BANA GADAK DADANDI
Köy odaları
Vakit
akşamı çoktan geçmiş dışarısı neredeyse zifiri karanlığa bürünmüştü. Yolcular
tam Boztepe Mezarlığından geçerlerken geceyi yaran seslerle birden
irkildiler. Sesin şiddetinden ürken eşeğinden düşüp belki kolunu, bacağını
kıranlar olabilirdi. “Yürüyün arkadaşlar şuradan Karacaören'e yetişelim”
diyen Dalakçı köyünden Fayığın gür sesiyle kendilerine geldiler.
Yerköy ofisine buğday satıp dönen Dalakçı’lılar akşam ezanına yakın
bir vakitte Boztepe köyüne ulaştılar.
Ramazan ayı olmasından dolayı kafilede bulunanlar aç
ve yorgundular. Söylediklerine göre köyde çalmadık kapı bırakmazlar ama kimse
onları misafir almaz. Ümitsiz ümitsiz Dalakçı’ya dönerlerken Boztepe
çıkışındaki mezar taşlarına Fayık eline geçirdiği koca bir taşla vururken
“Ulan dürzüler sağlığınızda sizde mi misafir almazdınız?” diye bas bas
bağırıyordu. Karanlıkta kendisi gibi aç ve bitkin eşeğini bulması hiç de
kolay olmadı.
Sabah
Kırşehir'e gitmek için atına, eşeğine binenYerköy ve Çiçekdağı ilçelerine
bağlı köylüler akşama doğru Karacaören'e ulaşırlar, o geceyi misafir
ağırlayan odaların birisinde geçirirler sabah kahvaltıdan sonra erkenden daha gün doğmadan yola çıkarlardı.
Kırşehir'den akşama yakın yola
çıkanlar da Karacaören'de geceyi geçirip sabah köyünün yolunu tutardı.
Köylerde kolay kolay her adam oda açıp misafirlere hizmet edemezdi. Bu iş ağa
işi, dolayısıyla paralı kişilerin işiydi. Misafirlerin yatıp kalkmaları için
oda ayırmak, altlarına yatmaları için yastık, döşek, yorgan, önlerine gece-gündüz
sinilerle yemek servisi, hayvanlarının kalması için ahır ve bunun yanında
yemi, suyu, bir de bunların hizmetinde olacak kişi ve kişileri temin etmek
zor işti.
Karacaören'de bu işi gönüllü
yapan oda sahipleri misafirden para, pul talebinde bulunmaz, ona hürmetin ve
hizmetin en iyisini yapmaya çalışırdı. Bu odaların başında Hacı Mustafaların
odası, devamın da Codal'ın Mustafa'nın, Kürdün Halil'in, Kürdün İbo'nun,
Tayır Hoca'nın, Keloğlan'ın, Hacı Nuru'nun, Kürdün Memmet Çavuşun odaları gelirdi.
Kış günleri oda sahipleri yaz ayına göre
daha çok sıkıntıya girerlerdi. Yazın ne de olsa dışarıda yatan hayvanlar
kışın ahır almadığından konu komşunun ahırına bağlanırdı.
Odaların
ısınması için soba, mangal gibi ısıtıcılar yakılır, yakacak sıkıntısı hane
sahibine sorun olurdu. Dalakçı'dan Karacaören'e misafir gelenler köyün
girişinde evi bulunan Cennet İrbaame selam verip geçerlerken odası olmayan
İbraam buna çok üzülürdü. Zamanla o da modaya uyup bir misafir odası
yaptırdı.
Yola dikilip “haydi şeyini şey
ettiklerim erkaseniz odama uğramadan geçin de size şöyle şöyle yapayım” diye
şakacıktan kimsenin üstüne alınmadığı küfürler ederdi. Oğulları Almanya'da işçi
olarak bulunduklarından dolayı hizmet edecek adam bulamıyor, bu yüzden gelen
misafirleri doğru dürüst ağırlayamıyordu..
Keloğlan'ın odası köyün biraz dışında
olduğundan oraya ancak köy içinde boş oda bulamayanlar gelirdi. Bir iki
misafiri kabul eder sonra gelenleri “Bende yer galmadı Çifte Fenerli Güdük İreşit'in odasına
gidin” (dedem) diye salık verirken
bıyık altından gülerdi. Çünkü arkadaşı olan Güdük İreşid'in bırak odasını,
feneri ve gaz lambasında yakmaya gazı bile bulunmayan, hanımı ölmüş dul yaşayan
fakir birisi idi.
Akşam gelen misafirlerin
hizmetleri yapıldıktan sonra ortadaki mangalın üzerinde pişirilen çaylar ya
da kahveler höpürdetilirken eğer odanın bataryalı radyosu var ise önce ajans
dinlenir sonra ona göre yorumlar yapılırdı. Ajanstan son radyo kapatılır,
kendi aralarında muhabbetler başlardı. Kimi duyduğu güreş tefrikalarını
ballandıra ballandıra anlatır, bir başkası Çerkez Etem'den, Yörük Ali'den, Köroğlu'ndan,
Demirci Mehmet Efe'den bahsederken bir bilgiçlik edasıyla dinleyenlere
hoşça vakit geçirmenin gururunu taşırdı.
Odaya eğer bir imam geldiyse dini
soruların arkası kesilmez, arada da "hocam aya gidilir mi, gidilmez mi" diye
merak giderilmeye çalışılırdı.
Kahveye
gençlerden utandıkları için gidemeyen köyün yaşlıları da buralara uğramadan
edemezlerdi. Bunlardan durumu fakir olanlar olursa bazen oda sahibinin
şakalarına maruz kalır, ceket veya pantolonundaki kırk yamalığın hangi giysiden
kaldığını sorarak odada bulunanların gülüşmelerine neden olurlardı.
Keloğlan'ın odasına misafir olan bir aşık
çay ikramı biraz gecikince içmeden yatacağım zannederek, “Atıma koydun bir
çerik arpa, başına taktın koca bir torba, bir bardak çaya beni değiştin
Keloğlan” diye sazıyla sözünü bağlarken çaylar ortaya gelmişti bile.
Akşam namazından sonra cami dağılırken,
“Beni misafir alan yok mu?” diyen birisini Potturmacın Mustafa evine davet
eder. Gerekli ikramını yaptıktan ve biraz da sohbet ettikten sonra yatarlar. Sabah uyandıklarında, “Akşam yatmadan paramı
saydım şu kadardı, şimdi saydım şu kadar eksik çıktı”
diyen misafire aslında sonradan Almanya’ya işçi olarak gidip zengin olan
Mustafa, “İftira etme dürzü” dese olmaz. “Deşirici bu, gittiği her yerde beni
satar korkusuyla” al şu yirmi lirayı da ağzını kapat” der. Ertesi yıl o
deşirici yine köye geldiğinde parasını muhtara sayarak teslim edip evine öyle
misafirliğe götürür.
Gerek
çevre köylerden, gerekse Nevşehir'den çerçiliğe gelen insanlar odalara
çekilirken arabalarında satmak için getirdikleri mataklara” köyün çocukları
zarar vermesin” diye oda sahibince bekçi tutulurdu.
Canlı hayvan alım-satımıyla uğraşan Karacaörenliler gittikleri köylerde misafir olurlardı. O kişiler de köye geldiklerinde genelde odalara gitmezler, kendilerine misafir olan kişilerin evlerinde kalırlardı.
“İllaki gelen misafirler odalarda kalacak” diye bir kural yoktu. Karacaören'de her hane misafir odası olsun veya olmasın misafir kabul etmeyi severdi.
Bu kişilerin başını Ağa'nın
Mehmet Ağa çekerdi. Çalışmayı pek sevmez, iyi giyinir, güzel konuşur görmüş
geçirmiş birisiydi.
Bonkörlükte üstüne yoktu,
oturdukları kahvede çay parası için kimseye elini cebine sokturmazdı.
Zamanında bir ağa çocuğu olduğundan dolayı gördüğünden geri kalmadığından ağalığı
elinden bırakmaz, bu huyundan dolayı da köylüler ona ‘GADAK’ derlerdi.
Gadak
Mehmet babadan kalma tarlaları satarak ya da kiraya vererek, olmaz ise terhin
koyarak buradan gelen paralarla geçinirdi. Zamanla musluğun suyu kurumuş
fakirleşmişti. Ama huylu huyundan vazgeçmez misali gördüğünden geri kalmaz,
köye gelen misafirleri her kim olursa olsun elden önce karşılayıp evine buyur
ederdi. Gelmemekte ısrar eden misafire de “Essek amcana karşı mı geliyon”
diye şakacıktan kızardı.
Gelen
misafirler onun evine gitmeye, ona yük olmaya artık utanır olduklarından dolayı
başkalarından “bize buyur” davetini
bekliyorlar, ama Ağa'nın Memmet ağa adeta onları sürüklercesine evine
götürürdü.
Bu kişilerden biri de Dalakçı köyünden Tosun’un
Çavuş denen adamdı. Tosun’un Çavuş köyünde bir oda sahibiydi. Gelenleri
ağırlar, yerine göre para, pul gibi ihtiyaçları olanlara yardımını
esirgemezdi. Arada komşu köylere iş icabı gider, oralarda ağırlanıp iltifat
görürdü. Aslında onun sevgisi, muhabbeti diğer köylere oranla Karacaören'e daha
bir başkaydı. Karacaören'e gidip döndüğünde morali düzelir, neşesine neşe
katılmış olarak Dalakçı'ya gelir, “şöyle iltifat gördüm, böyle ağırlandım”
diye köylülerine hava atar, onları kıskandırırdı. Bu durum yıllarca devam
ederken sonradan çark tersine dönmeye başladı. Karacaören dönüşlerinde
yüzünden düşenin bin parça, moralinin de bozuk oluşu köylülerinin gözünden
kaçmıyor, nedenini de kendisine bir türlü sormaya cesaret edemiyorlardı.
Tosun’un Çavuş hırsından
başka köylere gidiyorsa da “Karacaören gibisi var mı” diye iç geçiriyor,
gittiği köyler kendisini tatmin etmiyordu.
Köylüleri
bir Karacaören dönüşünde yolunu çevirip, “Tosun Çavuş, şu yemin üstüne olsun
ki bize sendeki bu son zamanlardaki değişikliğin
sebebini söylemezsen şuradan şuraya sana adım attırmayız” diye büyük vebal
yüklediler.
"Belki anlatırsam rahatlarım" düşüncesine kapılan adam yavaş yavaş “Arkadaşlar bildiğiniz gibi benim
Karacaören'de çok sevenim ve arkadaşım var” diye konuşmaya başladı.
“Onları Dalakçı’ya her geldiklerinde en güzel şekilde ağırlarım, bende
Karacaören'e gittiğimde onlar da beni her zamanki gibi ağırlayacaklar ammaa
daha mezerin başına varır varmaz Gadak beni golumdan duttuğu gibi alıp evine
götürüyo. Otluğun (Gadağın hanımı) bişirdiği yumurtaları yiye yiye neredeyse
cücük çıkaracağam, sormayın gomşulaaar BANA GADAK DADANDI" derken ağlamamak için kendisini zor zapt ediyordu
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını
rencide etmek için yazmadım.
ERDOĞAN
ÇALIŞKAN KIRŞEHİR 22 10 2011 GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN