Sabahtan akşama; pembe-mavi renkte pamuk şekerleri satardı Bekir, sokakları dolaşarak. Eşi de boş durmaz, çağrıldıkça evlere temizliğe giderdi. Böylece geçinip giderlerdi zor da olsa.


Ancak her ikisinin de ekmek kapısı kapanalı bir ay olmuştu. Oldukça zorlanıyorlardı geçinmekte. Elde avuçta bir şeyleri yoktu. Üç de küçük çocukları vardı. Bir tek insan yoktu ki sokaklarda; pembe, yumuşak pamuk şekerlerden alsın. Öte yandan; ev sahipleri de virüs bulaşır endişesiyle çoktandır temizliğe çağırmıyorlardı. Asıl virüs ocaklarına düşmüştü.


Bu çıkmaz ve çaresizlik içinde omuzlarındaki yükü fırlatıp dolaba atmak ve üzerine kilit üstüne kilit vurmak istiyordu Bekir. Gözlerine bakamaz olmuştu evlatlarının. Bazen kızına ummadığı zamanlarda yakalanan bakışları ne yapacağını bilemediğinden irileşerek hareketsiz kalır; kızının boynunu bükerek söylediği sözleri duydukça vişne renginde yaşlar akardı bakışlarından.


-Baba, bu virüs ortadan kaybolunca bana Ayşe'nin tabletinden alacaksın değil mi?


-Tabii alacağım canım kızım. Almaz olur muyum hiç? Baban sana, ne istedin de almadı?


Saçlarının örgüsünde dolaşık kaldı titreyen parmakları.


-Yaaa. Almadın baba almadın! Yalan söyledin bana. Geçen yaz bisiklet alacağım da demiştin ama. Almadın işte!


Ne kadar acı konuştuğunun, babasının içini yaktığının farkında olmayan küçük kız; saçlarını babasının parmakları arasından kurtarıp televizyonun karşısına geçti. Bekir, derinden bir iç geçirdi. Sigara paketiyle nemli gözlerini alıp balkona çıktı.


Gittikçe, buzdolabındaki yiyeceklerin seyrekleşmesine şahitlik eden anne; bezgin bir yüzle sebzelikten patates aldı. Eteğine doldurup, tezgâha getirdi. Soymaya başladığında, yedi yaşına yeni basmış büyük oğlu;


-Yaa, bana ne ben yemem bunu. Köfte istiyorum anne!


Dizlerine vura vura ağlıyor, bir yandan da amigolar gibi “Köfte köfte köfte!” diye sloganlar atıyordu.


-Dur tamam Rahat dur! Kudurmayın bir gün de! Geç ablanın yanına, çizgi film izleyin. Yapacağım köfte.


-Çikolata da istiyorum ben. Bana ne!


Kollarından yakaladı çocuğu; sinirleri bir cambazın ipi gibi gergin olan kadın. Ağlayarak odasına kapandı çocuk. Kız kardeşi, annesinin ağladığını görünce yanına gitti kızgın kızgın küçük kardeşinin.


-Ne yaptın yine? Annemizi sürekli üzüyorsun.


-Bana ne ya! Çikolata istiyorum ben.


-Gel içeriye geçelim.


Çocuklara mahsus inatçılığı ile omuzlarını silkerek;


-Bana ne ya! 


Deyip duruyordu. Balkondan içerideki gürültüyü duyup gelen Bekir;


-Ne oldu yine? Didişmeyin!


-Ya baba!  Bu salak yine annemi üzmüş.


-Sensin salak!


Birbirleriyle dalaşmaya başlayan iki haylaz çocuk; tekme, yumruk, tokat, saç çekme gösterisine başladı. Bu işten zevk alan seyirciler sadece ikisiydi.


-Durun! Durun! Ayrılın hadi!


Baba; oğlanı ensesinden havaya kaldırdığında hırsını alamayan kız, bunu fırsat bilip havaya hayali ve isabetsiz tekmeler gönderdi.


-Annen nerede kızım?


Sesin tonu hemencecik ortadan toz olmaları gerektiğini söylüyordu. Mesajı alan çocuklar, koşarak bir köşeye sindiler.

 

Yatak odasının kapısını usulca açan baba; pencere kenarındaki ufak koltukta iki büklüm oturarak sessizce ağlayan eşini gördü. Onu rahatsız etmemek adına hiçbir şey söylemeden ve belli etmeden yarım yamalak oturdu bir köşeye. Her şeyin farkında olan bir suskunluğun yanı başında, hiçbir şey sormayan eşiyle karanlık basana kadar bekledi. Cesaretin ilkini kadın gösterdi.


-Yemek yarım kaldı ocakta. Çocuklar acıkmıştır. Dedi.


Eşinin odadan çıkışını hüzünle izledi Bekir. Bu kadını mutlu edememişti. El kapılarına muhtaç etmiş, bir türlü rahat ettirememişti. Başarısız, beceriksiz, yetersiz buluyordu kendisini her konuda. Ne iyi bir eş, ne de iyi bir babaydı. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de bebekleri vardı. Hiç sesi çıkmaz, acıkmaz, ağlamazdı. Hal böyle olunca, normal ailelerde olduğu gibi odak noktası değildi. Hatta hiç yokmuş hissi uyandırırdı.


 “Evde bir bebek var!“    Bu düşünce aklına gelince, iyice morali iflas eden Bekir; terliklerini çıkarıp yatağa girdi.


-Baba yemek hazır!


-Ha yemek! Patates desene!


-Ya sus Mert!


-Çikolata almadınız ki.


Yüzü ekşiyip, ağlamaya hazırlanan çocuk, babasının;


-Susun artık! Hadi çıkın bakayım, Uyuyacağım. Siz yiyin!


Sözleri karşısında, yarım kalmış bir yüzle; yanında ablası çıktı odadan.


Mutfak masasında dört tabak vardı. Ve içlerinde salçayla turuncuya bürünmüş patatesler.


-Babam yemiyor anne.

 

Cevapsız bıraktı kızını, kadın. Kucağına aldığı bebekle, gözyaşlarını içine akıtarak önündeki patatesi yedi.


Bekir; kimselerin görmeyeceğine emin olduğu bir anda, yüzüne gözyaşlarının akmasına izin verdi. Bütün gece yataktan kalkmadı. Gelip yanına kıvrıldı eşi, sabaha karşı. Onu da uyku tutmadı. Hiç konuşmadılar, durumlarını dile getirmediler. Aralarında sessizce imzaladıkları bir ahitti sanki.


Bir çeşit onurlu olma hali katıyordu sessizlikleri. İki taraf da aynı düşüncelerle sırt sırta, bu sessizlikte birbirine destek oldu.


Az sonra, pencereden içeriye günün aydınlığı süzüldü. Bu beyazlık, onların yanaklarında umutla oynamaya başladı.

 


( Sessiz Anlaşma başlıklı yazı BENGÜL.A. tarafından 15.07.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.