NAMAZ
KİTABÜ'S-SALÂT (NAMAZ BÖLÜMÜ)
DEVAMI 8
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
Teravih Namazı
Teravih namazı üç mezheb İmamına göre kadın ve erkekler için müekked sünnet-i ayrıdır. Mâlikîler buna muhalefet ederek kadın olsun erkek olsun her namaz kılan için müekked bir mendub olduğunu
söylemişlerdir Cemaatle kılınması da sünnet-i ayndır. Yani teravih bir verde cemaatle kılındığı
takdirde, kılanların dışındakiler cemaatle kılma yükümlülüğünden kurtulamazlar. Kişi, teravih
namazını kendi evinde valnız başına kılabilirse de, cemaatli evlerde kılması sünnettir. Yalnızca tek
başına kılan kişi, cemaat sevabını kaçırmış olur. Şâfıîlerle Hanbelîler bu hükümde ittifak etmişlerdir.
Mâlikîlerle Hanefîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Mâlikîler: Teravihin cemaatle kılınmasının mendub olduğu görüşündedirler.
Hanefîler: Teravihin cemaatle kılınmasının mahalle hallu için sünnet-i kifâye olduğunu, bir kısmının
cemaatle kılmaları hâlinde diğerlerinin cemaatle kılma yükümlülüğünden kurtulacaklarını
söylemişlerdir.
Cemaatle kılınmalının sünnet oluşu, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin fiilleri ile sabit olmuştur. Buhârî
ile Müslim şu hadîsi rivayet ederler:
“Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Ramazanın üçüncü, beşinci ve yedinci gecelerinde evinden çıkıp
mescide gitti; orada müslümanlara namaz kıldırdı. Kıldırdığı namaz (teravih), sekiz rek'atti. Bunun geri
kalan kısmını sahabeler kendi evlerinde tamamlarlardı. Evlerinde kılarken arı vızıltısı gibi sesleri
işitilirdi.”
Bu rivayetten de anlaşılıyor ki; Peygamber Efendimiz, müslümanlara teravihi, cemaat hâlinde
kılmalarını sünnet kılmıştır. Ama bu namazı yirmi rek'at olarak kendilerine kıldırmamıştır. Yirmi rek'at
olarak kılınışı, kendisinden sonra sahabelerden günümüze kadar devam edegelmektedir. Teravihi
Peygamber Efendimiz, sahabelere üç geceden fazla kıldırmamıştır. Bu uygulamayı da teravih onlara
farz olur korkusuyla bu şekilde yapmıştır. Nitekim bu husus bazı rivayetlerde açıkça ifade
edilmektedir. Yine yukarıdaki rivayetten anlaşılıyor ki; teravihin rek'atleri, Peygamber (s.a.s.)'in
kıldırmış olduğu sekiz rek'atten ibaret değildir. Çünkü rivayetin devamında, müslümanların bu namazı
kendi evlerinde tamamladıkları ifade edilmektedir. Hz. Ömer (r.a.)'in, teravihi yirmi rek'at olarak tesbit
etmesi de bu hususu izah etmektedir. O, kendi devrinde mescidde, teravihi yirmi rek'at olarak
toparlamıştır. Buna bütün sahabeler de muvafakat etmekle icmâ meydana gelmiştir. Kendisinden sonra
gelen Râşid halîfelerden hiçbiri bu hükme muhalefet etmemiştir. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz
buyurmuşlardır ki:
“Benim sünnetime ve benden sonraki hidâyete ermiş, doğru yolu gösteren halîfelerimin sünnetine
uyun. Bu sünnetlere azı dişlerinizle yapışın.” 340 Ebû Dâvûd, Sünnet, 5; Tirmizî, İlm, 16.
İmam Azam'a, Hz. Ömer'in teravihle ilgili uygulamasına ilişkin görüşü sorulduğunda şöyle demişti:
“Teravih müekked sünnettir. Ömer (r.a.), onu kendi kafasıyla yirmi rek'ate çıkarmış değildir. Bu yolda
bir bid'at da çıkarmış olmadığı gibi, bu hususta verdiği hüküm, kendi düşüncesinin bir ürünü de
değildir. Yalnızca, Peygamber (s.a.s.)'in kendisine verdiklerine ve asr-ı saadetteki uygulamalarına
dayanarak bu yolda bir karara varmıştır.”
Ayrıca Ömer İbn Abdülazîz devrinde teravih, otuzaltı rek'ate kadar yükseltilmiştir. Bundan maksat,
teravihin fazîleti hususunda Mekke'lilere eşit olmaktı. Zîra, Mekke'liler, teravihin her dört rek'atinden
sonra Kabe'yi tavaf ederlerdi. Ömer İbn Abdülazîz, her tavafın yerine dörder rek'at fazladan teravih
kılınmasını uygun görmüştü. Bu da âlimlerin, meşru kılınmış ibâdetleri arttırma hususunda yapacakları
ictihadların sahih olacağına delâlet etmektedir. Çünkü insan gece ve gündüz, dilediği kadar nafile
namaz kılma serbestisine sahiptir. Bunun istisnası yalnızca, namaz kılınması yasak olan kerahet
vakitleridir. Ömer İbn Abdülazîz'i'n, yirmi rek'atten fazla kıldığı onaltı rek'ate gelince, bunların teravih
o'lup olmadığı hususunda kelimenin lügat anlamına başvurmak aerekir. Ama Peygamber (s.a.s.)
Efendimizle, O'nun müctehid sahabîlerinin bu yoldaki uygulâmalarına-göre hareket etmek daha
faziletli olur. Teravihin vitir dışında yirmi rek'at olduğu kesin olarak sabittir.
Malikiler dediler ki: Şef ve vitir namazı dışında, teravih yirmi rek'attir.
Teravihin vakti, yatsı namazından sonradır. Cem-i takdimin misafirler için caiz olduğunu söyleyenlere
göre, yatsı namazı cem-i takdîm şeklinde akşam namazıyla birlikte kilınsa bile, teravih yine yatsı namazının peşisıra kilmabilir. Mâlikîler bu görüşe muhaliftirler.
Malikiler dediler ki: Yatsı namazı, akşam namazıyla birlikte cem-i takdim şeklinde kılınsa da,
teravihi ufuktaki kırmızılığın kayboluşuna dek ertelemek gerekir. Bu vakitten önce kılınan teravih,
mutlak nafile yerine geçer. Teravih kılma yükümlülüğü de düşmez.
Teravihin vakti, fecr-i sâdığın doğmasıyla sona erer. Vitirden önce veya sonra kılınması halinde
kerahetsiz olarak sahih olur. Yalnız, vitirden önce kılınması, üç mezheb İmamına göre daha faziletlidir.
Mâlikîler buna muhalefet ederek vitirden sonraya bırakılmasının mekruh olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Malikiler dediler ki: Teravih, yatsıdan sonra ve vitirden önce kılınır. Vitirden sonraya bırakılması,
“Gece en son namazınız vitir olsun” hadîsi nedeniyle mekruh olur.
Teravihin vakti fecr-i sâdığın doğmasıyla sona erdiğinden, bu vakit içinde kılınmamış olan teravihin
kaza edilmesi mümkün olmaz. Yatsı namazıyla birlikte kılınmamış veya tek başına kılınmamış olsa da
kaza edilemez. Şafiî dışındaki diğer üç mezheb bu hususta görüş birliği etmişlerdir.
Şafiiler dediler ki: Vakti çıksa bile, teravih mutlak olarak kaza edilmesi gerekir. 341 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 461-463.
Teravihin Mendubları
Teravihin her iki rek'atinin sonunda selâm vermek mendubtur. Tek selâmla teravih kılan kimse, her iki
rek'atte
kerâhetle birlikte caiz olur. Şâfiîler bu görüşe muhaliftirler.
Şafiiler dediler ki: Her iki rek'atte bir selâm verilmediği takdirde teravih sahîh olmaz. Her iki rek'atte
bir oturulsun veya oturulmasın, tek selâmla kılman teravih sahîh değildir. Bu mezhebe göre teravihin,
sonlarında selâm verilmesi şartıyla ikişerli rek'atler hâlinde kılınması zorunludur.
Hanefiler dediler ki: Teravihin dört rek'ati, tek selâmla kılındığı takdirde, sanki ikişerli rek'atler hâlinde
kılınmış gibi olur. Ki bunda ittifak vardır. Dört rek'atten fazlasını tek selâmla kılmaya gelince, bunun
doğru olmadığı hususunda görüş ayrılığı vukûbulmuştur. Bazıları, ikişerli olarak kılınmış gibi
olduğunu, bazıları da bu durumda teravihin bozulacağını ileri sürmüşlerdir.
Hanbelîler: Tek selâmla kılındığı takdirde yirmi rek'atin tam olarak kılınmış sayıldığım, fakat böyle
bir teravihin kerahetle birlikte sahîh olacağını ifade etmişlerdir.
Mâlikîler: Tek selâmla kılındığı takdirde teravihin sahîh olacağını ve yirmi rek'atin tam olarak
kılınmış kabul edileceğini, ama teşehhüd ve selâm sünneti terkedildiği için mekruh işlenmiş olacağını
söylemişlerdir.
Tek selâmla kılıp da iki rek'atte bir teşehhüde oturmayan kişinin teravihinin sahih olup olmadığına
gelince; mezhebler bunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Teravih kılan kişinin salât getirmeksizin
oturup istirahat etmesi mendubtur. Bu oturuşla ilgili olarak mezheplerin detaylı görüşleri aşağıya
alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Bu oturuş mendubtur. Oturuş, dört rek'at kılacak kadar zaman almalıdır. Teravih
kılan kişi, bu oturuşta zikir veya teninle meşgul olmalı veya susmalıdır.
Malikiler dediler ki: Kıyam hâli uzun sürerse, sahabelere uymuş olmak için oturup istirahat etmek
mendub olur. Aksi takdirde mendub olmaz.
Hanbeliler dediler ki: Bu oturuş mendub olmakla birlikte terke-, dilmesi mekruh değildir. Otururken
dua etmek, evlâ olan hükme ters düşer.
Şafiiler dediler ki: Selefe uymak için, arada oturmak mendubtur. Ancak bu arada zikir yapmaya
ilişkin bir rivayet mevcud değildir. Her dört rek'atten sonra istirahat için oturmak mendubtur. Allah hepsinden razı olsun, sahabeler böyle
yaparlarmış. Zaten “istirahat” anlamını taşıyan “teravih” kelimesi de, bu sebepten ötürü bahse konu
namaza isim olarak verilmiştir. 342 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 463-464.
Hatim'le Teravih Ve Teravihe Niyet
Ramazanın son gecesinde hatmedecek şekilde, teravih namazlarında Kur'an-ı Kerîm'in tamamını
okumak sünnettir. İmama uyanlar bundan mutazarrır olacaklarsa, onların durumlarını gözönüne alarak
bundan vazgeçmek daha faziletli olur. İmama uyanlar sıkılmasınlar diye teravih namazını büsbütün
acele kılmak caiz olmadığı gibi, namazın vasfını ihlâl edecek şekilde süratli kılmak da caiz değildir.
Mâlikîler dışındaki diğer mezhebler bu hususta görüş birliği etmişlerdir.
Malikiler dediler ki: Ramazan boyunca İmamın teravihte, Kur'-an'ın tamamını okuyarak hatmetmesi
mendubtur. Bunu yapmamak, evlâ olan hükme ters düşer. Ancak İmam hafız değilse ve hafız bir İmam
da bulunmazsa veya bulunur da asıl İmam gibi düzgün kıldırmazsa, bu durumda teravihi hatim ile
kıldırmak gerekmez.
Teravihin her iki rek'ati, müstakil birer namazdır. Her birinin evvelinde niyet edip iftitah tekbirini
aldıktan sonra iftitah duasını okumak gerekir. Bu dua, Fâtihâ'dan önce okunmalıdır. Tabiî iftitah
duasını okumanın gerekli olduğunu söyleyenlere göre bu şekil uygulanır. İftitah duasını okumanın
gerekli olmadığını söyleyen Mâlikîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Malikiler dediler ki: İftitah tekbirinden sonra ve kıraatten önce, arada iftitah duasını okumak
mekruhtur.
Her teşehhüdden sonra Peygamber Efendimize salâtü selâmda bulunulur. Teravihin en faziletlisi,
ayakta kılınanıdır. Oturarak kılınması da sahîh olur. Yalnız bu, evlâ olan hükme ters düşer. İmama
uyarak kılan kişinin oturup kıyamı geciktirmesi ve İmama ancak rükû esnasında tâbi olması tenbelliğin
tezahürü olduğundan dolayı mekruhtur. Teravihin mescidde kılınması daha faziletlidir. Çünkü,
cemaatle kılınmaları emredilen namazları mescidde kılmak, Mâlikîler dışındaki üç mezhebin ittifakıyla
daha faziletli olur.
Malikiler dediler ki: Cemaatle de olsa teravih evde kılmak mendubtur. Zîrâ bu durumda riyadan uzak
kalınmaktadır. Yalnız, bunu yapabilmek için üç şartın bulunması gerekir:
1. Teravihi kendi evinde kılmakla vücudunda zindelik meydana gelmelidir.
2. Teravihi kendi evinde kılacak olan kişi, Harameyn, yani Mekke veya Medine ahâlîsinden olmalıdır.
3. Kendi evinde kıldığından ötürü mescidler tatil edilmiş ve içlerinde hiç kimse namaz kılmaz hâle
gelmiş olmamalıdır. Bu şartlardan biri ihlâl edildiği takdirde mescidde kılmak gerekir. 343 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 465-466.
DÖRT MEZHEBE GÖRE İSLAM FIKHI- 2
BAYRAM NAMAZI
Bayram Namazlarının Hükmü Ve Vakti
Bayram namazlarının hükmü ve vakitlerine ilişkin olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşağıca
alınmıştır.
Şafiiler dediler ki: Bayram namazı, namazla mükellef olan herkes için müekked bir sünnet-i ayn’dır.
Hac ibadetini edâ etmekte olanlardan başkalarının bu namazı cemaatle kılmaları sünnettir. Hacılarmsa
tek başlarına kılmaları sünnettir.
Malikiler dediler ki: Bayram namazı kuvvet bakımından vitirden sonra gelen müekked bir sünnet-i
ayndır. İmamla birlikte cemaat teşekkül ettiği takdirde bu namazı, Cuma namazıyla yükümlü olan
herkesin kılması zorunludur. İmama kavuşmayan kimsenin tek başına kılması mendubtur. Bu durumda
kişinin, kıraati sessiz yapması gerekir. Köle ve çocuklara Cuma namazı gerekli olmadığından, bayram
namazını kılmaları halinde bu mendub bir ibadet olur. Hacılar bundan istisna edilmişlerdir. Onlann
“meş’ar-i haram”da durmaları, bayram namazı yerine geçer. Minâ halkının cemaatle değil de ayrı ayrı
kılmaları mendubtur. Cemaatle kılmaları, hacıların da kendileriyle birlikte kılmalarına neden olur.
Hanefiler dediler ki: Cuma namazını kılmakla yükümlü olan kimselere vücub ve sıhhat şartlarıyla
birlikte bayram namazı da esah olan görüşe göre vâcib olur. Sıhhat şartlarından olan hutbe, bundan
istisna edilmiştir. Hutbe, Cumada namazdan; önce, bayramda ise namazdan sonra okunur. Cemaat
sayısı da, bu namazla Cuma namazında birbirinden farklıdır. Cumaya aykırı olarak bayram namazında
cemaat, imamdan başka bir kişinin daha bulunmasıyla teşekkül etmiş olur. Bayram namazı Cumanın
tersine, her ne kadar cemaatsiz sahîh olsa da cemaatle kılınması vacİbtir. Cemaatin terki dolayısıyla
günahkâr olunur.
Hanbeliler dediler ki: Kendisine Cuma namazı gerekli olan herkes için bayram namazı farz-ı
kifâyedir. Cumanın kılındığı yerden başka bir yerde kılınamaz. Yalnız hutbe, Cumaya aykırı olarak
bayram namazında sünnettir. Cumadaysa şarttır. İmama yetişemeyen kişinin, dilediği vakitte bayram
namazını kendine özgü şekliyle kılması sünnettir.
Şafiiler dediler ki: Bayram namazının vakti; güneşin, yükselmese bile doğuşundan itibaren başlayıp
zevale gelmesine kadar devam eder. Zevalden sonraya kaldığı takdirde kaza edilmesi sünnettir. Ayrıca
güneşin doğuşundan itibaren bir mızrak yükselinceye dek namazı ertelemek de sünnettir.
Malikiler dediler ki: Bayram namazının vakti, nafile namaz kılmanın helâl olduğu vakitten başlayıp
güneşin zeval noktasına gelmesine kadar devam eder. Bu vakte kadar kılınmayan bayram namazı,
bundan sonra kaza edilemez. Ayrıca ilk vaktinden sonraya ertelemek de sünnet değildir.
Hanbeliler dediler ki: Bayram namazının vakti, güneşin doğup bir mızrak boyu yükselmesi anından
başlayıp zevalden az önceye kadar devam eder. Birinci günde kılınamadığı takdirde, aynı gün kaza
edilebildiği gibi, ertesi güne ertelenip o gün kaza edilebilir. Bir, iki veya üçüncü günde de kazaya
bırakılsa, ertesi gün aynı şekilde kaza edilebilir.
Hanefiler dediler ki: Bayram namazının vakti, nafile namazların kılınmasının helâl olduğu andan
başlayıp zevale kadar devam eder. Bayram namazı kılınmaktayken güneş zevale ererse ve henüz
kâdede teşehhüd miktarı oturulmamışsa namaz bozulur ve nafile namaza dönüşür. Vakti geçip de
kazaya kaldığı takdirde ne şekilde kaza edileceğine ilişkin bilgiler ileride verilecektir. 344 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 485.
Bayram Namazlarının Meşruiyet Delîli
Bayram, hicretin birinci yılında meşru kılınmıştır. Bu hususta Ebû Dâvûd, Enes (r.a.)’in şöyle dediğini
rivayet etmektedir:
Rasûlullah (s.a.s.) Medine’ye hicret buyurduklarında, Medîne’lilerin oynayıp eğlendikleri iki günleri vardı.
“Bu günler de ne oluyor?” diye sorduğunda, Medine’liler kendisine dediler ki:
“Biz cahiliyetten beri bu günlerde oynayıp eğleniriz.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) kendilerine şu
cevabı verdi:
“Bunların yerine Allah size daha hayırlı iki gün verdi: Biri Kurban bayramı, diğeri Ramazan
bayramıdır.” 345 Ebû Dâvud, Salât, 239; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 3/102, 225, 250. Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 486-487.
Bayram Namazlarının Kılınış Şekli
Bayram namazlarının ne şekilde kılınacağı hususunda mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Bir kimse, hangi bayram namazını kılacaksa önce ona kalbiyle niyet eder. Sonra
diliyle de: “Allah rızası için bayram namazını kılmayı niyet ettim” der. İmama uyarak kılacaksa, ayrıca
imama tâbi olmaya da niyet eder. Sonra iftitah tekbirini alır. Ellerini göbeğinin altında bağlar. Bundan
sonra hem imam, hem de imama uyan kişi iftitah duasını okurlar. Müteakiben imam, zevâid
tekbirlerini alır. Cemaat de onunla birlikte tekrar eder. Bunlar, iftitah tekbiriyle rükû tekbiri dışında üç
tanedir. Her tekbirden sonra üç tekbir süresi kadar sükût edilir. Sükût yerine zikirde bulunulmaz. Bu
arada “sübhânallah”, “elhamdülillah”, “lâ ilahe illallah” ve “Allahü ekber” gibi zikirleri yapmanın bir
sakıncası olmaz. İmam olsun, imama uyan kişi olsun tekbir alırken elleri de kaldırmak gerekir. İmamın
bu tekbirleri aldıktan sonra gizlice eûzü besmele çekmesi, yüksek sesle de Fatihayı ve zamm-ı sûreyi
okuması gerekir. Birinci rek’atte zamm-ı sûre olarak A’lâ sûresini okumak mendubtur. İmam kıraati
tamamladıktan sonra rükûa, sonra da secdeye gider. Kendisine uyanlar da onu izler. İkinci rek’ate
kalkıldığında besmele çekerek Fatiha ve zamm-ı sûreyi okur. Zamm-ı sûre olarak da Gâşiye sûresini
okuması mendub olur. Kıraati tamamladıktan sonra imam ve kendisine uyanlar zevâid tekbirlerini
alırlar. Ki bunlar da rükû tekbirleri dışında üç tanedir. Her tekbir alışta elleri de kaldırırlar ve
bağlamadan ana salarlar. Bundan sonra rükûa giderler ve bilinen şekliyle namazı tamamlarlar. Bayram
namazının bu şekilde kılınması, zevâid tekbirlerini üçten fazla alarak kılmaktan ve ikinci rek’atte
zevâid tekbirlerini kıraatten önce almaktan evlâdır. İkinci rek’atte zevâid tekbirlerini kıraatten önce
almak caizdir.
Aynı şekilde imam, zevâid tekbirlerini üçten fazlalaştırırsa kendisine yanların da bu hususta onu
izlemeleri vâcib olur. Ancak imam, en fazla on altı defa tekbir alırsa cemaatin de kendisiyle birlikte
tekbir alması vâcid olur. Bu sayıdan fazla tekbir alması hâlinde cemaatin kendisine uyması gerekmez.
İmama uyan kişi, imamın zevâid tekbirlerini almasından sonra kendisine kavuşmuşsa, bu durumda
kendi başına zevâid tekbirlerini alır. İmam tam bir rek’ati kıldıktan sonra cemaate kavuşan kişi,
imamın namazı tamamlamasından sonra kalkıp kendi başına, kılamamış olduğu tek rek’ati kılar. Bu
rek’atin kıraatini yerine getirip zevâid tekbirlerini alır. Bunların peşi sıra rükûa giderek bilinen şekliyle
namazını tamamlar. Rükûdayken imama kavuşan kişi, kıyam hâlinde önce iftitah, sonra zevâid
tekbirlerini alır. Bunun peşi sıra rükûa gider. Eğer rükûa kavuşacağından endişesi yoksa böyle yapar.
Aksi takdirde ayaktayken iftitah tekbirini alır, sonra rükûa gider. Zevâid tekbirlerini rükû halindeyken
ellerini kaldırmaksızın alır. İmamın namazı tamamlamasından sonra zevâid tekbirlerini kaza etmeyi
beklemez. Çünkü kaçırılan zikirler, ulaşılamayan fiilî rükünlerin tersine, imamın namazı
tamamlamasından sonra kaza edilebilirler. Bir kimse namaza, imamın başını rükûdan kaldırmasından
sonra yetişirse, bu durumda mezkûr kişi, zevâid tekbirlerinin tümünü telâffuz edememişse, geri kalan
kısmı sakıt olur. Tamamladığı takdirde rükûdan kalkarken imama uymanın vâcibliğini kaçırmış olur.
İmamın rükûdan kalkmasından sonra namaza yetişen kimse, zevâid tekbirlerini almaz. Aksine,
kaçırmış olduğu rek’ati, zevâid tekbirleri ile birlikte, imamın selâm vermesinden sonra tamamlar.
Şafiiler dediler ki: Bayram namazı diğer nafilelerde olduğu gibi, iki rek’at hâlinde kılınır. Yalnız
bunun birinci rek’atinde, iftitah tekbirinden sonra ve eûzü çekip kıraate başlamadan önce yedi tekbir
almak mendubtur. Bu tekbirlerin her birinde eller omuz hizasına kadar kaldırılır. Her iki tekbir arasına
normal uzunluktaki bir âyet okuyacak kadar fasıla koymak ve bu fasıla esnasında da sessizce “Sübhânallahi velhamdülillahi velâ ilahe illallahü vallahü ekber” demek sünnet olur. Ayrıca her iki tekbir arasında, ellerin göğüs altında sağ el sol elin üstüne gelecek şekilde bağlanması da sünnettir. İkinci
rek’ate kalkış tekbirinden sonra her ikisi arasına fasıla koyacak şekilde, beş tekbir alınır. Bu fasılalar
esnasında da sağ el sol elin üstüne konarak göğüs altında bağlanır. Heyet olarak adlandırılan bu zâid
tekbirler sünnettir. Bunların terk edilmeleri her ne kadar mekruhsa da sehiv secdesini gerekli kılmazlar.
Sayısında şüphe edildiği takdirde, en azı hesab edilir ve gerisi tamamlanır. Bu tekbirlerin eûzüden önce
alınmaları müstehabtır. Sıra bakımından kıraatten önceye alınmaları şarttır. Unutarak da olsa, tekbir
almadan kıraate başlandığı takdirde, zamanı geçtiği için artık tekbir alınmaz. Bu anlattığımız hükümler
hem imam, hem de imama uyan kimse için geçerlidir. Yalnız, ikinci rek’ate imamla birlikte giren kişi,
iftitah tekbirinden ayrı olarak imamla beraber beş tekbir alır. İmam fazla tekbir alsa da ona uymaz.
İmamın selâm vermesinden sonra kalkıp eksik kalan rek’ati tamamladığında yine beş tekbir alır. İmam
zevâid tekbirlerini terk ederse, ona uyanlar da terk ederler. Tekbirleri alırken şayet ellerini üç defa peş
peşe kaldırırlarsa amel-i kesîr işlediklerinden namazları bozulur. Böyle yapmadığı takdirde namazı
bozulmaz. Bundan daha az sayıda tekbir alan bir imama uyan kişi, tekbir esnasında imamın ellerini
kaldırmasına uyarak o da ellerini kaldırır. Bayram namazlarında kıraat sesli yapılır. Yalnız, imama
uyarak kılan bundan müstesnadır. Tekbirinse herkesçe sesli olarak alınması sünnettir. Birinci rek’atte
Fâtiha’dan sonra Kâf, A’lâ ve Kâfirûn sûrelerinden birini ikinci rek’atte ise Kamer, Gâşiye ve îhlâs
sûrelerinden birini okumak sünnettir.
Hanbeliler dediler ki: Bayram namazını kılmak isteyen kişi farz-ı kifâye olarak iki rek’at namaz
kılmaya niyet eder. Tekbir aldıktan sonra iftitah duasını okur. Bundan sonra mendub olarak altı tane
tekbir alır. Her tekbir alışta imam ve imama uyan kimseler ellerini kaldırırlar. Her iki tekbir arasında
gizlice: duasını okumak mendub olur. İllâ da bu duayı okumak gerekli değildir. Mendub olan, herhangi
bir zikir olduğundan ötürü, başka bir duayı da okuyabilir. Anılan zevâid tekbirlerini aldıktan sonra zikir
yapmayıp “eûzü besmele” çekilir. Bundan sonra da Fatiha ile A’lâ sûresi okunarak rükûa varılır.
Bilinen şekliyle rek’at tamamlandıktan sonra ikinci rek’ata kalkılır. Kıyam tekbirinden ayrı olarak beş
tane zevâid tekbiri alınır. Her iki tekbir arasında, birinci rek’atteki tekbirler arasında okunan zikir tekrarlanır. Son zevâid tekbirinden sonra herhangi bir zikir yapmak meşru değildir. Zevâid tekbirlerinden
sonra mendub olarak besmele çekilir. Sonra Fatiha ve Gâşiye sûreleri okunur. Kıraat tamamlandıktan
sonra rükûa gidilerek bilinen şekliyle namaz tamamlanır.
İmamın, zevâid tekbirlerinin bir kısmını veya tümünü almasından sonra imama kavuşan kişi, kaçırmış
olduğu tekbirleri almaz. Çünkü sünnet olan bu tekbirlerin artık zamanı geçmiştir. Kıraate başladıktan
sonra zevâid tekbirlerinin bir kısmını veya tümünü unutup da, almadığını hatırlayan kişi, yine mahalli
geçmiş olduğu nedeniyle bu tekbirleri almaz. Nitekim kıraata başladıktan sonra iftitah duasını
okumadığım hatırlayan kişi de kıraati bırakarak iftitah duasını okumaya dönmez.
Malikiler dediler ki: Bayram namazı, nafile gibi iki rek’at olarak kılınır: Yalnız, birinci rek’atte iftitah
tekbirinden sonra bir takım zevâid tekbirlerini almak sünnettir. Bu tekbirler, altı tanedir ve kırattan
önce alınırlar. İkinci rek’atte kıyam tekbirinden sonra ve kıraata başlamadan önce beş tanedirler. Bu
tekbirlerin kıraattan önce alınmaları mendubtur. Kıraattan sonraya ertelenmeleri hâlinde namaz sahîh
olur. Fakat menduba muhalefet edilmiş olur. Kişi, zevâid tekbirlerinin sayısını arttıran veya eksilten
yahut da bu tekbirleri kıraattan sonraya erteleyen bir imama tâbi olduğu takdirde, imamın bu gibi işleri
yapması hâlinde ona uymaz. İmamdan başka kimseler, bayram namazını kılarken tekbirleri peş peşe
almalıdırlar. İmamın ise, kendisine uyanların tekbir almalarına fırsat vermek için, her tekbirden sonra
bir süre sükût ederek beklemesi mendubtur. Sükût esnasında teşbih veya tehlîl ile veyahut da başka
şeylerle meşgul olması mekruhtur. Zevâid tekbirlerinin her biri müekked sünnettir. Rükûa varmadan
önce, zevâid tekbirlerini unuttuğunu hatırlayan kişi, bu tekbirleri yerine getirir. İmama uyandan
başkasının, meselâ imamın veya tek başına namaz kılan kişinin bu durumda kıraati de iade etmesi
mendub olur. Selâm verdikten sonra, birinci rek’atte fazladan kıraat yaptığı gerekçesiyle sehiv secdesi
yapar. Zevâid tekbirlerini almadığını rükûa vardıktan sonra hatırlayan kişi, artık bu tekbirleri almak
için kıyam hâline dönmeyeceği gibi, bu tekbirleri rükû hâlinde de almaz. Kıyam hâline döndüğü
takdirde namazı bozulur. Kıyam hâline dönmezse, tekbiri eksik bıraktığı için selâmdan önce sehiv
secdesi yapar. Bir tek tekbiri terk etmiş olsa bile sehiv secdesi yapması icâb eder. Ayrıca, tekbiri terk
eden kişi, imama uymuş biri ise, imam onun yükünü kaldırdığından dolayı sehiv secdesi yapması
gerekmez.
İmama uyan kişi, imamın tekbirini duymazsa onun tekbirini araştırır ve tekbir alır. Tekbir esnasındaimama tâbi olan kişi geri kalan tekbirleri imamla birlikte alır. Eksik bıraktıklarını da imamın selâm
vermesinden sonra tamamlar. Eksik bıraktıklarını, imamın tekbir alması esnasında tamamlayamaz.
İmamın kıraatta bulunması esnasında imama uyan kişi, iftitah tekbirini aldıktan sonra eksik bıraktığı
veya tümüyle kaçırdığı tekbirleri alır. İmama birinci rek’atte veya ikinci rek’atte kavuşan kişi, altı
tekbir alır. İkinci rek’atte imama kavuşan kişi beş tekbir alır. İmamın selâm vermesinden sonra ikmâl
ettiği rek’atte, kıyam tekbiri dışında altı tane zevâid tekbiri alır. Bir rek’atten daha azını imamla birlikte
kılan kişi, imamın selâm vermesinden sonra ayağa kalkıp eksikliği tamamlar. Birinci rek’at için kıyam
tekbirinden sonra altı tane zevâid tekbirini alır. Bu tekbirleri alırken ellerini kaldırması mekruh olur.
Sadece iftitah tekbiri esnasında diğer namazlarda olduğu gibi ellerini kaldırması mendub olur. Bayram
namazlarında kıraati sesli yapmak mendubtur. Ayrıca birinci rek’atte Fâtiha’dan sonra A’lâ sûresini
veya benzeri bir sûreyi, ikinci rek’atte de Şems sûresini veya benzeri bir sûreyi okumak mendubtur. 346 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 487-490.
Bayram Namazının Cemaatle Kılınmasının Ve Vakti Geçtiğinde Kaza Edilmesinin Hükmü
Bayram namazlarının cemaatle kılınması ve imamla birlikte kılınmadığı takdirde kaza edilmeleri
hususunda mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Cuma için olduğu gibi bayram namazı için de cemaat, sıhhat şartıdır. İmama
kavuşamayarak bu namazı kaçıran kimsenin ne vakit içinde, ne de sonra kaza etmesi istenmez. Kaza
etmek isterse de zevâid tekbirsiz olarak tek başına dört rek’at namaz kılar. Birinci rek’atte Fâtiha’dan
sonra A’lâ sûresini, ikinci rek’atte Duhâ, üçüncü rek’atte İnşirah sûresini, dördüncü rek’atte de Tın
sûresini okur.
Hanbeliler dediler ki: Cuma namazı için olduğu gibi, bayram namazı için de cemaat, sıhhat şartıdır.
Yalnız, imama kavuşmadığı İçin cemaatle birlikte kılamayan kişinin, bu namazı dilediği vakitte önce
anlatılan şekliyle kaza etmesi sünnet olur.
Şafiiler dediler ki: Hacı adayları dışındaki kimselerin bayram namazını cemaatle kılmaları ve imamla
birlikte kılamayan kişilerinse diledikleri vakitte aslî şekliyle kılmaları sünnettir. Eğer aynı günün
zevalinden önce kıhnırsa edâ, zevalinden sonra kılımrsa kaza olarak kılınmış olur.
Malikiler dediler ki: Cemaatle kılmak sünnet olduğundan, bayram namazları için cemaat şarttır.
Bayram namazları, onları cemaatle kılmak isteyenler için sadece mendubtur. İmamla birlikte
kılamayan kişinin, aynı günün zeval vaktine kadar kendi başına kılması mendubtur. Zevalden sonra ise
kaza edilemez. 347 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 491.
Bayram Namazlarının Sünnet Ve Mendubları
Bayram namazlarının bir takım sünnetleri vardır. Meselâ bayram namazlarında hutbe okumak
sünnettir. Ki bunların açıklaması daha önce yapılmıştı. Yine önceki açıklamalarımızda belirttiğimiz
gibi, Mâlikîler bu hutbelerin mendub olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hutbe esnasında hatib tekbir alırken,
dinleyicilerin de tekbir almaları mendubtur. Cuma hutbesindeyse durum bunun tersinedir. Çünkü
zikirle de olsa, Cuma hutbesi okunurken konuşmak Mâliki ve Hanbelîlere göre haramdır. Şâfiîlerse,
zikirle de olsa bayram ve Cuma hutbelerinde konuşmanın mekruh olduğunu ifâde etmişlerdir.
Hanefîlere gelince; bunlar, Cuma ve bayram hutbeleri esnasında zikirle konuşmanın sahîh olan görüşe
göre mekruh olmadığını söylemişlerdir. Zikirden başka şeyle konuşmaksa haramdır.
Bayram gecelerini Allah’a tâat, zikir, namaz, Kur’an okumak ve benzeri şeylerle ihya etmek
mendubtur. Bu hususta Peygamber (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sevabını sırf Allah’tan bekleyerek Ramazan ve Kurban bayramı gecelerini ihya eden kişinin kalbi,
kalblerin öldüğü günde ölmez.” 348 İbn Mâce, sıyâm, 68.
Yatsı ve sabah namazlarını cemâatle kılmakla da bu geceler ihya edilmiş olur.
Denilebilir ki; hadîste bahsedilen ecir ve sevâb, bu geceleri ihya etmenin mendub olmasıyla orantılı
olamaz. Çünkü kıyamet gününde kalbierin dirilmesi demek, Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek
mânâsına gelir. Ki artık ondan sonra gazâb-ı ilâhîye maruz kalma korkusu kalmaz: Buna verecek
cevabımız şudur: İslâm Dini, insanları bazı görevlerle mükellef kılmıştır. Bu görevleri, dinin istediği
şekilde yerine getiren, mutlak olarak Allah’ın rızâsını kazanır. Yerine getirmeyense gazabına müstehak
olur. Verilen görevler dışında fazîletli amellere gelince, İslâmiyet bu amelleri işleyen kimselere güzel
mükâfatlar vad ederek bunları imrenilir hâle getirmiştir. Bu amelleri işlemeyenlerse herhangi bir
cezayla karşılaşmayacaklardır. Açıkça bilinmektedir ki, güzel mükâfatlar, görevi yapmayan kimselere
verilmeyecektir. Meselâ oruçla yükümlü kimseler, oruç tutmadıktan, gücü yettiği halde hac için
Allah’ın beytine gitmedikten, kendilerinden istenen zekât ve sadakayı vermedikten sonra, elbette ki
bunların bayram gecelerini baştan sona ihya etmelerinin kendilerine bir faydası olmayacaktır. Fakat
şunu da söyliyelim ki; kişi her ne kadar günahkâr olsa da bu gecelen dürüst ve içten gelen bir tevbeyle,
günahlarından sıyrılarak ihya ederse, bunun elbetteki büyük bir etkisi olacak, günahları da Allah’ın
inâyetiyle silinecektir. İttifakla kabul edilen görüşe göre tevbe, büyük günahları ortadan kaldırır.
Bayramlar için bilinen şekliyle gusletmek, üç mezheb imamına göre mendubtur. Hanefîlere göre ise
sünnettir. Bayram günü koku sürünüp süslenmek mendubtur. Kadınlara gelince, bunların namaza
giderken, fitneye sebep olur korkusuyla koku sürünüp süslenmeleri mendub değildir. Namaz için dışarı
çıkmayacaklarsa bunu yapmaları mendub olur. Bayram namazını kılmayan erkeklerin de bayramda
süslenip koku sürünmeleri mendubtur. Çünkü böyle yapmak, namaz için değil, bayram için mendubtur.
Bu hususta ittifak vardır. Yalnız, Hanefîler, koku sürünüp süslenmenin mendub değil sünnet olduğu
görüşündedirler.
Bayramlarda ister yeni olsun ister kullanılmış olsun, beyaz veya başka bir renkte olsun, kadın ve
erkeklerin en güzel elbiselerini giymeleri mendubtur. Mâlikîlerse daha güzel bir elbise bulsa bile, yeni
olanı giymenin mendub olduğunu söylemişlerdir. Hanefîlerse yeni elbiseyi giymenin mendub değil,
sünnet olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Ramazan bayramında namaza gitmeden önce bir şeyler yemek mendubtur. Şayet bulunabilirse, yenen
şeyin hurma olması, hurmanın da üç veya beş gibi tek sayılı olması mendubtur. Kurban bayramındaysa
yemeyi, namaz sonrasına bırakmak mendubtur. Kurban kesenin, kurban etinden birazını yemesi
mendubtur. Kurban kesmeyen kişininse, namazdan önce bir şeyler yemesi normal olduğu gibi,
namazdan sonra da yemesi mümkündür. Hanbelîlerle Hanefîler bu görüştedirler. Şâfiîlerle Mâlikîlerin
buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Maliki ve Şafiiler dediler ki: Kurban kesse de kesmese de kişinin kurban bayramında yemeyi, namaz
sonrasına bırakması mutlak olarak mendubtur.
İmamdan başkasının, sabah namazından sonra ve henüz gün doğmadan önce de olsa, üç mezheb
imamının ittifakına göre, bayram namazı kılınacak yere acelece gitmesi mendubtur. Mâlikîler bu
görüşe muhalefet etmişlerdir.
Malikiler dediler ki: İmamdan başkasının evi namazgaha yakınsa gün doğduktan sonra oraya gitmesi;
yakın değilse imama ulaşacak kadar bir zaman önce oraya gitmek için evden çıkması mendub olur.
İmamınsa, bayram namazı kılınacak yere biraz geç gitmesi mendubtur. Öyle ki, namazgaha gittiğinde
beklemeksizin hemen namaz kılabilmelidir.
Bayram günlerinde tırnakları keserek, bedendeki tüyleri ve kirleri gidererek kişinin üstünü başını
düzeltip güzelleştirmesi mendubtur.
Hanbeliler dediler ki: Bayram namazı olmasa bile herhangi bir namazı kılmak isteyenin bu temizliği
yapması mendub olur.
Namaza giden kişinin yürüyerek gitmesi, giderken de seslice tekbir alması ve bu tekbirleri namaza
başlayıncaya kadar devam ettirmesi ittifakla mendubtur. Yalnız Hanefîler, bu tekbirleri sessizce
almanın daha faziletli olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Hanefiler dediler ki: Sesli veya sessiz tekbir almakla mutlak olarak sünnet, yerini bulur. Yalnız,
nıûtemed olan görüşe göre tekbirin sessizce alınması daha faziletli olur.
Mâlikîlerse tekbirleri imamın gelişine kadar veya namaza başlanmasa bile, namaz için ayağa
kalkılmasına kadar devam ettirmenin mendub olduğunu söylemişlerdir. Her iki görüş de ağırlık
bakımından aynıdır. İmamsa tekbirlerini, mihraba girinceye kadar sürdürmelidir. Namazgaha gelen
kimsenin, dönerken başka yoldan gitmesi mendubtur. Ayrıca bayram günlerinde kişinin, mü’min
kardeşlerini güler yüzle, sevinç ve ferahla karşılaması, bütçesine göre sadaka vermesi, yükümlüsü ise
fitreyi sabah namazıyla bayram namazı arasında vermesi mendubtur. 349 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 491-494.
Bayram Namazları Nerede Kılınır?
Bayram namazı sahrada kılınır. Özürsüz olarak mescidde kılınması mekruhtur. Mezheblerin buna
ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Malikiler dediler ki: Bayram namazını sahrada kılmak sünnet değil mendubtur. Mekke istisna olmak
üzere, bir özür yokken mescidde kılınması mekruh olur. Şerefli bir yer oluşu nedeniyle ve Beytullah’ı
seyretmek için Mescid-i Harâm’da kılınması sahraya nisbetle daha faziletlidir
Hanbeliler dediler ki: Örfe göre evlere yakın bulunması şartıyla, bayram namazının sahrada kılınması
sünnettir. Aksi takdirde orada kılınan namaz haliyle sahîh olmaz. Mekkeliler dışındaki müslümanların,
herhangi bir Özürleri olmadığı halde bayram namazını mescidde kılmaları mekruhtur. Mâlikîlerin de
söyledikleri gibi Mekkeliler, bu namazı Mescid-i Harâm’da kılarlar.
Şafiiler dediler ki: Şerefinden dolayı, bayram namazını mescidde kılmak daha faziletlidir. Ancak
mescidin dar olması gibi bir mazeretten dolayı, halkın zahmete girmemesi için sahrada kılınması
sünnet olur.
Hanefîler: Mekke mescidini, bayram namazının kılınmasının mekruh olduğu diğer mescidlerden
ayırmamışlardır. Bunun dışındaki hususlarda Hanbelîlerle Mâlikîlere muvafakat etmişlerdir.
İmam sahraya giderken, geride kalan ve sahraya gitmekten zarar görecek zayıf kimselere bayram
namazını kıldıracak birini halef tâyin etmelidir. Bayram namazının iki ayrı yerde kılınması caizdir.
Malikiler dediler ki: Sahraya giden imamın, geride kalan zayıflara bayram namazını kıldırmak için,
aslî yerinde birini vekil olarak bırakması mendub olmaz. Geride kalan zayıf kimseler sessiz olarak ve
hutbe okumaksızın bayram namazım kılabilirler ve kılmalıdırlar. Bayram namazları da Cuma namazı
gibi, tek yerde kılınmalıdır. Bu yer de kişinin gitmeye muktedir olması hâlinde imamın namaz
kıldırdığı namazgahtır. İmamdan önce kılan kişi, zahir kavle göre sünneti yerine getirmiş olmaz.
İmamla kılmak sünnettir. Ancak imama kavuşamayan kişinin, bu namazı kendi başına kılması
sünnettir. 350 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 494-495.
Bayram Namazlarının Mekruhları
Bayram namazından önce ve sonra imamın ve imama uyan kimselerin nafile namaz kılmaları,
mezhebierin aşağıda belirtilen tafsilâtı çerçevesinde mekruhtur.
Malikiler dediler ki: Sahrada kılındığı takdirde bayram namazından önce ve sonra nafile namaz
kılmak mekruhtur. Zaten bayram namazının sahrada kılınması da sünnettir. Mescid de kılındığı
takdirde namaz öncesi ve sonrası nafile namaz kılmak mekruh olmaz. Bayram namazının mescid de kılınması ise sünnete muhaliftir.
Hanbeliler dediler ki: Mescid de olsun, sahrada olsun bayram namazından önce ve sonra nafile
namaz kılmak mekruhtur.
Şafiiler dediler ki: İmamın sahrada da olsa, başka yerlerde de olsa bayram namazından önce ve sonra
nafile namaz kılması mekruhtur. İmama uyan kişilere gelince, bunların sağırlık veya uzaklık nedeniyle
hutbeyi işitmemeleri hâlinde bayram namazından önce ve sonra nafile namaz kılmaları mekruh
değildir. Hutbeyi işittikleri takdirde nafile namaz kılmaları mekruh olur.
Hanefiler dediler ki: Namazgahta ve diğer yerlerde bayram namazından önce nafile namaz kılmak
mekruhtur. Musallada kılındığı takdirde, sadece bayram namazından sonra nafile namaz kılmak
mekruhtur. Evde kılmanın ise hiçbir mekruhluğu yoktur.
Mâlikî ve Şâfiîlerin bunlara ilâve ettikleri bazı mendub ve mekruhlar daha vardır ki, bunları aşağıda
sıralamış bulunmaktayız.
Malikiler dediler ki: Bayram namazının iki hutbesinden önce ve ikisi arasında oturmak mendubtur.
Cuma hutbesindeyse sünnettir. Hatibin bayram namazı hutbelerini okurken abdesti bozulursa, yerine
başka bir hatibi geçirmeksizin hutbe okumaya devam eder. Cuma hutbesindeyse durum bunun tersine
olup; hatibin abdestinin bozulması hâlinde hutbeye devam etmeyip yerine başkasını geçirmesi gerekir.
Şafiiler dediler ki: Cuma hutbelerini okurken, hatibin ayakta durması, tahâretli bulunması, setr-i
avrete riâyet etmesi, iki hutbe arasında oturması şarttır. Bayram hutbelerindeyse durum böyle değildir.
Bunlarda anılan şartlara riâyet etmek zaruri olmayıp mendubtur.
Hanefiler dediler ki: Bayramın birinci hutbesine başlamadan önce hatibin oturması mekruhtur.
Minbere çıktıktan sonra hutbeye başlamak ve oturmamak gerekir. Cuma hutbesindeyse durum bunun
tersine olup, minbere çıktıktan sonra, birinci hutbeye başlamadan önce azıcık oturmak sünnettir.
Bayram namazları için ezan ve ikâmet okunmaz. Yalnız Mâlikîlerin dışındaki üç mezhebe göre bu
namazlar için, başlarken “es-salâtü câmiatün” şeklinde çağrıda bulunmak mendubtur. Mâlikîler,
mezkûr ve benzeri nidalarla çağırmanın zorunlu olduğuna inanılmadığı takdirde mekruh olmayacağını
söylemişlerdir. 351 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 495-496.
Bayram Hutbelerinin Hükmü
Bayram hutbeleri, mezheblerin ittifakına göre sünnettir. Yalnız Mâlikîler buna muhalefet ederek, bu
hutbelerin sünnet olmayıp mendub olduklarını söylemişlerdir. Bilindiği gibi Hanbelîlerle Şâfiîler,
mendubla sünnet arasında bir ayırım yapmamaktadırlar. Bu durumda anılan iki mezheb, iki bayram
hutbesinin mendub olduğunu söyleyen Mâlikîler ve yine bu iki hutbenin sünnet olduğunu söyleyen
Hanefîlerle görüş birliği içinde sayılırlar. Bunun yanı sıra söz konusu iki hutbenin, Cuma hutbesi gibi
bazı rükün ve şartları vardır. 352 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 496.
Bayram Hutbelerinin Rükünleri
Bayram hutbelerinin rükünleri yerine getirilmedikleri takdirde, bu hutbeler gerçekleşmiş olmazlar. Bu
rükünler, iftitah (başlangıç) dışında aynen Cuma hutbeleri gibidirler. Bu hutbeleri tekbirle başlatmak
sünnettir. Bayram namazlarının kılınış keyfiyetinde bu tekbirlerin sayıları belirtilmişti. Cuma hutbesine
gelince; bunu, Allah’a hamd ile başlatmak gerekir. Bu hutbelerin rükünlerini her mezhebe göre aşağıda
ayrı ayrı anlatmış bulunmaktayız.
Hanefiler dediler ki: Bayram hutbeleri aynen Cuma hutbesi gibidir. Sadece az veya çok miktarda
mutlak olarak zikretmek bu hutbenin tek rüknüdür. Mezkûr hutbenin tahakkuk etmesi için sadece bir
tahmîdte veya teşbihte veya tehlîlde bulunmak yeterli olur. Yalnız bunlarla yetinmek tenzîhen mekruhtur. Bu mezhebe göre ikinci hutbeyi okumak şart değildir. Sadece sünnettir. Nitekim bu husus
Cuma bahsinde de anlatılacaktır.
Malikiler dediler ki: Bayram hutbeleri de, Cuma hutbeleri gibidir. Sadece bir tek rükünleri vardır ki, o
da anılan hutbelerin sakındırma veya müjdelemeyi içermiş olmasıdır. Nitekim bu husus Cuma
bahsinde de anlatılacaktır.
Hanbeliler dediler ki: Bayram hutbelerinin üç rüknü vardır:
1. Peygamber (s.a.s.) Efendimize salâtta bulunmak: Salâtta bulunurken mutlak salât kelimesini telâffuz
etmek gereklidir.
2. Kur’an-ı Kerim’den bir âyet okumak: Bu okunan âyetin kendi başına müstakil bir anlamının olması
veyahut da hükümlerden birini içermesi şarttır. Meselâ âyetini okumak yeterli olmaz.
3. Allah’tan sakınmayı tavsiye etmek: Bunun en azı da,
“Allah’tan sakının ve O’nun emirlerine muhalefet etmekten kaçının.” demekle olur. Buna benzer bir
tavsiyede bulunmak da yeterli olur. Bayram hutbesini tekbirle açmaya gelince; bu, Cuma hutbesinin
tersine olarak sünnettir. Cuma hutbesini Allah’a hamd ile açmak, hutbenin rükünlerinden biridir.
Nitekim bu husus ileride de anlatılacaktır.
Şafiiler dediler ki: Bayram hutbelerinin rükünleri dört tanedir:
1. Her iki hutbede de Peygamber Efendimize salâtta bulunmak: Salâtı, mutlak olarak salât kelimesini
telâffuz ederek yerine getirmek zorunludur. Bunun yerine, demek yeterli olmaz. Salâtta bulunurken
Peygamber Efendimizin “Muhammed” ismini söylemek zorunlu değildir. Bunun yerine onun isimlerinden herhangi birini anmak yeterli olur. Yalnız, isim yerine zamir koymak yeterli olmaz. Önce
isimlerinden birini anıp sonra da ikinci cümlede ona bir zamiri irca etmek mûtemed görüşe göre yeterli
olmaz.
2. Her iki hutbede de takva kelimesi kullanılmasa bile Allah’tan sakınmayı tavsiye etmek: Bu da, gibi
bir cümleyi okumakla yerine gelmiş olur. Dünyadan ve dünyaya aldanmaktan sakındırmak, bu şartın
yerine getirilmesi açısından yeterli olmaz. Aksine hatibin, cemaati Allah’a tâate teşvik etmesi
gereklidir.
3. İki hutbeden birinde bir âyet okumak: En uygunu, bu âyeti birinci hutbede okumaktır. Okunan bu
âyetin kısa olması hâlinde, tümünün okunması gerekir. Uzun olması hâlinde bir kısmının okunması
yeterli olur. Okunan âyetin, Allah’ın va’dini, tehdidini, hükümlerinden birini, bir kıssayı, bir meseli
veya bir haberi içermesi gerekir. Örneğin, âyetini okumak yeterli olmaz.
4. İkinci hutbede hatibin, mümin erkek ve kadınlara duada bulunması ve duanın, bağışlanma talebi
gibi, âhiretle ilgili olması şarttır: Bu nitelikteki bir duayı hıfzında bulundurmadığı takdirde,
“Allah’ım mü’min erkek ve kadınlara (bol) rızık ver” gibi dünyevî duaları okumak da yeterli olur.
Okunan duanın, hatibin niyetinde hazır bulunanların yanısıra, diğerlerini de kapsaması gerekir. Duada
lâfızla başkaları da kastedildiği takdirde hutbe batıl olur. Bayram hutbelerinin anılan tekbirlerle
açılmaları sünnettir. Cumada ise durum bunun tersinedir. Cuma hutbelerinin hamd maddesiyle, yani
“elhamdülillah” veya “ahmedullahe” veya benzeri cümlede başlatılması gerekir. İleride de açıklanacağı
gibi bu, Cuma hutbesinin rükünlerinden biridir. 353 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 496-498.
Bayram Hutbelerinin Şartları
Bayram hutbelerinin şartlarını her mezhebe göre mücmel olarak aşağıda anlatmış bulunmaktayız.
Malikiler dediler ki: Dinleyiciler Arap olmayıp Arapça bilmeseler bile, bayram hutbelerinin Arapça
olması şarttır. Arapçayı iyi konuşan biri bulunmadığı takdirde ahali, Cuma namazından, (dolayısıyle
bayram
namazından) muaf tutulur.
Hutbelerin bayram namazından sonra okunması şarttır. Namazdan önce okunması hâlinde; örfe göre
uzun zaman almayacaksa, namazdan sonra iade edilmesi gerekir. Ki bu iade sünnettir.
Hanefiler dediler ki: Hutbenin sahîh olması için en azından bir kişinin dinleyici olarak bulunması ve bu
kişinin de kendisiyle Cuma namazının kılınmasının gerçekleşeceği biri olması şarttır. Nitekim bu husus Cuma namazı bahsinde de açıklanacaktır. Bu kişinin uzakta bulunması veya sağırlık nedeniyle hutbeyi
işitememesi hâlinde, hutbe yine sahîh olur. Çünkü hutbeyi işitip dinlemek şart değildir. Bu nitelikte de
olsa, bir kişinin bulunmasıyla hutbe sahîh olur. Çocuk veya kadının tersine misafir veya hasta birinin
de hutbede hazır bulunması yeterli olur. Bu mezhebe göre hutbenin Arapça olması da, bayram
namazından sonra okunması da şart değildir. Yalnız, namazdan sonraya ertelenmesi sünnettir. Namazdan önce okunması hâlinde sünnete muhalefet edilmiş olur. Ama artık namazdan sonra kesinlikle iade
edilmez.
Şafiiler dediler ki: Bayram ve Cuma hutbelerinin sahîh olması için, hatibin hutbe rükünlerini seslice
okuması şarttır. Sesin yüksek olmasının sının ise, onu en azından kırk kişinin duymasıdır. Bu kırk kişi,
Cuma namazının kılınabilmesi için mutlaka gereklidir. Bu sayıdan az olması halinde Cuma namazı
kılınamaz. Bu sayıdaki cemaatin hutbeyi bilfiil işitmeleri şart değildir. Sadece işitebilecek bir mesafede
hatibe yakın bulunmaları şarttır. Öyle ki, kulak verdikleri takdirde işitebilmelidirler. Ama hutbeyi
dinlemeyip kulaklarını başka tarafa vermelerinin, hutbenin sıhhatine bir zararı olmaz. Ancak bunlar
sağır oldukları veya uyudukları veyahut da hatipten uzakta bulundukları takdirde işitemeyecek
durumda olurlarsa, hutbe sahîh olmaz. Zîrâ bu durumda, hutbeyi hükmen de işitemeyecek
durumdadırlar. Hutbelerin namazdan sonra okunmaları da şarttır. Bayram namazından önce
okundukları takdirde muteber olmazlar. Her ne kadar uzun zaman alsa da namazdan sonra iade
edilmeleri mendub olur. Hanbelîler de bu görüştedirler.
Hanbeliler dediler ki: Bayram ve Cuma hutbelerinin sahîh olabilmesi için, hatibin bunları sesli olarak
okuması şarttır. Öyle ki, Şâfiîlerin de dedikleri gibi, Cumanın gerçekleşebilmesi için gerekli olan kırk
kişinin bu hutbeleri işitebilmesi gereklidir. Bunlar, hutbenin okunan rükünlerini arada uyku, dalgınlık
veya sağırlık gibi bir engel olmaksızın duymayacak olurlarsa, hutbe batıl olur. Aynı şekilde hatibin
sesinin alçak olması yüzünden veya kendilerinin hatipten uzak olmaları nedeniyle işitemeyecek
olurlarsa, hutbe sahîh olmaz. Aynı şekilde hutbelerin, az önce de söylendiği gibi namazdan önce
okunmaları şarttır. 354 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 498-499.
Teşrik Tekbirleri
Şâfiîlerle Hanbelîler, kurban bayramı günlerinde, beş vakit farz namazdan sonra tekbir almanın sünnet
olduğu hususunda görüş birliği etmişlerdir. Hanefîler, bu tekbirlerin sünnet olmayıp vâcib olduğunu
söylemişlerdir. Bu tekbirlere “teşrik tekbirleri” adı verilmesi, öteden beri âdet hâline gelmiştir.
“Teşrik”, anılan günlerde, Minâ’da etleri dilip kurutmak anlamına gelir. Bu tekbirlerin hikmet ve
keyfiyetini mezheblere göre detaylı bir şekilde aşağıda anlatmış bulunmaktayız.
Hanefiler dediler ki: Şehirde ikâmet eden kişinin teşrik tekbirlerini alması dört şartla vâcibtir:
1. Farz namazı cemaatle eda etmek: Tek başına namaz kılan kişinin teşrik tekbiri alması vâcib değildir.
2. Cemaatin erkeklerden teşekkül etmesi gereklidir: Meselâ kadınlar, cemaat olarak bir kadının peşinde
namaz kılacak olurlarsa, kendilerine teşrik tekbirleri vâcib olmaz. Ama kadınlar cemaat hâlinde bir
erkeğe tâbi olarak namaz kılarlarsa, sessiz olarak teşrik tekbirlerini almaları vâcib olur.. Sesli olarak
değil... İmam ve beraberindeki erkeklere gelince, bunların sesli olarak tekbir almaları vâcibtir. Beş
vakit farz namazları yalnız başına kılmakta olan kişinin veya farz olmayan bir namazı kılan kişinin
teşrik tekbiri alması vâcib değildir.
3. Mukîm olmak: Misafirin, bu günlerde teşrik tekbiri alması vâcib değildir.
4. Şehirde bulunmak: Köylerde ikâmet eden kimselerin teşrik tekbiri almaları vâcib değildir.
Teşrik tekbirlerinin vakti, arefe günü sabah namazından başlayıp bayramın dördüncü günü ikindi
namazı ile sona erer. Teşrik günleri, bayramın dördüncü gününe kadardır.
Teşrik tekbiri, şu lâfızları bir defa okumaktan ibarettir:
“Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilahe illallahü vallâhü ekber, Allahü ekber ve lillahil-hamd.” Bu
tekbire,
(Allahü ekber kebiran, velhamdülillahi kesîran) cümlelerini eklemek de mümkündür. Bu tekbirlerin
selâma bitişik olmaları gereklidir. Selâm verdikten sonra kasıtlı olarak konuşan veya abdestini bozan kişi tekbir getirme yükümlülüğünden kurtulursa da, günahkâr olur. Selâmdan sonra elinde olmaksızın
abdesti bozulan kişi, dilerse aynı anda tekbir alır (çünkü tekbir için tahâretli olmak şart değildir),
dilerse de abdest alıp tekbir getirir.
Vitir ve bayram namazlarından sonra tekbir alınmaz. Peşleri sıra tekbir alınması vâcib olan
namazlardan biri kazaya kaldığı takdirde, bu namazın kaza edilmesi esnasında, kendisine bağlı olarak
tekbirin de kaza edilmesi vücûben gerekir. Bu namazı teşrik günleri dışında kaza etme hâlinde de
tekbir kaza edilir. Başka bir günün namazı, teşrik günlerinde kaza edilirse peşi sıra tekbir almak gerekli
olmaz. Teşrik günlerinde imam teşrik tekbiri almasa bile cemaat bu tekbirleri alır. İmam namazla
tekbir arasına mescidden çıkma, kasıtlı olarak abdest bozma veya konuşma gibi bir fasıla koyar ve artık
ondan sonra namaza devam edilemeyecek bir durum meydana gelirse, bu durumda kendisine uyanlar,
müstakil olarak kendi başlarına teşrik tekbirlerini alırlar. îmam, namazdan sonra konuşmaksızın veya
abdesti bozulmaksızın bulunduğu yerde oturur da teşrik tekbirini almazsa, kendisine uyanlar, müstakil
olarak tekbir alamazlar.
Hanbeliler dediler ki: Teşrik günlerinde cemaatle edâ edilen her farzdan sonra tekbir almak sünnettir.
Teşrîk tekbirlerinin vakti, arefe günü sabah namazından itibaren başlayıp, bayramın dördüncü günü
ikindi vaktinde sona erer. Bir kimse, ihramlı olduğu takdirde, bayramın birinci günü öğle namazından
itibaren teşrik tekbirlerini almaya başlar; dördüncü günü ikindi vaktinde sona erdirir. Bu hususta
misafirle mukîm ve erkekle kadın arasında bir fark yoktur. Yalnız, kaza edilmekte olan namazın,
bayramın içinde bulunduğu seneye ait olması hâlinde, onun için teşrik tekbiri almak gerekir.. Nafile
namazlardan ve yalnız başına kılınan farz namazlardan sonra teşrik tekbiri almak sünnet değildir.
Teşrik tekbiri şu lâfızlardan teşekkül eder: “Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilahe illallahü vallahü
ekber. Allahü ekber ve lillâhi’l-hamd”.
Anılan tekbiri bir defa söylemekle sünnet yerini bulur. Üç defa tekrarlamakta ise bir sakınca yoktur.
Teşrik tekbiri alınması gerekli farz namazlardan biri veya bir kaçı, zamanında kılınamayıp da bilâhare
kaza edildiklerinde, peşleri sıra tekbir almak gerekmez. Cemaatle kılındığı takdirde imam tekbir
almazsa, imama uyan kimseler tekbir alırlar. Selâmdan sonra sehiv secdesi yapması gereken kişi, sehiv
secdesini yaptıktan sonra tekbir alır. İmama sonradan kavuşan kişi, imamın namazı tamamlamasından
sonra ayağa kalkıp namazının eksik kalan kısmını ikmal ettikten sonra teşrik tekbirini alır. Buna
“mukayyed tekbir” denir. Hanbelîlere göre aynı zamanda bu, “mutlak tekbir”dir. Bu tekbirler Ramazan
bayramı için, ilk gecenin başlangıcından itibaren başlayıp hutbenin nihayetinde sona erer. Kurban
bayramındaysa, Zilhiccenin onuncu gününün evvelinden başlayıp bayramın iki hutbesi tamamlandıktan
sonra nihayete erer. Mutlak veya mukayyed tekbiri, kadından başkasının yüksek sesle alması sünnettir.
Malikiler dediler ki: Kişi misafir de olsa, çocuk veya kadın da olsa on beş farz namazdan sonra tekbir
getirmesi mendub olur. Kılınan namaz cemaatle de kılınsa, yalnız başına da kılınsa; kılan kişi şehirli de
olsa, köylü de olsa bu tekbirleri alması mendubtur. Anılan tekbirlerin vakti, bayramın birinci günü öğle
namazında başlayıp dördüncü günü sabah namazında sona erer. Ki dördüncü gün, teşrik günlerinin
sonuncusudur. Nafilelerden ve kaza namazlarından sonra tekbir almak mekruhtur. Kılınan namaz ister
teşrik günlerine ait olsun, ister diğer günlere ait olsun, tekbir alınmaz. Önce de söylendiği gibi, teşrik
tekbirini namazdan hemen sonra almak îcâb eder. Bu tekbirler, âyetel-kürsî okumak ve tesbihatta
bulunmak gibi, namaz sonrası zikirlerinden önceye alınmalıdır. Ancak namaz kılan kişinin sehiv
secdesi yapması gerekiyorsa, tekbiri sehiv secdesinden sonraya ertelemesi gerekir. Çünkü sehiv secdesi
namaza bitişiktir. Kasıtlı olarak veya sehven teşrik tekbirini terk eden kişi, örfe göre aradan az bir
zaman geçmişse tekbir alır. İmam teşrik tekbiri almazsa ona uyan cemaat tekbir alır. Tekbirin lâfzı
şudur:
Mûtemed görüşe göre teşrik tekbiri budur. Kadınlar tekbir alırken sadece kendilerinin duyacağı bir
sesle almalıdır. Erkekse kendisiyle birlikte yanı başında bulunanların duyacağı kadar seslice almalıdır.
Şafiiler dediler ki: Farz namazlardan sonra anılan tekbirleri almak sünnettir. Bu namazlar ister
cemaatle, ister ferdî olarak kılınsınlar veya bu namazlardan sonra imam ister bizzat tekbir almış olsun,
isterse almamış olsun, mutlak surette alınması sünnettir. Nafile namazlardan ve cenaze namazından
sonra tekbir alınır. Teşrik günlerinde kaza edilen namazlardan sonra da tekbir alınır. Hac ibadetini edâ
etmekte olan kimselerden başkaları için, teşrik tekbirleri arefe gününün sabah namazından itibaren
başlayıp teşrik günlerinin üçüncü, yani bayramın dördüncü günü akşam namazına kadar devam eder.
Hacılar ise bayramın birinci günü öğle namazında tekbir almaya başlar, teşrik günlerinin sonuncu, yani
bayramın dördüncü günü gurup vaktine kadar devam eder. Tekbirlerin, selâmın hemen ardı sıra
alınmaları şart değildir. Selâm verdikten, yani namazı tamamladıktan sonra ister kasıtlı olarak, isterse
sehven araya bir fasıla konsa ve bu fasıla uzun da sürse teşrik tekbiri sakıt olmaz. Yine almak gerekir.
En güzel teşrik tekbiri, şu lâfızlardan oluşur:
Allah en büyüktür.
Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah’tan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür. Allah en
büyüktür. Övgü O’nun içindir. Allah, büyükten de büyüktür. O’na çokça övgüler olsun. Sabah akşam
O’nu noksanlıklardan tenzîh ederek teşbihte bulunurum. Allah’tan başka ilâh yoktur. O, vadini
doğruladı. Kuluna yardım etti. Askerlerini muzaffer kıldı. Öyle ki, yalnız başına düşman fırkalarını
hezimete uğrattı. Allah’tan başka bir ilâh yoktur. Sadece O’na, O’nun dininde ihlâslı kimseler olarak
ibadet ederiz. Kâfirler bundan hoşlanmasalar bile... Allah’ım, Efendimiz Muhammed’e, O’nun ailesi
efradına, ashabına, ensârına (Medineli yardımcılarına) ve O’nun nesline çokça rahmet et ve onları iki
dünyanın meşakkatlerinden emin kıl.”
Namazdan sonra bu kalıpla alınan tekbire “tekbir-i mukayyed” denir. Bu tekbirleri evlerde, çarşılarda,
yollarda seslice almak sünnettir. Bunlardan başka tekbirler almak da sünnettir. Anılan tekbirleri
bayram arefesinin gün batınımdan başlayıp, imamın bayram namazını kıldırmak üzere mescide
girmesine kadar devam ettirmek gerekir. Kişi tek başına namaz kılarken yine bayram namazının
kılınmasına dek tekbir almaya devam eder. Bayram namazını kılmayan kimse ise kadın olsun, erkek
olsun, birinci günün zeval vaktine kadar tekbir almaya devam eder. Yalnız kadın, mahremi olmayan
erkeklerin yanındayken tekbir alırken sesini yükseltmemelidir. Bu tekbirlere “mutlak tekbir” denilir.
Mukayyed tekbirler, mutlak tekbirlerin tersine olarak namazdan sonraki zikirlerden önce yapılmalıdır.
Mutlak tekbirler ise bu zikirlerden sonraya ertelenmelidir. 355 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 499-503.
NOT: Değerli okucucular; Ben araştırmalarım da, Abdeste başlarken veya Namaza başlarken Niyet, kalple olur. Bu Niyet, Namaz Abdesti, Gûsül Abdesti, Teyemmüm Abdesti, Farz Namaz, Sünnet Namaz veya Nafile Namazlarda da aynıdır. Ben konu bölünmesin diye olduğu gibi yazdım. En doğru kaynak, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnet'tir. Bunun dışında alimler ve imamlar hata yapabilirler yani nadiren de olsa görüşlerinde yanlış bilgi verebilirler. Birde, bu temizlik ve namaz bölümlerinde yazmış olduğum Dört Mezhep İmamlarının görüşleri, yazmış olduğum tüm konularda tamamı, İmamlarımızın kendi görüşleri değildir bir kısmı yani kendilerinden sonra gelen, onları takip eden (öğrencilerinin) İmamların görüşleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlara Rahmet etsin. Bu notu yazmamdaki amaç, yanlış bilgi verip, gerek değerli imamlarımızı gerekse kendimizi zan altında bırakmamak içindir. Sizlere buradan tavsiyem eğer, tüm bu yazmış olduğum konularla alakalı, yanlış olduğunu düşündüğünüz veya bildiğiniz bir şey varsa, onu Kur'an ve Sünnet'ten araştırmanızdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize ve Tüm Müslüman kardeşlerimize dinimiz İslâm'ı doğru öğrenmeyi ve hayatımızın her alanında doğru uygulamayı nasib etsin İnşeAllâh. Allâhümme Amin.
Hâtime:
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
Muvahhid Kullara Selâm Olsun.
Polat Akyol
NOT: KONUNUN DEVAMI VAR
KAYNAKLAR:
340 Ebû Dâvûd, Sünnet, 5; Tirmizî, İlm, 16.
341 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 461-463.
342 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 463-464.
343 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 465-466.
344 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 485.
345 Ebû Dâvud, Salât, 239; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 3/102, 225, 250. Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 486-487.
346 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 487-490.
347 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 491.
348 İbn Mâce, sıyâm, 68.
349 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 491-494.
350 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 494-495.
351 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 495-496.
352 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 496.
353 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 496-498.
354 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 498-499.
355 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 499-503.