İklimin kanatlarında baş veren rüzgâra tutunmak ve devşirmek günü, geceden medet uman diğer yarım, asası ömrün elbet kapı duvar bir aşkın methiyeleri illa ki yüzükoyun seriliyor yere.

 

Varlığın duyumsadığı kadar umarsızlığı belki de insanlar sizden intikam almanın zevkiyle eriyorlar tepe noktaya ve hala düşmeye dair kar taneleri oysaki sıcak bir Temmuz gecesinde karaçalı misali havanın ağırlığı bastıkça basıyor sineme.

 

Yarım ağız mırıldanıyorum belki diyemediklerimi yutuyorum aç karnıma ve bir ömür atladığım öğünlerden devasa bir ziyafet sofrası hazırlıyorum elbet misafirlerim kapıda geçiş hakkı tanımamı istiyorlar.

 

Hangi ölü ise kalkıp mezarından…

 

Hangi yaşayan ölü zümre ise arkamdan atıp tutan.

 

Perdeler uçuşuyor ve renklerin bozgununa uğruyorum bilmiyorum da uyruğunu mevsimin, kamaşan gözlerime keşke perdeler çekebilseydim ve keşke kirine de kinine de insanoğlunun bu kadar vakıf ve tanık olmasaydım.

 

Yüreğin sarkacı…

 

Komik mi komik ne de olsa yüreğim kimsenin umurunda değil: ya içine sığdırdığım devasa dünyalar ve her insana bir dünya biçtiğim karşılığında karanlıkla tokalaştığım.

 

Zambakların matemi doluyor ruhuma ve ruhum taşıyamıyor artık bunca ağırlığı.

 

Bazen edalı bir sağanak.

 

Bazen çamura tutsak vedalar üstelik haberim olmadan arkasını çekip gidenler ve hala evin kapısının anahtarını değiştirmedim.

 

Ne zamanki arkamı dönsem içime doluşan ruh fakirleri ve bilmiyorlar da sahip olduğum zenginliği onlarla nasıl da paylaşmak istediğimi.

 

Bir görüntü ihlali.

 

Bir hezeyan.

 

Tokuşan asalet ve isyanı iblisin.

 

Şerh düşmekse geçen zamana yetmez ki sözcükler ve ben divane çırpınışlarımla ya yutacağım bunca ağır hakareti ya da ağır havaya aldırmadan hafiflemiş ruhumla üstüne çıkacağım kaygan bulutların.

 

Hayatımda hiç uçağa binmedim ki ya da bir uzay kapsülüne ve devri âleme de çıkmadım ama biliyorum ki dünyanın merkezinde ve ekseninde tüysıklet gönlüme asılan çaputlar ve ayağımı bağlayan büyüler hiç mi hiç umurumda değil.

 

Nazara gelen bir şeyler var.

 

Nazarında ömrün neye denk düştüğüm belki de içimdeki minval örtüşen insanların yalanlarına değil karşı gelmek körü körüne inanmakla iştigal bir sefil bedeviden de yok hani farkım.

 

Fıtratım ve de.

 

Küstüğüm yalanlar.

 

Hicabını yüklediğim şaibeli fısıltılar.

 

Ve yüreğin kıblesinde zafiyet geçiren bir zakkum ağacı lakin örselendiğim değil üstünü örttüğüm nice acı tevafuk eseri binlerce hatıra ve dolu heybem elbet delik ceplerim ve arkamdan gelenlere sunduğumu ayak g/izim en çok da sancılandığım hele ki sevdiklerimin nazarında ne zamanki değersiz hissetsem kendimi içime daha da çok kapandığım ve kaçtığım hayat gerileyen bir sayaç nihayetinde kırıp da atmak istediğim.

 

Bir gövde gösterisi değil olamaz da.

 

Gövdem zaten delik deşik yoksa nasıl hava alırdı içimdeki karanlık geçit ve işte ışıkların zaruri ışıltısı ve gönül pencereme konan nice şakayık ve şanlı kuş nesli oysaki onlara uçma hakkı tanımamıştım bunca acıyı içime ç/ekip de çağırmamıştım.

 

Bir seda.

 

Bir sala vakti.

 

Pervazında ölü karıncalar ve bal kovanını deviren kraliçe arı.

 

Arı gibi çalışan yüreğin kuyularında devinen nice gölge belki de bir varlık olma adına pekişen o hasretle insanın da en çok özlemi kendine, Rabbine ve kabrine elbet kaderin paye biçtiği elbet kederin hüzünlü dokusu elbet şerde bile hayra vesile elbet itikat sayesinde dayanmaksa yeryüzünde hala kavuşamadığımız nihayete.

 

Bir maddiyat ise teselli babında yeter ki başımızı sokacak bir evimiz de olmalı hani bir de kaşığımıza gelen bir tas sıcak çorba ve tasaları def edip ivedilikle sahip çıkmalıyız içimizdeki o saf çocuğa ve büyüyen değil büyüten taraf olmalıyız en çok da insanlığını yaşayan ve büyüten varsın büyümesin o yorgun telaffuz çocuk kalbinde hasret kaldığımız tüm renklere de varsın göğe bir ebemkuşağı resmedip da yürek doyuma ulaşsın.

 

Hicvi mi günün?

 

Gün güneşe kırgın ve saydam tabakasında ömrün geceye değil dokunmak yaklaşmak bile huzur vesilesi ne de olsa karanlığın örttüğü nice kir ve kötülük bir sonraki güne kadar tehir ediliyor ve ister istemez geçiştiriyoruz da hayatı.

 

Bir tebessüme muhtaç olmak mı?

 

Allah var gam yok madem elbet çıkacağız da feraha en azından göğsümüzü gere gere sever ve yaşarken ve de umut ederken…

 

 


( Allah Var Gam Yok... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 8.07.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.