Ben SEVGİKadim babam ve Peri anamın ilk göz ağrıları… Vakti saati gelince Peri anamın ilk sancıları başladıktan kısa bir süre sonra açmışım gözlerimi dünyanın kirli yüzüne. Dedem İbrahim Kabe’den getirdiği Zemzem suyuyla yıkamış oldukları içindir adıma;

SEVİGİ” demişler, insanların yüreğine yerleşen…

Atam Adem’in uğrak yeri, yeryüzüne ilk bina inşası, sonra da kayboluş..

Küçük İsmail’in ayaklarını vurduğu yerden fışkıran su.. Hacer Ninemin;

“Zemzem, zemzem..” hani; “Yavaş yavaş ak, dur.”

Dediği Zemzem suyu adını aldı...  İşte o durup akmayan suyla yıkadılar beni;  içmişler, ben de içmişim hem de kana kana.

Gemisine binerken Nuh’un çağırdığı insanların ve de hayvanların arasında güvercinin kanatlarına konmuştum. Cudi de konakladık bir kuşluk vakti, beraber uçtuk ak güvercinle denizler aşırı diyarlara, zeytin dalı  bulup getirdik barışın ve sevginin ifadesi olarak bizi bekleyen Nuh’a..

“Adım Sevgidir bayım” diye şarkılar okudular meydanlarda.

Ama bu güne dek hiçbir âdemoğlu beni dünya gözüyle görmedi bir kere de olsa, çünkü görünen değilim. Aşıklar, sevdalılar kalp gözüyle bakarlar bana.

Dağ meltemleri gibi sessiz ve yumuşak eserken yetimlerin, gariplerin, saçlarını ve yüzlerini yalar geçerim. Fakir fukaranın, kimsesizlerin sesi olurum her gün…  Saçlarım rengini güneşten mi almış bilmem, belki de güneş rengini saçlarımdan almıştır. Eğer görünen olsaydım, hiçbir ademoğlu gözlerini benden alamazdı.  Çiğ süt emmiş insanlar beni severler, benden konuşurlar, ama benden uzak yaşarlar nedense… Öyle ki herkes Sevgi aynasında kendini seyre dalmışken aşıkların yüreklerine ilk ben yerleşirim, adıma türküler yakmış sevdalılar, şiirler yazmış ozanlar ve yine de bir başıma kalmışım daru dünyada, Pınar kardeşim olmazsa…

Mevlana'nın yüreğinde yer edindim,

“Kim olursan ol, yine gel” dedi.

Yunus’un dilinden hiç düşmedim,

“Ben yürürüm yane yane

Aşk boyadı beni kane.”  Diye ağlaya ağlaya dolaştı dağı taşı..

 

Karacaoğlan’ın peşine takılarak adım adım önce Anadoluyu, sonra uzak diyarları dolaştım durdum. Aslısını ararken Kerem uğradığı Muş Ovasında;

“Açılmış laleler güller

Uzar gider Muş Ovası.”  Diye haykırmıştı.

 

Niyazi'nin diline de dolanmıştım;

“Mescid- i meyhaneden

Haneden viraneden,

Niyazi'nin dilinden

Çağırırım dostu dost.”

 

Nesim'i; yakamı hiç rahat bırakmadı, bilir misiniz?

“Nesimi’ye sormuşlar

O yar ile hoş musun?

Hoş olayım, olmayayım

O yar benim kime ne?” dediler, ağladılar, dolandılar divane divane…

 Hiç kaybolmadım ki, hep vardım, burada gözünüzün önünde duruyordum. Hani olur ya, aramak isteyen olursa, yalnızlık yollarının üzerinde değil, hoş kokulu pembe güllerin yapraklarında bulun beni…

Hepten yalnız kalırdım, kız kardeşim PINAR olmazsa…

 

Ben PINAR  Kadim babam ve Peri anamın son beşikleri… Peri anamı biraz değil, epeyce uğraştırmış olmalıyım dünyanın kirli yüzünü görmeden.  Anlattıklarına göre, -yalancısıyım -   az daha ölümüne sebep olacakmışım, uzun süre kaybolmuşum, bulamamışlar kaç gün geçmiş aradan anamın rahminde… Bin bir meşakkatle gelmişim dünyanın orta yerine.

Göğsü çimenli dağ yamaçlarını bilirsiniz. Her yamaçta bir göze, her gözede ayrı bir haz buldum. Gözelerin suları birleşerek büyümemi sağladılar, erken geliştim, boyladım,  güzelleştim… SEVGİ ablam yalnız bırakmadı beni,  yeşil çimenler arasında kıvrılarak yürürken büyüdüm. Her yanım yarpuz kesildi, yarpuz koktum, çimenler içinde çiçekler açtı rengarenk… İlk sabahların mavi dağ dumanları içinde keklik sürüleri kondu, ela gözlü ceylanlar su içtiler, dağ çobanları sevda türküleri çığırdılar… Ve adıma;

PINAR” dediler… Sevgi ablamla kol kola iç içe dolandık Anadolu'nun en güzel ovalarını… Temmuz sıcağında bağrı yanıkların serinlediği pınarlar.

 

Aşıklar başımda oturup;

“Oy pınar eşme pınar

Derdimi deşme pınar.” Diye türkü yaktılar…

Kınalı kekliklerin konduğu berrak akan

SEVGİ PINARI “ olduk..


Hani, SEVGİ dolu güzel sözler ya da güzel davranışlar var ya;  kökü yere sağlam yapışmış meşe ağaçlarına, dalları gökyüzüne yayılmış asırlık çınar ağaçlarına benzemez mi? Hele konuşulan söz " SEVGİ " ise akan suların durması gerekmez mı?

 Her birimiz ayrı bir yola çıkmışız, “başımız selamet” mıdır, bilmem.  Bildiğim tek şey aynı göğün altında yaşamlarımızı ikame ederken duygu ve düşüncelerimizi abartmadan, insanların inançlarına saygı duyarak, ırklar arasına ayırımcılık yaratmadan insanlığı paylaşabilmek değil mi, amacımız? Alemlerin yaradılışı sevgi hamuru ile yoğrulmuş olarak bilirim. Her ailenin temeli asıl olan karşılıklı sevgi ve anlayış üzerine atılmamış mıdır? Hani nerede…?

 “Ab-ı Hayat suyundan içenler ölümsüzleşiyor” demişler zamanın birinde.  İnsanoğlu bir türlü söz konusu suyu bulamadığı içindir ki ölüme çare bulamamış olmalılar, tabi ki ilahi takdiri düşünememişler galiba. Ab-ı Hayat suyunu bulmamız imkansız olabilir, lakin evimizin önünde her gün akıp gidecek bir sevgi pınarını yaratabiliriz. Düşününüz lütfen, her gün sevgi pınarında yıkanan biri kirden temizlenmez mi, bir tas içen her kim; kinden, nefretten, ayırımcılıktan, yanlış düşüncelerden uzak durmaz mıdır, sizce? Anlayamadığım işin garip tarafı evimizin önünden akan sevgi pınarına kör gözlerle bakarken, Kaf dağının ardında Ab-ı Hayat suyunun peşine düşmüşüz. Sevgi Pınarından bir tas içerek geçmişin tüm kamburlarını sırtımızdan atamaz mıyız, acaba?

Haydi, toplum olarak birer SEVGİ PINARINI yaratalım. 

Sevgi diliyle sizleri selamlıyorum…

           

           

( Sevgi & Pınar başlıklı yazı M. BURHAN tarafından 28.07.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.