Melikem;
Kimsesiz
bir karanlığa doğru yürüyorum ve boğazımda düğümlenen onlarca hıçkırık sarıyor nefesimi.
Yıldızların titreyen ışığında, ruhlarımız ayrı diyarların kıvılcımlarında
üşüyor. Oturmuş yaşlı gözlerimizle hüzünlü vakitleri öpüyoruz. Suskun bir akşamın
düğmelerini çözüyor yalnızlığımız. Eylülü okşayan ve bazen sitem eden serenatlara
kapatıyorum kulaklarımı ama duyuyorum… Aldırmadan geçip gitmek vardı onu da
biliyorum ama bir türlü yapamıyorum. Anladım şirazesi şaşmış duygularımla Âdem’in
kovulduğu Cennetten Havva'yı arıyorum…
Melikem;
Yetmiş
sene dudaklarımda ıslanmış tövbelerden geçiyorum. Bu defa hoşça kal tebessümlerine
bulaşmış kırık kalplerin çaresizliğine hüküm biçemiyor hâkimler. Aşkın mührünün
vurulduğu İstanbul bile savruluyor sitemimden. Hüznün yelelerinde buram buram vuslat
kokuyorduk sevdanın tam kavuşmuş hayallerinde. Ne hikmet!..Nuh tufanına
tutuluyorum ansızın ve son anda tutunuyorum ikinci hayatımı yeniden verilişine.
Yüreğimin bir ulu peygamberin elini
tutmuşluğu var derim bu yüzden. Zeytindalı taşıyan güvercinlerin gagasına doğru
tutunduğum hayata, umut olup yeniden doğuyorken...
Melikem;
Özlemeyi
bilmeyen kehanetlerin son sözünde yitip gittik, nice gün uyandı hasretin son
durağında, nice akşam rabıtaya durdu. Aklımdan
geçi giden şaşkınlığıma soruyorum, nerede mesafeleri tüketen sevdamız, nerede her
şeye meydan okumalarımız, nerede sabırsız bekleyişlerimiz… Hepsi yitip gitmiş
bir sözcüğün hünerinde. Uyuyan nehirlerin, yatmamış şehirlerin ve yazılmamış şiirlerin
üstüne hep sevdamızı yazan ben, şimdi
eyvallahlı bir cümle kurup çekip gidiyorum bu diyarlardan. Ardımda sararan yaprakların
rüzgarla dansını seyrederek bakakalıyorum,
diyorum ki yine de akşamların hüznüne hayalin yürür, dolunay büyür gözlerinde
bilemezsin umut işte…
Melikem;
Sesinin
büyüsüne nazar etmeden kimseler, müebbet adanışların hüküm giymiş sevdalarında
bakarsın bir sabah gözlerinde uyanır, bir
sabah ansızın sızın düşer içime bilemezsin. Sevdanın nöbetine koşarım yalın ayak,
yapayalnız, diyorum ya işte yalnızlıklar da birbirine benzer bu yüzden,
hepsinde bir yokluk hikayesi… Yapayalnızım diyorum, kaç kere diyorum diye
bağırdığımı duy diye… Yalnızlık nedir diye soruyorlar ya, hani ağaçların çırılçıplak
kalışı gibi, gökyüzünün mavisiz,
denizlerin dalgasız, bulutların yağmursuz oluşu gibi bir şey...
Düşünsene yalnızlık,
dünyanın güneşsiz kalışı gibi işte…
Âdem Efiloğlu