"Uzun zamandır buradasınız, yardımcı olmamı istediğiniz bir konu olursa ben arka bahçedeyim"diyen dükkan sahibi tam arkasını dönüp adım atmıştı ki kadın arkasından seslendi:
 "Aslına bakarsanız ne sattığınızı hâlâ anlayabilmiş değilim. Antikacı desem değil, kitapçı desem değil.."
 "İhtiyaca binaen diyelim."
 "Nasıl yani, son model spor arabaya ihtiyacım var desem ihtiyacımı karşılaya bilir misiniz?"
 "Elbette ki hayır, ama en çok ihtiyacınız olanın bir spor araba olmadığına belki sizi ikna edebilirim."
 Kadın ilk defa dikkatle baktı adama. Bu kadar  samimi bakan gözlerin dalga geçmediğini anlayacak kadar tanıyordu insanları. Yine de ne demek istediğini tam olarak anlayamadığı için üstelememeye karar verdi. 
 "Mesela şu odun parçası ne işe yarıyor?"
 "Hayat okuduklarını anlamaya yetmeyecek kadar kısa, yeni baştan yazmak için yeterince uzun."
 "Bunları bu odun parçasına bakarak mı anladınız? Yani kağıtın da kalemin de ham maddesi bu elbette ama.."
 "Yanda ki kıymığa basarsanız," diyerek sözünü kesti adam.
 Kadın kıymığı hareket ettirince odun ikiye ayrıldı ve içinde düzgün harflerle bu yazı ortaya çıkınca kadın gülümseyerek etrafına bakındı.
 "Oldukça hoş bir parça, bunun aynısından bir tane daha var mı? Konsolumun üzerine takım olarak almak isterim doğrusu."
 "Üzgünüm satılık değil. Başka da yok zaten."
 "Peki kim söylemiş bu sözü?"
 "Tecrübelerim."
 "Aslında.." diye söze başlayan kadın aniden sustu. Kendi tecrübelerinde ki kararsızlığıyla ilgili bir hayalinden bahsedecekken adamda ki adını koyamadığı bir şey buna engel oldu. Kısa cevaplar vermesi, satış konusunda ki isteksizliği belki adamın canını fazla sıktığını düşündürtmüştü. Tam istenmediği bu yerde daha fazla kalmaması gerektiğine karar vermişti ki adamın içten bakan o gülümseyen gözleri tekrar kadının kafasını karıştırdı. Hem şu tozlu rafları olan bölmeden bir türlü ayrılamıyordu. 
 "İlginç şeyler var burada. Örneğin şu kitap..Sadece 13. sayfa ile 25. sayfa arasında ki kısım var. İçindeyse yaprakları tamamen yok olmuş bir çiçek dalı. Tabi diğer raflarda yepyeni eşyalar da var ama buradan uzaklaşamıyorum."
 "Çünkü yaşanmışlıkları var."
 "Evet, hepsinin bir hikayesi var gibi. Buraya gelirken oldukça karamsar bir ruh hali içindeydim, belki bir kaç yeni ve değişik şeyler almakla oyalanırım diye düşündüm. Ama şu tozlu raflarda ki eşyalardan başka hiç bir şeye bakamıyorum, anladığım kadarıyla bunlar da satılık değil."
 Adamın belli belirsiz kafasını sallamasıyla kadın bir süre bekledikten sonra tekrar konuşma zorunluluğu hissetti. Zoraki bir gülümsemeyle;
 "Ama şu karamsarlığımı üstümden atacak bir şey önerebilirsiniz belki."
  "Elimde tam size göre bir kişilik var, eğer isterseniz haber verin, ben bahçede olacağım."
 Kadın adamın arkasından bakakalırken şaşkınlıkla açık kalan ağzını nice sonra kapatması gerektiğini hatırladı ve tüm tozları içine çekercesine derin bir nefes aldı. Ne demek istemişti şimdi bu adam..Hakaret, düpedüz hakaretti bunun adı! Tam hızlı adımlarla çıkış kapısına gelmişti ki elinde sadece bir kaç sayfası kalmış kitabı tuttuğunu fark etti. Üzerinde - bir bahar dalıyla söyleşi, yazarı: Güz Yaprağı- yazıyordu. Hah! Kaçık adam, bu ne diye sorsam tecrübe der yine, paranoyak tecrübeci!
 Kitabı rafa koyduktan sonra son anda yolunu değiştirip uzun koridordan geçerek bahçeye çıktı. Bir ağacın altına kurduğu tahtadan masaya eğilmiş yazı yazan adamın tam karşısına geçerek engel olamadığı gözyaşlarıyla kelimelerinin arasında ki sessiz mücadeleyi bitirmek adına hızlıca yutkundu. 
 "Size karamsar ve üzgün olduğumu söyledikten sonra bana kişiliksiz diyerek günümü daha da  kötü sonlandırmanıza izin vermeyeceğim!"
 Adam şaşkın bir şekilde kaşlarını çattı ama gözleri aynı şekilde samimi bakıyordu. 
 "Size kişiliksiz dediğimi hatırlamıyorum."
 "Kişilik satmak ne demek peki!" diyerek bağırdı kadın. 
 "Özür dilerim , otururken bana eşlik etmek ister misiniz? Size yeni bir kişilik vermekten bahsettim. Bu sizin kişiliksiz olduğunuz sonucunu çıkarmaz. Tıpkı yeni bir elbise aldığınız da elbisesiz olduğunuz sonucunun çıkmayacağı gibi."
 Adam elinde ki kalemi masaya bırakıp sayfaları biraz ileriye iteledi ve arkasına yaslanarak kadını incelemeye başladı. Kadınsa masada duran yazılara konsantre olmaya çalışsa da okuyamayacağı uzaklıkta olduğuna karar verip, sırf bir şeyler yapmış olmak için yere eğilip bir papatya kopardı ve ne konuşacağının kararsız ifadesiyle papatyanın yapraklarını yolmaya başladı. İstemsizce boğazını temizledi;
 " Peki ben kişiliğimden memnunsam, yeni bir kişiliğim olmasını istemiyorsam.."
 " Her kişiliğin çevreye zararlı bazı yansımaları olabilir. Mesela bana en baskın kişiliğinizi söyleyin."
 "Dediğim gibi çok çabuk karamsarlığa düşüyorum," diyen kadın kopardığı her yaprağı elinde küçük parçalara ayırıp tekrar yere atıyordu. Tabi bunda adamın dikkatle kendini izlediğini bilmenin rahatsızlığı vardı ve tüm kızgınlığının geçmesi için adamın o sımsıcak gözlerinin içine bir kere bakması yeterliydi. Yapraklara iyice konsantre olmaya çalışarak devam etti;
 " Yolunda gitmeyen her şey günümü kötü etkiliyor."
 " Yolunda gitmeyen ne var ki! Bakın, bahar tüm çiçeklerin yüzünde kendini gösteriyor, güneş her sabah yeniden doğuyor, dünya yörüngesinden milim şaşmadan turunu tamamlıyor. Bunlar bize sıradan gibi görünen ama gerçekte mucize olan döngüler. Şu anda bir bahar dalına gerçekten bakarak ve onun bize anlattığı güzelliğe dair mucizelerini dinleyerek karamsarlığınızın yerini mutluluğa bırakabilirsiniz."
  Kadın yerine bıraktığı - bir bahar dalıyla söyleşi- kitap sayfalarını düşünerek gülümsedi. Yine tüm dikkati küçük parçalara ayırdığı çiçeğin yapraklarındaydı. "Bakma" diyordu, "sakın bakma!"
 Adam ise bir süre dallara bakmayı sürdürüp konuşmasına devam etti.
 "Dediğim gibi her kişiliğin zararlı yansımaları olabilir. Örneğin sınırsız hoşgörü. Peki bu hoşgörünün ergenlik çağında ki bir çocukla mücadelede ya da öğretmen öğrenci ilişkisinde sizi ne kadar ileri götürebileceğini söyleyebilir misiniz? Aynı şeyler sabırsız ve öfkeli kişilikler içinde geçerli elbette. Bir insanın kendini kendine ispat edebilmesinin en iyi yolu kişiliğin boyunduruğu altından kurtulmasıdır. Ben böyleyim, demek en büyük esarettir. Belki zamanında kölelerin düştüğü hata da bu idi. Bu zihinsel ve duygusal sabit mekanizma seni kendini yenilemekten uzaklaştırır. Kişiliği oturmuş insan deriz, yedisinde neyse yetmişinde de o olmasıyla övünen insanlar vardır. Ne zavallılardır onlar, arada ki altmış üç seneyi hiç yaşamamışlar demek ki!"
 "Ama ya fıtrat?" diye zayıf bir sesle itiraz etti kadın.
 "Evet, insanlar bazen korkularını, tembelliklerini, vurdumduymazlıklarını yaradılışa dayayarak üstlerinden atmak isterler. Oysa insanın kendi önünden çekilmeyi reddetmesidir bu, irade zayıflığıdır. Halbuki aynı kişiliğin hep baskın çıkması hem bakış açımızı hem de davranışlarımızı körelten bir yanılsamadan başka bir şey değildir."
Kadın son yaprağı da koparıp küçük parçalara ayırdıktan sonra sanki orada yapacak başka bir işi kalmamış gibi huzursuzca yerinden kalktı. Tam o anda gözü masanın üstündeki sayfalara takıldı.
 "Ne yazıyordunuz?"
 "Gözlemlerimi. Giderken elinizde kalan çiçek sapını bu sayfaların arasına yerleştirip sayfaları yaşanmışlıklar rafına bırakır mısınız?"
  Kadının gözleri sayfada ki başlığa takıldı. 
 -Papatya yapraklarının yolculuğu-
 İlk defa adamın bakışlarına aynı içten ve gülümseyen gözlerle karşılık verdi. Kendi yaşanmışlığını rafa bırakıp kapıdan çıkarken yüzünde hâlâ aynı gülümseme vardı. 
          Aslıhan Savaş





( Tozlu Yaşanmışlıklar Rafı - Papatyanın Yolculuğu- başlıklı yazı saklı bahçe tarafından 6.07.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.