2. Meşrutiyet’ten sonra gelen özgürlük ortamında Osmanlı Aydınları, Osmanlı Rus savaşı (93 harbi), Balkan savaşları ve 1.paylaşım savaşı, hiç bitmeyecek gibi görülen savaşların gürültüsü ve kargaşası içinde gazetelerden günlük haberleri izlerken, dergiler aracılığıyla da düşüncelerini paylaşıyorlardı.    
    Süreci, zamanın tanığı Ziya Gökalp (1876- 1924) şöyle anlatıyor;  Genç kalemler ’de, Ömer Seyfettin’in başlatmış olduğu Tıbbiye ’de kurulan gizli bir cemiyette Pantürkizm, Panislamizm ve Osmanlıcılık tartışılıyordu. Ben,1326 (1910) İttihat Ve Terakki Kongresinde Selanik’te Genel merkez üyeliğine Seçildiğimde, siyasi durum bu merkezdeydi.
    Bu anlatımdan da anlayacağımız gibi İttihat ve Terakki cemiyeti gizli bir örgüttür. 2. Meşrutiyetten sonra da yasal bir parti ve ilk seçimde hükumet olmuştur. Aydınlar ve istibdatta karşı olan, Mustafa Kemal Paşa'nın da içinde olduğu subaylar, bu örgütün (sonrasında parti) içindedir. İttihat ve Terakki Partisi ve hükumetinin 1. Dünya Savaşı’na (1914-1918) katılma macerası hüsranla bitmiş, Sevr Antlaşmasıyla da Osmanlı toprakları ve bu topraklar üstündeki (İstanbul başta olmak üzere) şehirleri, köyleri bilfiil işgal edilmiştir.
    Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Samsuna çıkarak, Samsun’da yaktığı kurtuluş meşalesi tüm ülkeyi sarmış, 1919’dan 1922’ye kadar her cephede süren çetin savaşlarla Kurtuluş savaşı askeri olarak kazanılmıştır.
    9 Eylül 1922  günü İzmir Belkahve sırtlarından, Yunan ordusunun gemilerle kaçışını izlerken yanındaki subaylara; “Asıl mücadele şimdi başlıyor.” Demiştir.
    Mustafa Kemal Paşa'nın sözünü ettiği mücadele aydınlanma mücadelesidir.
Mustafa Kemal paşa, Ziya Gökalp’in yukarıda özetlediği kargaşayı çok iyi biliyordu. Hatta Kurtuluş Savaşına katılanların birçoğu da yukarıdaki ifade edilen, Saltanatın kurtarılması (Osmanlıcılık), Hilafetin kurtarılması (Panislamizm) ve Türklerin kurtarılması (Pantürkizm) gibi farklı amaçlarla Kurtuluş savaşına katılmışlardı.
    Kurtuluş Savaşını kazanıldığında Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, bu karmaşanın giderilmesi ve feodalizmin tasfiyesi için en yukarıdan bir yerden başlanması gerekiyordu.
    İşgalciler barış görüşmelerine Ankara hükumeti ile birlikte İstanbul hükumetini de çağırması üzerine Mustafa Kemal ve arkadaşlarının teklifi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayı ile (1 Kasım 1922)’de Saltanat kaldırılır, Son Padişah Vahdettin (17 Kasım 1922)’de vatanı terk eder. Vahdettin’in ülkeyi terk etmesiyle boşalan halifelik makamına, TBMM’si Veliaht Abdülmecit’i getirir.
    24 Temmuz 1923’de Lozan Barış Antlaşması İmzalanır.
    29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edilir. 3 Mart 1924’de Hilafet kaldırılır. Aynı oturumda Diyanet başkanlığının kurulması kararı ile Tevhid-i Tedrisat (eğitim birliği) yasası çıkarılmış bütün eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. 
     Sonrasında, son halife Abdülmecit dahil tüm hanedan mensupları yurt dışına çıkarılır. Böylece, Osmanlıcılık ve Panislamizm düşüncesinde olanların önü kesilir. Geriye yalnızca Türkiye Türkçülüğü kalır.
    Ziya Gökalp, “Millet: dil, din, zevk ve ahlakça bir olan yani; aynı şartlarda yetişmiş fertlerden oluşmuş topluluktur. Şu halde, Türk'üm diyen her ferdi Türk tanımaktan başka çare yoktur.” Der. Gökalp, Millet Kavramını açtıktan başka,  Türkçülük nedir? Sorusuna da  “Türkçülük: Türk milletini yükseltmektir.” Demiştir.
    Bu düşünceler, Cumhuriyeti İlan eden kadroların düşünceleriyle de örtüşmektedir,  diyerek konuya dönelim.
    Türkiye Cumhuriyeti, batılı anlamda bir ulus devlet olmak ve Muasır Medeniyeti (Asrın Medeniyeti) yakalamak azim ve kararlılığıyla, Bir taraftan saltanatın ve hilafetin enkazını (feodalizmin kurumsal yapıları) kaldırırken, aynı zamanda; batılı anlamda yeni, çağdaş kurumlar oluşturularak, bu kurumların amaçlarını, iç işleyişini belirleyen ve toplumsal yaşamı da düzenleyen bir dizi yasalar yapmıştır.
    Bu yasalardan toplumsal yaşamı doğrudan etkileyenler:  1. Şapka kanunu (25 Kasım 1925), 2. Tekke ve Zaviyelerin ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925), 3.Hicri ve Rumi takvimlerinin kaldırılması, uluslararası saat ve takvim’ in kullanılması (26 Aralık 1925)  4.Türk Medeni Kanunun (17 Şubat 1926)  5.Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928) 6. Ölçüler Kanunu (1 Nisan 1931) 7. Lakap ve Unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934) 8. Kılık kıyafet kanunu (3 Aralık 1934) 9. Soyadı kanunu (21 Haziran 1934) 10.Kadınlara seçme seçilme hakkı (5 Aralık 1934)
     (20 Ocak 1921)’de birinci, sonrasında (20 Nisan 1924) 2. Anayasa ve yukarıda belirtilen devrim yasalarıyla Cumhuriyet yönetimi, eylem ve karalarının yasal zemini oluşturulurken; Ekonomik alt yapısında İnşa ediyordu.
    Yukarıda ifade ettiğim gibi Osmanlıda batılı anlamda burjuva sınıfı yoktu. O sebepten Cumhuriyet yönetimi Karma ekonomi modeliyle (devlet, millet işbirliği) Burjuva sınıfında yaratmaya çalışıyordu. Bu anlamda,  Çimentodan demire, şekerden kumaşa, silahtan uçağa, tütünden tersaneye, Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleri ile 1938 yılına kadar; Cumhuriyet yönetimi, ekonomik dayanaklarını oluşturmak adına Elli ’ye yakın sanayi kuruluşunu gerçekleştirerek, mucizeler yaratmıştır.
    Her devrim, üç temel (İdeoloji, devrim yasaları ve ekonomik güç) dayanak üzerinde varlığını ve gelişimini sürdürür.
    1924 anayasasın da “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim şekli Cumhuriyettir,  Devletin dini İslam, dili Türkçe, başkenti Ankara’dır. Başkenti, rejimi ve bayrağı değiştirilemez. Yasama ve yürütme yetkisi meclise aittir. Yargı bağımsız Mahkemelerce yürütülür. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir, Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” Diyerek devrimin ideolojisi (ilkeleri) Anayasal güvenceye alınmıştır.
    Artık bu ilkelerin halka anlatılması ve halkın bilincine işlenmesi zamanıdır. Ama ülkede okur- yazar (Okur-yazar oranı, (%5, bazı kaynaklara göre %10). çok azdır. Halkın çoğunluğunun okuma yazması yoktur.
     Mustafa Kemal paşa eğitimin önemini ve önceliğini bildiğinden, Yunan ordusunun Haymana ovasına kadar geldiği, çarpışmaların devam ettiği, (Eylül 1921) top sesleri arasında 1. Eğitim Şûrasını toplamıştır. Kendisi de cepheden gelerek toplantıya katılmıştır.
    Latin harflerinin kabulü (1 Kasım 1928) ve Türk Alfabesinin oluşturulması ile 1 Ocak 1929’da Millet Mektepleri, 1932’ de Halk evleri açılarak Okuma yazma seferberliği başlatılmıştır.
    Ordu’da çavuş ve onbaşılar köylere öğretmen olarak gönderilmiş, faydası görülünce, Eğitmenlik uygulamasına geçilmiştir (1937).   Bütün bu çalışmalar, edinilen tecrübeler ışığında; (17 Nisan 1940)’da Köy Enstitüleri açılmıştır. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Köy Enstitüsü projesini, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile beraber yürütmüşlerdir.
    1946’da köy öğretmen okullarına dönüştürülüp, Müfredatı değiştirilerek, Köy Enstitülerinin ruhunu, felsefesini yok ettiler. İsmet İnönü’nün övgüleriyle açılan Köy Enstitüleri, yine İnönü’nün eliyle işlevsizleştirildi. İşlevini yitiren bu güzide okullar, Ocak 1954’ de Adnan Menderes Hükumetince kapatıldı.
    1946’da Köy enstitülerinin içini boşaltan ve işlevsizleştiren İsmet İnönü; Bununla yetinmemiş hükumetten,  Diyanet Başkanlığının İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri açması için yasa yapılmasını istemiş hükumet de TBMM.’den yasayı geçirmiştir.
    Böylece 1948’de İmam Hatip Kursları açılmış, Okullara din dersi Seçmeli ders olarak girmiştir. Bu Yasayla, ilk İmam Hatip Lisesini de 1952’de Demokrat Parti açmıştır.
    Cumhuriyet Devrimlerini ileriye taşıyacağı varsayılan İsmet İnönü, kendi eserim dediği, Köy Enstitülerini bile, karşı devrimcilerin ağzına atmıştır. Varlık vergisi, çalışma kampları gibi dramlarını atlıyorum. 
    1945’de ise ABD ile “Karşılıklı Yardımlaşma” başlığıyla ikili Antlaşma imzalayarak Emperyalizme de kapıyı açmıştır.
    ABD. Emperyalizmi, ülkemize ABD'nin Missuri gemisi ve Marşal yardımlarıyla girmiştir. Bunlar tarihi gerçeklerdir.
    Buradan, İsmet İnönüyü suçlamak ya da yargılamak gibi bir sonuç çıkarılmasın. Esasen, 2020 yılının koşullarında 1940’lı yıllarda yapılanları yargılamak, bu yazının konusu da değildir.
    Özetle, 1950 seçimiyle İktidara gelen Demokrat Parti, yedeğine aldığı halka, miting alanlarında “Siz isterseniz hilafeti de getirirsiniz.” Diyebilmiştir.
    Böylece Devrim Anayasa’sının “ değiştirilemez” hükmüne rağmen “rejim” tartışmaya açılmıştır.
    Cumhuriyet rejimi, zaman zaman sönümlense de sağ(!) iktidarlar, her fırsatta tartışmayı güncelleyerek sürdürmüşlerdir. Yetmiş yılın sonunda hilafeti hortlatma, saltanatı kurma aşamasına geldiklerini düşünmektedirler.
    Yakın zamanda bunu başarabilirler mi? Bekleyip göreceğiz.
     Her devrim, karşı devrimi de içinde barındırır.”
---------------------------------------------------------------------
Tahir Eker
15.8.2020


( Türkiye Cumhuriyeti Ve Aydınlanma başlıklı yazı yolcu9901 tarafından 16.08.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.