SELAMI BATASICA!

         Selam kaynaşmadır, hatır gönül almanın, karşılıklı sevgi, saygının dil ve bedenle yapılan bir ifadesidir.

       Karşılaşan iki kişiden birinin diğerine, bir topluluğa dahil olanların orada bulunanlara; ”Selamün aleyküm” kişi veya kişilerinde ona; ”Aleyküm selam”diye karşılık vermesidir.

       Çok kişi selamın manasını bilmediği halde onu kendisinde bir artı olarak görür, ondan ayrıcalık veya menfaat bekleme yoluna gider. Hele bazı ”selam severler” var ki onlar hedefini çok uzaklardan seçerler. Özellikle ’selam versin’ diye insanın gözlerinin içine bakar da bilmez ki adamın tek derdi sanki selam, başka düşüncesi yok…

       Benim bildiğim kadarıyla oturan veya ayaküstü bir yerde dikilen bir adama oradan geçen kişi canı isterse veya farkında olursa selam verir, vermese de kusur değildir veya kusursa selam verilmeyen şahıs bunun nedenini kendince araştırmalıdır.

       Bundan pay biçerek bir konuya daha temas etmek istiyorum. İşyerinin kapısında oturan herhangi bir esnaf arkadaş önünden geçen bir tanıdığının kendisine selam vermesini beklemeden ondan önce davranıp ona selam vermesinden esnafın o kişide alacağı olduğu kanısındayım bilmem yanılıyor muyum acaba.

       Beni maruz görürseniz öykümün ana temasına girmeden önce selam hususunda özür dileyerek değinmeden geçemeyeceğim bir hadise daha var. Bazı kişiler (yine özür dileyerek) selam verip de oradan bir müddet sonra ayrılırken tekrar yine selam veriyorlar, ben bunu anlamıyorum. Bunu bana yapan tanıdıklara ; ”birinci selamın kafi gelmiyor mu da ikinciye gerek görüyorsun” diye şaka yapmadan edemiyorum. Selamün aleyküm” Allahın rahmeti ve bereketi üzerine”,eğer selam topluluğa verilirse” üzerinize olsun”, selam alan veya alanların da ”Aleyküm selam” demesi” aynısı sana da size de olsun” anlamını taşıyor kanaatindeyim.

       Kasım ayı sonlarına doğru sisi-pusu bir tarafa atan havalar artık iyice bozulmuş Aralık ayının başlarında yağmurla başlayan yağışlar önce kara sonra da tipiye çevirmiş komşu komşuya gidemez olmuştu. Adı üstünde ‘aralık’ ya biraz ara verir gibi olmuş, ayın ortalarına doğru” Bakın size son ihtarım, bir daha bu şansı vermem, yarım kalan işlerinizi tamamlayın, benden sonraki ‘Ocak’ başı, onun vicdanı yok” dercesine havalar düzelmişti.

        İkindi geçmiş vakit akşama yaklaşıyor, güneş ’hafif sis kapatsa da’ Ağan dağının üstünde o gün için son defa köyü seyredip ışığını salarken bir yandan da yavaş yavaş batma konumuna giriyordu.

       Bunu fırsat bilen Etem güdük İreşit’in Hasan’ın ev kapısıyla kahvesi arasındaki duvara hafif sırtını verip uzanmış, kahveden gelen seslere kulak vererek güneşin tadını çıkarırken eski günlerini yad ediyor, onları beyninde canlanırken ara-sıra gözleri kapanıyor, farkında olmadan ’kaçamak uyku’ya dalıyordu. Bu işten zevk alsa da bir gören olur da ”yav Etem veya Etem ağa; sabaha kadar çift mi sürdün, beşşik mi salladın, güneyin daşını guzaya, guzayın daşını güneye mi daşıdın” diye takılan olursa ne cevap verirdi onu düşünüyordu.

       Havaların iyi gitmesinden dolayı oğlu Hüseyin’le nadasa bırakılan tarlaya bir gün önceden köylülerinin tabiriyle "anıza” (ikinci ekim) arpa ekmişler, gerek onun yorgunluğu, gerekse güneşin insanı böyle Ağustos ayındaki gibi yakmayıp "üşütmeyen, kızdırmayan bahar tavı” cinsinden olması gözlerine mahmurluk ve istemese de uyku getiriyordu.

       Kendisini bu durumdan kurtaracak bir sineğe dahi öyle ihtiyacı vardı ki. Arada sırada köpeği 'zor-zor'gelip onun yüzünü, gözünü yalayıp kendisini bu şeytan uykusundan uyandırsa da oradan geçen çocukların taş atmasından dolayı kuyruğunu dikerek yakın olan evlerine kaçıyordu.

        Etem tam dalmıştı ki aşağıdan kendisine doğru gelen sert vuruşlu ayak sesleriyle üzerindeki mahmurluğu atar gibi olmasıyla gelen kişinin köylülerinin “Şiraze” lakabını takmada gecikmedikleri Öğretmen Habib Arıöz’ün kız olacağından damadı (Habib hocanın hiç çocuğu olmadı) köyde görev yapan öğretmen Mehmet beyi tanımada güçlük çekmedi.

        Etem; kendisine bir kelime öğretene ”kırk yıl köle olunacağını” ta öğrenciyken öğrenmişti. O yıllarda ki öğretmenler; çocukları eğitme ve okutmanın yanında onların her şeyiyle ilgilenen velileri olan, aynı zamanda ilimden, bilimden, ekonomiden habersiz, bilgisiz, bazı konularda cahil  köylülerin eğitmeni ve akıl hocasıydılar. Köylünün yanında bir öğretmen; ”bilen, gören, aydın, Atatürk ilke ve inkilaplarının koruyucusu, kollayıcısı ve yayıcısı idiler. İşte bu ve bu gibi nedenlerden dolayı öğretmen köylünün her şeyiydi. Köylü yediğinden, içtiğinden, ürettiği ürünlerden akla ne gelirse öğretmen razı olmasa da onunla paylaşmadan haz duyar, sobasının ‘kermesi' (kurutulmuş hayvan dışkısından yapılan yakacak) ayağının çorabı olurdu.

        Mehmet Öğretmen Şemşi’nin Mahmıdın kapısı önünden geçip Eteme doğru yaklaşırken bir yandan da bir eliyle paltosunun kopmak üzere olan düğmesiyle uğraşıyor, sağa-sola bakmadan, baksa da görmeden (bakmak ile görmek farkı) kahveye doğru yöneliyordu. Etem; “Mehmet hoca geliyor” diye uyku sersemliğini üstünden iyice atmış ”Hocaya ayıp olur, şimdi bana selam verir” diyerek kendisine çeki düzen vermiş, uzattığı ayaklarını toplamış, açık olan palto düğmelerini de iliklemiş duvara yaslanış oturumuna gelerek onu bekliyordu.

        Olanlardan hiç haberi olmayan Şiraze Mehmet öğretmen neredeyse Etem’in ayaklarına basarcasına onu görmeden yanından geçmiş, tam kahvenin merdivenlerine yönelmişti ki ”Ula Şirazeli Mehmet hoca; sen bana selam vereceksin diye o tatlı kaçamak uykumu nasıl böldüğümden, o yorgun goca gödemi nasıl oturumuna getirdiğimden senin heç haberin var mı selamı batasıca dürzünün adamı” diyen o gür sesini duymasıyla olduğu yerde kalakaldı.

        Yaptığının kendince çok ayıp olduğu kanısına varan o genç, efendi, köylünün sevip saydığı Mehmet öğretmen ellerini Etem ağabeyine uzatırken onun duyacağı ses tonuyla ”Kusura kalma Etem ağa” paltosunun düğmesini göstererek ”Hanımla bunun için tartıştık da çok dalgınım…Bir daha olmaz. Tekrar özür dilerim”

   ERDOĞAN ÇALIŞKAN  26 09 2017 KIRŞEHİR . GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR

Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmıyorum.

Not = Etem amcanın uzandığı yer tahminen ilk elektrik direğinin biraz üstü. 2004 yılından beri sahip olsun diye kirasını almadığım beyaz badanalı kahvehane, kullanılmayan iki dükkan ve kapının arkasındaki görünmeyen virane evler  dedemden babama ondan da bana miras.

                                    

( Selamı Batasıca başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 17.07.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.