İNİNİN DE CİNİNİN DE
Raşit
arkadaş canlısı, onlar için canını bile esirgemeyen, paylaşmayı bilen
Garamiyalların Ahmed’in üç oğlunun en büyüğü idi.
Bu özelliklerinden dolayı nüfus
kağıdında ki adı neredeyse unutulmuş, köylülerince kendisine yakıştırılan
lakap “FEDAKER” olarak bilinip
tanınmıştı.
Ömrü
hep fakirlikle geçmiş, ama o bunu asla kendisine dert etmemiş “kaderdir” deyip
geçmişti. Fakirliğinin yanında çok acılar yaşamış, onlara fedakarca göğüs
gerip, “Allah kösengiyi dibine kadar yakacak değil ya” diyerek kendisini
avutmuştur. Hasta hanımının, “Allah'tan gelene ne denir” diye düzelip
sağlığına kavuşmasını ümitle beklemiş, parasızlıktan şehirdeki doktorlara muayene ettiremediyse de Dalakçı'lı Gırım Osman'a muayene de elden geri koymamıştı.
Yavan
soğan katığı ortaya konulduğunda muhanetin “ballı baklavalı zengin sofralarına” asla özenmemiş ti. Tek oğul evladı Hasan'ı okutmak için sırtında köy bakkallarının
şehirden aldığı matakları ücret karşılığı soğuğa sıcağa aldırmadan köye taşımış, kucağında Kırşehir'e kırılmamasına dikkat ederek tahsil gören oğluna yufka ekmek
getirmiş, amelelik yapmış, kahvehanelerde garson ya da ocakçı olarak çalışmış, yerine göre inşaatlarda bekçilik yapmış, bağ bahçe bellemiş, gündelikçi olarak amelelik yapmış, dağlarda at gütmüş, alın terini
dökerken “Hasan'mı acaba ileride öğretmen olarak görür müyüm?” hayalleriyle geleceğe hep ümitle
bakmıştı.
Herkes Almanya'ya işçi olarak giderken o
parası olmadığı için “Almanya'nın hayalini” dahi kuramamıştı. O yıllarda
köylük yerde traktör olmadığı için arabalara koşmak, çift sürmek, harmana sap
getirmek, dövene koşmak gibi sayılmayacak kadar işlerde atlara büyük
gereksinim vardı.
Atlar iş bitimi sonrası kışa
kadar dağlarda bir çoban tarafından otlatılır, kar yağınca da ahırlara
çekilir, kar kalktıktan sonra da gereksinim duyuluncaya kadar tekrar dağlarda
yaylıma çıkartılırdı.
Fedaker babasının ısrarıyla o yıl buğday karşılığı at çobanı durmuştu.
Atlar dağlarda yayılırken çobanın yiyeceği ”azık” denen çıkıyla at sahipleri
tarafından sırayla her gün dağa getirilirdi.
Haftada bir gün çobanın
köydeki ihtiyaçları veya zoraki hastalık vs. gibi durumlarda da yine at
sahipleri sırasıyla “at gütmeye” giderlerdi.
Atlar
sabahtan akşama kadar Kervansaray dağlarının kolları olan İsmayıl sivrisi, Damlacık, Tavşan deresi,Tereli, İn, Üç kuyu, Büyük Küçük Maden dereleri,
Dalgara, Değirmen yolu, Kartal Kuyusu, Yayla, Kozluca, Hasan Çavuş'un tay beli, Ağaçalı diye köylülerce adlandırılan dağların
sabahtan akşama kadar yaylım yerlerinde yayılırlar, geceleyin de davar ağıllarına
yakın yerlerde yatıp sabahlarlardı.
Fedaker
o gün akşama kadar o dağ senin, bu dağ benim at otlatmış, akşam olunca da
topladığı atları yayladaki çeşmede kana kana suladıktan sonra otlatarak
Kartal Kuyusu’na, oradan da şehirlilerin “Dede Dağı” Karacaörenlilerin de
“İsmail Sivrisi” dedikleri dağın köy tarafındaki alt eteğine getirmişti.
Dört bir tarafı dağlarla çevrili olan irili
ufaklı vadilerden oluşan bu yerde İbiş oğlu Hacı Nuru’nun otlayan birkaç sürü
davarının yatması için yaptırdığı “adıyla halen anılan” ağıla geldi.
Ağıla o an için davarlar
daha henüz yatmaya gelmemişti. Atları ağıla sokacak gibi olduysa da
“Çobanların işi belli mi olur, şimdi ben atları oraya yatırırsam onlar da
haydi aniden ağıla gelirlerse!” diyerek bundan vazgeçip atları ağılın az
uzağına yatırırdı.
Hava oldukça kapalıydı. Arada sırada biraz yağmur çiseliyor, hava biraz sonra açılıp ay meydana çıkıyordu. Ne de olsa geceleyin havalar soğuk olduğundan “kırk yamalıklı kepeneği” sırtına almayı ihmal etmemişti
Yorgunluk ve onun getirdiği uykusuzluk diz
boyundaydı. Ayakta dikilirken bile dalıyor, atların kişnemesi, geviş alıp
verirken arada sırada hırlaması “ayak uykusu” keyfini bozuyordu.
“Bari şurada bari biraz
kestireyim” diye az yürüdükten sonra ağıl duvarının dibine kös geldi.
Beklediği çobanlar bir türlü ağıla gelmiyor, “çoban pilavı” hayalinde
canlanırken gözleri birden yumuluyorsa da irkilerek tekrar kendine geliyordu.
Müdürün İsmail ağabeyi
Ziya’ya imrenerek bir at ve araba satın alarak köyleri dolaşmak süretiyle
çerçilik yapıp evinin geçimini temin etmeye çalışıyordu. Bir hafta köy köy
dolaşıp işleri de iyi gidince bayağı bakkaliye erzağı satmış, haliyle çeşidi
kırılmıştı.
Hem
evini yoklamak hem de çeşidini tamamlamak için köyüne geldi. İki gün içinde
ihtiyaçlarını ve köydeki işlerini tamamladı. Arabasını donattı. Atını kuyunun
haftında suladıktan sonra arabaya koşmaya getirirken her neyden ürktü
bilinmez at elindeki gemden kurtulduğu gibi kaçtı. Köylülerle beraber tutmaya
çalışsalar da at dağlara doğru kaçtı .
Kaçırmış
olduğu atını dağ, bayır demeden yorgun argın arasa da aramaları sonuç
vermemiş, son çare olarak “At belki İreşid’in güttüğü atlara karışmış
olabilir” düşüncesiyle geceleyin bazen ay ışığı, bazen yağmur, bazende karanlıkta çalıya çırpıya taşa
kayaya tökeşerek Hacı Nuru’nun ağılının yolunu tutmuştu.
Öyle
de acıkmıştı ki gündüz rast geldiği davar, inek çobanlarının verdiği birkaç
lokma durmaksızın yürüdüğü için anında karnında erimişti.
“Hem atı bulurum, hem de çobanların
pilavından yerim” diye düşe kalka ağılın yanına geldi. Karanlıktı, ortalıkta
ne at, ne de bir adam gözüküyordu. Duvar dibinde uyuyan Fedaker'i, az
ilerisinde yatan atları görecek, kişnemelerini duyacak durumda değildi. Ağılın
duvarının üstüne çıktı. Bulut lar çekilmiş ay meydana çıkmıştı. Ağılı
yukardan aşağı iyice kolaçan etti. Ortalıkta at mat görünmüyordu. Ayağı duvar
üzerinde boşlukta duran bir taşa tökeşince “çaat” diye bir ses çıktı. Sesin
yüksek çıkmasında gecenin de etkisi olmuştu.
Fedakar
çıkan sesle irkilip sağına soluna baktı. İsmail bir iki adım daha atınca
duvardan taş seslerinin çoğalması, o anda taşlardan birisinin de yerdeki
taşların üzerine düşmesi ve çıkardığı ses İreşid’i gayri, ihtiyarı
tedirginleştirdi. Gözünü iyice açtı. Bu arada bulutların arasından çıkan ayın
ışığı ortalığı aydınlatmıştı. Ay İsmail sivrisinin tepesinden batmaya
eğildiğinden dolayı Müdürün İsmail'in boyunun gölgesi belki on metreyi geçkin
ağılın içinde uzamıştı
İreşid,
yalnız olduğu için korkuyor, kafayı kaldırmaya “Kim o?” demeye cesaret
edemiyordu. Zamanın birinde bacanağına Güdük İreşid’in Hasan köyde eski
caminin önündeki Ali Çavuş’un Ali'nin bakkal dükkanı nın duvarına Çopur’un
Üssük’le bir gece vakti sırtlarını dayamışlar laflıyorlardı. O anda caminin
kapılarının büyük bir gürültüyle açılmasıyla ne olduğu belirsiz bir yaratığın
Kağnin Irza'nın konağına kadar elli metre koşarak gitmesi, tekrar iki
arkadaşın şaşkın bakışları arasında camiye uçarak girmesi o an iki arkadaşı
çok korkutmuştu. Biraz sonra şoku atlatan iki arkadaş birbirinden ayrılıp
evlerinin yolunu tutmuşlar, fakat aynı yaratık az sonra Üssük’ün önüne tekrar
geçmiş, adamcağız korkudan bayılıp kalmış, on-on beş gün korkudan kendine
gelememiş, yatak yorgan yatmıştı.
“Acaba aynı şey benim de mi
başıma geldi” diye korkuya kapılan İreşid, aniden büyük bir süratle dereyi
takip ederek Yayla çeşmesine doğru koşarken Müdürün İsmayıl'da onun gürültüsünü
duyup uzun gölgesini fark edince korkuyla şehir yönündeki İsmayıl Sivrisi
dağına doğru koşarak olay yerinden uzaklaşırken açlığını ve kaybolan atını
aklına bile getiremiyordu.
Olaydan bir kaç gün sonra
Fedaker ile Müdür’ün İsmayıl, Kürt’ün Memmet Çavuş’un odasında tesadüfen bir
araya gelirler. Cemaat kendi aralarında sağdan soldan konuşurken içlerinden
yaşlı olan birisi Fedake'e dönüp, “ula İreşid, İn de dağda, taşta ne var ne yok, yaylım
bol mu?” gibi sorular sorar. İreşit deüşenmeden, sıkılmadan dağı, taşı, yaylımı cemaate bir bir
anlattıktan sonra, “ula gonşular, şeyini şey ettiğimin ini mi, cini mi her neyse
geçen gece anamdan emdiğim südü burnumdan getirdi. Neredeyse az galsın korkudan
çatlıyacaadım” dedi.
Daha henüz ağzındaki sözünü
tamamlamadan aniden ayağa kalkıp, “Ağzını bozma ula Fedaker, küfür sana
yakışıyomu dürzü” diyen İsmayıl'ın sesi odada adeta yankılandı.
Mesele
şimdi anlaşılmıştı. Durumu anlayan Fedaker, “Ula İsmayıl gorgkumdan dolayı ağar çocuğum olmazsa ölümlerden gendine ölüm bağan” deyip hızla odadan ayrıldı.
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını
rencide etmek için yazmadım.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 31 03 2012 KIRŞEHİR GERÇEK
YAŞANMIŞLIKLAR