NAMAZ
KİTABÜ'S-SALÂT (NAMAZ BÖLÜMÜ)
DEVAMI 13
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
KAZA NAMAZLARI
Farz namazları vakitlerinde edâ etmek vâcibtir. Namaz! hiçbir özür yokken geciktirmek, namaz
vakitleri bahsinde de anlatıldığı gibi büyük günahtır. Bir mazeret dolayısıyla geciktiren kişi, günahkâr
olmaz. Özür, bazen namazı direkt olarak düşürür, bazen de düşürmez. Tabiî bu nedenle namazı
vaktinde kılmamış olan kişinin, özrün kalkması anında kaza etmesi vâcib olur. 449 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 690.
Namazı Direkt Olarak Düşüren Özürler
Hayızlı ve nifaslı kadınların namazları direkt olarak düşer. Hayız ve nifas halindeyken kılamadıkları
namazları, bu özürler kalktıktan sonra kaza etmeleri gerekmez. Deli ile baygın kimseler de aynı hükme
tabidirler. Yeniden İslâm’a dönen mürted de aslî kâfir gibi olup, irtidat döneminde kaçırmış olduğu
namazları, İslâm’a döndükten sonra kaza etmesi gerekmez. Mâlikîlerle Hanefîler bu görüştedirler.
Şâfiîlerse mürted konusunda bunlara muhalefet ederek, irtidat döneminde kaçırmış olduğu namazların
düşmeyeceğini söylemişlerdir. Hanbelîlere gelince bunlar, baygın ve benzeri kimselerin durumu
hakkında aykırı görüşlere sâhibtirler ki bu görüşler, detaylı olarak aşağıda, diğer mezheblerin
görüşleriyle birlikte anlatılmıştır.
Hanefiler dediler ki: Bayılan ve deliren kimselerin namazlarının direkt olarak düşmesi, iki şartla olur:
1. Baygınlık ve deliliğin, beş vakit namazından daha uzun süre devam etmesi şarttır. Eğer baygınlık ve
delilik, beş vakit namazından daha kısa süre devam eder, sonra ayılma vukûbulursa, aradaki
kılınmamış namazların kaza edilmesi vâcib olur.
2. Delilik ve baygınlık esnasında ya hiç ayılmama, ya da bazen ayılıp yeniden bayılma veyahut da
delirme vukûbularak düzenli bir ayılmanın meydana gelmemesi de şarttır. Meselâ sabah vakti gibi
belirli bir vakitte düzenli bir ayılma vukû bulursa bu, (beş namaz vakti) müddetini keser ve arada
kılınmamış olan namazların kaza edilmesini gerekli hale getirir. İçki içmekten dolayı meydana gelen
haram bir sarhoşluk nedeniyle (geçici bir süre için) aklı muattal (işlevini yapamaz) hâle gelen kişinin,
sarhoşluk esnasında kılamadığı namazları kaza etmesi gerekir. Sarhoş olmak için değil de tedavi için
mubah bir bitkiyi kullanarak, akimi geçici olarak yitiren kişi de, bu arada kılamamış olduğu namazları,
kuvvetli görüşe göre aynı şekilde kaza etmelidir.
Vaktin sonunda sadece iftitah tekbiri almaya yetecek kadar bir zaman kalmış olsa bile, namazı direkt
olarak düşüren özürlerden birinin doğması hâlinde bu namazı, özrün ortadan kalkmasından sonra kaza
etmek gerekmez. Ama bu pürüzlerden biri ortadan kalktığında, vakit içinde iftitah tekbiri almaya
yetecek bir zaman kalmışsa, bu vaktin farzını kaza etmek vâcib olur. Ancak hayızlı ve nifaslı
kadınların özürleri, hayız ve nifaslarının kesilmesiyle ortadan kalkarsa, bu kesilme iki kadından
herbirine nisbetle belirtilen (beş vakitten) sonra vukû bulmuşsa, vakit içinde iftitah tekbiri alacak kadar
zaman kalmışsa, bu vaktin farzını kaza etmeleri gerekir. Eğer bu kesilme, iki kadından herbirine
nisbetle belirtilen (beş vakitten) önce vukûbuîmuşsa, vakit içinde gusül ve iftitah tekbirine yetecek bir
zaman kalmışsa, bu vaktin namazını kaza etmeleri vâcib olur. Aksi takdirde olmaz.
Mâlikîler: Namazı direkt olarak düşüren özürler meyânmda anlatılan özürlere ek olarak şunları ileri
sürmüşlerdir:
Meselâ; kendisini sarhoş etmeyeceğine inanarak ekşi süt içen kişi sarhoş olursa, arada kılamadığı
namazları kaza etmesi gerekmez. Haram şeyle sarhoş olmaya gelince, bu durumdaki kimselerin arada
kılamadıkları namazları ayılınca kaza etmeleri gerekir. Bu kimseler namazı geciktirmekten ötürü ayrıca
günahkâr olurlar. Meşru mazeretlerin de, kendilerine göre üç durumu vardır:
1. Özürlülük, namazın ihtiyarî ve zarurî vakitlerinin tümünü kapsamalıdır. Sözgelimi baygınlık hâli,
güneşin zevalinden itibaren başlayıp guruba kadar devam ederse, bu durumda (öğle) namazı düşer ve
ayıldıktan sonra da kaza edilmesi gerekmez.
2. Özür, vakit esnasında vukûbulursa bakılır; eğer geriye vaktin içinde (sözgelimi öğle ve ikindi gibi)
iki namazı kılacak bir süre kalarak vukûbuîmuşsa, her iki namaz direkt olarak düşerler. Eğer özür,
geriye vakit içinde sadece son namazı veya bu namazın bir parçasını (bunun en azı da iki secdesiyle
birlikte tam bir rek’attir) kılacak kadar bir süre kalarak vukûbuîmuşsa, son namaz düşer, ilk namaz
zimmette kalır ve özrün kalkmasından sonra kaza edilmesi gerekir. İki namazı kılacak kadar zamandan
maksat, öğle ve ikindi namazlarına nisbetle mukîmlikte beş rek’at, seferîlikte üç rek’at kılacak kadar
süren bir zamandır. Akşam va yatsı namazlarına nisbetle de mukîmlikte ve seferîlikte dört rek’at kılacak kadar süren bir zamandır. Çünkü akşam namazı seferî halde de üç rek’attır. Bilindiği gibi bu
namaz, seferîlikte kısaltılamaz. Yatsı namazı da bir rek’at olarak kabul edilmiştir. Çünkü bu bir rek’ati
kılmakla, namazın vaktine kavuşulmuş olmaktadır. Ama özür, vaktin belirtilen miktarından az bir
sürenin kalması anında vukûbulursa, geriye kalan zaman son namaza mahsûs olur. Özrün sadece o
namazın vaktinde vukû bulduğu kabul edilir. Birincisi değil de ikinci namaz düşer.
3. Özür vukû bulduktan sonra vaktin sonunda ortadan kalkarsa, özürlülük hâlinde kılınamayan
namazların tümü düşer. Özfün, son vaktinde kalkmış olduğu namaza gelince, bunun hükmü şöyle olur:
Eğer vakit içinde geriye, özrün kalkması anında abdest aldıktan sonra iki namaz kılacak kadar bir
zaman kalmışsa, bunları kaza etmek vâcib olur. Eğer özrün kalkması anında sadece abdest alarak son
vaktin namazını veya bu namazın bir rek’atini kılacak kadar bir zaman geriye kalmışsa, bu son namazı
kaza etmesi gerekir. İlk namaza gelince bunun vakti, özrün mevcudiyeti esnasında çıkıp gitmiş
olduğundan düşer. Zîrâ vakit daralınca son namaza mahsûs olur.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; temizlik (abdestlilik), özrün kalkması durumunda namazın yanısıra
onunla birlikte hesaplanmaktadır. Ama özrün vukûbulması esnasında namazın düşmesinde, onunla
birlikte hesaba katılmamaktadır. Özrü ortadan kalkan kişinin, vakit içinde abdest alıp da bir rek’at
namaz kılacak kadar bir zamanı kalmışsa, o vaktin namazını kılması vâcib olur. Eğer bu kadar zaman
kalmamışsa, kılması vâcib olmaz.
Kendisinde özür vukû bulan kişinin vakit içinde, abdest almaksızın sadece bir rek’at namaz kılmasına
yetecek kadar bir zamanı kalmışsa, o vaktin namazını özür kalktıktan sonra kaza etmesi gerekmez.
Bütün bu anlatılan hükümler, öğleyle ikindi ve akşamla yatsı gibi, vakitleri müşterek olan namazlarla
ilgilidir. Sabah namazına gelince, eğer özrün ortadan kalkması anında, vakit içinde geriye abdest
aldıktan sonra bir rek’atini kılacak kadar bir zaman kalmışsa, sabah namazını kılmak vâcib olur. Aksi
takdirde vâcib olmaz. Zîrâ ancak bir rek’ati tam olarak kılmakla vakte kavuşulabilir. Bu tek rek’atin
kılınmasında Fâtiha’nın normal bir okuyuşla okunması, itminan ve itidale riâyet edilmesi mülâhaza
olunur. Ama zamm-ı sûreyi ve diğer sünnetleri yerine getirmek mülâhaza olunmaz. Özrün
vukûbulması anında, vakitten, abdestsiz de olsa bir rek’at kılacak kadar zaman kalmışsa, sabah namazı
düşer. Aksi takdirde özrün ortadan kalkmasından sonra kaza edilmesi vâcib olur. Çünkü bu durumda
özür vukûbulmadan önce sabah namazının vakti hükmen çıkmış olmaktadır.
Hanbeliler dediler ki: Bu özürlerden biri, vaktin başlangıcından, iftitah tekbirini alacak kadar bir
zaman geçtikten sonra vukûbulursa, bu vaktin namazını özrün kalkmasından sonra kaza etmek vâcib
olur. Bu özrün kalkması anında, vaktin sonunda iftitah tekbiri alacak kadar bir zaman kalmışsa bu
vaktin namazının ve bu namazla birlikte cemedilerek kılınabilen bir namazın da kılınması vâcib olur.
Meselâ ikindi namazıyla birlikte öğle namazı, yatsı namazıyla birlikte akşam namazı da bu takdirde
zimmete girer. Diyelim ki; delirme hâli tam bir vakit boyunca devam ederse, bu vaktin namazını kaza
etmek gerekmez. Ama bu vaktin girişinden itibaren iftitah tekbirinin sığacağı kadar bir zaman
geçtikten sonra özür vukûbulursa, bu vaktin namazını bilâhare özür kalktıktan sonra kaza etmek vâcib
olur. Delirme hâli, vaktin çıkmasından iftitah tekbiri alacak bir süre kadar önce ortadan kalkarsa,
kalktığı vaktin namazının ve bu namazla birlikte cemedilebilen bir önceki vaktin namazının kaza
edilmesi vâcib olur. Bu tafsilât açısından çocuk da deli statüsüne tâbidir. Çocuk bulûğa erdiğinde,
vaktin sonunda iftitah tekbiri alacak kadar bir zaman kalmışsa, bu vaktin namazını ve bu namazla
birlikte cemedilebilen önceki vaktin namazını kaza etmekle yükümlü olur. Haram veya helâl bir
uyuşturucu (meselâ ekşi süt) ile veya mubah bir ilaçla yahut da delirme dışındaki bir hastalık nedeniyle
(geçici olarak) aklını yitiren kişinin, arada kılamadığı namazları kaza etmesi vâcib olur.
Şafiiler dediler ki: Delirme hâli, tam bir vakit devam ederse ve bu delirmede deliren kimsenin bir
etkisi yoksa arada kıhnamamış olan namazların kaza edilmesi gerekmez. Aksi takdirde kaza etmesi
vâcib olur. Kendi fiiliyle olmaksızın sarhoş olan ve bayılan kimseler de bu hüküm açısından deli gibi
muamele görürler. Delirme veya hayız gibi bir özür, vaktin başlangıcından itibaren acelece temizlenip
namaz kılacak kadar bir zaman geçtikten sonra vukû bulmuşsa, özrün kalkmasından sonra bu vaktin
namazını kaza etmek vâcib olur. Özrün kalkması anında vaktin geri kalanında iftitah tekbiri alacak
kadar veya daha fazla bir zaman kalmışsa, bu vaktin namazının ve bununla birlikte cemedilerek
kılınabilen önceki vaktin namazının kazası vâcib olur. İkindiyle birlikte öğle namazı gibi! Tabiî bunun
için de özrün kalkmasının peşisıra gelen zamanın, abdest alıp eda edilen namazdan ayrı olarak abdest
alıp iki namazı kılmaya yetecek kadar olması şarttır. Bu anlatılanlar, kişinin abdest alarak temizlenmesiyle ilgilidir. Teyemmümle temizlenmesi durumuna gelince, bu kişinin iki teyemmüm ve iki namaz
kılmasına yetecek kadar zamanın olması şarttır. Aksi takdirde kendisine sadece bir namaz vâcib olur.
Önceki vaktin namazı vâcib olmaz. Mürted kişinin irtidat esnasında kılmadığı namazlar düşmez.
İslâm’a döndüğünde kaza etmesi vâcib olur. 450 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 690.
Namazı Geciktirmeyi Mubah Kılan Özürler
Namazı, vaktinden sonraya ertelemeyi mubah kılan özürler, iki namazı cem’ederek kılma bahsinde
anlatıldı. Geriye uyku, unutkanlık ve bir taksirden dolayı da olsa vaktin girişinden habersiz olma gibi
birtakım sebepler
kaldı. Şâfiîler, bunun mazeret sayılamayacağı görüşündedirler.
Şafiiler dediler ki: Bir taksirden ötürü olmadığı takdirde unutmak, namazı geciktirme günahının
kalkması için mazeret olur. Ama tavla veya menkale gibi bir oyunla meşguliyetten ötürü unutup
namazı geciktiren kişi, mazur sayılmaz. Geciktirdiğinden dolayı günahkâr olur. 451 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 694.
Namazların Kaza Edilmesinin Hükmü
İster direkt olarak düşürücü olmayan bir özür nedeniyle olsun, ister özürsüz olarak olsun, kazaya
kalmış farz namazları, acilen (fevren) kaza etmek vâcibtir. Üç mezheb imamı bu hükümde görüş birliği
etmişlerdir.
Şafiiler dediler ki: Namaz, özürsüz olarak kazaya bırakılmışsa acilen kaza edilmesi vâcib olur. Eğer
bir özür nedeniyle kazaya bırakılmışsa, tehirli olarak kaza edilmesi vâcib olur. Acilen kaza edilmesi
hükmünden bazı durumlar istisna edilmiştir:
1. Kazaya kalmış olan namazın, Cuma hutbesi esnasında hatırlanması. Bu durumdaki kişi, bu kazayı
acilen değil de Cuma namazım kıldıktan sonra kılmalıdır.
2. Özürsüz olarak kazaya kalmış olan namaz, henüz kılınmamış olan bir namazın vaktinin sonunda
hatırlanır da, bu vaktin sonunda, anılan kaza namazını ve vakit namazının bir rek’atini kılacak miktarda
bir zaman kalmamış olursa, bu durumda önce vaktin namazı edâ edilir. Kaza bundan sonra kılınır.
3. Bir kimse, vakit namazına başladıktan sonra üzerinde kaza namazı bulunduğunu hatırlarsa, başlamış
olduğu namazı tamamlar. Vakit geniş de olsa, dar da olsa bu hüküm değişmez.
Kazaları; rızık temini uğruna çalışma, yemek yeme, uyku uyuma, farz-ı ayn olan ilmi tahsil etme gibi
mazeretler dışında geciktirmek caiz olmaz. Kazaya kalmış namazı kaza etmekle günahtan
kurtulunmaz. Ayrıca namazı kazaya bırakmış olmaktan ötürü tevbe etmek de gereklidir. Yine bunun
gibi, sadece tevbe etmekle de günahtan kurtulunmaz. Ek olarak, kazaya kalmış olan namazları kaza
etmek de gereklidir. Çünkü günahtan tam olarak sıyrılmak, tevbenin kabul edilmesi için şarttır. Kaza
etmeksizin sadece tevbe eden kişi, günahtan kurtulamaz. Nafile namazlarla meşgul olmak, acilen
kılınması gereken farz namazın kazasına aykırıdır. Mezheblerin buna ilişkin detaylı görüşleri aşağıya
alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Nafile namazla meşgul olmak, acilen kılınması gereken kazalara aykırı olmaz.
(Yani zimmetinde kaza namazı bulunan kimseler nafile namaz kılabilirler.) Ama vakit namazlarına
bağlı sünnetlerle kuşluk, teşbih, tahiyyet’ül-mescid, öğle öncesi kılman dört ve akşam sonrası kılman
altı rek’atlik namazlar dışındaki nafileleri terkedip kazaları kılmak daha faziletli olur.
Malikiler dediler ki: Üzerinde kaza namazı bulunan kimselerin bayram namazı gibi sünnetler ve aynı
günün fecir namazıyla şef ve vitir dışındaki nafileleri kılmaları haramdır. Bu anılan namazlar dışındaki
bir nafileyi, söz gelimi teravihi kılarsa, bu kılınan namazın asıl itibariyle bir ibadet olması dolayısıyla
sevâb kazanır. Ama kazayı geciktirme açısından da günahkâr olur. Mâlikîler, zimmetinde kaza namazı
bulunan kişinin, farzlara bağlı sünnetleri (râtibe) ve tahiyyet’ül-mescid gibi kısa süren nafileleri
kılmasına ruhsat vermişlerdir.
Şafiiler dediler ki: Zimmetinde acilen kılması gereken kaza namazları bulunan kişinin, ister farz namazlara bağlı ratîbeler olsun, isterse diğerleri olsun, nafile namazlarla meşgul olması haramdır.
Üzerinde kaza namazı kalmadıktan sonra nafile namaz kılabilir.
Hanbeliler dediler ki: Üzerinde kaza namazı bulunan kişinin, mutlak nafile namazları kılması
haramdır. Kıldığı takdirde de geçerli olmaz. Farz namazlara bağlı sünnetlerle vitir gibi mukayyed
nafileleri kılması caiz olur. Şayet kazaları çoksa, bunları da kılmaması daha uygun olur. Yalnız sabah
namazının sünneti bundan istisna edilmiştir. Bu sünnet müekked olduğundan ve şerîat koyucu
tarafından kılınması teşvik edilen bir sünnet olduğundan dolayı, kazalar her ne kadar çok olsa da
kılınması, mükelleflerden istenen bir nafiledir. 452 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 694-695.
Kaza Namazlarının Kılınış Şekli
Bir kişi herhangi bir vaktin farz namazını, belirtilen vakitte kılamayıp kaçırırsa, kılması gerekip de
kılamadığı andaki keyfiyetiyie kaza eder. Eğer namazı kısaltmayı gerekli kılan bir yolculukta dört
rek’atli namazlardan birini kaçırmışsa, bunu, ikâmet halinde olsa bile iki rek’at olarak kaza eder. Bu
hüküm, Hanefîlerle Mâlikîlere göredir. Hanbelîlerle Şâfiîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanbelî ve Şafiiler dediler ki: Seferî olan bir kimse, dört rek’atli namazlardan birini kazaya bırakacak
olur ve bunu seferdeyken kaza ederse iki rek’at; ikâmetteyken kaza ederse dört rek’at kılması gerekir.
Zîrâ aslolan tam kılmaktır. İkâmet hâlinde tam olana, yani dört rek’ate dönmek gerekir.
Bir kişi mukîm iken dört rek’atli farzlardan birini kazaya bırakırsa, bunu sefer hâlinde olsa bile dört
rek’at olarak kaza eder.
Sessiz kıraatti bir namazı, meselâ öğle namazını kazaya bırakmış olan kişi, bunu geceleyin de olsa kaza
ederken sessiz kıraatte bulunur. Sesli kıraatte bulunulan bir namazı, meselâ akşam namazını kazaya
bırakmış olan kişi, bunu gündüzleyin de olsa kaza ederken kıraatleri sesli yapar. Bu hüküm,
Hanefîlerle Mâlikîlere göredir. Hanbelîlerle Şâfiîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Şafiiler dediler ki: Kaza namazı kılınırken, kılman vakit nazar-ı itibâra alınır. Meselâ öğle namazını
geceleyin kaza eden kişi, kıraati sesli yapar. Akşam namazını gündüzleyin kaza eden kişi ise kıraati
sessiz yapar.
Hanbeliler dediler ki: Kazaya kalmış olan namaz sesli kıraatli de olsa, sessiz kıraatli de olsa; kılan
kişi imam da olsa münferid de olsa, gündüzleyin kılındığı takdirde mutlak olarak sessiz kıraatte
bulunur. Geceleyin kılındığı takdirde bu namaz, sesli kıraatli bir namaz ise ve kılan da imam ise bu
durumdaki kaza, geceleyin edâ olarak kılınan namazlara benzediğinden ötürü sesli kıraatte bulunur.
Ama bu namaz sessiz kıraatli bir namaz ise mutlak olarak sessiz kıraatte bulunur. Bu, sesli kıraatli bir
namaz olsa bile, kılan kişi münferid ise sessiz kıraatte bulunur. 453 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 696.
Kaza Namazlarının Kılınışında Tertibe Uymak
Kaza namazlarını kılarken aralarındaki tertîbe riâyet etmek gerekir. Meselâ kazaya kalmış olan sabah
namazını, kazaya kalmış olan öğle namazından önce; öğle namazını da ikindi namazından önce kaza
etmek gerekir. Yine bunun gibi kazaya kalmış namazlarla edâ olarak vakit içinde kılınan namazlar
arasındaki tertîbe ve edâ mâhiyetinde cem’edilerek kılınan iki namaz arasındaki tertîbe de riâyet etmek
gerekir. Mezheblerin bu husustaki tafsilâtlı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Kaza namazlarının kendi aralarındaki tertîbe ve kaza namazlarıyîa vakit
namazları arasındaki tertibe riâyet etmek zorunludur. Buna göre vakit namazım, kaza namazını
kılmadan önce edâ etmek caiz olmaz. Yine bunun gibi öğle namazının kazasını sabahın kazasından
önce kılmak da caiz değildir. Aynı şekilde vakit farzlanyla vitir arasındaki tertîbe de riayet etmek
gerekir. Meselâ kazaya kalmış vitri kılmadan, sabah namazını edâ etmek caiz olmaz. Aynı kabilden
olmak üzere yatsı namazı edâ edilmeden vitrin edası da caiz olmaz. Bahis konusu tertîbe uymak, kişinin zimmetindeki kaza namazlarının sayısının altıya ulaşmaması hâlinde vâcib olur. Üzerinde
altıdan az kaza namazı bulunan kişi bu namazları kaza etmek isterse, tertîbe uyarak kaza etmek
mecburiyetindedir. Sabahı öğleden önce, öğleyi de ikindiden önce kaza eder... Eğer öğleyi sabahtan
önce kaza ederse, kaza ettiği öğle namazı fâsid olur ve sabahın kazasını kıldıktan sonra öğleyi iade
etmesi gerekir. İkindiyi de öğleden önce kaza ederse aynı hüküm sözkonusu olur ve bu, hep böyle
gider.
Ama mükellefin üzerindeki kaza namazlarının sayısı, vitir dışında altıya ulaşırsa, bu durumda
sözkonusu tertîbe uyma zorunluluğu düşer. Ki, bunu ileride anlatacağız. Üzerinde altı vakitten az kaza
namazı bulunan kişi bunları vakit namazıyla birlikte kılmak isterse, bu kazaları vakit namazını edâ
etmeden önce tertîbe göre kılması gerekir. Ancak vakit dar olursa bu hükme uymak gerekmez.
Bir kişi, vakit namazlarından birini zamanında kılamayıp kaçırır, bunu müteâkib vaktin namazını edâ
etme anında hatırlar ve kaza etmeyip vakit namazını edâ ederse, ikinci namazın farzlığı geçici olarak
fâsid olur. Bundan sonra üçüncü vaktin namazını edâ ederse, bu defa (ikinci namaz sahîh ama) üçüncü
vaktin namazı geçici olarak fâsid olur. Dördüncü ve beşinci vaktin namazları için de durum böyledir.
Beşinci namazın vakti çıkar da henüz sözkonusu kaza namazı kılınmamış olursa, kılınmış olan önceki
namazların tümü sahîh olur ve sadece o kaza namazını kılması gerekir. Çünkü o namaz, tertîbten
düşmüş olan kaza namazları hükmüne girmiş olmaktadır. Şundan ki: Kaza namazlanyla vakit
namazları arasındaki tertîb, kazaların çokluğuyla düştüğü gibi, misâlde belirtilen şekilde edâ edilen
namazların çokluğuyla da düşer. Ama misâldeki bir tek kazayı, beşinci namazın vaktinin çıkmasından
önce kılarsa, önce kıldığı beş namazın hepsi nafileye dönüşür ve kaza etmesi gerekir.
Meselâ bir kişi sabah namazını kılamayıp kazaya bırakır, sonra da hatırında olduğu halde kaza etmeyip
öğle namazını edâ ederse, öğle namazı geçici olarak fâsid olur. Yine bunun gibi ikindi vaktinde sabah
namazını kaza etmeden ikindi namazını edâ ederse, ikindi namazı da geçici olarak fâsid olur. Bu hal,
ertesi günün sabah namazının vakti çıkıncaya kadar devam eder. Eğer birinci günün kazaya kalmış
olan sabah namazını, ikinci günün sabah namazı vaktinin çıkmasından önce kaza ederse, önce kılmış
olduğu beş vaktin hepsinin farzlığı fâsid olup nafileye dönüşürler. Dolayısıyla da bunları kaza etmesi
gerekir. Ama ertesi günün sabah namazı vakti çıktıktan sonra hâlâ kaza etmemişse, artık önce kılmış
olduğu beş vakit namazı sahîh olur; sadece bu tek kaza namazım kılması gerekir. İçinde bulunduğu
vaktin namazım edâ etmekte olan bir kimse zimmetinde bir veya daha fazla kaza namazı bulunduğunu
hatırlarsa, kılmakta olduğu namaz nafileye dönüşür. Bu namazı iki rek’ate tamamlamak gerekir ve
sonra da tertîbe uyarak üzerindeki kazaları kılar. Cuma namazını kılmakta olan bir kişi, sabah namazını
kılmamış olduğunu hatırlarsa, Cuma vaktinin çıkmasından korkmadığı takdirde kaza namazını kılması
ve sonra da vakit namazını Cuma namazı olarak, ya da öğle namazı olarak kılması gerekir. Ama Cuma
vaktinin çıkmasından korkarsa, kılmakta olduğu Cuma namazını tamamlar, sonra da kaza namazını
kılar.
Bahis konusu tertîb üç durumda düşer:
1. Önce de söylendiği gibi, kaza namazlarının sayısı altı tane olursa. (Vitir, bu sayıya dâhil edilmez).
2. Vakit, hem kaza namazını, hem de vakit namazını kılamayacak kadar dar olursa.
3. Vakit namazının edâ edilmesi anında kaza namazı unutulursa. Çünkü öğle namazı, vaktinin
girmesiyle vakit namazından önce gelmektedir. Unutulan kaza namazı, hatırlanmaması dolayısıyla
vakti yokmuş gibi kabul edilir. Bunun vakit namazıyla bir araya sıkıştınlmaması gerekir. Bu hususta
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Unutma, yanılma ve zorlandıkları şeylerin günâhı ümmetimin üzerinden kaldırılmıştır.” 454 İbn Mâce, Talak, 16; bkz. Aclunî, Keşfü'1-Hafâ, 1/433.
Malîkiler dediler ki: Az olsunlar veya çok olsunlar, kaza namazları arasında tertîbe riâyet etmek iki
şartla vâcib olur:
1. Kazalardan hangisinin daha önce olduğu hatırlanmalıdır.
2. Aralarındaki tertîbe riâyet etmeye muktedir olunmalıdır. Yani başka biri tarafından tertibsizliğe
zorlanılmamahdır.
Buradaki vâciblik şart değildir. Durum böyle olunca tertîbe uymayarak mahallinden önceye alınan
namaz batıl olmaz. Ama günaha sebepiyet verir, kılınmış olduğundan ötürü vakti çıkmış sayılan ve
önceye alınan namazı iade etmek de gerekmez. Anılan bu iki şart doğrultusunda, az miktardaki kaza namazlarla vakit namazları arasındaki tertibe uymak da gerekir. Az miktardaki kazalar beş ve daha az
sayıdaki kaza namazlarıdır. Bu sayıyı aşmayan kazaları, vakit dar olsa bile, vakit namazlarından önce
kılmak gerekir. Vakit namazları kasıtlı olarak bunlardan önce kılındığı takdirde, günahkâr olmakla
birlikte sahîh olur. Kaza namazı kılındıktan sonra zarurî vakit de olsa, henüz vakit varsa bu vaktin
namazını iade etmek mendub onur. Ama üzerinde kaza namazı bulunduğunu hatırlamadan vakit
namazını kılıp tamamlarsa, bu namaz sahîh olur ve hiçbir günaha da girilmiş olunmaz. Ancak kazayı
kıldıktan sonra bu namazı iade etmek mendub olur. Az sayıdaki kazaları vakit namazını kılarken
hatırlayan kişi, ister imam ve isterse münferid olsun, eğer bu namazın iki secdesiyle birlikte bir
rek’âtini tam olarak kılmazdan önce hatırlarsa namazı kesip kaza namazına başlar. Bunu yapan
imamsa, kendisine tâbi olarak namaz kılmakta olanlar da namazlarını keserler. Eğer bunu hatırlayan
kişi, imamın ardında namaz kılmakta olan bir muktedî ise, imamın hakkına riâyet ederek namazı
kesemez. Ancak imamın selâmından sonra kaza namazını kılar da henüz -zarurî vakit de olsa- vakit
kalırsa, imamla birlikte kılmış olduğu vakit namazını iade etmesi mendub olur.
Az sayıdaki kazaları, vakit namazını kılarken hatırlayan kişi, eğer bu namazın iki secdesiyle birlikte bir
rek’âtini tam olarak kıldıktan sonra hatırlamışsa, buna mendub olarak bir rek’at daha ekler ve nafile
sayar; selâm verip kaza namazına başlar.
Bu kişi eğer iki veya üç rek’atli bir namazın iki rek’âtini kıldıktan veya dört rek’atli bir namazın üç
rek’atini kıldıktan sonra zimmetinde az sayıda kaza bulunduğunu hatırlarsa, kılmakta olduğu bu vakit
namazını tamamlar, sonra da kaza namazlarını kılar. Kazaları kıldıktan sonra henüz vakit kalmışsa,
önce kılmış olduğu vakit namazını iade etmesi mendub olur. Nafile namazı kılmakta olan bir kişinin,
zimmetinde az sayıda kaza namazı bulunduğunu hatırladığı takdirde, bu namazı mutlak surette
tamamlaması gerekir. Ancak içinde bulunduğu vaktin namazını hâlâ kılmamış ve kılmakta olduğu
nafilenin de bir rek’atini (rükûa giderek) akletmemişse, vaktin çıkmasından korktuğu takdirde, nafile
namazı kesmesi gerekir.
Kaza namazlarının sayısı beşten fazlaysa, bunları vakit namazından önceye almak vâcib olmaz. Aksine
eğer zaman genişse, vakit namazını bunlardan önce kılmak mendub olur. Eğer zaman darsa, vakit
namazını bunlardan önce kılmak vâcib olur. İster cemedilsinler, isterse edilmesinler, vakitleri müşterek
olan iki vakit namazı ki Öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazlarıdır- arasında da tertibe riâyet etmek
vâcibtir. Bu vâcib, şart anlamındaki bir vâcibtir. Buna göre öğle namazını ikindiden önce, akşam
namazını da yatsıdan önce kılmak gerekmektedir. Bu namazların ikisi arasındaki tertibe, herhangi bir
zorlama olmaksızın riâyet edilmezse, öne alınan namaz batıl olur. Ama bu tertibsizlik bir zorlama veya
unutma sonucu olmuşsa ve ikinci namaz tamamlanıncaya kadar birincisi hatırlanmazsa kılınan namaz
sahîh olur. Bundan sonra birinci namaz kılınır da, zarurî vakit dahi olsa, vakit kalmış olursa ikinci
namazı iade etmek mendub olur. Ama birinci namazın kılınmadığı, ikinci namazın kılınması sırasında
hatırlanırsa, bunun hükmü, vakit namazını kılmakta iken üzerinde az sayıda kaza namazı bulunduğunu
hatırlayan kişinin hükmü gibi olur. Mûtemed olan görüş budur. Bu kişi, hatırladığında birinci rek’ati
(rükûa giderek) akdetmişse, bir rek’at daha ekleyerek namazını nafileye çevirdikten sonra selâm verir
ve önceki tafsilâta göre hareket eder.
Hanbeliler dediler ki: Az olsun, çok olsun kaza namazları arasındaki tertîbe uymak vâcibtir. Eğer bu
tertibe riâyet edilmezse, meselâ kazaya kalmış olan bir ikindi namazını, yine kazaya kalmış olan bir
öğle namazından önce kılan bir kişinin önce kılmış olduğu ikindi namazı, mahallinden öne alındığı için
sahîh olmaz. Tabiî bunu yaparken öğleyi kılmadığı hatırında ise ikindi namazı sahîh olmaz, ikindinin
kazasını kılıp tamamlayıncaya kadar öğlenin kazasını kılmadığını hatırlamazsa ikindinin kazası sahîh
olur. Ama bunu ikindinin kazasını kılmaktayken hatırlarsa, kılmakta olduğu namaz batıl olur.
Vakit namazının -ihtiyarî bile olsa- vaktinin çıkacağından korkulma-ması hâlinde kaza namazlanyla
vakit namazları arasındaki tertîbe riayet etmek vâcibtir. Ama vaktin çıkmasından korkutursa, vakit
namazını kazalardan öne alarak kılmak vâcib olur ve bu şekilde kılındığında da sahîh olur. Aynı
şekilde zimmetinde kaza namazı bulunduğunu unutarak önce vakit namazını kılan kişi, namazını kılıp
tamamlayıncaya kadar kazaları hatırlamazsa namazı sahîh olur. Vakitleri müşterek olan iki namaz arasındaki tertîbe riâyet etmek de vâcibtir. Mâlikîlerin bu meseledeki tafsilâtı aynen geçerlidir.
Seferi bir kişi öğleyle ikindiyi, meselâ ikindi vaktinde birleştirerek kılacak olursa, önce öğleyi, sonra
ikindiyi kılmalıdır. İkindi namazına başlayarak tertîbe muhalefet eder ve henüz ikindi namazındayken
öğle namazını hatırlarsa namazı batıl olur. Ama hatırlamaksızın tamamlarsa ikindi namazı sahîh olur.
Vâcib olduğunun bilinmemesi veya cemaate ulaşamama korkusu nedeniyle tertibin vâcibliği düşmez.
Bir kişi sabah ve ikindi namazlarını kılamayıp kazaya bırakıp, aralarında tertibin vâcib olduğunu
bilmediği için öğle namazını kılar ve sonra da vakti içinde ikindi namazını kılarsa, ikindi namazı sahîh
olur. Çünkü bu kişi, ikindi namazındayken başka bir namazın kendisine vâcib olmadığı inancındadır.
Yalnız öğle namazım iade etmesi vâcib olur.
Şafiiler dediler ki: Az olsun veya çok olsun, kaza namazları arasındaki tertîbe riâyet etmek sünnettir.
Bunlardan biri diğerinden önceye alınırsa, mahallinden öne alınmış olan namaz sahîh olur. Ama
sünnete ters düşülmüş olur. İade edilmesi daha uygundur. İkindinin kazasını öğlenin kazasından önce
kılan; Perşembe gününün öğle namazının kazasını Çarşamba gününün öğle namazının kazasından önce
kılan kişinin namazı sahîh olur.
Kaza namazlarıyla vakit namazları arasındaki tertîbe riâyet etmek de iki şartla sünnet olmaktadır:
1. Vakit namazının, zamanında kılınamayıp kaçırılmasından korkulmamalıdır. Vakit namazının
kaçırılması ise, vakti içinde bir rek’atinin kılmamaması demektir.
2. Kaza namazları, vakit namazına başlanılmadan önce hatırlanmalıdır. Hatırlanmayıp vakit namazına
başlanırsa, artık (hatırlansa bile) bu namazı tamamlamak gerekir. Vakit geniş bile olsa, başlanmış olan
vakit namazını kazalardan dolayı kesmek caiz olmaz. Vaktin müsait olduğuna inanılarak vakit
namazından önce kaza namazına başlanılır; ancak daha sonra bu namaz tamamlandığı takdirde henüz
kılınmamış olan namazın vaktinin çıkacağı anlaşılırsa, namazı ya kesilir veya nafileye çevrilir. Bu iki
namaz içinde vakit namazına kavuşmak için selâm verilir. Gerçekte, efdâl olan da budur. Cem-i takdim
olarak kılınan iki vakit namazı arasındaki tertibe uymak vâcib, cem-i te’hir olarak kılınan iki vakit
namazı arasındaki tertibe uymak sünnettir. 455 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 696-701.
Mükellefin Zimmetinde Sayısı Belirsiz Kazaların Bulunması
Bir kişi, zimmetindeki kaza namazlarının sayısını bilmezse, zimmetten kurtulduğuna kesin kanaat
getirinceye dek kaza namazlarını kılmaya devam etmelidir. Hanbelîlerle Şâfiîler bu görüştedirler.
Mâlikîlerle Hanefîier derler ki: Zimmetten kurtulduğuna galip zanla kanaat getirinceye dek kaza
namazlarını kılmaya devam etmelidir. Kazaları kılarken zamanlarını belirtmeye gerek yoktur. Kaza
etmeye niyet edilen namazı sadece öğle, ikindi veya akşam şeklinde belirtmek yeterlidir. Hanefîler
buna muhalif oiup onların bununla ilgili görüşleri aşağıda belirtilmiştir.
Hanefiler dediler ki: Kazaları kılarken zamanlarını belirtmek gereklidir. Meselâ öğle namazını kaza
etmekte olan kişi, “kılmadığım ilk öğle namazını kaza etmeye niyet ettim” veya “kılmadığım son öğle
namazını kaza etmeye niyet ettim” demelidir. 456 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 701-702.
Nafile Kılmanın Yasaklandığı Vakitlerde Kaza Namazı Kılınabilir mi?
Kazaya kalmış namazlar, nafilelerin kılınmasının yasaklandığı vakitler dâhil bütün vakitlerde
kılınabilirler. Mezheblerin buna ilişkin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Kazaları üç vakitte kılmak caiz olmaz:
1. Güneşin doğuşu esnasında,
2. Zeval vaktinde,
3. Güneşin batması esnasında.
Bu vakitler dışında ikindi namazından sonra olsa bile, kaza namazı kılınabilir.
Malikiler dediler ki: Kaza namazı, zimmette kaldığı yakînen veya zannen bilindikten sonra, nafile
kılmanın yasak olduğu vakitte bile kılınabilir. Buna göre kazaları güneşin doğması ve batması
esnasında ve nafileleri kılmanın yasak olduğu diğer vakitlerde de kılmak mümkün olmaktadır. Ama
kaza namazının zimmette kalıp kalmadığı hususunda şüpheye düşülürse, nafile kılmanın yasaklandığı vakitler dışında kılınması gerekir. Kaza namazını, nafile kılmanın haram olduğu vakitte kılmak haram;
nafile kılmanın mekruh olduğu vakitte kılmak da mekruhtur.
Şafiiler dediler ki: Kaza namazlarını, yasak vakitlerin tümünde kılmak caizdir. Ancak özellikle
kasdederek bu vakitlerde kılmak isteyenlerin kaza namazları geçerli olmaz. Bunu yapmak caiz de
değildir. Hatib Cuma hutbesini okurken kaza kılmak caiz değildir. Hatibin minbere oturması anından
itibaren kılmaya başlanan kaza namazı geçerli olmaz. Hutbeye başlamamış olsa bile, hatib oturduktan
sonra, müştemilâtıyla birlikte her iki hutbeyi tamamlayıncaya kadar kaza namazı kılınamaz. Bu arada
kılınan kazalar, namaz olarak gerçekleşmezler.
Hanbeliler dediler ki: Hiçbir tafsilâta gerek kalmaksızın bütün yasak vakitlerde kaza namazlarını
kılmak caiz olur. 457 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 702-703.
Hasta Kimselerin Namazı
Farz namazı ayakta kılamayacak kadar hasta olan kimseler, namazlarını oturarak kılarlar. Ayakta
durmaya muktedir oldukları halde, durdukları takdirde kendilerinde başka bir hastalığın
peydahlanacağı veya asıl hastalıklarının artacağı veyahut da iyileşmelerinin gecikeceği muhakkak olan
hastalar da namazlarını oturarak kılarlar. Sözgelimi kendisinde sürekli sidik akıntısı bulunan bir kişi,
ayakta kıldığı takdirde kendisinden sidik akacağını ve oturarak kıldığı takdirde abdestinin sağlam
kalacağını bilirse, bu da namazını oturarak kılar. Sıhhatli bir kişi ayakta kıldığı takdirde bayılacağını
veya başının döneceğini tecrübe veya başka bir yöntemle bilirse, bu da namazını oturarak kılar. Bütün
bu kimseler namazların^ fükû ve secdeyle tamamlarlar. Bir kişi desteksiz olarak ayakta durmaktan âciz
olur da duvara veya değneğe dayanarak veya başka bir şekilde ayakta durabilirse, dayanarak da olsa
namazını ayakta kılması gerekir. Hanefîlerle Hanbelîler bu hükümde görüş birliği etmişlerdir.
Mâlikîierle Şâfiîler bu görüşe muhaliftirler.
Malikiler dediler ki: Bir şeye dayanarak ayakta durmaya muktedir olan kişinin, namazı ayakta kılması
gerekmez. Hiçbir şeye dayanmaksızın oturabilirse oturarak kılması mümkündür. Ama bir şeye dayanmaksızın oturarmyorsa, bu durumda bir şeye dayanarak da olsa namazını ayakta kılması gerekir.
Şafiiler dediler ki: Kendisine yardımcı olan bir kişiye yaslanarak ayakta durabilecek olan bir kişi, eğer
yardımcısına sadece her rek’atin kıyamının başlangıcında ihtiyaç duyarsa namazı (bu şekilde olsun)
ayakta kılması gerekir. Ama sadece başlangıcında değil de, kıyamın tümünde yardımcıya ihtiyacı
varsa, namazını ayakta kılması vâcib olmaz; oturarak kılar. Değnek veya duvar gibi şeylere yaslanarak
ayakta durabilen bir kişi, kıyamın tümünde dahi yaslanmaya ihtiyaç hissetse namazını ayakta kılması
vâcib olur.
İftitah tekbiri alacak kadar bile olsa, kıyamda durmaya muktedir olan bir kişinin, yapabildiği kadarıyla
ayakta namaz kılması; bundan sonra da oturması gerekir. Oturarak namaz kılmakta olan kişi, mümkün
mertebe hiçbir şeye yasianmamalıdır. Yasianmaksızın oturamayacaksa, yaslanarak oturması gerekir.
Yan gelerek kılması caiz olmaz. Yaslanmaksızın veya yaslanarak oturmaktan aciz kaldığı takdirde yan
gelerek veya sırtüstü uzanarak namazını kılar. Mezheblerin buna ilişkin detaylı görüşleri aşağıya
alınmıştır.
Malikiler dediler ki: Yaslanmaksızın veya yaslanarak oturmaktan aciz kalan kişi, sağ yanına uzanır,
yüzünü kıbleye döndürerek namazını imâ ile kılar. Sağ yanına uzanamazsa sol yanına uzanır ve yine
yüzünü kıbleye çevirerek imâ île kılar. Her iki yanına da uzanamadığı takdirde, sırtüstü uzanarak
ayaklarını kıbleye yöneltir. Bu üç durum arasındaki tertibe riâyet etmek mendubtur. Meselâ bu haldeki
bir kişi, sağ yana uzanmaya muktedir olmasına rağmen, sol yana uzanır veya sağ ve sol tarafı üzerine
yan gelmeye muktedir olmasına rağmen sırtüstü uzanırsa namazı sahîh olur, ancak menduba muhalefet
etmiş olur. Sırtüstü uzanmaya muktedir olamayan kişi, karın üstüne (yüzükoyun) uzanarak başını
kıbleye yöneltir ve namazını baş işaretiyle kılar. Sırtüstü uzanmaya muktedir olmasına rağmen
karınüstü uzanarak namaz kılan kişinin namazı batıl olur. Çünkü sırtüstü uzanışla karınüstü uzanış arasındaki tertibe uymak vâcibtir.
Hanefiler dediler ki: En faziletlisi, sırtüstü uzanıp ayakları kıbleye yöneltmek, dizleri dikip yüzün
kıbleye yönelik olması için başı da azıcık kaldırmaktır. Bu kişi namazını, sağ yana uzanacağı gibi, sol
yana uzanarak da kılabilir. Ama sağ yana uzanmak daha faziletlidir. Tabiî bütün bunlar kişinin
yapabilmesi hâlinde sözkonusudur. Bunları yapamadığı takdirde kendisi için mümkün olan şekilde
kılabilir.
Hanbeliler dediler ki: Yaslanmaksızın veya yaslanarak oturmaktan âciz kalan kişi, yan gelip yüzünü
kıbleye çevirerek namazını kılar. Sağ yana uzanmak, sola nisbetle daha faziletlidir. Sağ yana uzanmaya
muktedir olmasına rağmen sırtüstü uzanıp ayaklarını kıbleye yönelterek namaz kılan kişinin namazı,
kerahetle birlikte sahîh olur. Yan tarafa uzanmaya muktedir olamayan kişi, namazını sırtüstü uzanıp
ayaklarını kıbleye yönelterek kılabilir.
Şafiiler dediler ki: Oturmaktan aciz kalan kişinin hiçbir kayda bağlı olmaksızın yan tarafa uzanarak
göğsünü ve yüzünü kıbleye çevirmesi ve namazını bu şekilde kılması mümkündür. Sağ yana uzanmak,
sola nisbetle daha faziletlidir ve sünnete uygundur. Ama bu yapılamazsa sol yana uzanmak caiz olur.
Uzanarak namaz kılmakta olan kişi, muktedir olduğu takdirde rükû ve secdeleri yapmalıdır. Aksi
takdirde bunları imâ ile yerlerine getirmelidir. Yan gelerek namaz kılamayan kişi, sırtüstü uzanarak
namaz kılar. Bu kişi sırtüstü uzandığında ayaklarının tabanını kıbleye yöneltir; yüzünü de kıbleye
yöneltebilmek için altına yastık ve benzeri şeyler koyarak başını azıcık yükseltir; rükû ve secdeler için
imâ eder. Yapabildiği kadarıyla secdenin imâsını, rükûun imâsına nisbetle daha aşağıya doğru yapması
vâcibtir. Yapamazsa vâcib değildir. Başıyla imâ yapmaktan âciz kalan kişi, kirpikleriyle imâ eder. Bu
takdirde secdenin imâsının rükûun imâsına nisbetle daha aşağıya doğru olmasının vâcibliği düşer. Eğer
kirpikleriyle de imâ etmekten âciz kalırsa namaz rükünlerini kalbiyle edâ eder. 458 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 703-705.
Namaz, Oturarak Nasıl Kılınır?
Ayakta durmaktan âciz olan kişinin Hanbelî ve Mâlikîlere göre bağdaş kurarak oturması mendubtur.
Hanefîlerle Şâfiîler ise bu görüşe muhaliftirler. Mezheblerin bu konudaki detaylı görüşleri aşağıya
alınmıştır.
Malikiler dediler ki: Oturarak namaz kılmakta olan kişinin secde, iki secde arası oturma, teşehhüd
İçin oturma halleri dışında bağdaş kurması mendubdur.
Hanefiler dediler ki: Oturarak namaz kılmakta olan kişi, kıraat ve rükû esnasında dilediği şekilde
oturabilir. Ama en faziletlisi, tıpkı te-şehhüddeymişçesine oturmasıdır. Secde ve teşehhüd hâlinde, tabiî
eğer böyle yaparken sıkıntı ve meşakkat duymuyorsa, bilinen şekliyle oturur. Aksi takdirde her
durumda dilediği gibi oturabilir.
Hanbeliler dediler ki: Oturarak namaz kılan kişinin rükû ve secde hâli dışında bağdaş kurarak
oturması sünnettir. Rükû ve secdede ayaklarını çiftleştirmesi sünnettir. Dilediği şekilde oturması da
caizdir.
Şafiiler dediler ki: Oturarak namaz kılmakta olan kişinin ayaklarını altına sererek oturması sünnettir.
Ancak iki durum bundan istisna edilmiştir:
1. Secde durumunda. Bu durumda ayak parmaklarının alt taraflarını yere koymak gerekir.
2. Son teşehhüd durumunda. Bu durumda uyluk üzerinde oturmak sünnettir. 459 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 705.
Rükû Ve Secdeyi Yapmaktan Âciz Olmak
Namaz kılmakta olan kişi, rükû ve secdenin her ikisini veya birini yapmaktan âciz olduğy takdirde,
âciz olduğu kısımları imâ yaparak edâ eder. Ayakta durmaya ve secde etmeye muktedir olup sadece
rükûdan âciz olan kişinin, iftitah tekbiri ve kıraat için ayakta durması, rükû için imâ ettikten sonra
secdeye varması gerekir. Sadece kıyamda durmaya muktedir olup rükû ve secdeden âciz olan kişi ise,
iftitah tekbirini aldıktan sonra kıraatte bulunup rükû için kıyamdayken imâ eder, bundan sonra da oturarak, bu vaziyette secdesini imâ ile yapar. Rükû için oturur vaziyette imâ eden ve secde için kıyam
halindeyken imâda bulunan kişinin namazı batıl olur. Hanefîler bu görüşe muhalefet etmişlerdir.
Hanefiler dediler ki: Rükû ve secde için ayakta iken imâ etmek sahîh olduğu gibi, oturarak da imâ
etmek sahîh olur; ama oturmuş vaziyetteyken imâ etmek daha fazîletlidir.
Ayakta durmaya muktedir olamayan bir kimse, rükû ve secde için, oturma hâlinde imâ eder. Secde için
imâ’nın, rükû için yapılan imâya nisbetle daha fazla eğimli olması vâcibtir. Ayakta durmaya muktedir
olduğu halde oturmaya muktedir olamayan kimse, rükû ve secdeyi aslî şekliyle ifâ etmekten âciz
kalırsa, bunlar için kıyamda iken İmâ etmelidir. Ayakta durmaya muktedir olan kişinin, secde etmekten
âciz kalsa bile ayakta durma yükümlülüğü düşmez. Yalnız Hanefîler buna karşıdırlar.
Hanefiler dediler ki: Secdeden âciz olan kişi, ayrıca rükûdan da ister âciz olsun, ister olmasın, esahh
görüşe göre ayakta durma yükümlülüğü düşer. Oturmuş vaziyetteyken imâ ederek rükû ve secdeyi ifâ
eder. Bu, ayaktayken imâ etmeye nisbetle daha faziletlidir.
Bu takdirde secde imâsının rükû imâsından daha eğimli olması vâcibtir.
Namaz fiillerini sadece göz işaretiyle yapabiliyorsa veya kalbiyle mülâhaza ederek ifâ edebiliyorsa
bunu yapması vâcib olur. Aklı başında olduğu sürece namaz yükümlülüğü düşmez. Göz işaretiyle
kılmaya muktedir olan kimsenin namazı bu şekilde kılması zorunlu olur. Bu durumdaki kimsenin,
namazın cüzlerini kalben mülâhaza ederek ifâ etmesi yeterli olmaz. Hanefîler bu görüşe muhaliftirler.
Hanefiler dediler ki: Sadece göz, kaş veya kalble İmâ etmeye muktedir olan kişinin namaz kılma
yükümlülüğü düşer. Akıllı olsun olmasın, bu şekilde kılan kimsenin namazı sahîh olmaz. Böyle bir
kişinin, hastalık hâlinde kılamadığı namazları sonradan kaza etmesi de gerekmez. Tabiî bu namazların
kaza edilmemesi, beş vakitten daha fazla iseler mümkündür. Daha az olduğu takdirde kaza edilmeleri
vâcib olur
İmâ ederek namaz kılması farz olan bir kişinin, önüne yüksekçe birşey koyması mekruhtur. Böyle
yapıp da üzerine secde ederse imâ etmiş sayılır. Durumu kendisinden daha kuvvetli olan bir kişinin de
ona iktidâ ederek namaz kılması sahîh olmaz. Şâfiîler bu görüşe karşıdırlar.
Şafiiler dediler ki: Namazı kaza yerine yeterli olduğu zaman durumu daha kuvvetli olanın, durumu
zayıf olana iktidâ ederek namaz kılması sahîh olur.
Hasta kişi, namazdayken iyileşirse namazına devam ederek geri kalan kısmı muktedir olabildiği
şekilde tamamlar. Bunda görüş birliği vardır. Ancak Hanefîlerin bu hususta tafsilâtı olup aşağıya
alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Ayakta durmaktan âciz olup rükû ve secdesiyle birlikte oturarak namaz kılmakta
olan kişi, namazdayken güç bulursa geri kalan kısmı bilfiil rükû ve secde etmeksizin olsa dahi ayakta
tamamlamalıdır. Ama oturur vaziyette imâ ile kılan kişi henüz namazda iken kendisinde rükû ve secde
etme gücünü bulursa ve eğer bir rek atı imâ ile kılmışsa, namazın geri kalan kısmım ikmâl eder. Şayet
imâ ile bir rek’at kadar kılmışsa namazı kesip yeniden namaza başlar. Yine bunun gibi, yan gelerek
imâ ile kılmakta olan kişi, kendinde oturma gücünü bulursa, namazını keserek yeniden namaza
başlar. 460 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 705-707
NOT: Değerli okucucular; Ben araştırmalarım da, Abdeste başlarken veya Namaza başlarken Niyet, kalple olur. Bu Niyet, Namaz Abdesti, Gûsül Abdesti, Teyemmüm Abdesti, Farz Namaz, Sünnet Namaz veya Nafile Namazlarda da aynıdır. Ben konu bölünmesin diye olduğu gibi yazdım. En doğru kaynak, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnet'tir. Bunun dışında alimler ve imamlar hata yapabilirler yani nadiren de olsa görüşlerinde yanlış bilgi verebilirler. Birde, bu temizlik ve namaz bölümlerinde yazmış olduğum Dört Mezhep İmamlarının görüşleri, yazmış olduğum tüm konularda tamamı, İmamlarımızın kendi görüşleri değildir bir kısmı yani kendilerinden sonra gelen, onları takip eden (öğrencilerinin) İmamların görüşleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlara Rahmet etsin. Bu notu yazmamdaki amaç, yanlış bilgi verip, gerek değerli imamlarımızı gerekse kendimizi zan altında bırakmamak içindir. Sizlere buradan tavsiyem eğer, tüm bu yazmış olduğum konularla alakalı, yanlış olduğunu düşündüğünüz veya bildiğiniz bir şey varsa, onu Kur'an ve Sünnet'ten araştırmanızdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize ve Tüm Müslüman kardeşlerimize dinimiz İslâm'ı doğru öğrenmeyi ve hayatımızın her alanında doğru uygulamayı nasib etsin İnşeAllâh. Allâhümme Amin.
Hâtime:
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
Muvahhid Kullara Selâm Olsun.
Polat Akyol
NOT: KONUNUN DEVAMI VAR
KAYNAKLAR:
449 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 690.
450 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 690-694.
451 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 694.
452 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 694-695.
453 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 696.
454 İbn Mâce, Talak, 16; bkz. Aclunî, Keşfü'1-Hafâ, 1/433.
455 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 696-701.
456 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 701-702.
457 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 702-703.
458 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 703-705.
459 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 705.
460 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 705-707