbesiyle önündeki insanları ekarte edip ilk binen kişi oldu.

Otobüse binmesine binmişti ama işin aslı otobüs mü ona binmişti o mu otobüse binmişti işte orası tartışılırdı. Çünkü otobüsün içinde ayak parmakları üzerinde bir balerin gibi durarak yolculuk etmesi gerekiyordu. Otobüsün ön camında her ne kadar Oturan Yolcu Sayısı : 30, Ayakta : 40 yazıyor ise de ayaktaki yolcu sayısı rahatlıkla 100 vardı.

Mazot, yellenme ve ter kokusuna karışık bayan parfümü , erkek tıraş losyonu ve de hacı yağı kokuları içinde bir saate yakın yolculuk yapmak zorundaydı evine kadar. Ama alışkındı Müştak Bey. Alışamadığı ve hayatta hiç sevmediği ise bu tinerci çocuklardı. İşte şimdi onlardan ikisi önden ve arkadan sıkıştırmaktaydı kendisini. Para dolu çantasına daha sıkı sarıldı.

Evine yaklaştıkça yolcular birer ikişer inmeye başlamışlar ve nihayet evine beş durak kala Müştak Bey oturacak bir yer bulmuştu kendisine. İneceği son durağa gelmeden önce otobüsteki tüm yolcular inmişti; o iki tinerci çocuk hariç. Müştak Bey daha önce bu mahallede hiç görmediği bu iki tipten iyice korkmuştu. Ya saldırılarsa?Ya elindeki çantayı zorla almaya kalkarlarsa? İşte o zaman ne kadar büyük bir hata yaptığını anladı ve Fil Suresinden Felak Suresine kadar bildiği tüm sureleri okumaya başladı içinden. ‘’İnşallah bana bulaşmazlar’’ Diye dua ediyordu. Gerçi tabancası vardı ama hayatta bir kez bile ateş etmemişti. Çalışıp çalışmayacağından bile emin değildi.

Otobüs son durakta durdu. Müştak Bey indi. Hemen peşinden iki tinerci de indi. Müştak Bey adımlarını hızlandırdı;iki tinerci de hızlandırdı. Müştak Bey koşmayı düşündü ama bunun nafile bir çaba olduğunun farkındaydı. Bu iki genç bir adımda yetişirdi ona. Durdu.Tinerciler de durdu.İçlerinden biri yaklaştı Müştak Bey’e: ‘’ Abi bir çorba parası atsan? ‘’ Müştak Bey bir kahkaha atmamak için kendini zor tuttu. ‘’ Bir çorba parası ha?’’ Yüzlerce çorba parası vardı çantada ama anlaşılan o ki gençler çantayı bir öğretmenin okul çantası filan sanmışlardı. Elini cebine atıp bir on lira çıkartarak bu aç çocuklara verdi. Tinerciler parayı yüzlerine sürüp neşeyle oradan uzaklaşırken Müştak Bey de derin bir nefes alarak rahatladı. Daha sonra da hızlı bir yürüyüşle evine vardı.

Anahtarıyla kapıyı açıp içeri kafasını uzattığı anda burnuna gelen kuru fasulye kokusu ona sanki ab-ı hayat gibi gelmişti. Karısı Şaziye,dört yaşındaki oğulları Kerem ve bir yaşındaki Alican ile birlikte dört kişilik orta halli bir aile idiler. ‘’ Bismillah ‘’ Deyip Kuru fasulye,pilav ve kayısı kompostosundan oluşan mükellef ziyafete yumuldular. Alican bile çok seviyordu bu yemek listesini.

Yemek bittikten sonra masanın üzeri tamamen boşaltıldı ve Müştak Bey yanında getirdiği paraları çantadan çıkarıp tek tek saymaya başladı. O para sayarken Şaziye de oğulları Alican’ı sıcak sobanın önünde leğende banyo ettirmeye başladı. Kerem ise her zamanki gibi babasının ona aldığı plastik tabanca ile evdekileri tek tek vuruyordu sözüm ona .

Müştak Bey bütün paraları büyük bir hızla saydı. Bir daha saydı ‘’Ohhh..Allah’ıma şükür.Hesap tuttu. ‘’ Diye sevinç içinde saydığı paraları ellilik desteler halinde sardı. Yarın yüzünün akıyla verebilecekti hesabını.

Paraları çantaya doldurdu ve tuvalete gitti.Elini yüzünü yıkadı.Tekrar odaya geri döndü.

Müştak Bey’in odaya geri dönmesiyle birlikte de facia başladı. Facia ki hem de ne facia. Böylesini hiç kimse ne gördü, ne yaşadı.

Odaya dönen Müştak Bey ‘’Allaaaahhhhh’’ diye feryat edip hızla Kerem’in üzerine yürüdü. Öfkeden gözleri kan çanağına dönmüştü bir anda. O munis, o içi insan ve ailesinin sevgisiyle dolu olan dünyalar iyisi Müştak Beyi bir anda deliye çeviren ise oğlu Kerem’in elinde gördüğü şeydi. Evet, Kerem masanın üzerindeki çantayı almış, açmış ve içindeki para destelerini sobaya atmıştı.Müştak Bey odaya girdiğinde son desteyi sobaya atmak üzereydi. Leğende Alican’ı yıkamakta olan Şaziye ise bu durumun farkında olamamıştı çünkü arkası Kerem’e dönüktü.

Adeta kuduran Müştak Bey o öfkeyle Kerem’e öyle bir yumruk indirdi ki zavallı Kerem , annesi Şaziye’nin şaşkın bakışları içinde bir anda nefessiz kalıp mosmor oldu. Ağzından, burnundan kanla birlikte köpük boşalmaya başlamıştı. Göz göre göre ölüyordu yavrucak.

Yaptığına çok pişman olan Müştak Bey Kerem’i tekrar hayata döndürmek için çabalarken Şaziye de ‘’Uyan oğlum, aç gözlerini.‘’ Diye sarsmaya başlamıştı Kerem’i. Beş dakikaya yakın Kerem’i hayata döndürmek için uğraştılar karı koca ama Kerem’in boncuk boncuk mavi gözleri bir daha hiç açılmamak üzere kapandı.

Şaziye ‘’ Ne yaptın sen be adam? Ne yaptın.’’ Diyerek Müştak Bey’in yakasına sarılmıştı ki Alican geldi aklına. Leğene dönüp baktığında Alican’ın da leğende yüzükoyun ve hareketsiz yattığını gördü. ‘’Alican’ımmm’’ Diyerek küçük çocuğunu leğenden çıkardı ama Alican’da bu kavanoz dipli namussuz fani dünyadan ebedi aleme doğru yolculuğa başlamıştı.

Beş dakika içinde iki evladını birden yitiren Şaziye’nin bir anda bütün dünya başına yıkıldı. Tüm bunların müsebbibi ise tam karşısında duruyordu. Her ne kadar o da ‘’ Kerem’im, Alican’ım ‘’ diye göz yaşı dökse de bu büyük felaketin baş sorumlusu oydu.

Şaziye öfkeyle Müştak Bey’e saldırdı. Bileğinin tüm gücüyle yumruklar savuruyor, ayağında kalan son dermanla tekmeler atıyordu karşısında heykel gibi duran bu insan müsveddesine.

Şaziye o kadar çok tekme ve yumruk salladı ki Müştak Bey artık bir et yığınına dönmüştü. İşte bu et yığını bir müddet ayakta sallandıktan sonra Şaziye’nin son yumruğu ile birlikte yanmakta olan sobanın üzerine devrildi. Tabii ki o sobanın üzerine devrilince soba yere devrildi. Bir anda odayı alevler sardı.

Beş-on dakika…Evet koskoca bir ömürde sadece ve sadece beş on dakika içinde çok mutlu ve huzurlu bir aile yok olmuştu. İki çocuğunu ve kocasını işte bu sadece on dakika kadar süren kısacık zaman içinde kaybeden Şaziye manasız, boş gözlerle tamamen yanıp kül olan evinin dumanları arasında bir şeyler aramaya başladı.

Evet, kendisini de bu dünyadan alıp çocuklarının yanına götürecek bir araç… O anda yerde duran tabancayı gördü. Usulca eğildi ve o soğuk demiri eline aldı. Yaşaması için artık hiç bir sebebi kalmamıştı. Oldukça yavaş hareketlerle tabanca tutan kolunu kaldırdı ve tabancayı şakağına dayadı. ‘’Allah’ım sen affet..Ben evlatlarımın yanına geliyorum’’ Dedi.

Kocasının , işi icabı zaman zaman üzerinde taşıdığı o soğuk ölüm aracını hayatı boyunca hiç sevmemiş, hiç eline almamıştı.İlk kez dokunuyordu bu soğuk metal parçasına…

Şakağında hissettiği soğukluk bu demir parçasının soğukluğu muydu yoksa ölümün soğukluğu mu? Bunu ne düşünecek ne de tartışacak zamanı vardı. İşaret parmağını yavaşça tetiğin üzerine koydu. Artık çekmeliydi tetiği.

İşte o anda derinlerden müşfik bir ses duydu.

-Çekme Şaziye !

Etrafına baktı. Kimsecikler yoktu. Ne ak sakallı ne de kara sakallı her hangi bir dede ya da nine görünmüyordu ortalıkta.’’ Kara sakallı nine mi? ‘’ Diyerek kendi kendine güldü. Böyle bir felaket içinde gülebildiğine kendisi de hayret etti. Tekrar tabancayı şakağına dayadı. Parmağı yine tetikle buluştu. Tam çekeceği anda yine aynı ses..Ama bu sefer biraz daha emir verircesine.

-Sana çekme dedim Şaziye !

Şaziye yine etrafına bakındı. Kimdi acaba bu sesi kocasının sesine benzeyen gaipten gelen ses? Sağına soluna bakındı. Kimsecikler yoktu. ‘’ Delirdim galiba. Gaipten sesler duymaya başladım ‘’ Dedi. Bu sefer de böyle bir felaket karşısında bu kadar mantıklı düşünebilmesine şaştı. Ama ister akıllı olsun ister deli artık bu işi bitirmeli ve bir an önce Kerem’i ile Alican’ının hatta kocası Müştak’ın yanına gitmeliydi.

Üçüncü kez silahı şakağına dayadı. Tetiğe var gücüyle asıldı. Tabancanın büyük bir gürültüyle patlayıp beynini dağıtmasını bekliyordu ama o sesi bir kez daha duydu. Ses bu sefer çok kızgın bağırıyordu.

-Yahu çekmesene. Kopartacaksın. Hay Allah’ım yaaaa….

Kan ter içinde uyandı Şaziye. Kocası Müştak kızgın gözlerle ona bakıyordu.

-Yahu hanım az daha kulağımı kopartıyordun.

Hikayenin kulak kısmını yemediniz, farkındayım ama idare edin artık.

( Gaipten Gelen Ses başlıklı yazı Sami Biber tarafından 3.07.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.