NAMAZ
KİTABÜ'S-SALÂT (NAMAZ BÖLÜMÜ)
DEVAMI 14
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
CENAZE BAHİSLERİ
Ölmek Üzere Olan Kişiye Yapılması Gereken Şeyler
Ölmek üzere olan bir kişi, meşakkatli olmadığı takdirde, yüzü kıbleye gelecek şekilde sağ yanı üzerine
uzatılır. Bu zor olduğu takdirde ayaklan kıbleye gelecek şekilde sırtüstü yatırılır. Yüzünün kıbleye bakması için de başı, azıcık yükseltilir. Mâlikîler, bu şekil yatırmanın sünnet olmayıp mendub olduğunu
söylerler.
Ölüm yatağındaki kimseye, kendisinin de söylemesi için “kelime-i şehâdet” okunarak telkinde
bulunulması müstehabtır. Zîrâ Peygamber (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Ölü(m anındaki)lerinize, Allah’tan başka ilâh olmadığı telkininde bulunun. Onu ölüm anında
söyleyen hiçbir müslüman yoktur ki (bu söz) onu ateşten kurtarmasın.” 461 Müslim, Cenâiz, 1-2; Nesâî, Cenâiz, 4. 462 Ebû Dâvûd, cenâiz, 13.
Ebu Hüreyre (r.a.) den de şu hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir:
“Ölü(m anındaki)lerinize, Allah’tan başka ilâh olmadığına tanıklık etmeleri için telkinde bulunun.” 462 Ebû Dâvûd, cenâiz, 13.
Telkînat esnasında, ölüm anındaki kimseye, “kelime-i şehâdet” getirmesi için, “haydi söyle” denmez.
Böylece, “hayır söylemem” demesi önlenmiş olur. Çünkü bunu söyleyecek olursa, hakkında kötü
zanda bulunulur. Şehâdet getirirken gönlünün daralmasından korkulacağı endişesiyle kendisine işaret
edilmez. Ancak şehâdet kelimesinden sonra başka bir söz konuşursa, dünyadayken son sözünün
“kelime-i şehâdet” olması için, telkin tekrarlanır. Defin işi tamamlandıktan ve kabir üzerine toprak
atılıp düzeltildikten sonra yeniden telkînde bulunmak müstehab olur. Telkin okuyacak olan kişi, telkine
başlarken eğer ölüyü tanıyorsa, ona: “Ey falan kadının kızı/oğlu falan” diye hitabda bulunmalıdır.
Tanımıyorsa Havva’ya nisbet ederek, “ey Havva’nın kızı/oğlu falan” demeli, sonra da şu telkini
okumalıdır:
“Dünyadan çıkarken üzerinde bulunduğun ahdi hatırla ki, o ahd şuna tanıklık etmektir: Allah’tan başka
tapınılacak bir tanrı yoktur ve Muhammed, O’nun elçisidir. Cennet gerçekten vardır. Cehennem de
gerçekten vardır. Kıyamet gelecektir. Geleceğinden şüphe yoktur. Allah, kabirlerdekileri diriltecektir.
Ve Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, Peygamber olarak Muhammed (s.a.v.)i, rehber olarak
Kur’an’ı, kıble olarak Kâ’be’yi, kardeş olarak da mü’minleri seçip benimsedim.”
Definden sonraki bu telkin Şafiî ve Hanbelîlere göre müstehabtır. Mâlİkîlerle Hanefîlerin buna ilişkin
görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Definden sonra telkin okumak ne emredilir, ne de yasaklanır. Zahir rivayet,
yasaklanmasını gerektirmektedir.
Malikıler dediler ki: Defin esnasında ve definden sonra telkin mekruhtur. Telkin, ancak ölüm anında
mendub olur.
Ölmek üzere olan kişinin bulunduğu yere ailesinden ve arkadaşlarından en güzel olanın girmesi, hem
kendisi ve hem de orada hazır bulunanlar için duâ edilmesi mendub olur. Hayızlı, nifaslı, cünüb kimseleri ve oyun âletleri gibi meleklerin hoşlanmadıkları şeyleri yanından uzaklaştırmak mendubtur.
Yanına güzel kokuların konulması da mendubtur. Yanıbaşında Yâsîn Sûresini okumak müstehabtır.
Zîrâ haberde vârid olmuştur ki:
“Yanıbaşında Yasin sûresi okunan hiçbir mü’min yoktur ki ölürken suya kanmış olarak ölmesin; kabre
konulurken suya kanmış olarak konulmasın; kıyamet günü haşredilirken de suya kanmış olarak haşredilmesin”. Bunu Ebu Dâvûd rivayet etmiştir. Mâlikîler dışındaki diğer mezhebler bu hükümde ittifak
etmişlerdir.
Mâlikîler: Ölüm anındaki kişinin yanında Kur’an okumanın mekruh olduğu görüşünü tercih
etmişlerdir. Çünkü bu Selef-i Sâlihîn tarafından yapılmış bir iş değildir. Bazı Mâlikîlerse ölüm
anındaki kimsenin yanında Yâsîn okumanın müstehab olduğunu söylemişlerdir.
Hanefiler dediler ki: Ölünün yanında yıkamadan önce Kur’an okumak, okuyanın yanında olması
hâlinde mekruh olur, uzağında olması hâlinde mekruh olmaz. Yakınında okunduğu takdirde, eğer
ölünün vücûdunun tümü temiz bir elbiseyle örtülü olursa, mekruh olmaz. Birinci durumdaki
mekruhluk, ölürken sesin yükselmesi hâlinde sözkonusu olur. Ölüm döşeğindeki insanın rahatsız olmaması için Yâsîn Sûresini okuyan kişinin, sessiz okuması
gerekir. Vefatından sonra yanında hiçbir şey okunamayacağı hususunda ittifak vardır. Ölüm
döşeğindeki insanın, Allah hakkında iyi zanda bulunması mendubtur. Bu meyânda Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuşlardır:
“Sizden hiçbir kimse yoktur ki, ölürken Allah hakkında iyi zanda bulunsun da Allah orjk merhamet
edip günâhını affetmesin” 463 Ebû Dâvûd, Cenâiz, 13.
Buhârî ve Müslim’de kayıtlı kudsî bir hadîste yüce Allah şu müjdeyi vermektedir:
“Ben kulumun benim hakkımdaki zannının yanındayım.” 464 Buhârî, Tevhîd, 15; Müslim, Tevbe, 1.
Ölmek üzere olan kimseyi, yanında bulunan bir kimsenin Allah hakkında iyi zanda bulunmaya
sevketmesi mendubtur.
Ölen kimsenin gözlerini yummak ve yuman kişinin de şu duayı okuması sünnettir:
“Allah’ın adıyla ve Rasûlullah’ın milleti üzerine! Allah’ım onu afvet ve doğru yolu bulmuş kimseler
içinde onun derecesini yücelt. Bundan sonra da onu kurtuluşa erenlerin peşisıra giden biri kıl. Bizi ve
onu afvet. Ey âlemlerin Rabbi! Onun kabrini geniş kıl. Onun için orasını nurlandır.”
Bu duayı, Ebu
Seleme’nin gözünü yumarken Peygamber Efendimizin okuduğu rivayet edilmektedir.
Gözleri bağlamanın sünnet olduğu hususunda ittifak vardır. Yalnız Mâlikîler, bunun sünnet değil
mendub olduğunu söylemişlerdir. Aynı zamanda Mâlikîlere göre gözleri yumarken okunan duâ da
sünnet olmayıp mendubtur. Şâfiîler ise, gözleri bağlama esnasında duâ olarak “Bismillahi ve alâ
milleti Rasûlillâh” demekle yetinmek gerektiğini ileri sürmüşlerdir. 465 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 711-714.
Ölüyü Yıkamadan Önce Yapılacak İşler
Bir kimse öldüğünde çenelerini, çene altıyla başın üst tarafına sarılıp düğümlenen geniş bir sargıyla
bağlamak mendub olur. Mafsalları rıfk ile yumuşatılarak gevşetilir. Yerden kaldırılır. Vefat ederken
üzerinde bulunan elbiseleri çıkarıldıktan sonra gözlerden uzak tutmak için, bir elbiseyle üstü örtülür.
Ancak Mâlikîler bu görüşte olmayıp bazı tafsîlâtta bulunmuşlardır.
Malikiler dediler ki: İnsanın, ruhunu teslim ettiğinde üzerinde bulunan elbiselerin üzerinden
çıkarılması konusunda iki görüş vardır:
1. Bir görüşe göre elbisesi çıkarılır, ama yalnızca gömleği bırakılır.
2. Bir görüşe göre de, elbiseleri çıkarılmaz ve ek olarak üzerine bedeninin tamamını, gözlere
görünmeyecek şekilde kapatan bir elbise örtülür.
Techîz işini ölüm gerçekleşinceye kadar bekletmek vâcibtir. Ölüm gerçekleştikten sonra da techîz ve
defin işleri hızlandırılmalıdır. Halkın cenaze merasimine katılması için, sokaklarda çağrıda bulunma
şeklinde de olsa, ölüm haberini ilân etmek müstehabtır. Yalnız bu ilânı yaparken ölüyü methetmede
aşırılığa gidilmemelidir. Meselâ “Allah’a muhtaç falan oğlu fakir falan vefat etti, cenaze merasimine
koşun” diyerek ilânda bulunulabilir. Hanbelîler dışındaki diğer mezhebler bu hükümde ittifak
etmişlerdir. Hanbelîler, “ilân her ne kadar mübahsa da, ilân esnasında sesi yükseltmek mekruhtur” demişlerdir. Bu görüşe Mâlikîler de muvafakat etmişlerdir. Bu iki mezhebin uygun gördüğü ilân şekli,
zamanımızda gazete ve benzeri vasıtalarla yapılan ilândır. 466 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 714.
Cenaze Yıkamanın Hükmü
Cenazeyi yıkamak farz-ı kifâyedir. Bunu toplumdaki bazı kimselerin yıkaması halinde, diğerlerinin
üzerinden bu yükümlülük düşer. Farz olan, bedeninin tümünü kapsayacak şekilde bir kere yıkamaktır.
Bu yıkamayı tek sayıda kalmak üzere tekrarlamaksa sünnettir. Mâlikîler dışındaki diğer mezhebler bu
hükümde ittifak etmişlerdir.
Mâlikîler derler ki: Tek sayıda kalmak kaydıyla, yıkamayı bir defadan fazla yapmak, sünnet değil, mendubtur. 467 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 715.
Cenazeyi Yıkamanın Şartları
Cenaze yıkamada aranan bazı şartlar vardır. Şöyle ki:
1. Yıkanacak cenaze müslüman biri olmalıdır. Ölen bir kâfiri yıkamak farz değil, aksine haramdır. Bu
hususta ittifak vardır. Yalnız Şâfiîler bunun haram olmadığını, çünkü cenazeyi yıkamanın ibâdet maksadıyla değil, temizlik maksadıyla yapıldığını söylemişlerdir.
2. Ölü, düşük bir çocuk olmamalıdır. Düşük çocuğu yıkamak farz değildir. Mezheblerin buna ilişkin
detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Şafiiler dediler ki: Gebelik süresinin tamamlanmasından önce ki bu süre altı ay ve iki lâhzadır- ya
gelen düşüğün canlı olduğu bilinir. Bu takdirde yıkanması, büyük kimselerinki gibi farz olur. Ya da
canlı olduğu bilinmez. Bu takdirde eğer vücudunda hiçbir eksiklik yoksa yıkanması farz olur. Ama
üzerine namaz kılınmaz. Yaratılışı tam olarak oluşmamış, yani eksik doğmuşsa, yıkanması da farz
olmaz. Gebelik süresinin tamamlanmasından sonra gelen düşük, ölü de olsa yıkanması farz olur. Her
halükârda kendisine isim verilmesi sünnettir. Tabiî kendisine ölmeden önce ruh verilmiş olması şarttır.
Hanefiler dediler ki: Düşük, sesi duyulmak veya hareketi görülmekle canlı olarak inerken tam olarak
(anasının rahminden) çıkmış olmasa bile yıkanması vâcib olur. Bu durum, gebelik süresinin
tamamlanmasından önce de olsa, sonra da olsa hüküm aynı olur. Eğer bu düşük ölü olarak inerse ve
yaratılışı da tam olarak oluşmuş ise, yıkanması yine vâcib olur. Yaratılışının tamamı değil de bir kısmı
oluşmuş ise, bilinen şekilde yıkanmayıp sadece üzerine su dökülerek bir beze sarılır. Her halükârda
kendisine bir isim verilir. Çünkü bu da kıyamet gününde haşrolunacaktır.
Hanbeliler dediler ki: Düşük, anasının karnında tam dört ay kaldıktan sonra inerse, yıkanması vâcib
olur. Bundan önce inerse yıkanması vâcib olmaz.
Malikiler dediler ki: Eğer düşükte, bağırma ve bir miktar süt emme gibi hayat belirtileri görülür,
tecrübeli kişiler de onun için, “böyle bir durum ancak canlılarda olur” derlerse, düşüğün yıkanması
vâcib olur. Aksi takdirde yıkanması mekruhtur.
3. Az da olsa, cenazenin cesedinin bir kısmı mevcûd olmalıdır. Şâfiîlerle Hanbelîler bu görüştedirler.
Hanefîlerle Mâlikîler buna muhalefet ederek aykırı görüş beyânında bulunmuşlardır.
Hanefiler dediler ki: Ölünün, vücûdunun yarıdan çoğu veya yarısıyla birlikte başının mevcûd olması
hâlinde, yıkanması farz olur. Aksi takdirde farz olmaz.
Malikiler dediler ki: Ölünün başla birlikte olsa dahi vücûdunun üçte birinin bulunması hâlinde
yıkanması farz olur. Bu miktarın bulunmaması hâlinde yıkanması ise mekruhtur.
4. İlây-ı kelîmetultah (Allah’ın dinini yüceltmek) uğruna şehid düşmüş biri olmamalıdır. Rasûlullah
(s.a.v.) Uhud savaşında şehid düşenler için şöyle buyurmuştu:
“Onları yıkamayın, zîrâ (onların vücûdlarındaki her yara veya kan, kıyamet gününde misk
kokacaktır.” 468 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/299.
Bunu söyledikten sonra üzerlerine namaz kılmamtştır.
Suyun bulunmaması hâlinde veya yanarak ölmüş olup da suyla yıkandığı ve bedeni ovulduğu, ya da
sadece su döküp ovmaksızın yıkamakla bile cesedinin parçalanmasından korkulması hâlinde teyemmüm ettirmek de yıkama yerine geçerli olur. Ama ovmaksızın, sadece su dökmekle yıkandığında
cesedi parçalanmayacaksa, bu takdirde yıkama, ölünün üzerine sadece su dökerek ve ovulmadan
yapılır. 469 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 715-716.
Ölünün Avret Yerlerine Bakmak Ve Ellemek Erkeklerin Kadınlar Veya Kadınların Erkekleri
Yıkaması
Ölünün avret yerlerini örtmek vâcibtir. Yıkayanın ve diğerlerinin oralara bakmakları ve ellemeleri
helâl olmaz. Yıkayanın, ölünün muhaffef ve muğallez avret yerlerini yıkamak için eline bir bez sarması
vâcibtir. Diğer taraflarını çıplak elle yıkamak sahihtir. Bu hükümde görüş birliği vardır. Yalnız
Hanbelîler, ölünün avret yerleri dışındaki taraflarını yıkamak için de ele bez sarılmasının mendub
olduğunu söylemişlerdir. Hanefîlerin sahîh bir kavline göre, ölünün hafif avret kısımlarını ellemek
haram değildir. Ama yine de buraların örtülüp ellenmemesi istenen bir husustur.
Karı-kocalar dışında, bir erkeğin ölü bir kadını veya bir kadının ölü bir erkeği yıkaması helâl olmaz.
Eşlerden birinin ölü olan eşini yıkaması caizdir. Ancak kadın, ric’i talâkla da olsa, boşanmış ise bu
takdirde eşlerden birinin ölü olan eşini yıkaması helâl olmaz. Mâlikîlerle Şâfiîler bu hükümde
görüşbirliği etmişlerdir. Hanefîlerie Hanbelîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Kadın öldüğünde, nikâh bağı sona erdiği ve kocasına nisbetle yabancı bir kadın
hâline geldiği için, kocası tarafından yıkanması caiz olmaz. Ama koca ölürse karısı, iddet içinde
bulunduğundan dolayı onu yıkayabilir. Bu durumda kadının eşliği, kocanın vefatından önce ric’i
talâkla boşanmış olsa bile, kendisi hakkında henüz devam etmektedir. Ama bain talakla boşanmış ise,
iddet içinde bulunsa bile ölü kocasını yıkayamaz.
Hanbeliler dediler ki: Ric’i talakla boşanmış olan kadın, vefat eden kocasını yıkayabilir. Bain talakla
boşanmışsa yıkayamaz.
Bir kadın erkekler arasında ölür de beraberinde kocası veya başka bir kadın bulunmaz veya ailesinden
uzaktaki bir yolculukta olmaları gibi bir nedenden dolayı başka bir kadını getirmeleri mümkün olmazsa, bu kadının nasıl yıkanacağı hususunda mezheblerin detaylı görüşleri aşağıda sunulmuştur.
Malikiler dediler ki: Kadın öldüğünde, beraberinde kocası veya herhangi bir kadın bulunmaz ve
sadece mahremi olan bir erkek (oğlu, kardeşi, babası gibi) bulunursa, bunların yıkaması vâcib olur.
Ancak yıkarken, vücûduna çıplak olarak değmemesi için, eline kalın bir bez sarması, kendisiyle
cenazenin arasına bir perde asması ve gözlerini de yumarak elini perde arasından cenazeye uzatması
gerekir.
Şayet bir kadın ölür de beraberinde sadece yabancı erkekler bulunursa, bunlardan birinin ona sadece
bileklerine kadar teyemmüm ettirmesi gerekir. Teyemmümde meshi dirseklere kadar uzatmaması icâb
eder.
Kadınlar arasında ölen bir erkeğin, eğer eşi bu kadınlar arasında bulunuyorsa, yıkamayı o yapar. Öbür
kadınlar yapamaz. Eğer bu kadınlar arasında eşi değil de mahremi olan (annesi, kızı, teyzesi gibi) bir
kadın bulunuyorsa yıkamayı o kadın yapar ve çıplak olarak vücûduna temas etmemesi için de eline bir
bez sarması vâcib olur. Bu durumda cenazenin sadece avret yerlerini örtmesi vâcib olur. Eğer bu
kadınlar arasında mahremi de yoksa kadınlardan biri ona teyemmüm ettirir. Teyemmümde mes-hi,
dirseklerine kadar uzatır.
Hanefiler dediler ki: Bir kadın ölür, beraberinde kendisini yıkayacak kadınlar bulunmaz da mahremi
olan bir erkek bulunursa, bü erkek ona teyemmüm ettirir. Teyemmümde meshi dirseklerine kadar
uzatır. Ama beraberinde sadece yabancı bir erkek bulunursa, bu erkek kendi eline bir bez sararak
dirseklerine kadar teyemmüm ettirir. Kollarını görmemek için de gözlerini yumar. Koca da yabancı
erkek gibidir. Ancak o vefat eden hanımına teyemmüm ettirirken kollarını görmemek için gözlerini
yummakla yükümlü tutulmaz. Ölen kadının yaşlı ve genç olması belirtilen bu hükümler açısından aynı
hükme tâbidir.
Bir erkek kadınlar arasında ölür, beraberinde hanımı veya bir erkek bulunmaz da, henüz şehvetli olma
çağma ulaşmamış bir kadın bulunursa, diğer kadınlar ona yıkamayı öğretirler, böylece o da yıkar. Eğer
kadınlar arasında şehvet çağma ulaşmamış bir kadın bulunmazsa, bu takdirde avretini görmemek için
gözlerini yumarak dirseklerine kadar teyemmüm ettirirler. Bu anlatılan hükümlere muhalefet edilerek
ölü yıkanacak olursa günaha girilmiş olmakla birlikte yıkama sahîh olur.
Şafiiler dediler ki: Bir kadın, aralarında eşinin veya mahreminin bulunmadığı bir erkek topluluğu
arasında ölürse, yabancı erkeklerden biri, ona dirseklerine kadar teyemmüm ettirir. Bunu yaparken
avret yerlerini görmemek için de gözlerini yumar ve eliyle avret yerlerine dokunmaz. Ama aralarında
mahremi olan bir erkek olur da kocası bulunmazsa, onu bu erkeğin yıkaması vâcib olur. Kocası
bulunursa o, mahremi olan erkeğe tercih edilir.
Bir erkek, aralarında eşinin veya mahremi olan bir kadının bulunmadığı kadınlar arasında ölürse,
yabancısı olan kadınlardan biri, eline direkt temasa engel bir şey sararak ona teyemmüm ettirir. Avret
yerlerini görmemek için de gözlerini yumar. Eğer aralarında karısı varsa, eline bir şey sarmadan bile
olsa onun yıkaması vâcib olur. Eğer o sırada eşi bulunmaz da kızı, kızkardeşi ve annesi gibi mahremi
olan bir kadın bulunursa, bunların yıkamaları vâcib olur. Varsa karısı, mahremlerine tercih edilir.
Hanbeliler dediler ki: Bir kadın, içlerinde eşinin bulunmadığı erkekler arasında ölürse, yabancı
erkeklerden biri, eline bir şey sararak ona teyemmüm ettirir. Bir erkek, içlerinde eşinin bulunmadığı
kadınlar arasında ölürse, yabancı kadınlardan biri, eline bir şey sararak ona teyemmüm ettirir. Eline bir
şey sarmaksizın teyemmüm ettirmesi haram olur. Ancak teyemmüm ettiren kadın mahremi ise, sargısız
da olsa teyemmüm ettirebilir.
Küçük bir erkek çocuğu öldüğünde kadınların, küçük bir kız çocuğu öldüğünde de erkeklerin onu
yıkaması caiz olur. Anılan küçük erkek ve kız çocuğun yaş hadleriyle ilgili olarak mezheblerin detaylı
görüşleri “Namaz dışında setr-i avret” bahsinde anlatılmıştır.
Ölen erseliklerin yıkanması konusunda da mezheberin değişik görüşleri vardır. Bu görüşler aşağıda,
her mezhebe göre ayrı ayrı belirtilmiştir.
Malikiler dediler ki: İster kendi malından, ister Beytü’l-Mâl’den ve isterse müslümanların malından
olsun, erseliği yıkamak için bir câriye bulmak mümkün olursa, onu câriye yıkar, câriye bulunmadığı
takdirde Ölüye teyemmüm ettirilir. Cariyeden başkası onu yıkayamaz.
Hanefiler dediler ki: Mükellef ve mürahik (henüz baliğ olmamış) erseliklerin ölüsü, ne erkek ne de
kadınlar tarafından yıkanamaz. Bunlar da erkek veya kadın bir cenazeyi yıkayamazlar. Ancak bunlar
ölüye elbise üzerinden teyemmüm ettirebilirler.
Hanbeliler dediler ki: Yedi yaşındaki veya daha büyük yaştaki bir erselik öldüğünde, eğer bir cariyesi
varsa, cariyesi tarafından yıkanır. Cariyesi yoksa ele direkt teması engelleyen bir şey sararak
teyemmüm ettirmek gerekir. Kadına nisbetle, erkeğin teyemmüm ettirmesi daha uygun olur.
Şafiiler dediler ki: Çocukluk devresini geride bırakmış olan erseliği, mahreminin bulunmaması
durumunda, yabancı erkek ve kadınların yıkamaları ve yıkarken de gözlerini yumup ellerine bir şey
sarmaları vâcib olur. Vücûdu kaplayacak şekildeki bir yıkayışla yetinmek vâcibtir. Çocukluk çağındaki
erselik ise diğer çocukların hükmüne tâbidir. 470 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 716-719.
Cenaze Yıkamanın Mendubları
Cenaze yıkamakla ilgili olarak bazı mendub hususlar vardır ki, bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Yıkamayı üçlemek: Cenazeyi her yıkayışta, ileride açıklanacak olan yıkayışın, ölünün vücudunun
her tarafını kaplaması mendubtur. Bu yıkayışlardan ilki farz, bundan sonraki iki yıkayış ise mendubtur.
Bu hususta ittifak vardır. Yalnız Hanefîler farz olan yıkayıştan sonraki iki yıkayışın mendub değil,
sünnet olduğunu söylemektedirler. Mendubla sünneti birbirinden ayrı görmeyen Şâfiîlerle Hanbelîler
de bu hükümde Hanefîlere muvafık sayılırlar.
Cenaze, cesedinin her tarafını kapsayacak şekilde üç yıkanışla yıkanıp temizlendikten sonra, yıkayışı
fazlalaştırmak mekruh olur. Yıkayışı bundan az sayıda yapmak, cesed temizlenmiş olsa bile mekruhtur.
Bunda ittifak vardır. Ama cesed, her tarafı kapsayan üç yıkayışla temizlenmezse, yıkama sayısını
temizleninceye kadar sınırsız olarak arttırmak ve sayıları tekle sona erdirmek mendub olur. Sözgelimi
cesed dört yıkayışla temizlenirse, sayıyı tekle sona erdirmiş olmak için beşinci bir kez daha yıkanır.
Hanefîlerle Şâfiîler bu hükümde ittifak etmişlerdir. Mâlikîlerle Hanbelîlerin buna ilişkin görüşleri
aşağıya alınmıştır.
Hanbeliler dediler ki: Cenaze, her tarafını kaplayacak üç yıkayışla temizlenmediği takdirde, yıkayış
sayısını yediye çıkarmak vâcib olur. Yedi yıkayışla da temizlenmezse, en uygun olanı, yıkamaya
temizleninceye kadar devam etmektir. Ama yıkamaları tek sayıyla sona erdirmek mendub olur.
Malikiler dediler ki: Eğer cenaze üç yıkayışla temizlenmezse dördüncü kez yıkanır. Birinci
yıkamanın suyuna hiçbir şey katılmayıp saf olarak kullanılmalıdır. Müteâkib yıkamaların suyuna sabun
ve benzeri şeyler katılır. Yıkama sayısının tekte kalması için dörtten sonra beşinci kez yıkanır. Eğer
beş yıkamayla temizlenmezse altıncı kez yıkanır ve birincisi dışındaki her yıkamada temizleyici
malzeme kullanılır. Altıncı yıkayıştan sonra yıkama sayısının tekte kalması için yedinci kez yıkanır.
Yine de temizlenmezse sekizinci kez yıkanır. (Yıkama sayısı tek olmasa da) dokuzuncu kez yıkanmaz.
Bu sayılan durumların hepsinde son yıkama suyuna koku katılır. Ama ilk yıkama, saf suyla yapılır.
2. Yıkama suyuna koku ve benzeri şeyler katmak: Cenaze yıkamakla ilgili mendubların ikincisi, son
yıkama suyuna kâfur ve benzeri kokular katmaktır. Kâfur katmak daha iyi olur. Son su dışındaki sulara
gelince, bunlara köknar yaprağı ve sabun gibi temizleyici maddeler katmak mendub olur. Bu kokular,
eğer ölü hac için ihramlı değilse yıkama suyuna katılır. İhramlı ise katılmaz. Çünkü sağ olan ihramlının
da yıkama suyuna bunlar katılmaz. Hanbelîlerle Şâfiîler bu hüküm üzerinde ittifak etmişlerdir.
Mâlikîlerle Hanefîlerin buna ilişkin görüşleri ise aşağıya alınmıştır.
Hanefî ve Malikiler dediler ki: İhramda bulunsun bulunmasın, ölünün yıkama suyuna koku katmak
mendub olur. Çünkü o artık mükellef olmaktan çıkmıştır. Ölümle, ihramdan da çıkmıştır. Bu nedenle,
sağken ihramlılık hâlinin tersine, öldükten sonra başı örtülmektedir. Ancak Mâlikîler derler kî: Birinci
yıkama saf su ile yapılmalıdır. Çünkü Mâliki mezhebine göre sabun ve benzeri şeyler, karıştıkları suyu
temiz olmaktan çıkırırlar. Nitekim bu husus, sular bahsinde de anlatılmıştır.
3. Yıkama suyunu ısıtmak: Şiddetli soğuk gibi sakıncalı bir durum olmadıkça veya kirleri (ancak sıcak
suyla) giderebilme gibi bir sebep bulunmadıkça cenazeyi soğuk suyla yıkamak daha fazîletlidir. Hanbelîlerle Şâfiîler bunda müttefiktirler. Mâlikîler, suyun sıcak veya soğuk olmasının hiçbir farkı
olmadığını söylerler. Hanefîlerse her halükârda sıcak suyu kullanmak1 daha fazîletli olur demişlerdir.
4. Ölünün başına ve sakalına koku sürmek: Yıkama işi bittikten sonra, ölünün başına ve sakalına safran
dışındaki diğer kokulardan sürmek mendubtur. Ayrıca alın, burun, eller, ayaklar ve dizler gibi secde
organlarının; gözlerin, kulakların üzerine ve koltuk altlarına kokular koymak da mendubtur. Bu
kokunun kâfur olması daha fazîletlidir. Bütün bunlar, bir kimsenin ihram içindeyken ölmemiş olması
durumunda mendub olurlar. Aksi takdirde bu kokulan kullanmak doğru olmaz. Bütün bu anlatılanlarda
irfifak vardır. Ancak Mâlikîler derler ki: Ölünün başına ve sakalına koku sürmek mendub değildir.
5. Ölü kimsenin yanında buhur tüttürmek, mezheblerin tafsîlâtına göre mendubtur.
Mâlikîler; ölünün yanında buhur tüttürmenin mendub olmadığını söylemişlerdir.
Hanefiler dediler ki: Buhur tüttürme üç yerde mendub olur:
1. Ruhun teslimi anında. Ölüm gerçekleştikten sonra cenaze, kanepe veya teneşir gibi yüksek bir yere
konulur. Konulmadan önce de burası üç veya beş kez buhurla tütsülenir. Bu tütsüleme, buhurdanlığın
kanepe veya teneşir etrafında üç, beş veya yedi kez döndürülmesiyle yapılır. Bundan fazla sayıda
yapılmaması gerekir. Tütsüleme yapıldıktan sonra, cenaze bunun üzerine konur.
2. Cenazenin yıkanması esnasında. Bu sırada da buhurdanlık, teneşirin etrafında bilinen şekilde
döndürülür.
3. Kefenleme esnasında. Bu sırada da buhur tüttürmek mendubtur.
Hanbeliler dediler ki: Yıkama yerinde yıkama işi tamamlanıncaya kadar buhur tüttürülür.
Şafiiler dediler ki: Cenazenin, ruhunu teslim etmesinden itibaren, namazı kılınıncaya dek etrafında
buhur tüttürmek mendubtur.
6. Ölünün avret mahallini örten çamaşırı dışındaki diğer bütün elbiseleri üzerinden çıkarılmalıdır.
Şâfiîler dışındaki diğer mezhebler bunda görüş birliği etmişlerdir.
Şafiiler dediler ki: Cenazeyi, suyun alta gitmesini engellemeyen ince bir gömlek içinde yıkamak
mendubutur. Yıkayan kimse, elini bu gömleğin geniş yeninin içine sokabilirse ne alâ. Aksi takdirde
yenlerini iki taraftan yarması gerekir. 471 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 719-722.
Yıkamadan Önce Cenazeye Abdest Aldırılır mı?
Yıkamadan önce cenazeye, tıpkı cünüb kişinin yıkanmadan önce aldığı abdest gibi bir abdest aldırılır.
Ancak bu abdesti aldırırken mazmaza ve istinşak yaptırılmaz. Bunu yapmak hem zor, hem de karnına
su gitmesine sebep olur. İçine su girdiği takdirde de çabucak bozulması kuvvetle muhtemel olur.
Ancak yıkayıcının başparmağıyla işaret parmağına bir bez sarması; bu bezi ıslatarak ölünün dişlerine,
diş etlerine ve burun deliklerine sürmesi müstehab olur. Bu da mazmaza ve istinşak yerine geçer.
Hanefîlerle Hanbelîler bu hususta görüş birliği etmişlerdir. Mâlikîlerle Şâfiîlerin buna ilişkin görüşleri
aşağıya alınmıştır.
Mâlikî ve Şafiiler dediler ki: Cenazeye abdest aldırırken mazmaza ve istinşak yaptırılır. Dişlerini ve
burun deliklerini ıslak bezle meshetmek müstehabtır. Fakat bu, mazmaza ve istinşak yerine geçmez. 472 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 722.
Yıkayanda Bulunması Mendub Olan Nitelikler
Cenazeyi yıkayan kimsenin, yıkamayı tam olarak yapması, ölüde gördüğü kötü halleri gizlemesi ve iyi
halleri açıklaması için güvenilir bir kimse olması mendubtur. Ölünün yüzünün parlak ve mütebessim
olduğunu ve kendisinden güzel kokular geldiğini görürse, bunu başkalarına anlatması müstehab olur.
Ölüden hoşa gitmeyen pis bir kokunun geldiğini, yüzünün asık ve ters olduğunu görürse, bunu
başkalarına anlatması caiz olmaz. Yıkama işini bitirdikten sonra, kefeni ıslanmasın diye iyice
kurulaması da mendubtur. 473 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 722.
Ölüye Yapılması Mekruh Olan İşler
Ölünün saç ve sakalını taramak mekruhtur. Yalnız Şâfiîler, şayet saç ve sakalı keçeieşrriişse
taranmasının sünnet aksi takdirde mekruh olacağını söylemişlerdir. Tırnak, saç ve bıyığını kesmek,
koltuk altı ve kasık tüylerini gidermek de mekruhtur. Aslında yapılması istenilen, üzerindeki bütün
şeylerin kendisiyle birlikte defnedilmesidir. Bu sayılanlardan bazı şeyler vücûdundan düşerse bunları
kefenine koyarak onunla birlikte defnetmek gerekir. Hanefîlerle Şâfiîler bu hükümde ittifak etmişlerdir. Mâlikîlerle Hanbelîlerin bu husustaki görüşleri ise aşağıya alınmıştır.
Hanbeliler dediler ki: Ölen kişi ihramhyken ölmüşse, uzayan bıyıklarını kısaltmak ve tırnaklarını
kesmek, koltukaltı kıllarını almak sünnettir. Ama bu kılları aldıktan sonra kefenin içine koymak
gerekir. Başını tıraş etmekse haramdır. Çünkü bu, süslenmek veya ibadet amacıyla yapılan bir iştir.
Kasık kıllarını almaya gelince, bu mekruh değü haramdır. Çünkü bu işi yaparken avret yerine bakma
ve dokunma durumu meydana gelecektir.
Malikiler dediler ki: Saçı için sağlığı sırasında yapılması mutlak haram olan işler, ölümünde de haram
olur. Meselâ sakal ve bıyığın hayattayken tıraş edilmesi haram olduğuna göre, ölüm hâlinde de bunu
yapmak haram olur. Ama hayattayken yapılması caiz olan işler, ölümü hâlinde mekruh olur. 474 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 723.
Yıkandıktan Sonra Cenazeden Pislik Çıkması
Yıkama tamamlandıktan sonra cenazeden pislik çıkması ve bunun da bedenine veya kefenine
bulaşması halinde, bu pisliği gidermek gerekir. Ama yıkama tekrarlanmaz. Mâlikîlerle Şâfiîler bu
görüştedirler. Hanbelîlerie Hanefîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Ölüden, bedenine veya kefenine isabet eden bir necaset çıkmasının bir sakıncası
olmaz. Ancak bu, kefenlemeden önce meydana gelmişse, sadece temizlik maksadıyla giderilmelidir.
Bu necaseti gidermek, üzerine kılınacak namazın sahîh olması için şart değildir. Necasetin çıkması
kefenlemeden sonra olmuşsa yıkanmaz. Çünkü yıkanmasında zorluk ve sıkıntı vardır. Ama ölüye,
kendisinden kaynaklanmayan bir necaset bulaşırsa, meselâ necis bir kefene konulmuş olursa bu, namazın sıhhatine engel olur.
Hanbeliler dediler ki: Ölüden, yıkama işleminden sonra bir necaset çıkarsa bunu gidermek ve yıkama
sayısını yediye kadar tekrarlamak vâcib olur. Bundan sonra da necaset çıkarsa yıkama yenilenmez.
Sadece çıkan necaset yıkanarak giderilir. Bu söylenenler, necasetin kefenlenmeden önce çıkmasıyla
ilgilidir. Kefenlenmeden sonra bu gibi haller vukûbulursa, yıkama geçerli olup iade edilmesi
gerekmez. 475 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 723-724.
Cenaze Nasıl Yıkanır?
Cenazenin ne şekilde yıkanacağı hususunda mezheblerin detaylı görüşleri aşağıda verilmiştir.
Hanefiler dediler ki: Yıkama sırasında cenaze, teneşir gibi yüksekçe bir yere konulur. Sonra yıkama
yapılırken buhurdanlık, teneşirin etrafında üç, beş veya yedi defa döndürülerek tütsü yapılır. Avret
yerini örten çamaşırı dışındaki diğer elbiseleri üzerinden çıkarılır. Yıkayıcı ve yardımcısından başka
kimselerin yıkama yerinde, cenazenin yanında bulunmamaları rnendub olur. Bundan sonra yıkayıcı
eline bir bez sarar. Eliyle su alıp ölünün ön ve arka avret organlarını yıkayarak istincâ yaptırır. Bunun
peşisıra abdest aldırır. Abdeste de yüzünden başlar. Abdeste elden başlamak, hayatta olan insanlara
mahsustur. Çünkü abdestlerini kendileri alan sağ kimseler, (önce) ellerini temizlemek ihtiyacındadırlar.
Ama ölünün durumu böyle değildir ve ona, abdestini başkaları aldırmaktadır. Ölüye, abdest aldırırken
mazmaza ve istinşak yaptırılmaz. Çünkü dişlerinin ve burun deliklerinin bez parçasıyla temizlenmesi
mazmaza ve istinşak yerine geçmektedir. Bundan sonra başı ve çenesi, buralarda saç veya tüyler varsa,
sabun ve benzeri temizleyici şeylerle yıkanır. Ama buralarda saç ve tüyler yoksa bu şekilde
yıkanmazlar. Daha sonra ölü, sağ tarafından yıkanmaya başlanması için sol tarafına yatırılır. Sağ
tarafına baştan ayağa doğru üç kez su dökülür ki, su alt tarafı da tamamen kaplasın. Sırtını yıkamak
için yüzüstü yatırılması caiz olmaz. Su her tarafını kaplasın diye yan tarafından hareket ettirilir. Bu
birinci yıkayıştır. Bu yıkayışta su, vücûdunun her tarafını kaplarsa farz-ı kifâye yerine gelmiş olur.
Sünnetin yerine gelmesi için, buna iki yıkayış daha eklenmelidir. Bunun için de cenaze, ikinci
yıkayışta sağ tarafına yatırılır. Önceki yıkayışta olduğu gibi, sol tarafı üzerine üç kez su dökülür.
Bundan sonra yıkayıcı onu oturtarak kendine dayar, karnını yumuşakça meshederek dışarı çıkan
pislikleri yıkar. Üçüncü yıkayış için de, sol tarafına yatırarak önceki yıkayışlarda olduğu gibi üzerine
su dökerek yıkar. İlk iki yıkayış, köknar yaprağı ve sabun gibi temizleyicilerle birlikte sıcak suyla
yapılır. Üçüncü yıkayış, kâfurla birlikte suyla yapılır. Bundan sonra kurulanarak üzerine koku konulur.
Bütün bu anlatılanlar, yıkamanın sahîh olması için şart değildir. Niyet de, muhakkak surette bilindiğine
göre, farz-ı kifâyeyi yerine getirmiş olmak için şart değildir. Niyet, sadece farz-i kifâyeyi yerine
getirme sevabını kazanmak için şarttır.
Malikiler dediler ki: Cenazenin, yıkanırken öncelikle yüksekçe bir yere konulması, sonra da avret
yerini örten çamaşırı dışındaki diğer elbiselerin çıkarılması gerekir. İster muğallez, ister muhaffef olsun
avret yerini örten çamaşırın ölünün üzerinde bırakılması vâcİbtir. Elbiseleri çıkarıldıktan sonra, ölünün
elleri üç kez yıkanır. Yıkamadan sonra çıkmasın diye içeriden çıkması muhtemel pisliklerin çıkması
için, karnı hafifçe sıkılır. Bundan sonra yıkayıcı, eline kaim bir bez sararak üzerlerine su dökme
esnasında ön ve arka çıkış deliklerini yıkar. Bedenindeki pislikleri de yıkadıktan sonra mazmaza ve
istinşak yaptırır. Mazmaza ve istinşaktan sonra başını yavaşça göğsüne çevirir, bir bezle dişlerini ve
burnun içini mesheder, abdestini tamamlatır. Bu abdesti aldırırken her organı üçer kez yıkar. Sonra da
niyet etmeksizin başının üstüne üç kez su döker. Çünkü cenaze yıkamada niyet meşru değildir. Sonra
da ön ve arkasıyla birlikte sağ tarafını, bundan sonra da sol tarafını yıkar. Böylece yıkama tamamlanmış olur. Bu birinci yıkayıştır. Bunun saf suyla yapılması gerekir ve farz olan yıkama, bu
şekilde yerine gelmiş olur. Bunun peşisıra, temizlik gayesiyle ikinci ve üçüncü kez yıkamak mendub
olur. Birinci yıkayıştan sonraki iki yıkamanın ilki sabun ve benzeri şeylerle yapılmalıdır. Cesedi
sabunla ovaladıktan sonra üzerine su dökülmelidir. Sonuncu yıkama suyuna ise, koku katılmalıdır.
Kâfur, diğer kokulara nisbetle daha faziletlidir. Cenaze kirlerden arınmış olursa, artık bu üç yıkayıştan
fazla yıkamaya gidilmemelidir. Ama daha fazla bir yıkayışa gerek görülürse, dördüncü kez
yıkamalıdır. Gerektiği takdirde yıkama sayısı sekize kadar çıkarılabilir. Yıkama tamamlandıktan sonra
bedenini mendub olarak kurulamak; duyu organlarına, alın, el ve ayaklar gibi secde organlarına ve
vücûdunun çukur yerlerine koku koymalıdır ve koku damlatılmış pamuk parçalarını ön ve arka çıkış
deliklerine yerleştirilmelidir.
Şafiiler dediler ki: Cenazeyi yıkama sırasında yüksekçe bir yere koymak mendubtur. Bu sırada ölünün
yanında yıkayıcıyla yardımcısından başkası bulunmamalı ve suyun alta geçmesine engel olmayan ince
bir gömlek içinde yıkanmalıdır. Yıkayıcı elini, ölünün üzerindeki gömleğin geniş yenlerinden içeri
sokabilirse sokmalı, aksi takdirde iki tarafından yırtmalıdır. Eğer böyle bir gömleği yoksa avret
yerlerini (başka şeyle) örtmek vâcib olur.
Yıkama yerine konulmasından itibaren cenazenin yüzünü örtmek müstehabtır. Havanın soğuk ve
bedenin kirli olmaması halinde, soğuk ve güzel bir suyla yıkanmalıdır. Aksi takdirde suyu azıcık
ısıtmak gerekir. Bu hazırlıklar yapıldıktan sonra yıkayıcı onu, yavaşça teneşirin üzerine oturtur. Sağ
elini ölünün omuzuna, baş parmağını ense çukuruna koyar. Sırtını da kendi sağ dizine dayayarak sol
eliyle karnını mesheder. Karnındaki fazlalıkları çıkarmak için bu mesih işlemini yüklenerek birkaç kez
tekrarlar. Yıkama yerinde etrafa koku saçan bir buhurdanlık bulunması men-dub olur. Kokusunun
dışarıya yayılmaması için ölünün üzerine fazlaca su dökülür. Bundan sonra sırtüstü yatırılır. Yıkayıcı,
sol eline bir bez sararak ön ve arka avret yerlerini yıkar. Yıkayınca da elindeki bezi çıkarıp atar. Eğer
Ölüden çıkan pislik eline bulaşmışsa elini sabunlu suyla yıkar. Bundan sonra yine sol elinin işaret
parmağına bez sararak bununla dişlerini ve burun deliklerini mesheder. Ağzı necis olmamışsa ağzını
açmasına gerek yoktur. Ama necis olmuşsa, temizlemek için dişlerini açmalıdır. Bundan sonra da,
hayattaki kimselerin abdestleri gibi mazmazah ve istinşaklı bir abdest aldırır. Mûtemed olan görüşe
göre yıkayıcının, “bu ölüye abdest aldırmaya niyet ettim” diyerek niyet etmesi vâcibtir. Yıkama için
niyet etmekse sünnettir. Bundan sonra üzerlerinde ister saç ve tüy bulunsun, isterse bulunmasın, baş ve
çenesi kökner yaprağı ve sabun gibi bir temizleyiciyle yıkanmalıdır. Eğer saç ve sakalı birbirine
karışmışsa ve ihramlı değilse, bunlar iri dişli bir tarakla taranır. Kılların dökülmemesi için de taramanın
yavaş yapılması gerekir. Bütün bunlara rağmen birşeyler düşerse, o zaman kefenin içine konulur. Sonra
sırtüstü uzanmış vaziyette sağ yüzü cihetinden, boyundan ayağa kadar yıkanır. Bundan sonra da aynı
şekilde sol tarafı yıkanır. Bunun peşisıra sol yanına çevrilerek sağ tarafı ense-sırt-ayak yönünde
yıkanır. Bunun ardından sağ yanma çevrilerek sol tarafı aynı şekilde yıkanır ve her yıkayışta sabun ile
benzeri şeylerden yararlanılır. Saygınlığından ötürü, ölüyü yüzüstü yatırmak haramdır. Üzerinde kalan
sabun ve benzeri şeylerin kalıntılarını gidermek için, baştan ayağa doğru üzerine su dökülür. En
sonunda üzerine saf su dökülür. Vasfını değiştirmeyecek kadar az miktardaki kâfuru suya katmak da
mendub olur. Bu, ölünün ihramlı biri olmaması hâlinde sözkonusudur.
Bu üç yıkayış bir yıkayış sayılır. Çünkü son yıkayıştan öncekilerde su, (temizleyici malzeme ve koku
nedeniyle) vasfını değiştirdiğinden Ötürü yıkayış olarak hesaba katılmaz. Sadece son yıkayıştaki su,
vasfını değiştirmediğinden dolayı, yıkayış olarak hesaba katılır ve yıkamanın vâcibliği onunla düşer.
Bu nedenle yıkama niyeti, öncekilerde değil, fakat son yıkayışta yapılır. Bu yıkayışla yetinİlirse farz-ı
kifâye yerine gelmiş olur. Ancak önceki şekliyle, ikinci ve üçüncü bir defa yıkamak sünnet olur ve
böylece yıkamaların sayısı dokuzu bulmuş olur. Ama bu tekrar, baş ve çene dışındaki yerlerin
yıkanması şeklinde olur. Bunların yıkamalarını tekrar etmekse mendubtur.
Hanbeliler dediler ki: Cenaze yıkanmaya başlandığında, önce de belirtildiği gibi, avret yerlerini
örtmek vâcib olur. Bundan sonra üzerindeki elbiseleri çıkarmak mendubtur. Hafif, ince ve yenleri geniş
bir gömlek içinde yıkanması caiz olur. Ölüyü gözlerden uzak tutmak sünnettir. Tavanlı bir yerde veya
çadırda yıkanmalıdır. Eğer zor değilse, yıkamanın başlangıcında oturmaya yakın vaziyette başını azıcık
kaldırmalı, sonra içinden çıkması muhtemel olan pisliklerin çıkması için karnını yavaşça sıkmalıdır.
Ölü, eğer hâmile bir kadınsa, karnı sıkılmaz. Bundan başka ölülerin karnını yıkarken, çıkan şeyin
kokusunun dışa yayılmadan hemen gitmesini sağlamak amacıyla üzerine bolca su dökmelidir. Pis kokulan gidermesi için, yıkama yerinde buhurdanlık bulundurmalıdır. Yıkama başlarken, ele sarılan sert
bir bezle ön veya arka avret mahallerinden birini yıkamalı, sonra bu bezi atıp yeni bir bezle de diğerini
yıkamalıdır. Avret organları dışındaki diğer taraflarını da bezsiz ellemek müstehabtır. Elbiselerini
çıkarıp avret yerlerini örttükten, ön ve arka organlarını belirtilen şekilde yıkadıktan sonra yıkayıcı,
ölüyü yıkamaya niyet etmelidir. Bu niyet yıkamanın sıhhat şartıdır. Yapılmadığı takdirde yıkama sahîh
olmaz. Niyetten sonra yıkayıcı “Bismillah” demeli, bu besmeleyi ne eksiltmeli, ne de fazlalaştırmahdır.
Sonra da ellerini yıkar, bedenindeki necasetleri giderir. Bunun peşi sıra yıkayıcı işaret ve başparmağına
sert bir bez sararak suyla ıslatır. Bununla ölünün dişlerini ve burun deliklerini meshederek temizler.
Dişlerini ve burun deliklerini bezle temizlemek müs-tehabtır. İlk yıkamada ölüye abdest aldırmak
sünnettir. Tıpkı abdestsiz kişinin aldığı abdest gibi olan bu abdesti aldırırken, mazmaza ve istinşak
yaptırılmaz. Abdestten sonra ölünün başı ve sakalı, sadece köknar yaprağının kaymağı ve benzeri bir
temizleyiciyle yıkanır. Vücûdunun geri kalan kısmı da köknar yaprağı ve benzeri şeylerle yıkanır. Bu
yaprak ve benzeri temizleyiciler her yıkamada kullanılır. Müteakiben sağ tarafı baştan ayağa yıkanır.
Yıkamaya boğazın yan kısmından başlanır. Bundan sonra sağ eh omuzlarına kadar, sonra omuzu, sonra
göğsünün sağ tarafı, sonra da baldın ve ayaklarına kadar bacakları yıkanır. Bundan sonra aynı şekilde
sol tarafı yıkanır. Her iki yanını yıkamakla beraber, yıkayıcı onu, yan tarafına çevirir, sağ yanını
kaldırarak sırtını, kaba etlerini ve baldırlarını yıkar. Cenazeyi yüzüstü yatırmak doğru olmaz. Bundan
sonra da aynı şekilde sol tarafını yıkar. En sonunda da, saf suyu bütün bedeninin üzerine döker.
Böylece ilk yıkayış tamamlanmış olur ki, bununla yetinmek caizdir. Ama yıkamayı tek olarak aynı
şekilde üçlemek sünnettir. 476 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 724-727.
Kefenleme
Cenazeyi kefenlemek, müslümanlar üzerine farz-ı kifâyedir. Müslümanlardan bazılarının bu işi
yapmalarıyla, diğerleri de yükümlülükten kurtulurlar. Cenaze kadın olsun, erkek olsun, kefenin en az
miktarı bedeninin tamamını kaplayacak kadar olanıdır. Kefenin bundan az ölçüde olması,
müslümanlann farz-ı kifâyeyi yerine getirmiş olmaları için yeterli olmaz. Kefenin, rehine bırakılmış
eşya gibi, içinde başkalarının hakkı bulunmayan, ölüye ait özel maldan sağlanması vâcibtir. Eğer
kendisinin şahsına ait malı yoksa sağlığındayken geçimini sağlamakla yükümlü olanların malından
sağlanır. Ölen, bir kadınsa, geriye mal bırakmış olsa bile, kefeni mâlî durumu müsait olan kocası
tarafından temin edilmelidir.
Mâliki ve Hanbeliler dediler ki: Koca hanımına, fakir olsa bile, kefen temin etmek mecburiyetinde
değildir.
Ölen kişinin kendine ait malı olmaz, bunun yanında hayattayken geçimini sağlamakla yükümlü
olanların da kefeni alacak paraları olmazsa, kefen beytü’l-mâlden karşılanır. Tabiî eğer müslümanların
beytü’l-mâlı varsa ve kefen için buradan para almak mümkünse... Aksi takdirde kefeni sağlamakla,
durumu müsait olan İslâm cemaati yükümlü olur. Cenazeyi mezarlığa taşıma, defnetme ve benzeri
teçhizat masrafı, kefenle ilgili olarak sunulan bu tafsilâtın aynısına tâbidir.
Kefenin türü ve niteliği hususunda mezheblerin detaylı görüşleri aşağıda sunulmuştur.
Şafiiler dediler ki: Ölüyü, sadece sağlığındayken giymesinin caiz olduğu şeylerle kefenlemek caiz
olur. Erkek ve erseliklerin ipek ve safranlı elbiselerle kefenlenmesi, başka kumaşların mevcûd olması
hâlinde caiz olmaz. Aksi takdirde zaruret nedeniyle caiz olur. Yine erkek ve erselik ölülerin aspur
boyasıyla boyanmış bezle kefenlenmeleri de caiz olmaz. Ama çocuk, deli ve kadın ölülerin ipekli,
aspurla boyanmış, altın ve gümüşle sırmalanmış kumaşlarla kefenlenmeleri mekruh olmakla birlikte
caizdir. Efdâl olan, kefenin beyaz renkli ve yıkanmış eski bezden hazırlanmasıdır. Bu bulunmazsa,
helâl olan başka bir kumaşla kefenlenmelidir. Böyle bir şey de bulunmayıp yalnızca ipek, deri, ot,
yoğrulmuş kına ve çamur bulunursa kefen olarak ipek deriye, deri ota, ot yoğurulmuş kınaya, bu kına da çamura tercih edilir. Kefenin temiz olması da vâcibtir. Temiz kefen bulmaya muktedir olunmasına
rağmen, ipek de olsa, necâsetli bir kumaşla kefenlemek caiz olmaz. Eğer necâsetli olandan başka bir
kefen bulunmazsa, üzerine çıplak olarak namaz kılınır, sonra da necâsetli kefene konularak defnedilir.
Kefende pahalıya gitmek, yani pahalı olan kefeni almak mekruhtur. Hayattaki kimselerin sağken
kendileri için kefen hazırlayıp saklamaları da mekruhtur. Yalnız; bu kefen, sâlih kimselerin eserinden
ise caiz olur. Kefen üzerine Kur’an-ı Kerîm’den bir şeyler yazmak, kefende aspur ve benzeri, beyaz
renk dışında boyalar bulundurmak mekruhtur. Erkek ve kadınlar için kefen, üç elbiseden ibarettir. Bu
elbiselerden herbiri, Ölünün vücûdunun her tarafını kaplamalıdır. Yalnız ihram içinde vefat eden kişinin başı ve yüzü örtülmez. Bu sayıdaki kefenlemenin, ölünün kendi terekesinden kefenlenmesi ve
bütün terekesi gidecek kadar borçlu olmaması, tek elbiseyle kefenlenmeyi vasiyet etmemesi hâlinde
yapılır. Aksi takdirde bedeninin tümünü -ihrâmlılar müstesna- kaplayacak şekilde tek parçayla
kefenlenir. Başkasının Veberrûda bulunması hâlinde daha fazlasıyla kefenlemek câiz olur. Beyt’ülmâlin veya ölüleri kefenlemek için kurulan vakfın kefeni ile kefenleme durumunda, tek parçadan fazla
kefen kullanmak haram olur. Meğerki vakıf kurucusu, tek parçadan fazlasıyla kefenlemeyi şart koşmuş
olsun. Bu takdirde onun şartına uyularak iki veya üç elbiseyle kefenlenir. Kefenlemede yukarıda
belirtilen üç elbiseye, altta giydirmek üzere gömlek, başa sarılmak üzere de sarık ilâve etmek caizdir.
Ama en faziletlisi ve en mükemmeli, anılan üç elbiseyle yetinmektir. Kefen sayısına gömlek ve sarığı
ilâve etmek, vârisler arasında hakkını noksan alan veya kısıtlı biri bulunmadığı takdirde caiz olmaz.
Aksi halde haram olur. Kadınlara gelince, bunların kefenlerinin en mükemmeli beş parça olmasıdır:
1. İzâr (etek),
2. Kamîs (gömlek),
3. Himar (başörtüsü),
4. 5. İki adet lifâfe (bütün vücûdu örten örtü).
Kefenlemenin şekline gelince bu şöyle olur:
Lifâfenin en güzeli ve en genişi yere serilir. Üzerine hanut (bir çeşit koku) ve benzeri kâfur gibi
nesneler konur. Bunun üzerine ikinci lifâfe serilir. Aynı şekilde hanut konur. Varsa üçüncü lifâfe de
bunun üzerine serilir. Sonra ölü yavaşça ve sırtüstü bunun üzerine yatırılır. Elleri göğsünün üzerine
getirilerek, sağ eli sol elinin üzerine konur veyahut da yan taraflarına salınır. Bunun ardından, atılmış
ve hanut kokusu sürülmüş bir pamuğu araya koyduktan sonra, kaba etleri bir bez parçasıyla bağlanır.
Öyle ki bez parçası, içine girdirmeksizin mak’ad deliğine ulaştırılmalıdır. Bu bez parçası da, çocukların
altını bağlarken kullanılan biçimde, iki taraftan yarılmahdır.
Bundan sonra lifâfeler birer birer, ölünün sol tarafındaki ucu, sağ tarafındaki ucun üzerine gelecek
şekilde veya bunun tersi şeklinde sarılırlar. Boydan artan kısımlar ölünün baş ve ayaklan ucunda
bağlanır. Mezarlığa götürürken yolda açılmaması için ihramlıyken ölenler dışındaki diğer ölülerin
lifâfeleri bağlanır. Sıkıntı ve musîbetleri genişliğe çevirmesi umudu ve uğuru ile defnederken bu bağlar
çözülür. İhramdayken ölen kişinin kefenine, vücûduna ve yıkama suyuna koku katılmaz. Meselâ dikişli
elbiseler gibi, ihramdayken giyilmesi haram olan eşya ile kefenlenmesi de caiz değildir.
Hanefiler dediler ki: Kefenlerin en beğenileni, yeni olsun, eski olsun, beyaz renkli giysilerden
yapılanıdır. Erkeklerin hayattayken giymeleri mubah olan giysilerin, ölümlerinden sonra
kefenlenmelerinde kullanılmaları da mubah olur. Hayattayken giymeleri mubah olmayan giysileri,
ölümlerinden sonra kefenlenmelerinde kullanılmaları mubah olmaz. İpek, aspur ve safran boyasıyla
boyalı ve benzeri kefenleri erkekler için kullanmak mekruhtur. Ancak başka kefenin bulunmaması
hâlinde bunları kullanmak mekruh olmaz. Kadınların bu gibi şeylerle kefenlenmeleri ise caizdir. Erkek
kefenlenirken, bayramda, bayram yerine giderken, üzerine giydiği elbiseler nazar-ı itibâra alınır. Kadın
kefenlenirken de, anne-babasıni ziyarete giderken giydiği elbiseler nazar-ı itibâra alınır.
Kefen; “sünnet”, “kifâye” ve “zaruret” kefeni olmak üzere üç kısma ayrılır. Bunlardan herbiri ya
kadınlar için, ya da erkekler için sözkonusu olur.
Erkek ve kadınlar için sünnet kefeni, izâr, kamîs ve lifâfeden ibarettir. Kamîs, boyun kökünden
ayaklara kadar olan gömlektir. İzâr’sa tepeden ayaklara kadar olan giysidir. Lifâfe de aynı şekildeki
örtüdür. Kadınlarda, bu sayılan parçalara “hımar” denilen başörtüsü eklenir ki, bununla ölünün yüzü
örtülür. Göğüslerini bağlayan bir bez parçası da buna eklenir. Gömleğe ne yan, ne de alt taraflarında
yırtmaçlar yapılır. Lifâfe alt ve üstü bağlanabilmesi ve ölünün hiçbir yerinin görünmemesi için boydan
biraz fazla yapılır. Açılmasından korkulduğu takdirde, kefenin kumaşından bir parça ile bel kısmı
bağlanır.
Kifayet miktarı olan kefene gelince, bu kefende izâr ve lifâfe ile yetinilir. Kadınlardaysa buna hımar ve
göğüs bağlama bezi eklenir. Bu kadarıyla yetinmekte kerahet yoktur.
Zaruret kefeni’ne gelince bu, avret yerini örtecek kadar dahi olsa, zaruret hâlinde bulunan kefendir.
Şayet bu kadarı da bulunmazsa, varsa üzerine yıkanarak boya otu konur ve namazı da definden sonra
kabri üzerine kılınır. Kadının saç örgüleri varsa, bunlar izârla kamîs arasına ve göğüsleri üzerine konur.
Daha önce de söylenildiği gibi kefeni buhurlamak mendubtur.
Şunu da kaydedelim ki, ölünün malı az, vârisleri de çok ise veya borçlu ise kifayet kefeni ile yetinmek
gerekir. Kefenleme keyfiyetine gelince, önce lifâfe yere serilir. Üzerine izâr serilir. Bundan sonra
cenaze, izârın üstüne konularak gömleği giydirilir. Bunu müteakiben izâr, sol tarafından üstüne örtülür.
Sonra da izâr sağ tarafından üstüne örtülür. Kadının kefenlenmesine gelince; önce lifâfe ve sonra da
izâr serilir. İzârın üstüne konulan cenazeye gömleği giydirilir. Saçları örülerek, bu örgüler gömlek
üzerine ve göğüs kısmına konulur. Sonra da başörtüsü buraların üstüne örtülür. Bunun ardından izâr ve
lifâfe sarılır. Kefenlerin ve ayakların üstü bezle bağlanır.
Malikiler dediler ki: Kadın ve erkekler için kefeni birden fazla sayıda düzenlemek mendubtur. En
faziletlisi, erkeğin beş parça İle kefen-lenmesidir. Bu parçalar şu sayacağımız kısımlardan meydana
gelir:
1. Yenli gömlek,
2. İzâr,
3. Sarık. Bu sarığın bir zir’â uzunluğunda bir ucu olmalı ve bu uç ölünün yüzü üzerine getirilmelidir.
4. 5. İki lifâfe.
Kadınlar için en faziletlisi, onların yedi parça ile kefenlenmeleridir. Bu parçalar şunlardır:
1. İzâr,
2. Gömlek,
3. Başörtüsü,
4. Dört adet lifâfe.
Erkek ve kadın ölüler için bundan fazla sayıda kefen kullanmak caiz olmaz. Ancak koruma bağı
müstesnadır. Bu bağ, ön ve arka pislik yerlerinden herhangi bir şey çıkmaması için, buralara
yerleştirilen pamuğun üzerine bağlanan bir bezdir. Kefenin beyaz renkli olması mendubtur. Safran
veya alaçehre (Yemen’de yetişen sarı boya veren bir bitki) ile boyalı kefenleri kullanmak caizdir.
Aspur veya yeşil boya ile boyanan safran ve alaçehre dışındaki boyalarla boyanan kefenleri kullanmak
ise mekruhtur. Yine ipekten ve ibrişimden yapılan kefenleri kullanmak da mekruhtur. Tabiî bütün bu
saydıklarımız başka kefenin bulunması hâlinde mekruh olurlar. Aksi takdirde hiçbir mekruhluk
sözkonusu olmaz. Cenazenin, eskimiş olsa bile sağlığında Cuma namazı için giymiş olduğu elbise ile
kefenlenmesi vâcibtir. Cuma için giymiş olduğu elbise üzerinde vârisler çekişirler de bazısı bu
elbiseyle kefenlenmesini, bazısı da başka şeyle kefenlenmesini isterlerse, bu takdirde birinci grubun
lehine karar verilir. Kefenin buhurlanması mendubtur. Her lifâfenin içine; ağız, burun, göz, kulak ve
pislik deliklerine konan pamuğa koku sürmek mendubtur. Kokuların en faziletlisi kâfurdur. Kadının
saçlarım örüp arka tarafına salmak da faziletlidir.
Hanbelîler: Kefenin, vâcib ve sünnet olmak üzere iki çeşit olduğunu söylemişlerdir. Vâcib olan; erkek
olsun, kadın veya erselik olsun, ölünün tüm vücûdunu örtecek olan kefendir. Bu kefenin, ölünün sağhğındayken Cuma ve bayramlarda giydiği elbise olması vâcibtir. Meğerki bu elbiseden daha azıyla
kefenlenmeyi vasiyet etmiş olsun. O zaman vasiyetine göre hareket edilir. Vasiyet etmiş olsa bile,
Cuma ve bayramlarda giydiği giysilerden daha üstün elbiselerle kefenlenmesi mekruh olur. Sünnet
kefene gelince bu, ölüye göre değişir. Eğer erkek ise, pamuktan yapılmış üç adet beyaz lifâfe ile
kefenlenmelidir. Bundan fazlasını yapmak ve sarık takmak mekruhtur.
Kefenleme şekline gelince, bu şöyle yapılır: Lifâfeler, birbiri üstüne yere serilir. Sonra ağaç ve benzeri
bir şeyle buhurlanarak cenaze üzerine konur. Dıştaki lifâfenin, diğer iki lifâfeden daha güzel olması
sünnettir. Aralarına hanut (koku karışımı) konulmalı, sonra da hanutlanmış bir pamuk parçası kaba
etleri arasına yerleştirilmelidir. Bu pamuğun üstü de, şalvar gibi iki tarafı yarık bir bezle bağlanmalıdır.
Ölünün her tarafına koku sürmek sünnettir. Bundan sonra üstteki lifâfenin sağ üst tarafı, ölünün sol
tarafı üzerine, sol ucu da ölünün sağ tarafı üzerine getirilir. İkinci ve üçüncü lifâfeler de böyle yapılır.
Lifâfelerin boyundan artan kısmı ölünün başı üzerinde bağlanır. Defnederken de bu bağlar çözülür.
Baliğ olan kadın ve erseliklere gelince; bunların, pamuktan yapılmış beyaz renkli beş parça kumaşla
kefenlenmeleri sünnettir. Bu beş parça da şunlardan ibarettir:
1. İzâr,
2. Gömlek,
3. Başörtüsü,
4. 5. İki adet lifâfe.
Kefenleme keyfiyeti ise şöyledir: Lifâfeler erkeğin lifâfeleri gibi yere serilip buhurlanır. Başörtüsü
başa konur. îzâr, ortaya konur. Gömlek giydirilir. Erkek çocuğun tek giysiyle, kız çocuğununsa bir
gömlek ve iki lifâfeyle kefenlenmesi sünnettir. Kıldan ve yünden yapılmış, aspur ve safranla boyanmış
olan veya vücûd hatlarını belirtecek kadar ince olan kefenleri kullanmak mekruhtur. Alt tarafı
gösterecek kadar şeffaf olan kefenleri kullanmak yeterli olmaz. Kadın için olsa dahi deri ve ipekten
mamul veya altın-gümüşle sirmalanmiş kefenleri kullanmak haramdır. Ancak başka kefen bulunmadığı
takdirde bunları kullanmak caiz olur. 477 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 728-732.
NOT: Değerli okucucular; Ben araştırmalarım da, Abdeste başlarken veya Namaza başlarken Niyet, kalple olur. Bu Niyet, Namaz Abdesti, Gûsül Abdesti, Teyemmüm Abdesti, Farz Namaz, Sünnet Namaz veya Nafile Namazlarda da aynıdır. Ben konu bölünmesin diye olduğu gibi yazdım. En doğru kaynak, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnet'tir. Bunun dışında alimler ve imamlar hata yapabilirler yani nadiren de olsa görüşlerinde yanlış bilgi verebilirler. Birde, bu temizlik ve namaz bölümlerinde yazmış olduğum Dört Mezhep İmamlarının görüşleri, yazmış olduğum tüm konularda tamamı, İmamlarımızın kendi görüşleri değildir bir kısmı yani kendilerinden sonra gelen, onları takip eden (öğrencilerinin) İmamların görüşleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlara Rahmet etsin. Bu notu yazmamdaki amaç, yanlış bilgi verip, gerek değerli imamlarımızı gerekse kendimizi zan altında bırakmamak içindir. Sizlere buradan tavsiyem eğer, tüm bu yazmış olduğum konularla alakalı, yanlış olduğunu düşündüğünüz veya bildiğiniz bir şey varsa, onu Kur'an ve Sünnet'ten araştırmanızdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize ve Tüm Müslüman kardeşlerimize dinimiz İslâm'ı doğru öğrenmeyi ve hayatımızın her alanında doğru uygulamayı nasib etsin İnşeAllâh. Allâhümme Amin.
Hâtime:
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
Muvahhid Kullara Selâm Olsun.
Polat Akyol
NOT: KONUNUN DEVAMI VAR
KAYNAKLAR:
461 Müslim, Cenâiz, 1-2; Nesâî, Cenâiz, 4.
462 Ebû Dâvûd, cenâiz, 13.
463 Ebû Dâvûd, Cenâiz, 13.
464 Buhârî, Tevhîd, 15; Müslim, Tevbe, 1.
465 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 711-714.
466 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 714.
467 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 715.
468 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/299.
469 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 715-716.
470 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 716-719.
471 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 719-722.
472 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 722.
473 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 722.
474 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 723.
475 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 723-724.
476 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 724-727.
477 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 728-732.