TAHARET
KİTABÜ'T-TAHÂRE (TEMİZLİK BÖLÜMÜ)
DEVAMI 4

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…

Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…

Bundan sonra:

GUSÜL BAHSİ

Gusül'ün Tanımı:

Ğayn harfinin ötresiyle “gusül” olarak telâffuz edilen “gusül” kelimesi lügatte, insanın vücudunun üzerine su döküp ovması mânâsına gelir. “Ğayn” harfinin esresiyle “ğisl” olarak telâffuz edilen kelime ise lügatte, yıkamada kullanılan sabun ve benzeri temizlik maddeleri demektir. Ğayn harfinin üstünüyle “ğasl” olarak telâffuz edilen kelime ise lügatte, yıkamada kullanılan su demektir. Istılahta ise gusül, temizleyici suyu kendine özgü şekliyle tüm vücûd üzerinde kullanmak demektir. “Tüm vücûd üzerinde” kaydını koymakla abdesti bu tanımın dışına çıkarmış oluyoruz. Çünkü abdestte su, sadece vücûdun birkaç organı üzerinde kullanılmaktadır. Guslün gerek lügat, gerekse ıstılah anlamlarının açıklanışında okuyucunun herhangi bir güçlükle karşılacağını sanmıyorum. Zîrâ bu kitap, hem avama hem de havasa özgüdür. Herkes, kendisine gerekli olanı içinden çıkarıp alır. Avam tabakasının bu ilmî terimleri anlaması zorunlu değildir. Bunlar, sadece kendilerini ilgilendiren farz, sünnet ve mendublara bakıp okumalı ve bunu da iyice zihinlerinde tutmalıdırlar. 79  (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 137.)

Guslü Gerekli Kılan Haller

Guslü gerekli kılan hallerin sayısı altıdır. Bunları sırasıyla anlatmaya çalışalım. Şöyle ki: 

1. Ön veya arkaya penisin başını girdirmek. Meni aksın akmasın, sadece bu değdirmeden ötürü gusül farz olur. Girdirme nedeniyle guslün farzoluş nedenleri mezheblere göre detaylı bir şekilde aşağıda anlatılmıştır.

Hanefiler dediler ki: Penisin baş kısmı veya (başı kesilen penisten) geriye kalan kısmının baş kadarı ön veya arka organa girdirilip gizlenecek olursa ve arada penis ile o organın ısısının birbirine geçmesini engelleyecek kaim bir perde bulunmazsa, meni aksın akmasın gusül farz olur. Yalnız gusül, bu işi yapanların baliğ olmaları hâlinde farz olur. Meselâ on yaşındaki bir çocuk, penisini bâliğa bir kadının vaginasma girdirecek olursa bu durumda gusül, yalnız kadına farz olur. Gusül yapmaya alışsın diye bu çocuğa da gusül yapması emredilmelidir. Tıpkı baliğ olmamış çocuğa, alışması için namaz kılmanın emredilişi gibi... Bu hususta kız çocuğu da oğlan çocuğu gibidir. Baliğ bir erkeğin penisinin başının, ölü bir kadının vaginasına veya bir hayvanın tenasül organının içine girdirilip gizlenmesinden ötürü gusül yapmak farz olmaz. Aynı şekilde penisin başı erselik (çift cinsiyetli) birinin vaginasına girdirilip gizlenirse gusül yine farz olmaz. Yine bunun gibi erselik biri, kendi penisini başkasının ön veya arka organına girdirecek olursa her ikisine de gusül yapmak farz olmaz. Ama erselik olmayan birisi penisini, bir erseliğin arka organına girdirecek olursa bunlardan hangisi baliğ ise gusül yapmak ona farz olur. 

Şafiîler dediler ki: Penisin başı veya başı kesilen penisin geri kalan kısmından baş kadarı, ön veya arka organa girdirilecek olursa, bunu yapanlar baliğ olsunlar olmasınlar her ikisinin de gusül yapması farz olur. Velîsinin, çocuğa gusletmeyi emretmesi gerekir. Çocuk, kendiğilinden gusül yaparsa bu, onun için yeterli olur. Aksi takdirde baliğ olduktan sonra gusletmesi farz olur. Organına penis girdirilen şahıs, cinsel ilişkiye müsait olsun olmasın, penisin başında iki organın ısısının birbirine geçmesini engelleyen bir perde bulunsun bulunmasın, organına penis girdirilen hayvan olsun insan olsun, canlı olsun ölü olsun gusül farz olur. Erseliğin ön tarafına değil de arka tarafına penis girdirilecek olursa yine gusül farz olur. Ama erselik, kendi penisini başkasının ön veya arkasına girdirecek olursa her ikisine de gusül farz olur. Ancak penis, ön taraftan girdirildiği takdirde tam olarak cinsel ilişki deliğinin içine girdirilirse gusül farz olur. Yok sadece tenasül organının iki dudakçığı arasına girdirilecek olursa menî gelmeden gusül icâb etmez. 

Malikiler dediler ki: Penisin başı, canlı olsun ölü olsun; erkek, kadın, erselik veya hayvanın ön veya arka organına girdirilecek olursa cünüp olunur. Ve dolayısıyla da gusül gerekli olur. Penisi sokan, cinsel ilişkiyi yapacak güçte ve mükellef ise; kendisine girdirilen de bu ilişkiye müsait ise yapana gusül gerekir. Yapan ve yapılan mükellef iseler, yapılana da gusül gerekli olur. Bir çocuk penisini bir kadına girdirecek olursa kadının menîsi akmazsa, kadının gusletmesi gerekmez. Penisin başında lezzet almaya engel bir perde olursa, bunu yapan baliğ olsa bile cünüb olmaz. Ayrıca penis, kadının sünnet mahallinden öteye gidecek olursa da cünüb olunur ye gusül gerekir. Buna gerekçe de Peygamber Efendimizin şu hadîs-i şerifidir: 

“İkî Sünnet yeri birleştiğinde gusül gerekir.” 80 (Tirmîzî, Taharet, Bâb: 80; Ahmed bin Hanbel, Mûsned, c. 2, s. 187; c. 6, s. 239.)

 Hanbeliler dediler ki: Penisin başı ince bile olsa perdesiz olarak cinsel ilişkiye müsait birinin Ön veya arka organına girdirilirse, erkek on yaşından, kız da 9 yaşından küçük olmazsa yapana da, yapılana da gusül gerekir. Yapılan, hayvan veya bir ölü olsa bile penisin baş kısmı, deliğin içine girerse gusül gerekir. Erselik, kendi penisini başkasının ön veya arkasına girdirecek olursa ikisine de gusül gerekli olmaz. Aynı şekilde başkası da penisini erseliğin vaginasma girdirecek olursa ikisine de gusül gerekmez. Ama erseliğin arka organına girdirecek olursa aslî bir delik olduğundan ötürü gusül, her ikisine de gerekli olur. Aslında bu gibi meseleleri anlatmakta büyük bir fayda söz konusu değildir. Çünkü bunların bir çoğu pek nâdir olarak vukû bulmaktadır. Anlatmamak istiyordum. Ancak bazı yerlerde ve durumlarda bu hükümlerin bilinmesine ihtiyâç duyulacağı düşüncesiyle anlatmadan geçemedim.

2. Guslü gerekli kılan hallerin ikincisi, erkek veya kadının menîsinin akmasıdır. Kadınların da menîsi vardır. Ancak bunların menîsi, tenasül organının dışına çıkmaz. Bunu inkâr edenler, duyularla hissedilen her-şeyi inkâr etmiş olorlar. Menînin gelişi iki durumda olur:

 a. Uyanık iken menî gelmesi.

 b. Uykuda iken menî gelmesi.

Uyanık iken cinsel ilişkiden başka nedenlerle gelen menî bazan lezzetle gelir. Bazan da bir hastalıktan veya acıdan ötürü gelir. Oynaşmak, çıplak bedenle sarılmak, öpmek, kucaklamak, bakmak, düşünmek ve benzeri sebeplerden ötürü lezzetle gelen menî guslü gerekli kılar. Lezzetle beraber gelmesiyle, lezzet duyulup sakinleştikten sonra gelmesi arasında hüküm bakımından bir fark olmayıp her iki şekilde de gusül gerekli olur. Yine aynı şekilde hanımıyla oynaşıp onu öptükten sonra lezzet duymayan bir ekeğin bundan hemen sonra menisinin akması hâlinde gusül yapması gerekli olur. Ama bir hastalıktan ötürü veya sırta vurulan şiddetli bir darbeden ötürü ve benzeri nedenlerle menî akacak olursa gusül gerekli olmaz. Mezheblerin bu husustaki detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.

Şafiiler dediler ki: Menînin alışılagelmiş şekilde mûtâd yoldan gelmesi bir şartla guslü gerekli kılar. Bu şart da: Çıktıktan sonra meni olduğunun tahakkuk etmesidir. Menî ister lezzetle ister lezzetsiz aksın, ister alışılagelmiş bir sebebten ötürü, ister bir hastalık veya sırta vurulan bir darbe gibi alışılagelmemiş bir sebeple aksın, hüküm değişmeyip gusül gerekli olur. Bu nedenle demişler ki: Erkek, hanımıyla cinsel ilişki kurduğunda menîsi akmaz ve ilişkiden ötürü guslünü yaptıktan bir süre sonra menisi lezzetsiz olarak akarsa guslü yenilemesi gerekir. Çünkü guslü mûcib sebeplerden biri de menî akmasidır. Ancak bu durum kadında vukûbulursa bunun tafsilâtı olur. Şöyle ki: Kadın, cinsel ilişkiden ötürü guslünü yaptıktan sonra kendisinden menî aktığını görürse bakılır: Eğer gusülden önce menisi akmışsa, kocasının menisiyle karışmış olduğundan ötürü guslü yeniler. Yok eğer gusülden önce menîsi akmamışsa guslü yenilemesi gerekmez. Çünkü görmüş olduğu bu su, kocasının suyudur. Gusülden sonra dışarı aktı diye kadının guslünü yenilemesi gerekmez. 

Hanbeliler dediler ki: Menînin bilfiil çıkması guslü gerekli kılmaz. 

Guslün gerekli olmasının şartı: Erkeğin, menî akarken bu suyun kendi sulbünden (omurgasından) kopup geldiğini hissetmesi; kadının da, kendisinden akan bu suyun göğüs tahtası kemiğinden kopup geldiğini hissetmesidir. Hanbelîlere göre gusül, bu mıntıkalardan koptuktan sonra menî vücûdun dışına çıkmasa bile farzolur. Sözgelimi bir erkek, hanımıyla cinsel ilişki kurduğunda menîsi akmasa ve guslünü yapsa ancak gusülden sonra menîsi lezzetle akacak olursa guslü yenilemesi gerekir. Ama lezzetsiz olarak akarsa gusül gerekmeyip sadece abdesti bozulur. Bir hastalıktan veya sırta vurulan bir darbeden ötürü akarsa da gusül gerekli oimaz. Bu anlatılanlardan sonra Hanbelılerın cinsel ilişki dışında menînin guslü gerektirmesi için lezzetle çıkmasını şart koştuklarını anlamış oluyoruz. Menînin, tenasül organının dışına çıkması şart olmayıp yerinden kopması yeterli olur. Yerinden kopuşu da bilinen bir olaydır. Şâfiîler bunun tersi görüşte olup menînin lezzetle akmasını şart koşmamaktadırlar. Sadece penisin dışına veya kadının tenasül organının içine kadar gelmesini ve bu gelen sıvının da menî olduğunun tahakkuk etmesini guslün gerekliliği için yeterli saymaktadırlar. 

Hanefiler dediler ki: Cinsel ilişki dışındaki sebeblerden herhangi biriyle menînin lezzetle akmasının iki durumu vardır: 

a. Şehvetle ve de fışkırarak tenasül organının dışına çıkması. Bir kişi, eşini kucaklayıp da penisini onun vaginasına girdirmeden menîsi akacak olursa gusül yapması gerekir. Yeri gelince anlatılacağı gibi penisin vaginaya girdirilmesi hâlinde menî akmasa bile gusül gerekir. Menî, asıl makam olan belden veya (kadınlarda) göğüs tahtası kemiğinden şehvetle koptuğunda lezzet duyulacak olursa dışarı çıkıp görünmese bile, dışarı çıkmış sayılır. Menî, lezzetle yerinden kopar, sonra da tutulup dişarıya bırakılmazsa, ancak bu tutulan menî daha sonra lezzetsiz olarak çıkarsa guslü gerekli kılar. Guslün farz olması, menînin asıl yerinden kopup tenasül organından dışarı çıkması şartına bağlıdır. Asıl yerinden kopup da dışarı çıkmaması hâlinde gusül gerekli olmaz. 

b. Cinsel ilişki veya başka bir nedenle asıl yerinden kopan menînin bir kısmının dışarı çıkması hâlinde, kişi idrarını yapmadan gusül yaparsa daha sonra da menînin içte kalan artığı dışarı çıkarsa tmam Âzam ile İmam Muhammed’e göre guslü yenilemesi gerekir. Ebû Yûsuf'a göre yenilemesi gerekmez. Bu durumdaki kişinin İmam Azam'a göre guslünü yenilemesi vâcibtir. İmam Muhammet'e göre bu kişi birinci guslü yapmadan önce idrarını yapmamış veya birkaç adımlık yürüyüş yapmamış veyahut da menînin çıkışından sonra bir müddet beklememişse guslünü yenilemelidir. Eğer bunlardan birini yerine getirip de guslünü yapar, sonra da menîsi akacak olursa guslü yenilemesi gerekmez. Bu hususta icmaı vardır. Bir kadın kocasıyla cinsel ilişki kurduktan sonra yıkanırsa ancak sonra menisi dışarı çıkarsa guslü iade etmesi gerekmez. Sırta vurmaktan veya menî akıntısına yolaçan bir hastalıktan ötürü lezzetsiz olarak menî akacak olursa gusül gerekli olmaz. Bu anlatılanlardan sonra Hanefîlerin bu hükümde Şafiî ve Hanbelîlerle görüş ayrılığı içinde olduktan anlaşılmış oluyor. Çünkü Hanefîler guslün farzlığı için menînin tenasül organının dışına çıkmasını şart koşmaktadırlar. Hanbelîlerse guslün farz olması için menînin, erkeğin belinden ve kadının göğüs tahtası kemiğinden lezzetle kopmasını bu lezzet meninin dışarı çıkmasına kadar devam etmese bile yeterli görmektedirler. Şâfiîlerse lezzetle olmasa bile menînin dışarı çıkmasını şart koşmaktadırlar. 

Malikiler dediler ki: Cinsel ilişi olmaksızın menî, alışılagelen lezzeti gittikten sonra tenasül organından dışarı akacak olursa gusül farz olur. Menînin çıkışından önce yıkanıp yıkanmaması bu hükmü değiştirmez. Eğer bu lezzet, cinsel ilişkiden, meselâ penisi vaginaya girdirmekten ötürü duyulmuş ve fakat o esnada menî akmamış da lezzet gittikten sonra menî akmışsa, önce de gusül yapmışsa yeniden gusül yapması gerekmez.

3. Guslü gerekli kılan hallerin üçüncüsü, uyku hâlinde menî akmasıdır. Ki buna ihtilâm denmektedir. İhtilâm olduktan sonra uykusundan uyanan bir kişi iç çamaşırında, vücudunda veya tenasül organının dışında ıslaklık görürse gusül yapması gerekir. Ancak bu ıslaklığın menî olmadığına kesin kanaat hâsıl olursa gusletmesi gerekmez. Ama bu ıslaklığın menî mi, mezî mi, vedî mi olduğunda şüpheye düşerse uykuda lezzet duyduğunu hatırlayıp hatırlamamasına bakmaksızın gusül yapması farz olur.

Şafiiler dediler ki: Uykuda iken ihtilâm olduktan sonra uyanan kişi, üzerindeki ıslaklığın menî mi mezî mi olduğu hususunda şüpheye düşerse gusül yapması kendisine zarurî olmaz. Dilerse menîdir deyip gusleder. Dilerse de mezîdir deyip temizler ve abdest alır. Kararını verdikten sonra aradan zaman 

geçer ve eski kararını değiştirirse, birinci kararına göre kıldığı namazları ve diğer şeyleri iade etmesi gerekmez.

4. Guslü gerekli kılan hallerin dördüncüsü, hayız ve nifas kanıdır. Bunda mezheblerin görüş birliği vardır. Hayız ve nifas kanı kendisinde görülen kadın, bunların kesilmesini müteâkib gusletmek mecburiyetindedir. Kansız gerçekleşen doğum da nifas hükmündedir. Meselâ bir kadın temiz ise, yani henüz kanı akmıyorsa doğum yaptıktan sonra da kendisinde kan görülmezse sırf doğumdan ötürü gusletmesi farz olur.

Hanbeliler dediler ki: Kansız gerçekleşen doğumdan ötürü gusül yapmak farz değildir.

5. Guslü gerekli kılan hallerin beşincisi, şehid olmamak kaydıyla müslüman kişinin ölümüdür. Çünkü şehidi yıkamak farz değildir. Cenaze bahsinde şehidin ne demek olduğu ve ne gibi hükümlere tâbi olduğu anlatılacaktır.

Hanefiler dediler ki: Ölen müslümanın yıkanması baliğ olması şartına bağlıdır. Hanefîlerce “bağî”, kendi arzusu uyarınca sosyal düzeni yıkmak için âdil devlet başkanına karşı isyan eden ve İslâm cemâatinden ayrılan kişidir. Kendi kuvvetlerine dayanarak zorbahk yapanlar, adalet ehliyle vuruşanlar Hanefîler nazarında “bağî” sayılırlar. Ama bunun yanında, meselâ bir hırsız şebekesi bir köye musallat olup orada zorbahk yaparlarsa bu anlamda “bağî” sayılmazlar. Böylelerinden ölenlerin cenazeleri yıkanır.

6. Guslü gerekli kılan hallerin altıncısı, bir kâfirin cünüb iken müslüman olmasıdır. Ama cünüb değilken müslüman olması hâlinde gusül yapması sadece mendub olur.

Hanbeliler dediler ki: Bir kâfir cünüb olsun olmasın müslüman olduğunda gusletmesi vâcib olur. 81 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 137-142.)

Guslün Şartları

Guslün şartları üç kısma ayrılır: Yalnız vücûbunun şartları: Kendisine abdest almak vâcib olan kişiye cünüblükten ötürü gusletmek de vâcib olur. Yalnız sıhhatinin şartlan: Abdest alması sahîh olan kişinin guslü de sahîh olur. 

Hanbeliler dediler ki: îhtilâm olan kişi, uyandıktan sonra üzerindeki ıslaklığın menî olup olmadığı hususunda şüpheye düşerse bakılır: Eğer uyumadan önce güzele bakma veya düşünme gibi lezzet sebebi şeylerden biri vukûbulmuş ise üzerindeki ıslaklığın menî olmadığına karar vererek gusletmez. Eğer uyumadan önce bir güzele bakma veya onu düşünme gibi lezzet verici sebeblerden biri vukûbulmuş ise gusül yapması farz olur. 

Hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartları: Bütün bu şartlar, abdestin şartları bahsinde anlatılmıştır. İsteyenler oraya müracaat edebilirler. Bunun yanında guslün bazı şartları, abdestinkinden ayrılmaktadır. Meselâ “İslâm'ın şartı gibi. Ehl-i kitaptan olan kadının gusletmesinde bu şart aranmaz. Diyelim ki müslüman bir erkek, kitap ehli olan bir kadınla evlenir de bu kadının hayız ve nifas hâli sona erdikten sonra gusletmesi hâlinde kocası kendisiyle cinsel ilişki kurabilir. Aksi takdirde kuramaz. 

Hanefiler dediler ki: Hayzın en çok müddeti on gündür. Nifasın en çok müddeti ise kırk gündür. Hayız kanı on günün bitiminden, nifas kanı da kırk günün bitiminden sonra kesilecek olursa kadın yıkanmamış olsa da, müslüman olsun, kitap ehli olan bir gayr-ı müslim olsun, kocası kendisiyle cinsel ilişki kurabilir. Ama kan, bu müddetlerin bitiminden önce kesilecek olursa, meselâ hayız kanı yedi günün bitiminden sonra veya nifas kanı otuz günün bitiminden sonra veya daha kısa sürede kesilecek olursa gusül yapmadan kocası kendisiyle temasta bulunamaz. Veya kanın kesilmesini müteakip tam bir namaz vakti geçinceye kadar kocasıyla cinsel ilişki kuramaz. Diyelim ki öğle vaktinin girişinden sonra kan kesildi. Öğle vakti çıkmayıncaya ve öğle namazı da kendisinin zimmetine girinceye kadar kocası kendisine yanaşamaz. Eğer kan, öğle vaktinin sonlarına doğru kesilir, geriye de gusül yapıp iftitah tekbiri getirmeye yetecek kadar zaman kalırsa kocası kendisine yanaşabilir. Bunları yapmaya yetecek kadar zaman yoksa kocası yanaşamaz. Ancak gusleder veya ikindi vaktinin tamamı geçtikten sonra kan görmezse, kocası kendisiyle cinsel ilişki kurabilir. Kadının müslüman veya kitap ehli olması arasında bir fark yoktur.

Her ne kadar müslüman değilse de, gusletmek bu kadın için meşrudur. Bazı mezhepler guslün, abdestin şartlarından değişik bazı şartları olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ki bunları aşağıda ele alacağız.

Hanbeliler dediler ki: Abdestte olduğu gibi gusülden önce istincâ veya isticmar yapmak şart değildir. 

Şafiiler dediler ki: Abdestte olduğu gibi gusülde de sıhhat şartı olarak mümeyyizlik aranmaz. Kadının kanı kesilip gusül yapmasından sonra kocasının kendisiyle cinsel ilişki kurması helâl olur. 82 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 142-143.)

Guslün Farzları

Bu farzları önce her mezhebe göre toplu olarak ele alacak, sonra da üzerinde ittifak edilenlerle ihtilâf edilenlere ayrı ayrı dikkat çekeceğiz. Çünkü bu farzlar böylece daha kolay anlaşılır ve daha rahatlıkla da zihinde tutulabilirler.

Hanefîler: Bunlar, guslün farzlarının üç tane olduğunu söylediler: 

1. Mazmaza, 

2. İstinşak, 

3. Tüm vücûdu suyla yıkamak. 

Özet olarak sayılan bu farzların her birine özgü hükümleri mevcûd olup bunları birer birer gözden geçirelim: 

1. Mazmaza: Temizleyici suyu ağza vermekten ibarettir. Ağıza alman su ağız içinde çalkalanmasa veya tekrar dışarı atılmasa da, yutulsa da farz yerini bulmuş olur. Ancak suyun, ağzın her tarafına isabet etmesi şarttır. Gusül yapacak olan kişinin dişlerinin arasında boşluk varsa ve bu boşlukta yemek artığı da kalmış olsa bile, yapılan gusül geçerli olur. Ama ihtiyat bakımından en uygun olan davranış, dişler arasında ve diş etleri üstünde bulunan kirlerle yemek artıklarını çıkarıp temizlemektir. 

2. İstinşak: Abdestte anlatılan şekliyle burun içine su vermektir. Burun içinde kurumuş sümük veya kir varsa bunlar temizlenip giderilmediği takdirde yapılan gusül sahîh olmaz. Bu hüküm, müslümanlan sürekli temizliğe sevkeden bir etkendir. Burundaki bu pislikleri çıkarıp temizlemenin ve altlarını yıkamanın vâcib olması şeriat koyucunun, bedene fayda veren iç ve dış temizliğe ne kadar özen gösterdiğine ilişkin mükemmel bir delildir. 

3. Cünüblük nedeniyle yapılan gusülde tüm vücûdu suyla yıkamak, üzerinde ittifak edilen bir farzdır. Vücûdun çok küçük bir parçasına su isabet etmeyecek olursa gusül geçersiz olur. Gusül yapmak isteyen kişi, vücûdunun üzerinde bulunup da suyun cilde ulaşmasına engel olan şeyleri gidermelidir. Meselâ tırnaklarının arasında suyun deriye ulaşmasını engelleyen pislikler olursa bu şahıs, ister köylü ister kentli olsun guslü geçersiz olur. Ama tırnaklar arasında toprak, çamur ve benzeri kirler bulunursa kişi bundan muaf tutulur. Guslü de sahîh olur. Ama bazı mesleklerde çalışan işçilerin tırnakları arasında bulunan kirlerin guslü etkileyip etkilemeyeceği hususunda eserlerde görüş ayrılıkları mevcûdtur. Meselâ devamlı olarak hamur yoğuran ekmekçinin tırnakları arasında hamur bulunmasıyla boyacının tırnakları arasında yapışık ve cirmi olan boya parçalarının bulunması bunlara örnek olarak gösterilebilir. Ki bunları temizleyip gidermek çok güçtür. Bazı fıkıhçılar bu durumdaki kimselerin tırnak aralarında kalan şeylerin guslü geçersiz kılacağını söylemektedirler. Bazıları da zaruret dolayısıyla bu kimselerin gusüllerinin sahîh olacağını söylemektedirler. Çünkü şeriat, zaruret durumlarını genel hükümlerden her zaman istisna etmiştir. Bu gibi kimseler de güçlük ve zaruret içinde olduklarından ötürü zorlanmamalıdırlar. Fıtrata uygun olan İslâm dinine yaraşan da budur.

Gusül yaparken kadının, saç örgülerini çözmesi gerekmez. Ancak suyu, saç diplerine kadar ulaştırması gerekir. Şakakları üzerine inen zülfünü yıkamaya gerek yoktur. Saçları örülü değilse ve su dibine kadar ulaşmıyorsa bu durumda suyu saçlarının arasına girdirmesi gerekir. Kadın, başına cismi olan ve biraz da katı durumda bulunan bir esansı sürecek olursa ve bu esans, gusül esnasında suyun saç diplerine kadar ulaşmasına engel olursa bunu giderip temizlemesi gerekir. Ki su, saç dibine ulaşsın. Kadın, dar yüzükler, bilezik ve küpeler takınmışsa, suyun alt tarafına ulaşması için bunları oynatması vâcibtir. Eğer suyu alt taraflarına ulaştırmıyorsa bu durumda çıkarılmaları gerekir. Kulak delik olup içinde küpe yoksa gusül esnasında bu deliğe suyu girdirmek gerekli olur. Su bu deliğe kendiliğinden girerse ne ala. Aksi takdirde her ne ile mümkün olacaksa suyu onunla girdirmek gerekli olur. Kadının gusül esnasında parmağını vaginasına girdirmesine gerek yoktur. Ama erkeğin, gusül esnasında suyu sakal tüylerinin arasına ve diplerine ulaştırması vâcibtir. Tüyleri örülü olsa da olmasa da hüküm aynıdır. Gusül esnasında göbek ve benzeri çukur yerlere de suyu ulaştırmak vâcibtir. Parmağı göbek çukuruna koyup hareketlendirmek gerekir. Sünnet olmamış kişinin, suyu penisinin baş tarafındaki kılıfının altına ulaştırması vâcib olmayıp sadece müstehabtır. 

Mâlikîler: Guslün farzlarının beş tane olduğunu söylemişlerdir: 

1. Niyet: Abdestte anlatılan hükümleriyle birlikte niyet, gusülde de farzdır. Gusle başladıktan sonra örfe göre aradan çok kısa bir zaman geçince de niyet edilirse, gecikmiş olunmasına rağmen sahîh olur. Gusülde niyetin zamanı, vücûdun ilk yıkanmaya başlanması zamanıdır. Abdestin farzları bölümünde de anlatıldığı gibi niyet, Hanefilere göre müekked bir sünnettir. Hanbelîlerse niyetin, gusül için bir sıhhat şartı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Niyetsiz olarak yapılan gusül sahîh olmaz. Bununla beraber niyet, guslün asıl rüknü değildir. Şâfiîlerse niyetin farz olduğu hususunda Mâlikîlerle sözbirliği etmişlerdir. Ancak Şâfiîler niyeti, vücûdun ilk organının yıkanmaya başlanmasından sonraya ertelemek caiz değildir demişlerdir. 

2. Vücûdun tümünü suyla kaplamak: Ağız, burun, kulak deliği ve gözler vücûdun yıkanması gereken yerlerinden sayılmamıştır. Bunlara göre vücûdun dış kısmının tümünü yıkamak farzdır. İçi olan organların içini yıkamak farz değildir. Mazmaza ve istinşak gibi ağız ve burunun içini yıkamak farz değildir. Sadece sünnettir. Ama bunun yanında vücudda kırışıklıklar varsa aralarına su girsin diye bunları hareketlendirmek gerekir. 

3. Muvalât: Buna çabuk davranmak da diyebiliriz. Gusül yapan kişinin hatırında kalması ve yapmaya da gücünün yetmesi halinde bir organındaki su kurumadan öbürünü yıkamaya geçmesidir. Ki bu husus, abdest bahsinde de anlatılmıştır. 

4. Vücûdun tümünü suyla ovmak: Suyu vücûda dökme esnasında ovmak şart değildir. Su vücûda dökülüp yere damladıktan sonra da bu ovma yapılabilir. Yeterki vücûda dökülen su kurumamış olsun. Ovmanın özellikle elle yapılması da şart değildir. Vücûdunun bir kısmını kolu ile veya ayaklarından birini diğerinin üstüne koyarak da ovarsa yeterli olur. Mendil, havlu ve benzeri şeylerle ovmak da mûtemed olan görüşe göre yeterlidir. Meselâ havlunun bir ucunu sağ eline, diğer ucunu sol eline alır ve böylece sırtını ve vücudunun diğer taraflarını ovarsa, eliyle ovmaya gücü yetse bile yine de yeterli olur. Yeterki vücuddaki su, daha önce kurumuş olmasın. Mûtemed olan görüş budur. Yine bunun gibi eline bir kese alıp vücûdunu böylece ovarsa tartışmasız olarak guslü sahih olur. Zîrâ bu, elle ovmadır. Kendi eliyle veya bir bez parçasıyla vücûdunun tümünü veya bir kısmını ovmaktan âciz olan bir kişiden ovma yükümlülüğü düşer. Böyle birinin, vücûdunu başkasına ovdurması gerekmez. 

5. Saçları hilâllemek: Sık olan sakal tüylerini hilâlleme hakkında ihtilâf vardır. Bazıları bunun farz olduğunu, bazilarıysa mendub olduğunu ileri sürmüşlerdir. Vücuddaki tüy ve saçlara gelince, bunları sık olsun seyrek olsun hilâllemek ittifakla farzdır. Kadında olsun, erkekte olsun kaş, kirpik, koltuk altı ve kasık tüyleri de hilâllenmesi farz olan tüylerdendir. Saçlar örülü olursa bunlar ya iple, veya ipsiz olarak örülmüştür. Eğer iple örülmüşse ve bu iplerin sayısı üç telden fazlaysa veya üç telse gusül esnasında bu örgünün çözülmesi gerekir. Ama bu ipler üç telden az ise ve sık olarak da örülmemiş-se çözülmeleri vâcib olmaz. Ama sık olarak örülmüşse ve su da saçların dibindeki deriye ulaşmıyorsa, ipli olsun ipsiz olsun, örgünün çözülmesi vâcib olur. Özetleyecek olursak deriz ki: Örgü üç veya daha fazla sayıda iple örülmüş ise tartışmasız olarak gusül esnasında çözülmesi gerekli olur. Çünkü böyle bir örgü, suyun deriye ulaşmasına engel olur. Örgü sık olduktan sonra ipli olsun ipsiz olsun, yine çözülmesi gerekir. Ama gevşek örülmüşse çözülmesi 

gerekmez. Yalnız süslenen gelinin durumu istisna edilmiştir. Onun örülen saçları, başına sürülen kokularla parfümler ve diğer süs malzemeleri telef olmasın diye gusül esnasında başını yıkamayıp sadece vücudunu yıkamakla yetinir. Bu süslere zarar vermeyecek şekilde başını mesheder. Eğer vücudunun her tarafına güzel kokular ve parfümler sürünmüş ise ve yıkandığı takdirde bunların telef olmasından korkuyorsa ve gusletmesi de gerekiyorsa bu vecibe kendisinden sakıt olur. Ve teyemmüm eder. Dar ve geniş yüzüğün hükmü abdest bahsinde anlatılmıştı. Burada da aynı hükümler geçerlidir. Yüzük eğer darsa, fakat kullanılması mubah olan bir yüzükse ve su da altına geçmiyorsa sadece yüzüğü yıkamakla yetinilir. Çıkarmak gerekli değildir. 

Şafiiler dediler ki: Guslün farzları iki tanedir: Niyet ve bedenin tümünü suyla kaplamak (yıkamak). 

1. Niyet: Gusle başlarken vücûdun ilk yıkanılacak yeri yıkamaya girişildiğinde niyet edilmelidir. Bedeninin ilk organını yıkamaya başlamadan daha önce niyet edecek olan kişinin guslü bâtıl olur. Nitekim bu husus, abdest bahsinde de anlatılmıştı. 

2. Bedenin tümünü suyla kaplamak: Bedenin üzerindeki kıllar sık olsun seyrek olsun, bu farzın kapsamına girer. İç ve dışlarını yıkamak farzdır. Farz olan, suyun kılların arasına girmesidir. Sık oldukları takdirde dipteki deriye suyun ulaşması farz değildir, içine suyun sızmasına engel olan örgüleri çözmek de farzdır. Örgünün kadında veya erkekte olması aynı hükme tâbidir. Ama kendi tabiatı gereği özürsüz olduğu halde giriftleşen saçların arasına su girmiyorsa bu durumdaki bir kişi muaf tutulur. Su ne kadar saç aralarına girebiliyorsa o kadarıyla yetinilir. Suyun, bedenin her tarafına nüfuz etmesi farzdır. Bedenin çok az bir kısmı kuru kalırsa gusül geçersiz olur. Göbek çukuru ve yaraların bıraktığı çukurumsu yerlere kadar suyu ulaştırmak da gerekli değildir. Bedendeki çukur yerlere tulumba ve boru gibi şeylerle suyu ulaştırma zorunluluğu yoktur. Gaye, hiçbir zorlanmaya katlanmadan suyu bu gibi çukur yerlere ulaştırmaktır. Hamur, mum ve göz çapağı gibi suyun deriye ulaşmasını engelleyen şeylerin ortadan kaldırılıp giderilmesi gerekir. Yerinden çıkarmadıkça altına su geçmeyen dar yüzüğü çıkarmak da gereklidir. Kadının, kulağındaki küpeyi de oynatması gerekir. Kulağı delik ve fakat içinde küpe olmayan kadının, suyu bu deliğin içine girdirmesi gereklidir. Çünkü Şâfiîlere göre farz olan, bedenin dış kısmını yıkamaktır. Kulak deliği ise bedenin dış kısmından olmayıp içinden sayılmaktadır. Kulak deliğinin sadece görünen kısmını yıkamak gerekir. Ama iç tarafını yıkamak gerekli değildir. Sünnetsiz kişinin penisinin başındaki kılıfının altına da suyu ulaştırmak gerekir. Eğer kesilmeden altına suyu ulaştırmak mümkün olmuyorsa kesilmesi vâcib olur. Eğer kesilmesi sakıncalıysa bu kişinin durumu, abdest için su bulamayan, teyemmüm için de toprak bulamayan kişinin durumuna benzemektedir. BöyleSine, iki temizleyiciyi yitiren kişi derler. Sünnetsiz olarak ölen kişi, üzerine namaz kılmadan defnedilir. Mûtemed olan görüş budur. Bazıları derler ki: Böyle birini bir kişi teyemmüm ettirir. Ve namazını kılar. Böylece sünnet olmanın Şâfiîlere göre vâcib olduğu anlaşılmış olmaktadır. Ki bu da, çağımızda bir sağlık gereğidir. Sünnet olmayan, câhil ve de murdardır. 

Hanbeliler dediler ki: Guslün bir tek farzı vardır. O da bedenin tümünü su ile kaplamaktır. Ağız ve burun da bedenin (yıkanması gereken) kısımlarındandır. Abdestte olduğu gibi gusülde de bunların içini yıkamak farzdır. Bedenin üzerindeki tüylerin, içlerine su girecek şekilde iç ve dışlarını yıkamak da gereklidir. Sık oldukları takdîrde suyun, dipteki deriye ulaşması zorunlu değildir. Gusül yapacak olan erkeğin, örgülerini çözmesi gerekir. Kadınlarsa zorluk ve sıkıntıya neden olduğundan ötürü cünüplükten temizlenmek maksadıyla gusül yaptıklarında örgülerini çözmek zorunda değildirler. Diplerine su gitsin diye bu örgüierinj oynatıp hareket ettirmeleri gerekir. Örgülerini çözmeleri ise vâcİb olmayıp menduptur. Tabiî bu, cünüblükten ötürü yapılan gusüller için söz konusudur. Hayız kanının kesilmesinden ötürü yapılan gusüllerde örgülerini çözmeleri vâcibtir. Çünkü bu, sık sık tekerrür eden bir hal değildir. Dolayısıyla bunda sıkıntı ve zorluk sözkonusu değildir. Sünnetsizin penisinin başındaki kılıfın içi de bedenin dışından sayılıp yıkanılması vâcibtir. Ama altına su geçmiyorsa kesilmesi vâcibtir. Kesilmesi de sakmeahysa yıkanılması vâcib olmaktan çıkar. Yüzük ve benzeri takıların altına suyu ulaştırmak vâcibtir. Guslün başlangıcında “besmele” çekmek de farzdır. Ancak bunun farz olması için iki şart gereklidir: 

a. Gusül yapacak kişi, “besmele” çekmesini bilmelidir. 

b. Guslün evvelinde “besmele” çekmeyi hatırlamaladır. Şu halde “besmele” çekmesini bilmeyen çekmez. Guslün evvelinde unutan da çekmez. Dolayısıyla farz da düşmüş olur. “Besmele”yle ilgili hükümde diğer İmamlar Hanbelilere katılmamışlardır. 83 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 143-148.)

Guslün İttifaklı Ve İhtilaflı Farzlarının Özeti

Bedenin tümünün suyla kaplanmasının farz olduğu hususunda dört İmam ittifak etmişlerdir. Ancak ağız ve burnun içinin yıkanması hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Hanefîlerle Hanbelîler bu ikisinin, bedenin dış kısmından olduklarını ve dolayısıyla mazmazayla istinşakm farz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ayrıca Hanbelîlerin ağız ve burnun içinin yıkanmasının abdestte de farz olduğu görüşünde oldukları da bilinmektedir. Ancak Hanefîler bu görüşlerinde onlara muvafakat etmemişlerdir. Şâfiîlerle Mâlikîler sadece bedenin tümünün yıkanmasının farz olduğunu; mazmazayla istinşakm ne gusüîde ne de abdestte farz olmadığım söylemişlerdir. Ameliyat çukuru ve diğer yaraların bırakmış olduğu çukurumsu izler gibi vücûdun su ulaştırılabilecek her tarafına suyun ulaştırılmasının zorunlu olduğu hususunda dört İmam ittifak etmişlerdir. Aynı şekilde vücûddaki deliklere enjektör ve boru gibi şeylerle su ulaştırmanın zorunlu olmadığı hususunda da ittifak etmişlerdir. Sözgelimi, adamın biri kurşunla yaralanacak olursa bu yara iyileştikten sonra yeri delik olarak kalsa, gusül esnasında herhangi bir zorluğa katlanmaksızın bu deliğe mümkün mertebe su ulaştırmaya çalışmalıdır. Dört mezhebin İmamları bu hususta görüş birliği etmişlerdir. Ancak Şâfiîler, küpe takılan kulak deliğini bedenin dışından değil de içinden saymışlardır. Mümkün olsa bile suyu buraya girdirmeye gerek yoktur. Hamur, mum ve göz çapağı gibi suyun deriye ulaşmasına engel olan şeyleri gidermenin gerekliliği hususunda da ittifak etmişlerdir. Ancak Hanbeliler, zorluk ve sıkıntıları bertaraf etmek gayesiyle, parmak uçlarına ve tırnak altlarına yapışık olan şeyleri gidermeleri güç olduğu takdirde, ekmekçi ve boyacı gibi sanatkârlara muafiyet tanımışlardır. Ama diğer mezhebler, bu gibi şeylerin illâ da giderilmesi gerektiği düşüncesindedirler. Altındaki deriye suyun ulaşabileceği kadar seyrek olan saçları hilâllc-menin vâcib olduğu hususunda görüş birliği mevcuttur. Saçların sık olması hâlinde ise Mâlikîler, suyun alttaki deriye ulaşıncaya kadar saçların hilâllenmesinin vâcib olduğunu ileri sürmüşlerdir. Diğer üç mezhebin İmamları ise vâcib olan, suyun saç aralarına girmesini sağlamaktır, demişlerdir. Bu durumda gusül yapan kişi, saçların dış kısmını yıkayacak ve aralarına su girsin diye de saçlarını hareketlendirecektir. Suyun sık saç dibindeki deriye ulaşması vâcib değildir. Örgülü saçlara gelince, İmamların hepsi de bu hususta görüş ayrılrğına düşmüşlerdir. Hanefîler, “gusül esnasında bu örgülerin çözülmesi değil de, suyun saç diplerine ulaştırılması vâcibtir” demişlerdir. Örülmemiş saçları, aralarına su girsin diye hareketlendirmek vâcibtir. Kadının başında, suyun saç diplerine ulaşmasını engelleyen koku ve parfümler varsa bunlar ruhsata tâbi olmayıp, bu kadın gelinlik hâlinde olsa bile saçmdakileri temizleyip gidermesi vâcibtir. Hanefîler, Şâfiîler ve Hanbelîler bu hususta görüş birliği etmişlerdir. Mâlikîlerse bunlara muhalefet ederek; gelin olan bir kadının başındaki süsleri ve kokulan gusül esnasında yıkamayıp olduğu gibi bırakmasına ruhsat vermişlerdir. Ki bu güzel bir ruhsattır. Şafiiler dediler ki: Örgülerin içine su geçmesi için çözülmesi gerekiyorsa çözmek vâcib olur. Gerekmiyorsa vâcib olmaz. Hanbelîler, erkeklerin gusül için örgülerini mutlaka açmaları gerekir demişlerdir. Kadınlarsa cünüblükten ötürü yaptıkları gusüllerde değil de hayız ve nifastan çıkarken yaptıkları gusüllerde örgülerim çözmek mecburiyetindedirler. Çünkü cünüblükten ötürü yapılan her gusül için örgüleri çözmek çok zok bir iştir. Mâlikîler tek başlarına kalarak guslün farzlarının beş tane olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bilindiği gibi gusülde niyet, Şâfiîlerce farz olarak kabul edilmiştir. Bu hususta Şâfiîlerle Mâlikîler söz birliği etmişlerdir. Hanbelîlere gelince bunlar, abdestte de olduğu gibi niyetin, farz değil de şart olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hanefîlerse gusüîde niyetin sünnet olduğunu söylemişlerdir. Malikîlerin niyet dışında söylemiş oldukları gusül farzları, diğer mezheb İmamlarına göre sünnettir. 84 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 148-149.)

Guslün Sünnet, Mendub Ve Mekruhları

Abdest bahsinde her mezhebe göre sünnet, mendub ve mekruhun tanımlarını ayrı ayrı yapmıştık. Dileyenler o kısma bakabilirler. Burada guslün sünnet ve mendublarını detaylı bir şekilde anlatacağız. Mekruhlarına gelince bu da, sünnetlerinden birini terk etmekten ibarettir. Bunları aşağıdaki satırlarda her mezhebe göre genişçe anlatmaya çalışacağız.

Hanbelîler: Bunlara göre guslün sünnetlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: 

1. Gusülden önce abdest almak. Bilindiği gibi bunlara göre mazmaza ve istinşak farzdır. 

2. Vücûdun üzerindeki pislikleri gidermek. 

3. Her organın yıkayışını üçlemek. 

4. Sağ tarafı sol taraftan önce yıkamak. 

5. Muvâlât (çabuk davranmak): Yıkanan bir organın suyu kurumadan diğerini yıkamaya başlamak. 6. Yıkanan yerleri ovmak. 

7. Ayakları, gusül yapılan yerden başka tarafta yeniden yıkamak. Meselâ bir leğende gusül yapılıyorsa ve ayaklar da su altında kalmışsa, gusül tamamlandıktan sonra leğen dışında ayaklar yeniden yıkanmalıdır. 

8. Guslün başlangıcında, kişi eğer biliyorsa ve de hatırında ise “besmele” çekmesi farzdır. Ama bilmeyen veya bilip de guslün başlangıcında söylemeyi hatırlamayan kimseden bu farz düşer. Bu nedenle Hanbelîler bunu ne guslün, ne de abdestin farzları bölümünde anlatmadılar. Hanbelîlere göre sünnetle mendub arasında bir fark yoktur. Abdest bahsinde de anlatıldığı gibi bu hususta Şâfiîlerle hemfikirdirler. 

Hanefîler: Guslün sünnetlerini şu şekilde sıralamışlardır: 

1. Gusle başlarken kalben niyet edip dille de; “Cünüblükten temizlenmek için gusletmeye niyet ettim” denmelidir. 

2. Başlarken “besmele” çekilmelidir. 

3. Eller, bileklere kadar yıkanmalıdır. 

4. Üzerinde pislik olmasa bile tenasül organı yıkanmalıdır. 

5. Gusle başlamadan önce vücût üzerindeki pislikler yıkanmalıdır. 

6. Gusle başlamadan önce tıpkı namaz abdesti gibi abdest alınmalıdır. Ancak leğen gibi içinde su biriken çukurumsu bir yerde yıkamlıyorsa, ayaklan yıkama işi gusülden sonraya ertelenmelidir. Ama yüksekçe bir taşın üzerinde durulmuşsa veya takunya gibi su seviyesinin üstündeki bir şey giyilmişse ayaklar, o anda yıkanmalı ve sonraya bırakılmamalıdır. Çünkü birinci durumda, yani çukurumsu yerde yıkanılırken bedenin üstünden dökülen sular, ayakların üzerine gelip yığılmakta, muhtemelen bu suyun içinde bazı pislikler de bulunmaktadır. Bu sebebten ötürü böylesi yerde gusledilirken ayakların sonraya bırakılarak ayrı bir yerde yıkanması sünnet olmuştur. 

7. Bedenden önce başı üç defa yıkamalıdır. Birinci yıkayış farz, ikinci ve üçüncü yıkayışlarsa sünnettir. 

8. Yıkanan yerler ovulmalıdır. 

9. Sağ taraf, sol taraftan önce yıkanmalıdır. 

10. Yıkanan her yer üç defa yıkanmalıdır. 

11. Bu sıralamaya riâyet edilmelidir. 

12. Abdestte sünnet olan her şey, gusülde de sünnettir. 

13. Abdestte mendub olan her şey, gusülde de menduptur. Ancak abdestte okunan dualar bundan istisna edilmiştir. Gusül yapmakta olan kişi, muhtemelen pisliğe bulaşık suyun içinde durmakta olduğundan bu duaları okumamalıdır. 

Şâfiîler: Bunlar da guslün sünnetlerini şu şekilde sıralamışlardır: 

1. Gusle niyetle beraber “besmele” çekilmelidir. 

2.  Abdestte olduğu gibi eller, bileklere kadar yıkanmalıdır. 

3. Gusülden önce tam bir abdest alınmalıdır. Mazmaza ve istinşak da sünnettir. Gusülden önce abdest alınır da gusle başlanırken abdest bozulursa, yeniden abdest alınmasına gerek kalmaz. Çünkü sünnet, yerine getirilmiştir. Bazı Şâfiîler demişlerdir ki: Gusle başlamadan abdest bozulursa yeniden abdest alınması gerekir. 

4. Her yıkayışta bedenin, el ulaşabilen yerleri ovulmalıdır. 

5. Muvâlât: Bir organın suyu kurumadan diğerinin yıkanmasına geçilmelidir. 

6. Önce baş yıkanmalıdır.

7. Yıkamaya sağ taraftan başlanmalıdır. 

8. Suyun deriye ulaşmasına engel olmayan şeyler vücûddan giderilmelidir. Engel olan şeyler varsa onların giderilmeleri zâten vâcibtir. 

9. Gizli yerlerde gusül yapılsa bile avret yerleri kapatılmalıdır. 

10. Yıkanan her yer üçer defa yıkanmalıdır. 

11. Saçlar ve parmaklar hilâllenmelidir. 

12. Gusülden önce koltuk altı ve kasık kılları ile tırnaklar kesilme-meli. 

13. Yine gusülden önce abdest duaları okunmamalı. 

14. Mazeret olmadıkça başkasının yardımı istenilmemelidir. 

15. Gusül suyu sıçrantısmm isabet etmeyeceği bir yerde bulunulmalıdır. 

16. Gusül yaparken kıbleye yönelinmelidir. 

17. Organlar üzerinde kalan su damlacıkları silkelenmemelidir. 

18. Gerek görülmedikçe gusül esnasında konuşulmamalıdır. 

19. İhramda olmayan, oruçlu olmayan ve kocasının ölümü nedeniyle zinetten men olunmayan kadın gusül esnasında, bulabilirse üzerine misk veya ıtır sürülmüş bir pamuk parçasını tenasül organına koymalıdır. 

20. Alt kısımlardan önce üst kısımlar yıkanılmalıdır. Ancak erkekler abdestten önce penislerini yıkamalıdırlar. Ki abdestten sonra elleri penislerine değip de abdestleri bozulmasın. Tenasül organı yıkanırken, hades hâlinin bunların üzerinden kaldırılmasına niyet edilmelidir. Daha önce de anlatıldığı gibi Şâfiîlere göre sünnetle mendup aynı şeylerdir. 

Malikiler: Bunlar guslün sünnetlerini dört tane olarak belirlemişlerdir: 

1. Abdestteki gibi gusülde de eller bileklere kadar yıkanmalıdır. 

2. Mazmaza ve istinşak yapılmalıdır. 

3. İstinsar: Burundaki su dışarı atılmalıdır. 

4. Kulak delikleri meshedilmelidir. Bunlara göre guslün mendupları ise on tanedir: 

1. Gusle başlarken “besmele” çekilmelidir. 

2. Tenasül organında veya vücûdun diğer yerlerinde suyun deriye ulaşmasına engel olmayan kirler ve pislikler giderilmelidir. Suyun deriye ulaşmasına engel olan kirlerle pislikleri gidermekse vâcibtir. 

3. Temiz bir yerde gusledilmelidir. 

4. Bundan sonra da abdest organları üçer kez yıkanmalıdır. 

5. Bedenin üst tarafları, alt taraflarından önce yıkanmalıdır. Ancak tenasül organı bu hükmün dışında olup öncelikle onun yıkanması müstehabtır. Abdestten önce penisin yıkanması şu sebeble gerekiyor ki: Abdestten sonra penise el değip de abdest bozulmasın. Kadınların elleri kendi tenasül organlarına değerse, her ne kadar abdestleri bozulmazsa da bu hususta onlar da erkeklere tâbi olup tenasül organlarını önceden yıkamaları müstehab olmuştur. 

6. Baş her defasında, su tamamını kaplayacak şekilde üç kez yıkanmalıdır. 

7. Bedenin sağ tarafı, sol tarafından önce yıkanmalıdır. 

8. Su, organları yıkamaya vetecek kadar az dökülmelidir. 

9. Gusül niyeti, gusül tamamlanıncaya kadar kalbte tutulmalıdır. 

10. Allah'ı zikir dışında veya gereksiz yere konuşmamalıdır. 85

Guslün Sünnet Ve Mendub Olduğu Yerler

Guslü gerekli kılan haller bölümünde, guslü îcâb ettiren ve onu yapılması kaçınılmaz bir farz hâline getiren etkenleri anlatmıştık. Bu bölümde de gusül yapmayı sünnet veya mendub kılan durumları mezheblere göre ayrı ayrı ele alacağız.

Malikiler dediler ki: Sünnet olan gusüller üç tanedir: 

1. Cuma namazı kılacak kişinin cuma güslü. Bu gusül her ne kadar zorunlu değilse de, cuma günü şafak attıktan sonra ve camiye gidilmeden hemen önce yapılırsa sahîh olur. Eğer şafaktan önce yapıhlırsa veya camiye gitmezden çok önce yapılırsa sahîh olmaz. Sünnet yerini bulmuş olmaz. Sünnetin yerine gelmesi için guslü yenilemek gerekir. 

2. İki bayram için yapılan gusül. Meşhur olan görüşe göre bu gusül mendup ise de râcih (tercih edilen) olan görüşe göre sünnettir. Vakti, gecenin altı diliminin sonuncusunda başlar. Bayram gününün şafağından sonra olmasıysa mendubtur. Bayram namazgahına gitmeden hemen önce yapılması şart değildir. Çünkü bu gusül, namaz için değil bayram içindir. Namaz kılmayanın bile bu guslü yapması şer'an istenmiştir. 

3. Hayız ve nifaslı da olsa ihrama giren kadının gusletmesi. Mâlikîlere göre mendub gusüller ise sekiz tanedir: 

1. Ölü yıkayanın gusletmesi. 

2. Mekke'ye girenken tavaf edecek olanın gusletmesi. Hayız ve nifaslı kadının bu guslü yapması mendub değildir. 

3. Arafat'ta vakfe için gusletmek. Bu guslü hayız ve nifaslı kadınların yapmaları müstehabtır. 

4. Medîne-i Münevvere'ye (orada bulunan Efendimize salât-ü selâm olsun) girerken gusletmek. 

5. İhtida eden bir “gayr-ı müslim”in, ayrıca guslü gerekli kılan bir durum kendisinde meydana gelmemişse gusletmesi. 

6. Namaz kılmakla emrolunan küçük kız, baliğ biri tarafından cinsel ilişkiye sokulmuşsa gusletmesi. 

7. Namaz kılmakla emrolunan küçük oğlan çocuğu, cinsel ilişkiye müsait birisiyle cinsel ilişkiye girmişse gusletmesi. 

8. İstihâze kanı kesilen bir kadının gusletmesi. 

Hanefîler: Bunlara göre sünnet olan gusüller dört tanedir: 

1. Cuma namazını kılmak isteyen birisinin cuma guslü. Bu gusül, cuma günü için değil, cuma namazı içindir. Sözgelimi cuma günü fecirden sonra gusleder, sonra da abdesti bozulur, abdest alır ve camiye giderse sünnet yerini bulmuş olmaz. 

2. İki bayram namazı için yapılan gusül. Bu gusüller de cuma guslü gibi bayram günü için değil bayram namazı içindir. 

3. Hacc veya umre için ihrama girerken yapılan gusül. 

4. Arafat'taki vakfe için yapılan gusül. Mendub olan gusüllere gelince bunları da şöylece sıralayabiliriz: 

1. Delilikten, baygınlıktan veya sarhoşluktan ayılanların gusletmesi. Tabiî bu gibi kimseler ayıldıklarında vücûdlarında veya iç çamaşırlarında bir ıslaklık görmezlerse gusletmeleri mendub olur. Ama herhangi bir ıslaklık görür ve bunun menî olduğuna kesin kanâat getirirlerse veya bunun menî veya mezî olduğunda şüpheye düşerlerse gusletmeleri vâcib olur. Ama gördükleri bu ıslaklığın mezî veya vedî olduğu hususunda şüpheye düşerlerse gusletmeleri vâcib olmaz. Tıpkı uykudan uyanan kimsenin vücûdunda veya iç çamaşırında ıslaklık görmesi gibi... 

2. Hacamat (kupa) vurdurduktan sonra gusletmek. 

3. Berâet gecesinde gusletmek. Arefe gecesinde, Kadir Gecesi'nde, Müzdelife'de Kurban Bayrami'nın birinci gününün sabahında, Kurban Bay-rami'nm birinci günü şeytan taşlamak için Mina'ya girildiğinde, tavaf-ı ziyaret için Mekke'ye girildiğinde gusletmek mendub olur. 

4. Güneş tutulması, ay tutulması, yağmur duasına çıkılması esnasında gusletmek de mendubtur. 

5. Şiddetli karanlıktan, şiddetli kasırgalardan ve büyük korkulardan emîn olmak için gusletmek mendubtur. 

6. Rasûlullah (s.a.s.)’ın, sakini olmakla şereflendirdiği Medîne-i Münevvere'ye girerken de gusletmek mendubtur. 

7. İnsanların toplu bulunduğu büyük mahşerî cemâatlere girerken gusletmek mendubtur. 

8. Yeni bir elbise giyenin, ölü yıkayanın, günâhından ötürü tövbe edecek olanın, yolculuktan dönenin, istihâze hâlinden çıkan kadının gusletmesi mendubtur. Cünüb olmaksızın bir “gayr-i müslim”in İslâm'a girerken gusletmesi de mendubtur. Ama cünüb iken İslâm'a girecek olan bir “gayr-ı müslim”in gusletmesi vâcibtir. Hanefîler, bu saydığımız gusüllerin yanısıra bir takım gusüller daha saymışlardır ki bunlar, vâcib olan gusüllerdir. Bunlara örnek olarak da şunları sıralayabiliriz: 

a. Ölüye guslettirmek vâcibtir. Daha doğrusu bir farz-i kifâyedir. 

b. Bazıları da, cünübken müslüman olan bir “gayr-i müslim”in yıkanmasının farz olduğunu kabul 

etmişlerdir. 

c. İhtilâm görerek baliğ olan bir kişinin gusletmesi vâcibtir. Daha doğrusu bu, farz olan bir gusüldür. 

d. Hayız kanı kesildikten sonra müslüman olan “gayr-ı müslime” bir kadının gusletmesi vâcib değil mendubtur. 

e. Cünübken müslüman olanla cünüb değilken müslüman olan arasında bir fark yapmak için, cünüb değilken müslüman olan bir “gayr-i müslim”in gusletmesi mendub kılınmıştır. Cünüblük, müslüman olmakla ortadan kalkacak bir nitelik değildir. Bu durumda cünübken İslâm'a girecek olan birinin gusletmesi farzdır. Ama müslüman olmadan hayız kanı kesilen ve bilâhare İslâm'a giren bir kadının gusletmesi mendubtur. 

Şâfiîler: Bunlar derler ki: Farz olan gusüller dışındaki bütün gusüller dışındaki bütün gusüller sünnettir. Zîrâ bunlara göre mendubla sünnet arasında hiçbir fark yoktur. Şâfiîlere göre sünnet olan gusülleri şöylece sıralayabiliriz: 

1. Cumaya gitmek isteyenin gusletmesi. Bu guslün vakti, cuma gününün fecr-i sâdıkının doğuşundan îtibâren başlayıp, İmamın cuma namazını kıldırıp selâm verişine kadar devam eder. Cuma için guslettikten sonra herhangi bir hades hâli vukûbulup abdest bozulacak olursa yeniden gusletmeye gerek kalmaz. 

2. Ölüyü yıkayanın gusletmesi. Ölüyü yıkayanın temiz olsun olmasın gusletmesi sünnettir ..Bunun vakti de ölüyü yıkadıktan hemen sonra başlayıp başka bir işe yötielinceye kadar devam eder. Kişi, ölüyü yıkamayıp teyemmüm ettirse bile yine de kendisinin gusletmesi sünnet olur. 

3. İki bayram için yapılan gusüller. Kişi bayram namazını kılmak istemese bile bu, bir temizlenme ve süslenme niteliğinde olduğundan ötürü gusletmek sünnet olur. Bunun vakti de bayramın birinci gününün gece yarısından başlayıp aynı günün gün batımına kadar devam eder. 

4. Cünüblükten temiz olarak müslüman olan bir “gayr-ı müslim”in de gusletmesi sünnettir. Ama cünübken müslüman olan birinin gusletmesi vâcibtir. Her ne kadar İslâm'dan önce küfür halindeyken gusletmiş olsa da bu bir dayanak ve âdet olmadığından geçersiz sayılır. Bu guslün vakti de, kişinin İslâm'a girmesinden hemen sonra başlar ve başka bir işe yönelinceye kadar devam eder. Veya sonsuza değin de devam edebilir, diyenler de olmuştur. 

5. Yağmur duası, ay ve güneş tutulmaları için namaz kılmadan gusletmek de sünnettir. Kişi, evinde olsa bile namaz kılmadan gusletmelidir. Bunun vakti de yağmur duası namazı için kişinin, evinde tek başına veya dışarıda cemâatle namaz kılmayı dilediği anda başlar. Ay ve güneş tutulmaları hâlindeki guslün vakti de ay ve güneşin tutulmaya başlamaları anından başlayıp tamamıyla açılmalarına kadar devam eder. 

6. Delilikten veya baygınlık geçirmekten ötürü gusletmek. Delilik veya baygınlık bir an için olsa bile ayıldıktan hemen sonra gusletmek sünnettir. Tabiî bu esnada tenasül organından guslü zorunlu kılıcı herhangi bir sıvı akmamış ise. Aksi takdirde gusletmek vâcib olur. 

7. Arafat'taki vakfe için gusletmek. Bunun vakti de arefe gününün fecrinin doğuşundan başlayıp gün batımına kadar devam eder. 

8. Müzdelife'de vakfe için gusletmek. Eğer Arafat'taki vakfe için gusledilmemişse burada gusletmek sünnet olur. Yok eğer Arafat'taki vakfe için gusledilmişse o gusül, burası için de yeterli olur. Bunun vakti de arefe gününün gurubunda başlar. 

9. Meş'ar-i Harâm'daki vakfe için gusletmek. Bunun gerekçesi de hacc bahsinde anlatılacaktır. 

10. Kurban kesimi günleri dışında şeytanı üç kez taşlamak için gusletmek. 

11. Ter veya kirden ötürü vücûd kokusunun değişmesi hâlinde gusletmek. 

12. Hayır cemiyetleri toplantısına katılmak için gusletmek. Bu da İslâm dîninin güzel örneklerinden biridir. Zîrâ insan oğlunun başkalarına eziyet verici şeyleri üzerinde taşıması, insanlık şerefine yaraşmaz. 

13. Hacamat (kupa) vurdurduktan ve kan aldırdıktan sonra gusletmek. Çünkü bu durumda gusül, bedene eski zindeliğini kazandırır. Ve kaybettiği şeylerin bir kısmını tekrar ona geri verir. 

14. İtikâfa girerken gusletmek. Çünkü bu gusül, insanın kendi mevlâsıyla başbaşa kalması anında onu temiz ve nazîf kılar. 

15. Rasûlullah (s.a.s.) in şehri olan Medîne-i Müneyvere'ye girerken gusletmek. 

16. Ramazan gecelerinde gusletmek.

17. Bulûğ yaşına eren çocuğu guslettirmek. Bu çocuk şayet bulûğ alâmetleri kendisinde görülerek bulûğa ermişse gusletmesi zâten kendisine vâcibtir. Ki bu daha önce de anlatılmıştı. 

18. Yağmurdan veya Nil'in taşmasından ötürü dereler, sel suları dolup etrafa sirayet ettiğinde gusletmek. Çünkü bunu yapmakla kişi, Allah'a olan şükrünü ilân etmiş olmaktadır. 

19. Kadının iddetinin sona ermesi hâlinde gusletmesi. Çünkü kadın, iddeti tamamlandığında, artık nişanlanma ve evlenme adayı olmaktadır. Ki bu durumdaki bir kadının temiz ve nazîf olması güzel olur. 

Hanbelîler: Bunlar sünnet olan gusüllere 16 tane örnek vermişlerdir: 

1. Cuma günü, cuma namazı kılacak kimsenin gusletmesi sünnettir. Almış olduğu bu gusülle cuma namazını kılar. 

2. Bayram günü alınan gusül. Bir şahıs, almış olduğu bu gusülle bayram namazını kılar. Bu iki gusül de günün değil, namazın gusülleridirler. Buna göre bir kişinin sözü edilen günlerde fecirden önce aldığı guslün bir mânâsı olmadığı gibi, namazdan sonra aldığı gusüllerin de bir mânâsı olmaz. 

3. Ay ve güneş tutulmalarında kılınacak namaz için gusül etmek. 

4. Yağmur duasına giderken kılınacak namaz için gusül etmek. 

5. Ölüyü yıkayanın gusletmesi. 

6. Delilik hâlinden ayılan kişinin gusletmesi. 

7. Baygınlıktan ayılan kişinin gusletmesi. Yalnız delirme ve bayılma esnasında guslü farz kılıcı herhangi bir sıvının tenasül organlarından akmamış olması da şarttır. Şayet akmış ise gusletmeleri zâten farzdır. 

8. İstihâze hâlindeki bir kadının her namaz vakti için gusletmesi. 

9. Hacc veya umre için ihrama giren kişinin gusletmesi. 

10. Harem-i Şerife girmek isteyen kişinin gusletmesi. 

11. Mekke-i Mükerreme'ye girmek isteyen kişinin gusletmesi. 

12. Arafat'ta vakfe için gusledilmesi. 

13. Müzdelife'deki vakfe için gusledilmesi. 

14. Şeytan taşlamak için gusledilmesi. 

15. Tavâf-ı ziyaret için gusledilmesi. 

16. Veda tavafı için gusledilmesi. 

86 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 152-157.)

Cünüb Kişinin Yapması Haram Olan İşler

Cünüb kişinin, abdestle yapılması mümkün olan şer'î fiilleri gusletmeden önce yapması haramdır. Buna göre cünübken farz veya nafile namaz kılması helâl olmaz. Ancak su bulamaz veya bulur da hastalık ve benzeri mazeretlerden ötürü kulianamazsa, teyemmüm ederek cünüblükten kurtulur ve namazlarını kılabilir. Ki bu hususu teyemmüm bahsinde de ele alacağız. Farz veya nafile oruçlara gelince; cünüb kişinin bu gibi ibâdetleri yapması sahîh olur. Sözgelimi adamın biri Ramazanda, fecr-i sâdığın doğuşundan önce hanımıyla cinsel ilişki kurar da gusletmezse orucu sahih olur. Nitekim bunu oruç bahislerinde de ayrıca anlatacağız. Cünüb kişinin yapması helâl olmayan dinî davranışlara örnek olarak şu hususları sayabiliriz:               

a. Kur'an-ı Kerim okumak: Cünüp kişinin Kur'an-ı Kerîm okuması haramdır. Bu bakımdan Mushaf'ı ellemesi de öncelikle haram olmaktadır. Zîrâ Mushaf'ı ellemek, abdestsiz dahî haram olmaktadır. 

b. Mescide girmek: Cünüb kişi mescide de giremez. Ancak şunu da kaydetmekte yarar vardır ki: Şerîat sahibi, cünüb kişinin az miktarda Kur'an-ı Kerîm okumasına ruhsat vermiştir. Mescide girme konusuna gelince mezheblerin buna ilişkin detaylı görüşleri aşağıda sunulmuştur.

Malikiler dediler ki: Cünüb kişinin Kur'an okuması şu şartlarla caiz olur: Kur'an-ı Kerim'den bir âyet veya bir âyet miktarındaki bir kısmı ancak iki durumda okuyabilir: 

1. Bununla düşmandan ve benzen (canavar gibi) şeylerden korunmayı kasdeder ise okuyabilir. 

2. Şer'î hükümlerden birini anlatırken bir âyet-i kerimeyi delil olarak okuyabilir. Bunların dışında Kur'an-ı Kerim'den az olsun, çok olsun hiçbir âyet cünüb iken okunamaz.

Mescide girmeye gelince: Cünüb kişinin, içinde beklemek veya içinden geçmek kasdiyle mescide girmesine iki durumda ruhsat tanınmıştır: 

1. Kişinin gusletmek için mescidden başka bir yerde su bulamaması veya mescid dışındaki bir yerde suyun bulunduğu bilinir de ancak mescidden geçilmesi hâlinde oraya gidilebîlecekse bu durumda gusül kasdiyle mescidden geçerek su yerine gitmeye müsâade verilmiştir. Bu durum, özellikle sıhhî su tesîsati olmayan köylerde çoğunlukla vukûbulmaktadır. Ama şimdiki zamanda sıhhî su tesisatları hemen hemen her tarafta kurulmuştur. Eskisi gibi sarnıç veya kaya kovuklarına ihtiyâç kalmamıştır diyebiliriz. Hemen hemen her evde suyu kolaylıkla bulmak mümkün olmaktadır. Bu durumda kişilerin, mescid içinden geçmeden gusletmelerine imkân bulunmaktadır. Mescidlerin dahi özel su yerleri vardır. Ki bunlara ulaşmak için mescidin içinden geçmeye gerek kalmamaktadır. Ama mescidin dışında değil de sadece içinde olursa bu durumdaki kişinin mescide girip gusletmesine müsâ-de vardır. Yalnız mescide girmeden önce teyemmüm edip öylece mescide girmesi gerekir. 

2. Cünüp olan bir kişinin, dışarıda kaldığı takdîrda kendisine bir ezâ ve cefâ ulaşmasından korkarsa ve mescidden başka bir sığınak da bulamazsa bu durumdaki kişinin teyemmüm edip mescide girmesi ve korktuğu durumların ortadan kalkmasına dek mescidde beklemesi veya uyumasında bir sakınca yoktur. Bu anlattıklarımız, kişinin kendi şehrinde, hastalıklardan salim olarak mukîm bulunmasıyla ilgilidir. Ama kişi, misafir, hasta veya cünüb olur da su kullanma imkânını bulamazsa teyemmüm edip mescide girmesi ve namaz kılması caizdir. Ancak bu durumlarda mescidde fazlaca beklememesi gerekir. Yalnız zaruret miktarı beklemesine izin vardır. Kişi mesciddeyken ihtilâm olursa bu durumda acilen mescidden çıkması ve mümkünse teyemmüm etmesi gerekir. Âcil olarak çıkması şer'an makbul olan bir davranıştır. Özetleyecek olursak diyebiliriz ki: Cünüb kişinin mescide girmesi normal durumlarda haramdır. Ancak zaruret hâllerinde girmesine müsamaha gösterilmiştir. 

Hanefiler dediler ki: Cünüb kişinin iki durum dışında az olsun çok olsun Kur'an-ı Kerîm okuması haramdır: 

1. Önemli olan bir işe başlarken cünüb kişinin Kur'an'dan olmasına rağmen “besmele” çekmesi caizdir. 

2. Bir şahsı çağırmak veya birisini övmek maksadıyla Kur'an-ı Kerîm'den kısa bir âyet okumak da caizdir. Meselâ cünüb kişinin: 

“Ey Rabbim! Beni ve anamı babamı afveyle.” 87 (İbrâhîm: 14/41.) 

Veya; 

“Onun (Muhammed'in) beraberinde bulunanlar, kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.” 88 (Feth: 48/29.)

gibi âyetleri okumasına müsâade verilmiştir. Yine bunun gibi cünüb kişinin mescide girmesi zaruret dışında haramdır. Bu gibi durumlarda zaruretler, zamana ve ortama göre takdir edilebilirler. Meselâ gusletmek için mescidden başka yerde su bulunmaması hâlinde -ki bu, birçok yerlerde rastlanan bir durumdur. Kişinin mescide girip su yerine kadar gitmesi ve orada gusletmesi caiz olmaktadır. Ancak bu durumdaki bir şahsın mescide girmeden önce teyemmüm etmesi gerekir. Cünüb kişi dışarıda kaldığı takdirde kendisine bir zarar ulaşmasından korkarsa Mâlikîlerin dediği gibi mescide girmesinde bir sakınca olmaz. Ancak mescide teyemmüm ettikten sonra girmesi caiz olur. Özetleyecek olursak şöyle diyebiliriz: Cünüb kişinin mescide girmesi için teyemmüm etmesi bazan vâcib olur. Bazan da mendub olur. Teyemmüm etmesi iki durumda vâcib olur: 

1. Cünüblük, kendisine mescid dışındayken vâki olur ve sonra da mescide girme zorunluluğu doğarsa bu durumda teyemmüm etmesi vâcib olur. 

2. Temiz iken mescidde uyur ve uyku hâlinde de hamamcı olur, sonra da dışarıya çıktığı takdirde kendisine bir zarar ulaşmasından korktuğu için mescidde kalma zorunluluğu olursa yine teyemmüm etmesi vâcib olur. Bu iki durum dışında cünüp kişinin teyemmüm etmesi vâcib değil de sadece mendub olur. Meselâ mesciddeyken cünüb olan ve teyemmüm etmek için dışarı çıkan kişinin teyemmüm etmesi, veya cünübken mescide girme mecburiyeti olan kişinin dışarıda teyemmüm etme imkânı olmadığı için mescide girmesi ve çıktıktan sonra teyemmüm etmesi mendub olur. Her halükârda bu teyemmümle Kur'an okumak veya namaz kılmak caiz olmaz. Mescidin damı da mescidin hükmündedir. Ama cünübün mescidle ilgili dışarı kısımlara teyem-mümsüz girmesi caizdir. Bayram ve cenaze namazlarının kılındığı namazgahlarla (sofilerin ibadethaneleri olan) hankâhlar da mescid hükmündedirler. Okullardaki mescidler herkese açık iseler veya dışarıya kapalı olur da kendisine yetecek kadar cemâati olursa bunlar da diğer mescidlerin hükmüne tâbi olurlar. Ama hem dışarıya kapalı hem de kendilerine yetecek kadar cemaatları olmayanlar, diğer mescidlerin hükmüne tâbi olmazlar. 

Şafiiler dediler ki: Cünübün bir tek harf bile olsa okuma kasdiyle Kur'an-ı Kerîm okuması haramdır. Ama zikir kasdederek veya olur olmaz farkında olmadan bir âyet okuyacak olursa bu, haram olmaz. Zikir niyetiyle okumaya örnek olarak yemek yerken “besmele” çekmek veya bir bineğe binerken: 

“Bunları bizim emrimize veren Allah, noksanlıklardan münezzehtir. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik.” 89 (Zuhruf: 43/13.) 

âyet-i kerîmesini okumayı gösterebiliriz. Ayrıca iki temizleyici, yani su ve toprağı bulamayan kişinin zaruret dolayısıyla kendisine mubah kılınan namazda Kur'an okuması caiz olur. Hayız ve nifaslı kadınlar da aynı hükümlere tabidirler. Mescidden geçmeye gelince cünüb, hayızlı ve nifaslı kadının, beklemeksizin, dolaşmaksızın, mescidi pislemeksizin içinden geçmeleri caizdir. Meselâ bunlardan birinin, mescidin bir kapısından girip öbüründen çıkması caizdir. Ama girdiği kapıdan tekrar çıkması, mescidin içinde dolaşmak sayıldığından haram olur. Yalnız bir kapıdan girip öbüründen çıkmak niyetiyle içeri girer de farkında olmaksızın aynı kapıdan tekrar çıkacak olursa bu, haram olmaz. Mescidde uyurken ihtilâm olan bir kişinin de zaruret hâlinde, meselâ kapılar kapalı olur veya dışarı çıktığı takdirde kendi canına veya malına bir tehlike geleceğinden korkarsa mescidde beklemesi caizdir. Ancak su bulamazsa, mescidin toprağından başka bir toprakla teyemmüm etmesi gerekir. Abdeste yetecek kadar su bulursa abdest alması gerekir. 

Hanbeliler dediler ki: Cünüb olan kişinin özürsüz olarak, kısa bir âyet veya uzun bir âyetten kısa bir âyet kadarım okuması mubahtır. Ancak bundan fazlasını okumak haramdır. Kur'an-ı Kerîm'in lâfzına uygun zikir yapmak ise caizdir. Meselâ yemek yerken “besmele” çekmek veya bir bineğe binerken,: 

“Bunları bizim emrimize veren Allah, noksanlıklardan münezzehtir. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik.” 90 Zuhruf: 43/13. 

âyet-i kerîmesini okumak caizdir. Mescidin içinden geçmek ve beklemeksizin içinde dolaşmak hususuna gelince cünüb, hayızlı veya nifash bir insanın kan gelirken bile mescidin kirlenmemesinden emin olursa dolaşmasına veya içinden geçmesine engel hiçbir hâl yoktur. Cünüb kişinin abdest alıp mescidde beklemesi zaruret yokken bile caizdir. Hayızlı veya nifash kadınların kanı kesilmeden abdestsiz olarak mescidde beklemeleri caiz değildir. 91 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 157-160.)

HAYIZ VE NİFAS

Hayızdan Temizliğin Müddeti

Bir kadın kendisinde hayız kanaması görür, âdetinin bitiminde kanama kesilir de artık ömrü boyunca bir daha kanama görmeyecek olursa bu kadın temiz sayılır. Bir kadın bir gün kanama görür, sonra bu kanaması kesilir; bir gün geçince yine kendisinde kanama görürse, aradan geçen bu kesinti süresi içinde de Şafiî ve Hanefî mezhebine göre hayızlı sayılır.

Malikiler dediler ki: Bir kadın bir anlık bile olsa kendinde kanama görür de bu kanaması kesilirse ikinci bir kanama görünceye kadar aradan geçen süre içinde temiz sayılır. Bu süre içinde, temiz kadınların yapabilecekleri bütün işleri yapabilir. 

Hanbelîler: Mâlikîlere muvafakat ederek iki kan arasında geçen kesinti süresini temizlik olarak kabul etmişlerdir. Ancak bilindiği gibi bu mezhebe göre hayzın en az müddeti bir gün bir gecedir. Meselâ bir kadın, bir günün sadece gündüzünde veya gündüzünün az bir kısmında kanama görürse hayızlı sayılmaz.

İstihâze Bahsi

İstihâze, hayız ve nifas vakitleri dışında kadının rahminden akan kandır. Hayız müddetini aşan kanamalarla bu hayız müddetinden az sayılan süreler içindeki kanamjajar, hayız yaşına varmadan küçüklük döneminde görülen kanamalar istihâze kanıdırlar. 

Şafiiler dediler ki: Âdet görmeye yeni başlayan istihâzeli kadın, eğer kanları birbirinden ayırdedebiliyorsa, bu kadının görmekte olduğu kuvvetli kan hayız kanıdır. Ancak bu kuvvetli kanın, en az müddetinden noksan süreli olmaması ve en fazla müddetini de aşmaması şarttır. Bu durumdaki kadının görmekte olduğu zayıf kanamalar hayız kanı olmayıp temiz olma hükmüne tâbi olur. Ancak bu zayıf kanların da hayızdan temizliğin en az müddetinden noksan olmaması ve akışının da peşpeşe olması şarttır. Kadm bir gün kırmızı kan aktığını, bir gün de siyah kan aktığını görürse, kanları biribirinden ayırdetme şartım yitirmiş olur. Eğer bu iki durumda ayırdetme şartı bozulursa, hayzı bir gün bir gece olarak takdîr edilir. Ayın geri kalan kısmında temiz olduğuna hükmedilir. Nitekim yeni âdet görmeye başlayan kadın, kuvvetli kanla zayıf kanı birbirinden ayirdedemiyorsa, bu uygulamaya baş vurulur. Eğer ayırdedebiliyorsa kuvvetli kanı hayız sayılır. Ama kuvvetli kanla zayıf kanı birbirinden ayırd edemiyor, âdetinide ne zaman başlavıp ne zaman sona ereceği biliniyorsa, bu durumda âdetine göre hareket edilir. Adet süresi içindeki kanamalar hayız kanı sayılır. Âdet süresi dışındaki kanamalar ise istihâze kanı sayılır. 

Hanbeliler dediler ki: Istihâzeli kadın ya âdet görmeye yeni başlamıştır. Veya eskiden beri âdet görmektedir. Adet görmekte olan kadın, kuvvetli kanla zayıf kanı birbirinden ayırdetse yine âdetine göre hareket eder. Âdet görmeye yeni başlayan kadınsa, kuvvetli kanla zayıf kanı birbirinden ayırdedebiliyorsa ve kuvvetli kanı bir gün bir geceden eksik olmazsa hayız sayılır. Bu kanın 15 günü geçmemesi de gereklidir. Eğer âdet görmeye yeni başlayan kadın kuvvetli kanla zayıf kanı birbirinden ayırdedemiyorsa, bir gün bir gece süreyle akan kanının hayız kanı olduğuna hükmeder. Sonra guslünü yapar. Temiz kadınların yapabildikleri bütün işleri de yapabilir. Bu hüküm, âdet görmeye yeni başlamış kadının birinci, ikinci ve üçüncü aylarında uygulanır. Dördüncü ayda ise hayzın galip hükmü uygulanmaya başlanır. Ki bu da normal olarak altı veya yedi gün olarak takdîr edilir. Bu süreler içindeki kanlar hayız, bu süreler dışındaki kanlar ise istihâze sayılırlar. 

Malikiler dediler ki: İstihâzeli kadın, kendisinden akan kanı tanırsa bu kan hayız kanı sayılır. Kanı tanıması ise kokusuyla, rengiyle, katılığıyla veya akarken duyulan acısıyla mümkün olur. Tabiî akan kanın hayız olabilmesi için temizliğin en az süresi olan onbeş günden sonra akmış olması gerekir. Kadın, kendisinden akan kanın hayız olup olmadığını seçemez veya kanlan birbirinden ayırdedecek seçme yeteneğine sâhib olur da ancak akan bu kan temizlenmenin en az müddeti olan onbeş günden önce görülürse, istihâze sayılır. Ki bu durumdaki kadın, ömrü boyunca bu durumda olsa bile temiz sayılır. Âdetinin kaç gün olacağı belirsiz olan, her ayın kaçıncı günlerinde âdet gördüğünü kesin olarak bilemeyen kadının hayız müddeti sünnet-i beyzâ ile tesbit edilebilir. 92 (Sünnet-i Beyzâ (Beyazlık sünneti): Hz. Aişe (r.a.), bazı kadınların kendisine san ve bulanık renkteki yaşlıklarla lekelenmiş bezlerini göndererek bu durumda namaz kılıp kılamayacaklarını sorduklarında onlara: “Acele etmeyin. Ne zaman ki tam beyaz olursa o zaman kılın” demişti. Ki bunun için sünnet-i beyzâ tâbiri kullanılmıştır.) (Çeviren).

Kanların hayız veya istihâze olduğunu birbirinden ayırdedecek güçte olan kadın, ihtiyat payı olarak âdetine üç gün eklemek mecburiyetinde olmayıp sadece kendi âdetine göre hareket eder. Ancak hayız olduğuna kesin olarak kanâat getirdiği kanlar için âdetine üç gün eklemesi ihtiyat gereği olur. Hanefiler dediler ki: îstihâzeli kadın, ya yeni âdet görmeye başlamıştır. Ki hayzının veya nifasınm başlangıcında olur da kanı davam eder. Veyahut da eskiden beri âdet görmektedir de kendisinden normal bir kanama ve normal bir temizlenme süreleri geçmiş olur. Veyahut da eskiden beri âdet görmektedir de her ayın kaçıncı günlerinde ve kaç gün süreyle âdet gördüğünü unutur ve tereddüt içinde olur. Şimdi bunları izah etmeye çalışalım: Âdet görmeye yeni başlayan kadınm kanaması devam ederse bu kadının hayızı on gün, temizliği de her ayın yirmi günü olarak takdîr edilir. Nifası da, kırk gün kanama müddeti, ondan sonraki yirmi gün de temizlik süresi olarak kabul edilir. Bundan sonra gelen hayızlar için de her ay on gün takdir edilir. Eskiden beri âdet görmekte olup her ayın kaçıncı günlerinde ve kaç gün süre ile kanama gördüğünü bilen kadının hayızıyla temizliği kendisinin âdetine göre takdîr edilir. Ancak temizlenme süresi altı ay olursa, id-deti tamamlamaya nisbetle bu altı aydan bir anlık bir süre eksiltilerek âdetine göre hüküm verilir. Ama ortada iddet tamamlama sorunu yoksa normal âdetine göre hükmedilir. Her ayın kaçıncı günlerinde ve kaç gün süreyle âdet gördüğünü unutan ve tereddüt içinde kalan kadının Hanefî mezhebine göre durumu biraz müşkül olduğundan bu kadınla ilgili hükümleri öğrenmek isteyenler başka kitaplara başvurmalıdırlar.

Kadından akan kanın istihâze kanı olabilmesi için o kadının hayız yaşına varmış olması şart değildir. Yaşı dokuzdan veya yediden az olan küçük kızlardan akan kanlar istihâze kanıdır. Kendisinde istihâze kanamaları görülen kadın, özürlü kimseler hükmüne girer. Kendisinde sürekli idrar akıntısı görülen veya müzmin bir ishale müptelâ olan ve özürlüler bahsinde anlatılan bunlara benzer özürleri taşıyan kimselerin hükmüne tâbi olur. Bu durumdaki kadınlar, hayızlı ve nifaslı kadınların yapamayacağı şeyleri yapabilirler. Örneğin Kur'an okuyabilir, mescide girebilir, Mushaf'a dokunabilir, îtikâfa girebilir, Kabe'yi tavaf edebilirler. Gusle değil de abdeste bağlı olarak yapılabilen namaz ibadetini ifâ edebilirler. İstihâzeli kadının hayız müddetini takdîr hususunda mezhebler arasında görüş ayrılığı mevcuddur. 93 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 169-171.)

Nifas Bahsi

Tanımı: Nifas, 

Malikiler dediler ki: Doğumla beraber veya doğumdan sonra akan kan nifas kanıdır. İkiz doğuran kadının birinci çocuğuyla birlikte veya daha sonra veya ikinci çocuğunun doğumundan önce akan kan nifas kanıdır. Doğumdan önce akan kanlarsa bunlara göre nifas değil hayız kanıdır. 

Hanbeliler dediler ki: Doğumdan iki veya üç gün önce doğum sancısıyla birlikte kadından akan kan nifas kanıdır. Bunun yanında doğumla birlikte veya doğumdan sonra akan kanlar da nifas kanıdır. 

Şafiiler dediler ki: Kadından akan kanın nifas kanı olduğunun kesinleşmesi için, rahmin tam olarak çocuktan boşalmasından sonra akması şarttır. Ama çocuğun bir kısmı veya vücudunun çoğu dışarıya çıkmışken akan kan nifas kanı değildir. Doğumdan sonra sözünden maksat, doğumla bu kanın arasına onbeş veya daha fazla günlük bir fasılanın girmemesi demektir. Şayet doğumdan onbeş gün veya daha fazla bir süre sonra bir kanama görülürse bu, nifas kanı değil de hayız kanı olur. Çocukla beraber akan kanla doğum sancılarından önce akan kanlar nifas kanı olmayıp başka kanlardır. Bu esnada kadın eğer âdet döneminde ise akan kan hayız kanıdır. Çünkü Şâfîîlere göre gebe kadın da hayız görebilir. Ama akan kan, âdet döneminde değilse bir hastalıktan ötürü akmakta olan kan sayılır. 

Hanefiler dediler ki: Doğum esnasında çocuğun vücûdunun çoğu dışarıya çıkmış iken akan kan, tıpkı çocuğun tümünün dışarıya çıkmasından sonra akan kan gibi nifas kanıdır. Ama çocuğun vücûdunun az bir kısmı dışarıya çıkmış iken veya hiç çıkmamış iken akan kanlar, hastalıktan kaynaklanan kanlardır. Bu durumda kadın, nifaslı olmayıp temiz sayılır ve ibâdetlerini de yapabilir.

Doğumu güçleşen kadının karnı yarılarak çocuğu çıkarılacak olursa bu durumda (şayet ortada bir iddet sorunu varsa) iddet tamamlansa bile kadın nifaslı sayılmaz. Düşük çocuğa gelince; eğer onun parmak, tırnak, saç veya benzeri vücûdu ile ilgili bazı kısımlar teşekkül etmişse normal bir çocuk hükmündedir. Ki bu sebeble akan kan da nifas kanı olur. Ama düşük çocuğun tırnak, parmak ve benzeri vücûdunun parçaları teşekkül etmeyip sözgelimi et parçası veya kan pıhtısı hâlinde dışarıya çıkacak olursa, bu olay, da kadının âdet zamanına rastlamış ise çıkan kan, hayız kanı sayılır. Ama âdet zamanına rastlamamış ise çıkan kan, bir hastalık veya sakatlıktan kaynaklanan bir kan olur. Bir kadın ikiz doğurursa bunun nifas müddeti birinci doğumdan îtibâren başlar. 

Şafiiler dediler ki: Çocuğun organlarının bir kısmının teşekkül etmiş olması nifas için şart değildir. Kadın bir et parçası veya kan pıhtısı düşürür de ebeler, bunun bir insan aslı olduğunu söylerlerse bu olaydan sonra akan kan, nifas kanı sayılır. Kadın ikiz doğuracak olursa nifas müddetinin başlangıcı ikinci doğumdan îtibâren başlar. Birinci doğumdan sonra görülen kanlar nifas kanı sayılmaz. Bu kanamalar, hayız süresine rastlarsa hayız sayılır. Hayız süresine rastlamazsa hastalık ve özür kanı sayılırlar.

Malikiler dediler ki: Kadın ikiz doğurur da iki doğum arasında altmış günlük bir süre bulunursa -ki bu, nifas için azamî bir süredir- her çocuk için müstakil bir nifas müddeti kabul edilir. Ama altmış günden daha az bir süre olursa bu durumda nifas başlangıcı, birinci doğumdan itibâren kabul edilir.

İki doğum arasında nifasın azami süresi geçse bile yine birinci doğum nifas için başlangıç olarak kabul edilir. Sözgelimi ikinci doğum, birincisinden, kırk gün sonra gerçekleşirse ikinci doğumdan sonra akan kan, nifas kanı değil de bir hastalık veya özürden kaynaklanan kan olarak kabul edilir. Nifasın en az müddeti için sınır yoktur. Bir an kanama görmekle bile kadın, nifas görmüş sayılır. Doğumdan hemen sonra kanı kesilen veya kansız olarak doğum yapan kadının nifası tamamlanmış olur. Temiz kadınların yapabilecekleri bütün işleri yapabilirler. 

Nifas kanları arasında bozulan temizliklere, (ki bir gün kanama gördükten sonra temiz olunur da, bir gün sonra yeniden kanama vuku bulursa buna “bozulan temizlik” adı verilir) gelince, mezheblerin buna ilişkin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.

Hanefiler dediler ki: Nifas kanamaları arasına giren bozuk temizlik süreleri onbeş günü bulsa bile yine nifas kanı sayılır. 

Şafiiler dediler ki: Nifas kanları arasına giren temizlik süreleri onbeş günü aşarsa temizlik hükmünde olur. Onbeş günden az olursa nifas hükmünde olur. Bundan sonra görülen kanlarsa hayız kanı olurlar. Doğumdan sonra hiç kanama görülmez de onbeş güne kadar temiz kalınırsa aradan geçen bütün zaman içinde kadın temiz sayılır. Bundan sonra görülen kanlar, hayız kanamaları sayılır. Bu durumdaki kadın, nifas geçirmemiş olur. 

Malikiler dediler ki: Nifas kanamaları arasında görülen temizliklerin süresi onbeş günü bulursa kadın, bu süre içinde temiz sayılır. Bundan sonra görülen kanamalarsa hayız sayılır. Ama nifas kanamaları arasındaki temizlik günleri yarım aydan az olursa nifas sayılır. Aradaki temizlik günleri hesaptan düşülerek kanama günleri birbirine eklenerek altmış günü bulursa bu durumda kadının nifası sona ermiş olur. Bundan sonra temiz olup namazını kılabilir, orucunu tutabilir.

Hanbeliler dediler ki: Nifas kanamaları arasına giren temizlik süreleri de temizlikten sayılır. Bu gibi günlerde kadın temiz olup ibâdetlerini yapmalıdır. 

Malikiler dediler ki: İstihâze kanamaları gören kadının hayız yaşına ermiş olması gerekir. Bu yaşa ermeyen küçüklerde görülen kanlar, ne hayız ne de nifas sayılmaz. Bunlar hastalık veya sakatlıktan kaynaklanırlar.  94 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 171-174.)

Hayızlı Veya Nifaslı Kadının Yapamayacağı İşler

Hayızlı veya nifaslı bir kadının, cünüb kişinin yapması haram olan işleri yapması haram olur. Örneğin namaz kılamaz, Mushaf'a dokunamaz, ezberden olsa bile Kur'an-ı Kerîm okuyamaz. Hayızlı ve nifaslı kadınlar, cünüb kişiden fazla olarak bazı işleri daha yapamazlar. Buna örnek olarak orucu gösterebiliriz. Hayızlı veya nifaslı kadın farz olsun nafile olsun oruca niyet edemez. Etse bile sahîh olmaz. Ramazanda oruç tutmaya yeltenen hayızlı veya nifash bir kadın, kendi canına eziyet etmiş olur. Dolayısıyla günahkâr olur. Bu da çirkin bir cehaletin eserinden başka ne olabilir? Hayızlı veya nifaslı kadınların Ramazan ayında tutamadıkları oruçları bilâhare kaza etmeleri gerekir. Ama hayızlı veya nifaslı iken kılamadıkları namazları bilâhare kaza etmezler. Çünkü namaz, hergün tekrarlanan bir ibâdettir. Bu nedenle kaza edilmesi de zor olur. Yüce Allah ise zorluk ve meşakkatleri insanların omuzlarından kaldırmıştır. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de bununla ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“(Allah) din (işlerin)de sizin üzerinize bir güçlük yüklemedi.” 95 (Hacc: 22/78.)

Hayızlı veya nifaslı kadınlar îtikâfa da giremezler. Girseler bile sahîh olmaz. Hayızlı veya nifaslıyken haram olmasına rağmen kadınlar boşanırlarsa talâkları geçerli olur. Ancak böyle yapan erkeğe hâkim, hanımına ric'at etmesini de emredebilir. Üç hayız veya temizlik süresiyle iddet beklemekte olan kadını boşamak da haramdır. Hayızlı kadını boşamanın hükmüne ilişkin detaylı bilgileri edinmek İsteyenler, bu kitabın talâkla ilgili bölümüne müracaat edebilirler. Hayızlı veya nifaslı kadınlarla kocaları cinsel ilişkide bulunamazlar. Kanama kesilip de gusletmedikleri takdirde kocaları kendileriyle cinsel ilişkide bulunurlarsa haram işlemiş olurlar. Kanama müddeti sona erer ve kanama kesilir de gusletmeleri gerektiği halde gusletmekten âciz kalırlarsa kadınların teyemmüm etmeleri vâcib olur. 

Hanefiler dediler ki: Hayzın en son müddeti olan on gün geçtikten sonra, nifasın da en son müddeti olan kırk gün geçtikten sonra kadın gusletmemiş olsa bile, kocasının kendisiyle cinsel ilişki kurması helâldir.

Hayızlı veya nifaslı kadının göbeğiyle dizleri arasındaki kısım ile kocası oynayamaz. 

Hanbeliler dediler ki: Erkeğin arada bir perde olmaksızın hayızlı veya nifaslı karısının vücûdunun bütün taraflarıyla oynaması helâldir. Bu durumdaki hammıyla sadece cinsel ilişkide bulunamaz. Bulunsa bile bu, büyük günâhlardan sayılmaz. Bu günâha bulaşan erkeğin günâhının afvı için gücü yeterse bir veya yarım dinar sadaka vermesi zorunlu olmaz. Sadece tövbe etmesi vâcib olur. Bu durumdaki hanımla cinsel ilişkide bulunulması hâlinde ikisinden birisine bir hastalık veya şiddetli bir eziyet gelecek olursa bu durumda büyük günâh işlenmiş olur. Bu hususta fikıhçılar icma’ etmişlerdir.

Kocasının bu kısımla oynaması helâl olmaz. Hanımını bu iş için zorlaması da helâl olmaz. Ancak kadın, göbeğiyle dizleri arasına bir örtü koyar da bu örtü iki vücûdun ısısının birbirine geçmesine engel olursa bunda bir sakınca sözkonusu olmaz. İki vücûdun ısısını birbirine geçiren ince örtüler bu haramlığı ortadan kaldırmaya yeterli olmazlar. Erkeğin, hayızlı kârısının dizlerle göbek arası dışında kalan vücûdunun başka taraflarıyla oynaması caizdir.

Malikiler dediler ki: Kanama esnasındaki hayızlı kadınla cinsel ilişki kurmak ittifakla haram olur. Yalnız erkeğin, bu durumdaki hammıyla arada bir örtü bulunmaksızın ve penisini de hanımının tenasül organına girdirmeksizin, sadece oynamak kastiyle dizleriyle göbeği arasındaki kısımla oynaması caiz olur mu, olmaz mı diye bir sorun ortaya çıkmaktadır. Mâlikîlerin bir kısım ulemâsı, Hanbelîlerin görüşüne uyarak bu şartlar altında erkeğin hammıyla oynamasına ruhsat tanımışlardır, ama bu mezhebe göre meşhur olan görüş, arada perde olsa bile, bu durumdaki hammıyla oynayamayacağı görüşüdür. Zîrâ bu oynaşma sonucunda cinsel ilişkiye gitme sakıncası ve ihtimâli mevcuddur. Bu durumdaki erkek veya kadın, heyecanlanarak kendilerini tutamayabilirler. Mâlikîler mezheblerini, kişiyi harama götüren sebeplerden uzak kalma esâsı üzerine kurmuşlardır. Ki buna “sedd-i zerai” adını vermişlerdir. Bütün bunlardan ayrı olarak bilinmektedir ki: Hayızlı kadınla cinsel ilişki kurmanın yasaklanması, İslâm fıkhının güzel taraflarından birini yansıtmaktadır. Tabibler, hayızlı kadınla cinsel ilişki kurulması halinde bu ilişkinin tenasül organları üzerinde şiddetli zararlara yol açacağı hususunda görüş birliği etmişlerdir. Bununla beraber bazı mezhebler bu sakıncayı önemsemememişlerdir. Örneğin Hanefîler, hayızlı kadının kanaması kesilir ve kesintiden sonra tam bir namaz vakti geçmesini müteâkib gusl etmese bile kendisiyle cinsel ilişki kurmanın mübâh olduğunu söylemişlerdir. Çünkü kadının bütün hayız süresi boyunca sürekli bir şekilde kanama görmediği herkesçe bilinen bir husustur. Mâlikîler bir an için bile kanama kesilir de kadın guslederse kendisiyle cinsel ilişki kurulmasına müsâde etmişlerdir. Zâten birçok kadınların kanamaları hayız müddeti içinde bazı aralıklarla kesilebilir. Ayrıca Mâlikîler, ilâçla da olsa kadının kanamasının durdurulması halinde kendisiyle cinsel ilişkide bulunabileceği görüşündedirler. Yani kanamanın kendiliğinden kesilmesi şart değildir demektedirler. Fazla şehvetli olup da sabredemeyen kimselerin hanımlarındaki kanamayı bu yöntemle durdurmaları tavsiye edilebilir. 96 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 174-176.)

 NOT: Değerli okucucular; Ben araştırmalarım da, Abdeste başlarken veya  Namaza başlarken Niyet, kalple olur. Bu Niyet, Namaz Abdesti, Gûsül Abdesti, Teyemmüm Abdesti, Farz Namaz, Sünnet Namaz veya Nafile Namazlarda da aynıdır. Ben konu bölünmesin diye olduğu gibi yazdım. En doğru kaynak, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnet'tir. Bunun dışında alimler ve imamlar hata yapabilirler yani nadiren de olsa görüşlerinde yanlış bilgi verebilirler. Birde, bu temizlik ve namaz bölümlerinde yazmış olduğum Dört Mezhep İmamlarının görüşleri, yazmış olduğum tüm konularda tamamı, İmamlarımızın kendi görüşleri değildir bir kısmı yani kendilerinden sonra gelen, onları takip eden (öğrencilerinin) İmamların görüşleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlara Rahmet etsin. Bu notu yazmamdaki amaç, yanlış bilgi verip, gerek değerli imamlarımızı gerekse kendimizi zan altında bırakmamak içindir. Sizlere buradan tavsiyem eğer, tüm bu yazmış olduğum konularla alakalı, yanlış olduğunu düşündüğünüz veya bildiğiniz bir şey varsa, onu Kur'an ve Sünnet'ten araştırmanızdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize ve Tüm Müslüman kardeşlerimize dinimiz İslâm'ı doğru öğrenmeyi ve hayatımızın her alanında doğru uygulamayı nasib etsin İnşeAllâh. Allâhümme Amin.

 Hâtime: 

Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.

Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.

O, her şeyin en iyisini bilendir.

Muvahhid Kullara Selâm Olsun.

Polat Akyol

NOT: KONUNUN DEVAMI VAR

KAYNAKLAR:

78 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 132-136. 
79 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 137.
80 Tirmîzî, Taharet, Bâb: 80; Ahmed bin Hanbel, Mûsned, c. 2, s. 187; c. 6, s. 239.
81 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 137-142.
82 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 142-143.
83 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 143-148. 
84 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 148-149.
85 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 149-152.
86 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 152-157.
87 İbrâhîm: 14/41. 
88 Feth: 48/29.
89 Zuhruf: 43/13. 
90 Zuhruf: 43/13. 
91 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 157-160.
92 Sünnet-i Beyzâ (Beyazlık sünneti): Hz. Aişe (r.a.), bazı kadınların kendisine san ve bulanık renkteki yaşlıklarla lekelenmiş bezlerini göndererek bu durumda namaz kılıp kılamayacaklarını sorduklarında onlara: “Acele etmeyin. Ne zaman ki tam beyaz olursa o zaman kılın” demişti. Ki bunun için sünnet-i beyzâ tâbiri kullanılmıştır. (Çeviren).
93 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 169-171.
94 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 171-174.
95 Hacc: 22/78.
96 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 174-176. 

ÇEVİREN : 

Şaban Kurt

( Taharet Kitabü't-tahâre (Temizlik Bölümü) Devamı 4 başlıklı yazı Polat Akyol tarafından 4.08.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.