‘’Hiç tanımadığın birine bir mektup nasıl yazabilirsin ki?’’(Kafka)

 

Özlemin fiyakası üstüme geçirdiğim belki de kocaman bir fiyasko iken yalnızlığım ve sözcükler cumhuriyetinden elimi eteğimi çektiğim ne de olsa acıya koşullu ve canı acımadan yaşayamazken insan, demenin mealidir içime kapandığım ve dışıma kapaklandığım bir giz ve iz ikilisinde azığa almaksa rüyaları ve işte başlıyor kör döğüşü.

 

Bedeli neydi sahi bunca gölgeyi sırtlanıp da ansızın sırtımdan vurulmanın korkusunu dahi geçip kendime bir türlü kıyamadığım tıpkı getir-götür işleri yapan bir ofis elemanı gibi kendime tutuklu kaldığım ve neyse alıp veremediği hayatın azıcık sisli ve gizli bir mahlûkat tarafından kundaklandığım…

 

Bir düşe meyilli isem bir de düşüşe.

 

Sökün eden kaldırım taşları rüyalarımda taşa tutulduğum yetmezmiş gibi yaşamda saklı merak ve kaygı ve bilindik ne varsa geçiştirdiğim ve bilinmedik ne varsa içimde köpüren dalgaları denizin.

 

Haletiruhiyesi mevsimin tıpkı apışıp kalan bir turist gibi İstanbul’un dar sokaklarında ve geniş caddelerinde öykündüğüm bir martıya duyduğum özlemi gözüne soka soka hayatın belki de hayatı baş aşağı ettiği telaşlı bir vakitte sıramı kaybettiğim yoklamada yok çıkıp da müdürden geç kâğıdı almam iken en imkânsız.

 

Ve işte cafcaflı sözcükler.

 

İkbali ömrün elbette kalemi idam edip sırra kadem basan binlerce cümle ve işte düş kapanında bir satır daha ölüp de diriltme çabalarımdan arda kalan o afaki uğraş ve devasa bir boşluk.

 

Gün yüzlü seyyah heceler.

 

Göğün kereveti.

 

Yalnızlığın da şurası toplanıp nasıl da kök söktürüyor…

 

Her düşün bir geçmişi var madem ve her düşüşün de bir kalkışı.

 

Kal, gelip de öykündüğüm iken huzurlu bir atmosfer ve kayıtsız kalamadığım her vakitte içimin deminde derlenen bir masal kahramanına atıfta bulunup yüzümü basan alda saklı bir minval belki de güneşin gülümsediğinde ben perdeleri çekip inzivaya çekilmişken.

 

Bir lanette ön görülen.

 

Bir sedef örgü ise duygular.

 

Gözüm her seğirdiğinde biliyorum ki içimi andığımı ve biliyorum da dışımda kalan ne ise sadece hazan mahsulü şiirlerle de yetinmeyip göz dönümünde bahşedilen o solgun yüzü güneşin ve yetim yapraklar aslında bana bir hediyesi iken evrenin.

 

Sözcükler can bulmalı madem.

 

Çan sesini de duymaz iken.

 

Elbet kulağım ezanda beş vaktin bile az geldiği ve kaza kurşununa kurban giden kelimelerimle her nasılsa uzlaşamadığım şu son kaç gün.

 

Göğün her öğretisi, sevgili Kafka ve senin çıktığın o bitimsiz yolculuk tıpkı içimden sökün eden nidalara bir isim veremediğim olsa olsa sessizliğin çığlığı iken edindiğim mertebe ve makamını ayırt edemediğim şarkılar ve ölü şarkıcıları söylenen tüm şarkıların.

 

Kurada ne çıktıysa payıma?

 

Tıpkı yılbaşı çekilişi yaptığımız okul günlerinde takılı iken aklım hala ve hala.

 

Kahrolan yumruklarım en çok kendimi yumrukladığım bir o kadar sadece kendimi yok saydığım elbet yok sayılmanın da akla zarar olduğunu görüp ve kabullenip göreceli bir sağanakta tek bir damladan başka hiçbir anlama da denk düşmezken.

 

Gürültülü bir iç ses hele ki yazmayı durdurup daha çok y/anmama vesile.

 

Kuyularda tek damla su dahi kalmamışken umudun sebilinde çağlayan bir yağmur serenadı en çok pekişen iken hüzün en az serpilen mutluluğa dokunmak dahi müphem bir neşeye vesile olurken.

 

Yitimi günün, devrin ve yalnızlığın.

 

Öğrenilmiş çaresizlik filan da değil hani ve ne yazık ki bir rol modelim de yok.

 

Zamansız kırılan bir tekerlek tam da tepeye ulaşacakken.

 

Hazansız geçmeyen bir ömür tam da Eylül bitecekken.

 

Biten yaz rüyaları aslında sıcaklığın verdiği rehavetle mutluluk da bir rivayet iken…

 

Kapışan gölgeler ve sistematik bir yorgunluk ve mutsuzluk.

 

Beti benzi atan yeryüzü ve maskelerin artık ulu orta hayatlarımıza eşlik ettiği hatta ve hatta bizi koruyan ölümden.

 

İçten dışa büyüyen bir ağaç gibi ama yaprakları henüz yeşermemiş ve solgun gölgeler sokağında komik bir mizansen iken sözcüklerin kaybolduğu o kıta sahanlığı.

 

Her günde devşiren.

 

Her devşirme gölgede gerçekleşen bir hayal gibi.

 

Her hayalin de kursağımda kaldığı.

 

Ketum evren belki de kuantum fiziği.

 

Ve işte o devasa potansiyel enerji az sonra nasıl da kinetiğe dönüşecek ve kalemimle lades tutuşacağız derken gökyüzü infilak edecek ve cennetin yolu açılacak ve yeryüzünde saklı cenneti yaşayamayan bizler nihayetinde cehennemden firar edeceğiz…

 

Kaç ölçü dilek koymalı ki bu mutluluk pastasına ve şerit değiştiren hangi duyguysa ısrarla yaşamanın vebali iken öykündüğümüz yarınlar ve gücümüz tükenene kadar sürecek mücadelemiz elbet kara deliğe sızmadan gün ışığı karanlığı da alt etmenin mucizesi iken inanç ve umut eşiği…

 

 

 


( İnanç Ve Umut Eşiği... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 22.09.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.