NAMAZ
KİTABÜ'S-SALÂT (NAMAZ BÖLÜMÜ)
DEVAMI 15

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…

Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…

Bundan sonra:

CENAZE NAMAZI
 
Hükmü 

Cenaze namazı farz-ı kifâyedir. Bir kişi bile olsa, bu namazı toplumun bir kısmı kıldığı takdirde, diğerleri yükümlülükten kurtulur. Ama sevabını da sadece kılan kişi kazanır. 478 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 733.
Kılınış Şekli 

Burada cenaze namazının kılınış şeklini her mezhebe göre kısaca açıklamak; sonra da bu namazın rükün, şart, sünnet ve mendublarını anlatmak istiyoruz. Kılınış şekli aşağıya alınmıştır. 
Hanefiler dediler ki: Cenaze namazı şu şekilde kılınır: Namaz kılacak kişi, cenazenin göğüs hizasında durur; Allah’a ibâdet amacıyla cenaze namazının farzını edâ etmeye niyet eder; sonra ellerini kaldırarak iftitah tekbirini alır; “sübhâneke”yi okur; arkasından ellerini kaldırmaksızın tekbir alır ve Peygamber Efendimize salâtü selâm okur; sonra yine ellerini kaldırmaksızın tekbir alarak ölüye ve tüm müslümanlara duada bulunur... En faziletlisi, önce zikredilmiş duayı okumasıdır. Duadan sonra ellerini kaldırmaksızın dördüncü tekbiri alır ve selâm verir. Sağa verdiği ilk selâmda, sağ tarafında bulunanlara; sola verdiği ikinci selâmda sol tarafında bulunanlara selâm vermeye niyet eder. Her iki selâmda da, ölüye selâm vermeye niyet etmez. Tekbir dışındaki diğer şeyleri gizlice okur. 
Malikiler dediler ki: Cenaze namazı şu şekilde kılınır: Namaz kılan kişi, eğer cenaze erkekse tam orta kısmının hizasında durur. Cenaze kadınsa, omuz kısmının hizasında durur. Sonra namazda hazır bulunanların müslüman cenazeleri için namaz kılmaya niyet eder. Ellerini tıpkı diğer namazlarda olduğu gibi kaldırarak iftitah tekbiri alır. Önce bildirilen iftitah duasını okur, sonra ellerini kaldırmaksızm ikinci tekbiri alıp duâ okur. Bunun arkasından yine ellerini kaldırmaksızm üçüncü tekbiri alarak duâ okur. Bundan sonra yine ellerini kaldırmaksızın dördüncü tekbiri alarak duada bulunur ve sadece tek selâm verir. İmama tâbi olarak kılmakta olsa bile, diğer namazlarda da anlatıldığı gibi, bu tek selâmı verirken, bununla namazdan çıkmaya niyet eder. Bu namazın bütün sözleri gizlice okunur. Ancak imam, kendisine tâbi olanların duyabilmesi için tekbirlerle selâmı sesli olarak telâffuz eder. Her duanın, Allah’a hamd ve Peygamber Efendimize salâtü selâmla başlatılması daha uygun olacağı mülâhaza edilmektedir. 
Şafiiler dediler ki: Cenaze namazı şu şekilde kılınır: Namaz kılan kişi imam olsun, münferid olsun, cenaze eğer erkekse baş hizasında, kadın veya erselik ise kuyruk sokumu hizasında durmalıdır. Sonra; “Allah rızâsı için farz-ı kifâye olarak, burada hazır bulunanların müslüman ölüleri için dört tekbirli  (cenaze) namazını kılmaya niyet ettim" diyerek kalbiyle de niyet etmelidir. Sonra iftitah tekbiri almalıdır. Cemaatte bulunanlar da imama uymaya niyet etmelidir. Sonra “eûzu” çekerek iftitah duasını okumaksızın Fâtiha’yı okumalı, Fâtiha’nın ardısıra zamm-ı sûre okumamalıdır. Bundan sonra ikinci tekbiri alarak şu salât duasını okumalıdır: Bundan sonra üçüncü tekbiri alarak ölü için, âhiretle ilgili herhangi bir duayı okumalıdır. Tabiî en faziletlisi, önce bildirilen duayı okumaktır. Bundan sonra dördücü tekbiri alıp şu duayı okumalıdır: “Allah’ım! Bizi onun sevabından mahrum kılma ve ondan sonra da bizi fitneye düşürme”. Bu duanın hemen arkasından da şu âyet-i kerîmeyi okumalıdır: 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Arşı yüklenen ve onun etrafında bulunan (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na imân ederler ve mü’minler için (şöyle) mağfiret dilerler: “Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin herşeyi kuşatmıştır. O halde tevbe edip senin yoluna uyanları mağfiret eyle. Onları cehennem azabından koru!” 479  Mü'min: 40/7. 

Bundan sonra da, sağında bulunanlara selâm vermeye niyet ederek ilk selâmı vermeli; ikinci selâmı verirken de solunda bulunanlara selâm vermeye niyet etmelidir. Her tekbir alışta ellerini kaldırıp tıpkı diğer namazlarda olduğu gibi göğsünün altına bağlamahdır. 
Hanbeliler dediler ki: Cenaze namazı şu şekilde kılınır: Cenaze erkek ise namaz kılan kişi, göğsü hizasında durmalıdır. Cenaze kadın ise, namaz kılan kişi, onun tam ortası hizasında durmalıdır. Sonra da orada hazır bulunan cemâatin müslüman ölüleri veya orada karşılarında duran ölü için namaz kılmaya niyet edip ellerini kaldırarak tıpkı diğer namazlardaki gibi iftitah tekbiri almalı, eûzu besmele çekerek Fatiha okumalıdır. Daha fazla birşey okumayıp ellerini kaldırarak ikinci tekbiri almalı; tıpkı son teşehhüddeymiş gibi Peygamber Efendimize salâtü selâmda bulunmalı, sonra yine ellerini kaldırarak üçüncü tekbiri alıp ölü için duâ etmelidir. Yine ellerini kaldırarak dördüncü tekbiri almalı, bundan sonra hiçbir şey okumayıp sükût hâlinde birazcık bekleyip tek selâm vererek namazı bitirmelidir. İkinci selâm verişinin bir sakıncası olmaz. 480  Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 733-735.
 
Cenaze Namazının Rükünleri 

Cenaze namazının kılınmış sayılabilmesi için tahakkuk etmesi gereken bazı rükünler vardır. Bu rükünlerden biri eksik kalınca namaz batıl olur ve iadesi gerekir. Bu rükünleri şöylece sıralayabiliriz: 
1. Niyet: Mâlikîlerle Şâfiîlere göre niyet, cenaze namazının bir rüknüdür. Hanefîlerle Hanbelîlerse bunun rükün değil, şart olduğunu söylemişlerdir. Her halükârda, diğer namazlarda olduğu gibi, cenaze namazında da niyet etmek zorunludur. Niyetin ne şekilde yapılacağı hususunda mezheblerin tafsilâtlı görüşleri aşağıda sunulmuştur. 
Hanefiler dediler ki: Bir kimsenin cenaze namazına içinden niyet etmesi yeterli olur. Bazıları da cenaze erkekse, “er kişi niyetine”, kadınsa “kadın kişi niyetine”, kız çocuksa “kız çocuğu niyetine”, erkek çocuğuysa “erkek çocuğu niyetine” diye niyet etmenin zorunlu olduğunu söylemişlerdir. Ama cenazeyi tanımayan kimseler “imamın üzerine namaz kılmakta olduğu ölünün üzerine namaz kılmaya niyet ettim” demelidir. Çünkü namazın sebepi ölüdür. Öyleyse sebepin niteliğini belirlemek gerekir. İhtiyata uygun olan en kuvvetli görüş budur. Diğer bazıları da derler ki: Bu niyetle birlikte, ölü için duaya da niyet etmek icâbeder. 
Malikiler dediler ki: Ölü üzerine namaz kılmaya niyet etmek yeterlidir. Kadın mı, erkek mi olduğunu bilmemenin bir sakıncası olmaz. Öyle ki, cenazenin erkek olduğu kanısında olur da, sonra kadın olduğu anlaşılırsa, yine de bir sakıncası olmaz. Hanefüerin de görüş olarak ileri sürdükleri gibi, cenaze namazının farzlığına niyet etmek gerekli değildir. 
Şafiiler dediler ki: Cenaze namazına ve bunun farzhğını edâ etmeye niyet gereklidir. Bu farzlığm kifâye olduğunu açıkça belirtmemenin bir mahzuru yoktur. Hazırda duran ölünün erkek veya kadın olduğunu belirtmek şart değildir. Şayet belirtir de sonra belirttiği gibi olmadığı anlaşılırsa, kıldığı namaz sahîh olmaz. 
Hanbeliler dediler ki: Cenaze namazına şu şekilde niyet edilmelidir: “Hazırda bulunan bu meyyit  (ölü) için namaz kılmaya niyet ettim”. Eğer ölüler birden fazla ise “hazırda bulunan bu mevta (ölüler) için namaz kılmaya niyet...” edilmelidir. 
2. Tekbirler: Bunlar iftitah tekbiriyle birlikte dört tanedirler. Ki, her biri bir rek’at karşılığındadırlar. Bunların rükün oldukları hususunda görüş birliği mevcûdtur. 
3. Kıyam: Cenaze namazının başından sonuna dek ayakta durmalıdır. Özürsüz olarak, oturarak kılan kişinin namazı sahîh olmaz. Bunda da görüş birliği edilmiştir. 
4. Ölü için duâ: Duanın yeri ve niteliğine İlişkin olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır. 
Malikiler dediler ki: Mûtemed görüşe göre dördüncüsü de içinde olmak üzere her tekbirin ardından duada bulunmak vâcibtir. Duanın en azı: “Allah’ım onu bağışla” veya buna benzer bir duayı okumaktır. En güzeli, Ebu Hüreyre (r.a.)’nin duasını okumaktır. “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun! Peygamberimiz Muhammed’e, O’nun tüm âline ve ashabına salâtü selâm olsun, Allah’ım! Senin kulun ve cariyenin oğlu olan bu kul, senden başka tanrı olmadığına, bir olduğuna, ortağın olmadığına; Muhammed’in de senin kulun ve elçin olduğuna tanıklık ederdi. Sen onu daha iyi bilirsin. Eğer iyi biri idiyse iyiliğini arttır. Eğer kötü idiyse kötülüklerini bağışla. Allah’ım! Bizi onun sevabından mahrum etme. Ondan sonra bizleri fitneye (kötü durumlara) düşürme” Cenaze eğer kadınsa, yine yukarıdaki duâ gibi hamd ve salâttan sonra şöyle başlayıp geriye kalan kelimeleri yerine göre müennes kalıbına çevirerek okur. Cenaze erkek çocuğuysa yine hamd ve salâttan sonra şunları okur: “Allah’ım! O senin kulundur ve kulunun oğludur. Onu sen yarattın... Sen rızıklandırdın... Sen öldürdün... Sen de dirilteceksin... Allah’ım! Onu, ebeveyni için önden giden bir selef, zahire ve sevâb kıl. Onunla terazilerini ağırlaştır. Onunla sevablarını artır. Ondan sora bizleri ve anne-babasını kötü durumlara düşürme. Allah’ım! Onu, İbrahim (a.s.)’in kefaletinde mü’minlerin sâlih seleflerine kavuştur. Ona, evine karşılık daha hayırlı bir ev, ailesine karşılık daha hayırlı bir aile ver. Onu kabir sınavından ve cehennem azabından koru.” Eğer bir arada bulunan kadın ve erkek iki ölü üzerine namaz kılın-maktaysa ibareleri erkeğe göre, dolayısıyla da kelimeleri müennes değil, müzekker olarak okumak gerekir. Şöyle ki: Kadın ve erkek karışık ikiden fazla ölüler topluluğu üzerine namaz kılmmaktaysa, kelimeleri yine erkeklere göre, müzekker olarak telâffuz etmek gerekir. Şöyle ki: Eğer toplu haldeki kadın ölüler üzerine namaz kılınmaktaysa duayı şöyle okumalıdır: Mezkûr duaları okuduktan sonra her ölü için dördüncü tekbirden sonra ek olarak şu dua okunmalıdır: “Allah’ım! Geçmişlerimizi, ölen hayırlı evlâtlarımızı, imân etmede bizden önce olanları afvet. Allah’ım! Bizden yaşattıklarını imân üzere hayatta bırak. Bizden vefat ettirdiklerini de İslâm üzere vefat ettir. Allah’ım! Müslüman erkekleri ve müslüman. kadınları afvet.” Bu duadan sonra da selâm verilmelidir. Hanefiler dediler ki: Duâ, üçüncü tekbirden sonra okunur. Belirli bir kalıptaki duayı okumak vâcib değildir. Kişiden istenen, âhiretle ilgili bir duayı okumaktır. Tabiî ki en iyisi, Avf İbn Mâlik (r.a.)’in rivayet ettiği hadis ile bizlere intikâl eden şu duayı okumaktır: “Allah’ım! Onu afvet. Ona merhamet et. Ona afiyet ver. Onun günahlarından vazgeç. Onu ağırla. Girdiği yeri (mezarını) genişlet. Onu suyla, kar ve dolu ile yıka. Beyaz elbisenin kirlerden arınışı gibi, onu günahlardan arındır. Ona evinden daha hayırlı bir ev, ailesinden daha hayırlı bir aile, eşinden daha hayırlı bir eş ver. Onu kabir azabından ve cehennem azabından koru” Tabiî bu kalıptaki duâ erkek ölüler için okunur. Kadm ölüler içinse müzekkerler müennese çevrilir. Meselâ, diye okumak gerekir. Çocuk ölüler içinse şu duâ okunmalıdır: “Allah’ım! Onu bizim için önden giden bir hazırlık, azık ve sevâb kıl. Allah’ım! Onu bizim için şefaatçi ve şefaat edilen kıl.” Namaz kılan kişi bu duayı iyice bilmiyorsa, dilediği bir başka duayı okuyabilir. 
Şafiiler dediler ki: Duanın, üçüncü tekbirden sonra ve hazırda bulunan ölü için hayır talebi şeklinde olması şarttır. Namaz kılmakta olan kişi, mü’minler için duâ eder de özellikle hazırdaki ölü için duâ etmezse bu, rüknün yerine gelmesi için yeterli olmaz. Ancak hazırdaki ölü çocuk ise, kendisi için duâ edilmese de sakıncası olmaz. Nitekim ebeveyni için de duâ etmek yeterli olur. Duâ ederken rahmet ve mağfiret gibi uhrevî isteklerde bulunulmalıdır. Ölü, bulûğa erip ölünceye kadar aynı halde kalan bir deli veya çocuk gibi mükellef biri olmasa bile kendisi için âhiretle ilgili dualarda bulunmalıdır. Duâ için belli kelime ve kalıplara bağlı kalmak zorunluluğu yoktur. Vaktin uzaması nedeniyle cenazenin kokacağından korkutmazsa, en faziletlisi şu aşağıdaki meşhur duayı okumaktır. Ama kokusunun değişeceğinden korkulursa duanın en azıyla yetinmek vâcib olur. Meşhur duâ şudur: Ayrıca bundan önce şu duayı okumak da müstehabtır: Bu iki duadan önce de şu duayı okumak mendubtur: Duayı okuyan kimse, üzerine namaz kılmakta olduğu cenaze veya cenazelerin durumuna göre kelimeleri müzekker, müennes, tesniye ve cemî kalıplarına göre okumalıdır. Duayı okuyan kişi şahıs kelimesini kasde-derek duadaki kelimeleri müzekker olarak okuyabileceği gibi; cenaze kelimesini kastederek duadaki kelimeleri müennes olarak da okuyabilir. Ölü olan küçük çocuk için anılan duanın yerine şu duayı okuyabilir: Cenaze namazı kılmakta olan kişinin her tekbir alışta ellerini kaldırması sünnettir. 
Hanbeliler dediler ki: Duanın üçüncü tekbirden sonra yıpılması gerekir. Dördüncü tekbirden sonraya bırakmak da caiz olur. Diğer tekbirlerden sonra duâ okumak sahih değildir. Büyük yaşta ölenler için duanın en azı “Allah’ım! Onu afvet” veya benzeri bir duadır. Küçük yaşta ölenler için duanın en azı, “Allah’ım! onun vesilesiyle ebeveynini afvet” veya benzeri bir duadır. Sünnet olan ise bu hususta nakledilen şu duayı okumaktır: Bu duâ, erkek olsun kadın olsun büyükler içindir. Ancak Ölü kadınsa zamirler müennese Çevrilir. Ölü, deli olarak bulûğa erip, ölünceye dek aynı halde kalan kimse veya çocuksa, okunacak duada şunlar söylenmelidir: Bu duâ, nitelikleri belirtilen erkek ve kadın ölüler için okunur. Yalnız ölü kadın ise, zamirler müennese çevrilir. 
5. Dördüncü tekbirden sonra selâm: Üç mezheb imamına göre selâm rükündür. Hanefîlerse bunun vâcib olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Hanefîlere göre selâm, diğer namazlarda da vâcibtir. Terkedilmesi hâlinde namaz batıl olmaz. 
6. İkinci tekbirden sonra Peygamber Efendimize salâtü selâm getirmek: Bu, Şâfiîlerle Hanbelîlere göre rükündür. Hanefîlerle Mâlikîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıda anlatılmıştır. Hanefiler dediler ki: İkinci tekbirden sonra Peygamber Efendimize salâtü selâm getirmek rükün değil, sünnettir. 
Malikiler dediler ki: Her tekbirden sonra, duaya başlamadan önce Peygamber Efendimize salâtü selâm getirmek mendubtur. 
7. Cenaze namazında Fâtiha’nın okunup okunmaması, rükün olup olmaması hususunda mezheblerin görüşleri aşağıya alınmıştır. 
Hanefiler dediler ki: Cenaze namazında kıraat niyetiyle Fatiha okumak tahrîmen mekruhtur. Duâ niyetiyle okumak ise caizdir. 
Şafiiler dediler ki: Cenaze namazında Fâtiha’nın okunması, rükünlerden bindir. En faziletlisi, birinci tekbirden sonra okumaktır. Ama herhangi bir tekbirden sonra da okunabilir. Tekbirlerden herhangi birinden sonra Fâtiha’ya başladığında tamamlanması icâbeder. Artık kesilmesi veya bir sonraki tekbirden sonraya ertelenmesi caiz olmaz. Başlandıktan sonra kesilir veya ertelenirse namaz batıl olur. Bu hususta mesbûk ile diğerleri arasında hiçbir fark yoktur. 
Hanbelîler: Cenaze namazında Fâtiha’yı okumak namazın rükünlerinden bindir. Birinci tekbirden sonra okunması da vâcibtir. 
Mâlikîler: Cenaze namazında Fatiha okumanın tenzîhen mekruh olduğunu söylemişlerdir. 481 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 735-741.  

Cenaze Namazının Şartları 

Cenaze namazıyla ilgili şartları şu şekilde sıralayabiliriz: 
1. Cenaze müslüman olmalıdır: Kâfirin üzerine cenaze namazı kılmak haramdır. Haram oluşu da şu ilâhî buyruk nedeniyledir: 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Münafıklardan ölen hiçbir kimse üzerine, hiçbir zaman namaz kılma. Kabri başında (gömülürken veya ziyaret için) durma.” 482  Tevbe: 9/84. 

2. Cenaze hazırda bulunmalıdır: Gıyaben cenaze namazı kılmak caiz değildir. Peygamber (s.a.s.)’in, vefat eden Habeş Kralı Necaşî için gıyaben cenaze namazı kılması, ona mahsus bir davranıştır. Bu hususta Hanefîler ve Mâlikîler görüş birliği etmişlerdir. Hanbelîlerle Şâfiîler ise buna muhalefet ederek aykırı görüş beyânında bulunmuşlardır. 
Hanbeliler dediler ki: Vefatı bir ay veya daha az bir süre önce vukubulan ölünün gıyabında cenaze namazı kılmak caiz olur demişlerdir. 
Şafiiler: Beldeden uzakta ölenler için gıyaben cenaze namazı kılmak kerâhetsiz olarak caiz olur demişlerdir. 
3. Cenaze temizlenmiş olmalıdır: Cenaze üzerine, yıkanmasından veya teyemmüm ettirilmesinden önce namaz kılmak caiz olmaz. Mezhebler bu hususta görüş birliği etmişlerdir. 
4. Cenaze, namaz kılacak cemaatin ön tarafında bulunmalıdır: Cemaatin arka tarafında bulunan cenazenin üzerine namaz kılmak caiz olmaz. Bu hususta Mâlikîler dışındaki diğer mezhebler görüş birliği etmişlerdir. 
Malikiler dediler ki: Vâcib olan, ölünün hazırda bulunmasıdır. Cemaatın, erkek ölünün orta, kadın ölünün ise omuz hizasında bulunması gerekir. Cenazenin namaz kılan kişilerin ön tarafında bulunması mendubtur. 
5. Cenaze, namaz sırasında bir bineğin üzerinde, insanların ellerinde veya omuzlarında bulunmamalıdır: Hanefılerle Hanbelîler bu görüşte anlaşmışlardır. Mâlikîlerle Şâfiîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır. 
Şafii ve Malikiler: Binek üzerinde, insanların elleri veya omuzlan üzerinde bulunan cenaze için namaz kılmak caizdir demişlerdir. 
6. Cenaze, şehîd olmamalıdır: Şehîd’in yıkanması yasak olduğundan dolayı, üzerine namaz kılmak da haramdır. Üç mezheb bu hususta görüş birliği etmişlerdir. Hanefîler ise, “şehîd yıkanmaz, ama üzerine namaz kılmak vâcibtir” demişlerdir. 
7. Cenazenin vücûdunun hazırda bulunan kısmı, yıkanması gerekli kısım kadar olmalıdır: Yıkanması vâcib olan düşüklerin üzerine de namaz kılmak vâcibtir. Cenaze namazının, namaz kılanı ilgilendiren şartlarına gelince; bunlar, diğer namazların niyet, taharet, kıbleye yönelme ve avret yerlerini kapatma gibi şartlardır. 483  Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 743-743.

Cenaze Namazının Sünnetleri 

Cenaze namazının sünnetleri, mezheblere göre detaylı bir şekilde aşağıda anlatılmıştır. 
Hanefiler dediler ki: Birinci tekbirden sonra senada bulunmak sünnettir. Ki, bu sena “Sübhâneke”yi okumaktır. İkinci tekbirden sonra Peygamber Efendimize salâtü selâmda bulunmak sünnettir. Rükün olmadığını söyleyenlere göre, bu namazda ölü için duada bulunmak sünnettir. İmamın, büyük olsun küçük olsun, kadın olsun erkek olsun, cenazenin göğüs hizasında bulunması mendubtur. Cenazenin  üzerine namaz kılanların üç saf hâlinde durması da mendubtur. Zîrâ Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki: 

“Üzerine üç sâf olarak namaz kılınan kişi afvolunur.” 484  Ebû Dâvud, Cenâiz, 40. 

Meselâ namaz kılacak olanlar yedi kişiyse, bir kişi öne geçer, onun ardında üç kişi durur ve bunların ardında da iki kişi durur. En arkada da bir kişi durur ve namazı böylece üç saf hâlinde kılarlar. 
Malikiler dediler ki: Cenaze namazının sünnetleri olmayıp müstehabları vardır ki, bunları şöylece sıralayabiliriz: Bu namazda okunacak şeyler sessizce okunmalıdır. Namazîardaki iftitah tekbiri esnasında yapıldığı gibi, elleri sadece ilk tekbir esnasında, kulak hizasına gelecek kadar kaldırmak, duaya Allah Teâlâ’ya hamd ve Peygamber Efendimize salâtü selâmda bulunarak başlamak. İmam ve tek başına kılan kişi, erkek cenazenin tam ortası hizasında, kadın cenâzenin se omuz hizasında durmalıdır. Erkek olsun, kadın olsun, cenazenin başı da bunların sağ tarafında olmalıdır. Yalnız Ravzai Mutahhara’da, başının Peygamber Efendimizin mezar-ı şerifi tarafına çevrilmesi için, bunların sol taraflarına gelmelidir. İmama tâbi olarak cenaze namazını kılacak olan kişi, diğer namazlarda olduğu gibi imamın arkasında durmalıdır. İmamın arkasındakilerİn duyabilmesi için selâm ve tekbiri seslice telâffuz etmelidir. Diğer namaz kılanlarsa bu gibi şeyleri sessizce ifade ederler. 
Hanbeliler dediler ki: Bu namazın sünnetleri şöylece sıralanabilir: Bu namaz cemaatle kılınmalıdır. Namaz kılanların sayısı çoksa her saf üç kişiden az olmamalıdır. Cemaat altı kişi ise imam, bunları iki safa ayırır. Eğer dört kişiyse her iki kişiyi bir saf yapar. Diğer namazlarda olduğu gibi bunda da safın gerisinde yalnız başına namaz kılan kişinin namazı sahîh olmaz. İmam ve münferid, erkek ölünün göğsü hizasında, kadın ölünün de vücûdunun ortası hizasında durmalıdırlar. Bu namazdaki kıraat ve dualar sessizce okunmalıdır. 
Şafiiler dediler ki: Bu namazın sünnetleri şu şekilde sıralanabilir: Fâtiha’dan önce eûzü çekmeli, Fâtiha’dan sonra âmîn demeli. Geceleyin kılınsa bile, okumalar sessiz olmalıdır. Ancak imam veya mübellîğ, görürlerse selâm ve tekbiri seslice alırlar. Bu namaz cemaatle kılınmalıdır. Mümkün olduğu takdirde cemaat üç saf olmalıdır. İmamla birlikte olsa dahi saf en az iki kişiden teşekkül etmelidir. Bu durumda imam ile kendisine uyan kişinin aynı çizgide durması mekruh olmamaktadır. Peygamber Efendimize salâtın en mükemmelini getirmek ki bu, namazın sünnetlerinde geçmişti. Kendilerine selâm okumaksızın Peygamber Efendimizin âline salâtta bulunmak, Peygamber Efendimize salâttan önce hamdde bulunmak. Salâttan sonra da mü’min erkek ve kadınlara duada bulunmak. Cenaze namazıyla ilgili olarak vârid olan duayı okumak. İkinci Selâmı vermek! Dördüncü tekbirden sonra ve selâmdan önce şu duayı okumak: Bundan sonra da şu âyet-i kerimeyi okumalıdır: 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
 
“Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar, Rab’lerini överek tesbîh ederler, O’na inanırlar ve mü’minler için (şöyle) mağfiret dilerler: “Rabb’imiz, rahmet ve bilgi bakımından her şeyi kapladın. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru!” 485 Mü'min: 40/7. 

İmam veya münferid, erkek ölünün başı hizasında, kadın ve erselik ölünün de kuyruk sokumu hizasında durmalıdırlar. Her tekbir esnasında elleri kaldırmalı, sonra göğüs altında bağlamalıdır. Cenaze, mesbûk kişinin namazını tamamlamasına dek, yerinde bekletilmelidir. Muhtelif kişilerin namazı, cemâatten sonra kılmaları sünnettir. Ama önce kılmış olanların yeniden kılmaları mekruhtur. İftitah duâsmı ve zamm-ı sûreyi okumamak sünnettir. Cenaze üzerine kefenlemeden önce namaz kılmak mekruhtur. 486 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 743-745.

Cenaze Namazını Kıldırmada Öncelikli Olanlar 

Cenaze namazını kıldırmada kimin öncelik hakkına sâhib olacağı hususunda mezheblerin detaylı görüşleri aşağıda anlatılmıştır.  
Hanefiler dediler ki: Cenaze namazı kıldırmak için hazır bulunursa sultan, bulunmadığı takdirde şehrin mülkî âmiri, o da bulunmadığı takdirde kadı, sonra polis yetkilisi, sonra eğer ölünün velîsinden daha erdemli ise- mahalle camimin imamı, sonra ölünün velîsi öne geçirilir. Velîlerde de nikâhtaki asabe sırasına uyulur: Buna göre önce oğul, oğlun oğlu..., öne geçirilir. Bunlardan biri hazır olmadığı takdirde ölenin babası, dedesi..., öne geçirilir. Bunlardan biri de hazır bulunmazsa öz kardeş, o yoksa baba bir kardeş, o da yoksa öz kardeşin oğlu öne geçirilir. Bu hususta en yakın olan, diğer yakınlara tercih edilir. Nitekim bu yakınlık dereceleri nikâh bahsinde açıklanmıştır. Ölü kadının velîsi yoksa namaz kıldırmada kocası tercih edilir. Sonra da bu hususta komşuları hak sahibidirler. Bir kimse, kendisini belli bir şahsın yıkamasını veya cenaze namazım belli bir kimsenin kıldırmasını vasiyet ederse, bu vasiyet batıldır ve yerine getirilmez. Namaz kıldırmada öncelik hakkı olan kişi, namaz kıldırmak için başkasına izin verebilir. 
Hanbeliler dediler ki: Namazı kıldırmakta öncelik, âdil olan vasinindir. Sağlığındayken, cenaze namazını âdil olan belli bir kimsenin kıldırmasını vasiyet eden kişinin, namazını kıldırmada bu âdil vasî öncelikle öne geçirilir. Böyle biri yoksa namazı kıldırmak için sultan, o yoksa vekili, o da yoksa ölünün babası, babasının babası..., öne geçirilir. Bunlar da yoksa oğlu, oğlunun oğlu... Sonra miras derecesine göre baba tarafından en yakın olanlar, sonra ana tarafı akrabaları, sonra da koca öne geçirilir. Velîler yakınlık derecesi bakımından eşit olurlarsa, meselâ birden fazla kardeş veya birden fazla amca bir arada bulunursa, bunlar ara sında imamlığa daha lâyık olanlar öne geçirilir. Her bakımdan eşit olurlarsa ve anlaşamazlarsa, aralarında kur’a çekilir. Velî, namaz kıldırmada bir kişiyi kendine vekil ederse, kendisi kıldırmış gibi olur ve bu kişi, müvekkilinden sonra gelen daha düşük dereceli velîlere tercih edilir. Ama vasinin vekili, vasînin yerine geçmez. Onun yerini doldurmaz. 
Şafiiler dediler ki: Cenaze namazını kıldırmada öncelik, ölünün babasına, dedesine ve ne kadar geriye doğru gitse de, baba tarafına aittir. Sonra oğluna, oğlunun oğluna ve ne kadar ileriye doğru gitse de oğul tarafına verilir. Sonra öz kardeşine, sonra baba bir kardeşine, öz kardeşinin oğluna, sonra baba bir kardeşin oğluna verilir ve bu hususta mîrasta-ki öncelik sırası nazar-ı itibâra alınır. Bunlar yoksa ölüyü âzâd etmiş olan efendisi, bu da yoksa yakınlık sırasına göre asabesi olan yakınları, bunlar da yoksa en büyük imam veya vekîli, sonra yakınlık derecelerine göre ana tarafından olan yakınları, namaz kıldırmada öncelik hakkına sâhib olurlar. Meselâ iki oğul bir arada bulunursa, bunlardan İslâm’a önce girmiş olup adaletli olanı, sonra fıkhı en iyi bileni, sonra kıraati daha düzgün olanı, sonra daha takvâlısı tercih edilir. Sağlığında namaz kıldırmakta öne geçme hakkı olmayan birinin namaz kıldırmasını vasiyet eden kimsenin bu vasiyeti yerine getirilmez. 
Malikiler dediler ki: Cenaze namazını kıldırmada öncelik, ölünün kendisinden bereket umarak kıldırmasını vasiyet ettiği kimseye verilmelidir. Bereket umudu olmadığı takdirde vasiyet edilmez. Böyle biri yoksa öncelik, halîfenindir. Sonra en büyük imam öncelik hakkına sâhib olur. Büyük imamın vekîli, öncelik hakkına sâhib olamaz. Bu vekîl ancak hüküm ve hutbede büyük imamın vekîli ise, öncelik hakkına sâhib olur. Bu da yoksa öncelik hakkına ölünün en yakın asabeleri sâhib olur. Bu durumda önce oğul, sonra oğlunun oğlu, sonra da babası, kardeşi, kardeşi oğlu, dedesi, amcası, amcası oğlu..., öncelik hakkına sâhib olurlar. Yakınlıkta eşit olan birden fazla asabe bir arada bulunursa, fıkıh veya hadîsi iyi bilmekle daha faziletli olan, öncelik hakkına sâhib olur. Ölenin kocasının öncelik hakkı yoktur. Efendisinin öncelik hakkı vardır. Ama asabeden sonra gelir. Ne asabe, ne de efendi bulunmazsa yabancılar, cenaze namazını kıldırmada eşit haklara sâhib olurlar. Ancak yine de yabancıların erdemli olanları, kendi aralarında diğerlerine tercih edilirler. Nitekim bu, cemaatle kılınan diğer namazlarda da böyledir. 487  Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 745-746.

İmamın Dörtten Fazla Veya Eksik Tekbir Alması 

İmam tekbirleri dörtten fazla veya dörtten daha eksik alırsa, kendisine tâbi olanların durumlarının ve kılınan namazın sıhhati hususunda mezheblerin tafsilâtlı görüşleri aşağıda anlatılmıştır. Hanefiler dediler ki: İmam dörtten fazla tekbir alır yahut da tekbirlerin sayısını dörtten eksiltirse, ardında namaz kılmakta olan muktedî ona uymaz ve selâm vermesini bekler. Böyle yapılırsa hepsinin  namazı sahîh olur. Ama tekbirlerin sayısı eksiltilirse ve bu eksiltme kasıtlı yapılırsa hepsinin namazı batıl olur. Eğer bu eksiltme sehven yapılırsa bunun hükmü, namazın bir rek’atini eksiltmek gibi olur. Ancak cenaze namazında sehiv secdesi yoktur. Namazda bir rek’ati eksik kılmanın hükmü daha önce anlatılmıştır. 
Şafiiler dediler ki: İmam, dörtten fazla tekbir alırsa muktedî kendisine uymaz. Aksine kendisinden sayılmaya kalben niyet edip ondan önce selâm verebileceği gibi, bekleyip kendisiyle birlikte de selâm verebilir. Ama beklemesi daha faziletlidir. Yine de hepsinin namazı sahîh olur. Ancak imam zâid tekbirlerde elleri üç defa peşpeşe kaldırırsa kendisinin namazı ve kendisini bekledikleri takdirde cemaatin de namazı batıl olur. Eğer tekbirleri dörtten daha eksik alır ve bunu da kasıtlı olarak yaparsa, hem kendisinin, hem de cemaatin namazı batıl olur. Bu eksiltme sehiv nedeniyle olursa, eksiklik ikmâl edilir. Ne var ki, bu namazda sehiv secdesi yapılmaz. 
Malikiler dediler ki: İmam, cenaze namazında kasden veya sehven dörtten fazla tekbir alırsa, cemaatin kendisini beklemesi mekruh olur. Aksine, onsuz selâm verirler. Yine de hepsinin namazı sahîh olur. İmam kasıtlı olarak dörtten az tekbir alır ve bunu kendisi için bir mezheb olarak görürse, bu eksiltmede cemaat kendisine tâbi olmaz. Aksine dörde tamamlarlar ve yine hepsinin namazı sahîh olur. Ama imam bunu bir mezheb olarak görmezse, kendisinin ve dolayısıyla cemaatin namazı batıl olur. İmam sehven dörtten eksik tekbir alırsa, cemaat kendisini uyarmak için “sübhânallah” der ve o da hemen geri dönüp eksik tekbiri ikmâl eder, cemaat kendisiyle birlikte ikmâl ederse tümünün namazı sahîh olur. 
Hanbeliler dediler ki: İmam dörtten fazla tekbir alırsa, cemaat ona yedi tekbire kadar tâbi olur. Yediyi geçince kendisini uyarırlar. Ne var ki ondan önce selâm vermeleri caiz olmaz. Hepsinin namazı sahîh olur. İmam kasıtlı olarak dörtten daha eksik tekbir alırsa, hepsinin namazı batıl olur. Eğer bu eksikliği sehven yapmışsa, cemaat selam vermeyip onu uyarır. Kısa sürede geri dönüp eksikliği ikmâl ederse, hepsinin namazı sahîh olur. Araya uzun bir fasıla girer veya imamda namaza zıd bir durum meydana gelirse, imamın namazı batıl olur. Dolayısıyla eğer kendisinden ayrılmaya niyet etmemişlerse cemaatin de namazı batıl olur. Aksi takdirde namazları sahîh olur. 488 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 746-747.

Bir Ve Daha Fazla Tekbir Alındıktan Sonra Cenaze Namazına Yetişen Kimsenin Durumu 

Cenaze namazına, kıldırmakta olan imamın bir veya daha fazla tekbir almasından sonra yetişen kişinin durumuna ilişkin mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır. 
Hanefiler dediler ki: İmam cenaze namazına durduktan ve birinci tekbiri alıp da Sübhâneke’yi okumaya başladıktan sonra, veya ikinci tekbiri alıp Peygamber Efendimize salâtü selâm getirmeye başladıktan veya üçüncü tekbiri alıp duaya başladıktan sonra adamın biri gelip de imama tâbi olarak namaz kılmak isterse, hemen tekbir almayıp imamı bekler ve müteâkib tekbiri imamla birlikte alır. İmamı beklemeyip kendi başına tekbir alırsa namazı fâsid olmaz. Ama bu tekbiri geçerli olmaz. İmamın selâmından sonra cenaze hemen kaldınlmazsa, önce kaçırmış olduğu tekbirleri ikmâl eder. Ama cenaze, imamın selâmından sonra derhal kaldırılırsa, eksik kalan tekbirleri ikmâl etmeyip selâm verir. İmamın dördüncü tekbiri almasından sonra ve fakat selâmından önce cenaze namazına gelen kimse sahîh olan görüş gereği namaza girmeli; belirtilen tafsilâta göre imamın selâmından sonra namazını tamamlamalıdır. 
Malikiler dediler ki: Cenaze namazını imamla kılmak isteyen bir kimse, namaza geldiğinde, imamın duâ esnasında olduğunu görürse, kendi başına tekbir almadan, imamın tekbir almasını beklemesi ve onunla beraber tekbir alması vâcib olur. İmamı beklemeksizin tekbir alırsa namazı sahîh olur. Ne ki bu tekbiri ne bekleme, ne de beklememe hâlinde sahîh olmaz. İmama sonradan kavuşan kimse, imamın selâmından sonra, cenaze hemen kaldırılsa da kaldırılmasa da, eksik kalan kısmı kendi başına ikmâl eder. Yalnız cenaze hemen kaldınlmışsa, cenazenin gıyabında namaz kılmış olmamak için, acele olarak tekbirleri alır ve duâ okumadan namazı tamamlar. Önce de söylendiği gibi gıyaben cenaze namazı kılınamaz. Eğer cenaze imamın selâmından sonra kaldınlmayıp yerinde bırakılmışsa eksik kalan tekbirleri ikmâl eder ve tekbirlerden sonra duaları da okur. İmamla birlikte namaz kılmak isteyen  kimse namaza yetiştiğinde, imamın ve beraberindeki cemaatin dördüncü tekbiri almış ve henüz selâm vermemiş olduklarını görürse, bu namaza imama tâbi olarak girmez. Çünkü artık bunlar teşehhüddeymiş gibi olurlar. Şayet bu durumda imama tâbi olarak namaza girerse cenaze namazını tekrar kılmış olur ki, cenaze namazının tekrarı mekruhtur. 
Hanbeliler dediler ki: Cenaze namazını kılmak isteyen kişi imamın birinci tekbiri alıp kıraate başladığım veya ikinci tekbiri alıp Peygamber Efendimize salâtü selâma başladığını veya üçüncü tekbiri alıp duâ okumakta olduğunu görürse, imamı beklemeksizin acele olarak tekbir alır ki, imamla birlikte ayrıca tekbir alabilsin. Bundan sonra namazın geri kalan kısmını imamla birlikte kılmalıdır. İmamın selâmından sonra da namazın geri kalan kısmını aslî şekliyle ikmâl eder. Şöyle ki: İmamın selâmından sonra eksik kalan kısmı ikmâl ederken birinci tekbirden sonra Fâtiha’yı okumalı, ikinci tekbiri aldıktan sonra da Peygamber Efendimize salâtü selâmda bulunmalıdır. Tabiî eğer imamın selâmından sonra cenaze hemen kaldırılmayacaksa, eksik kalan kısmı aslî şekliyle ikmâl etmelidir. Eğer imamın selâmından sonra cenazenin hemen kaldırılacağından korkulursa sadece tekbirleri peşpeşe alıp sonra selâm verilmelidir. Tekbirden sonra duâ ve benzeri şeyler okunmamalıdır. Eksiklikleri ikmal etmeksizin selâm vermek caiz olacağı gibi, dördüncü tekbirden sonra da olsa namaza girmek caizdir. Sonra da eksik kalan üç tekbirin ikmâl edilmesi müstehab olur. 
Şafiiler dediler ki: İmama tâbi olarak cenaze namazım kılmak isteyen kişi cemaate geldiğinde, imamın birinci tekbiri veya ikincisini alıp da sonra okuması gereken şeylerle meşgul olduğunu görürse; üçüncü tekbiri almasını beklemeksizin hemen namaza başlar. Ancak yalnız başına kılıyormuşçasına namaza devam ederek birinci tekbiri alır. Sonra da Fâtiha’yı, imamın müteâkib tekbiri (üçüncüyü) almasına dek okuyabildiği kadar okuyup tekbir anında noktalar. Gerisini okuma yükümlülüğü düşer. Kendisi ikinci tekbiri aldıktan sonra Peygamber Efendimize salâtü selâmda bulunur ve namaza bu şekilde devam eder. İmamın selâmından sonra, eksik kalmış olan kısmı anılan şekilde ikmâl eder. İmamın selâmından sonra, cenaze kaldırılmış da olsa yerinde bırakılmış da olsa hüküm değişmez. Eğer kendisi iftitah tekbirini aldıktan sonra henüz Fâtiha’dan birşey okumadan imam üçüncü tekbiri alırsa, imamla birlikte tekbir alır ve Fatiha’sını da imam üstlenir. 489 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 748-749. 

Cenaze Namazını Tekrar Kılmak Caiz Olur mu? 

Cenaze namazını tekrar kılmak mekruhtur. Kişi, bir ölü üzerine cemaatle birlikte namaz kıldıktan sonra, artık onun üzerine bir daha namaz kılamaz. Ama ilk kılışta cemaatle değil de kendi başına yalnızca kılmışsa, definden önce cemaatle ikinci bir kez daha kılması mendub olur. Hanefîlerle Mâlikîler bu görüştedirler. Hanbelîlerle Şâfİîlerin buna ilişkin görüşleri ise aşağıda belirtilmiştir. Hanbeliler dediler ki: Önce kılmamış olan kişinin, başkaları kıldıktan ve cenaze defnedildikten sonra da olsa, aynı cenaze için tek başına namaz kılması caiz olur. Daha önce kılmış olanın yeniden kılması ise mekruhtur. 
Şafiiler dediler ki: Daha önce kılmamış olan kişinin başkaları kıldıktan ve cenaze defnedildikten sonra da olsa, aynı cenaze için ayrıca namaz kılması sünnet olur. 490 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 749-750. 

Cenaze Namazı Mescidde Kılınır mı? 

Cenaze mescid dışında bulunsa bile, namazını mescidde kılmak mekruhtur. Aynı şekilde namazı kılınmamış cenazeyi mescide sokmak da Hanefîierle Mâlikîlere göre mekruhtur. Hanbelîlerle Şâfiîlerin buna dâir görüşleri aşağıda sunulmuştur. 
Hanbeliler dediler ki: Mescidin kirletilmesinden korkutmazsa cenazeyi mescide koyarak namazını kılmak mubahtır. Aksi takdirde mescide konulması ve namazının mescidde kılınması haram olur. 
Şâfiîler: Mescid içinde cenaze namazı kılmanın mendub olduğunu söylemişlerdir. 491  Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 750.

Şehîd Bahsi 

Şehîdin tanımı, kısımları ve hükmüyle ilgili olarak mezheblerin ileri sürmüş oldukları detaylı görüşler aşağıda anlatılmıştır. Hanefîler’e göre şehîd; ister savaşta, ister bir azgın, dar-ı harbe mensup bir harbî, isterse bir hırsız veya yol kesici tarafından, direkt olmayan bir sebeple de olsa, haksız yere zulmen öldürülen kimsedir. Şehîdler üç kısma ayrılırlar: 
1. Kâmil Şehîd: Bu, hem dünya, hem de âhiret şehididir. Kâmil şehîd olmak için altı şartın gerçekleşmesi icâb eder: 
a) Akıl, 
b) Bulûğ, 
c) İslâm, 
d) Büyük hadesten, hayız ve nifastan temiz olma, 
e) Yaralandıktan hemen sonra ölme. Öyle ki, yaralandıktan sonra birşey yememiş, içmemiş, uyumamış, tedavi görmemiş, yaralandığı yerden sağ olarak evine veya çadırına nakledilmemiş olmalı ve üzerinden bir namaz vakti geçmemiş bulunmalıdır. 
f) Öldürülmesi nedeniyle katile kısas vâcib olmalıdır. Sulh ve benzeri arızî bir sebeple kısas hükmü kalkarsa da, bu şarta halel gelmiş olmaz. Hatâen öldürülme gibi, öldürülmesi nedeniyle mâlî bir cezalandırma vukûbulan kişi, kâmil şehîd olmaz. Canını, malını, müslümanlan ve müslümanların kefaleti altında bulunan zımmîleri müdafaa uğruna ölen kişiler de, kesici bir âletle öldürülmüş olma şartıyla kâmil şehîd statüsüne tâbi olurlar. Bu gruptaki şehidler, üzerlerine kendi kanları dışında bir necaset bulaşmadıkça yıkanmazlar. Kefen olmaya elverişli olmayan kürk, şilte, talike, mest, silâh ve zırh gibi eşyaları üzerlerinden çıkarıldıktan sonra geri kalan elbiseleriyle birlikte defnedilirler. Şalvar veya pantalonları çıkarılmaz. Başka giyecekleri olmadığı takdirde kürk ve şiltesi de üzerinden çıkarılmaz. Eğer sünnet miktarından az ise, kefenine ilâve yapılır. Eğer fazla olursa eksiltilir. Üzerlerine cenaze namazı fçhnır. Kanh elbiseleriyle defnedilirler. 
2. Sadece âhiret şehidi: Zulmen öldürülmekle beraber yukarıda sayılan altı şarttan birini taşımayan şehîd, sadece âhiret şehididir. Meselâ zulmen de olsa, şehid olan kimse hayızlı veya nifaslı ise, ya da yaralandıktan hemen sonra ölmemişse, ya da vurulan çocuk veya deli ise, ya da öldürülmesi bir hata nedeniyle olup mâlî cezayı gerekli kılan kimse ise, sadece âhiret şehîdidir. Bunlar kıyamet gününde Şehitlere verileceği vaad edilen mükâfata nail olacaklardır. Yıkanıp kefenlenmeleri ve diğer ölüler gibi üzerlerine namaz kılınması vâcib olur. Boğularak, yanarak, duvar altında kalarak; vebaya, karında su birikmesine, ishale, zatülcenbe, vereme, sar’aya, hummaya yakalanarak ölenler; nifas halindeyken, gurbetteyken, ilim taleb ederken ölenler; akrep sokması nedeniyle ölenler ve Cuma gecesi ölenler âhiret şehididirler. Bunlar her he kadar âhirette şehîd sevabına nail olacaklarsa da yıkanır, kefenlenir ve üzerlerine namaz kılınır. 
3. Sadece dünya şehidi: Müslümanlar safında savaşırken öldürülen münafıklar gibi. Bunlar yıkanmaz ve kendi elbiseleriyle birlikte defnedilirler. Zahire göre hareket ederek üzerlerine namaz kılınır. 
Hanbelîler’e göre şehîd, kadın olsun erkek olsun, ganimet malını gizlemiş olsa da, mükellef olmasa da kâfirlerle savaşılırken ölen kimsedir. Böyle birini yıkamak ve üzerine namaz kılmak haramdır. Şehîd düşerken üzerinde bulunan elbisesiyle birlikte defnedilir. Ancak şehîd düşmeden önce tslâm olma guslü dışında kendisine başka bir gusül vâcib olmuşsa, yıkanıp kefene sarılması ve üzerine namaz kılınması vâcib olur. Yine aynı şekilde üzerine kendi kanı dışında başka bir necaset bulaşmışsa, yine yıkanıp kefenlenmesi ve üzerine namaz kılınması vâcib olur. Bu durumda üzerindeki silâh ve deri giysiler çıkarılır. Öldürüldüğü esnada giyinik olduğu elbiselerden ne bir eksiltme yapılmalı, ne de bunlara bir giysi eklenmelidir. Eğer bunlar üzerinden çıkarılacak olursa, başka şeylerle kefenlenmesi vâcîb olur. Irzını ve malını koruma yolunda ve benzeri sebeplerle zulmen öldürülen kimseler de bu şehîdier gibidirler; yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerlerine namaz kılınmaz. Elbiseleriyle birlikte defnedilirler. Savaştayken, düşmanın etkisi olmaksızın binmiş olduğu binekten veya yüksekçe bir dağın tepesinden düşen, bu sebeple de ölen; veya attığı okun tekrar geri dönüp kendisine isabet etmesiyle ölen, savaştan sonra ölü olarak bulunan, yaralandıktan sonra bulunduğu yerden taşınan, bİrşeyler yeyip içen, yaralanmasıyla ölmesi arasında örfe göre uzun bir fasıla geçen kişilerin diğer şehîdier gibi yıkanıp kefenlenmelerı ve üzerlerine namaz kılınması vâcib olur. Bunlar her ne kadar kıyamette şehîd sevabına nail olacaklarsa da, sadece âhiret şehîdidirler. Anılan sıfatları taşımadıkları için hem dünya, hem âhiret şehidi değildirler. Sahih haberler, bunların kıyamet gününde şehîd muamelesi göreceklerine delâlet etmektedir. Veba, karın ağrısı, boğulma, şiddetli öksürük dolayısıyla nefes alamamak, yangında yanma, bina yıkıntıları altında kalma, zatülcenb, verem, avurtları boyun gerisine götürecek kadar yüz şişkinliği hastalığı, dağ tepesinden düşme, Allah yolunda, hac ibadeti esnasında, ilim tahsil ederken ölenler de bu gruptaki şehîdlerdendîrler. Dürüst bir niyetle Allah yolunda savaşmak üzere evinden çıkıp da kâfirlerin fiiliyle olmaksızın ölen kimselerle, sınırda nöbet tutanlar, yeryüzünde Allah’ın emirlerini -ki bunlar âlimlerdir- dînini, namusunu, malını veya canını savunma uğrunda ölen, canavarlar tarafından parçalanan insanlar da bu tür şehîdlerden sayılmaktadırlar. 
Mâlikîler’e göre şehîd; dar-ı harbten olan bir kâfirin öldürdüğü müslümanlarla, kâfirler arasında meydana gelen savaşta ölen kimsedir. Bu savaş dar-ı harbte de olsa, dar-ı İslâm’da da olsa hüküm aynıdır. Anılan bu şehidi yıkamak ve üzerine namaz kılmak haramdır. Bu kişi kâfirler tarafından, dalgın veya uykuda olma gibi bir sebepten ötürü savaşmaksızın dahi öldürülecek olursa, yine şehîd sayılır. Müslüman biri tarafından kâfir sanılarak öldürülmüş olan veya atların ayakları altında ezilerek, attığı okun geri dönüp kendisine isabet etmesiyle, kuyuya düşerek, yüksekçe bir dağın tepesinden düşerek ölen kimse yine şehîd sayılır. Cünüb olsunlar olmasınlar, böylelerini yıkamak ve üzerlerine namaz kılmak haramdır. Tabiî savaş alanından sağ olarak kaldırılmamış olurlarsa... Sağ olarak kaldırıldıkları takdirde, yıkanıp üzerlerine namaz kılınır. Yine bunlar savaş alanından sağ ve fakat koma hâlinde kaldırılırlarsa, yıkanmaz ve üzerlerine namaz kılınmaz. Çünkü komadakiler de ölüler gibidirler. Şehidin giyinik iken öldürüldüğü elbisesiyle eğer bu mubah bir elbise ise defnedilmesi vâcibtir. Bu elbise, bedenin tümünü kapatıyorsa üzerine bir şey ilâve edilmemesi gerekir. Bedeninin tümünü kaplamadığı takdirde, bedenini kapatacak kadar ilâve yapılır. Mestleri, takkesi ve değeri çok fazla değilse bel kuşağı, kaşının değeri çok yüksek değilse gümüş yüzüğü çıkarılmaz. Kılıç ve zırh gibi savaş âletleri üzerinden alınır. Bahse konu bu şehid hem dünya, hem âhiret şehididir ki bu, “ilây-ı kelimetullah” uğruna savaşan ve bu yolda ölen kimsedir. Sadece dünya şehidine gelince bu; ganimet elde etmek amacıyla savaşan ve bu yolda ölen kimsedir. Sadece âhiret şehidi ise, karın ağrısı illetinden, boğulmaktan ve benzeri sebeplerden dolayı ölen kimsedir. Harbîlerle yapılan savaş dışında ve harbîlerden başkaları tarafından zulmen öldürülen kimseler; yıkama ve diğer işlemlerde diğer ölüler statüsüne tâbi olurlar. Dolayısıyla yıkanıp kefenlenmeleri ve üzerlerine namaz kılınması vâcib olur. Öldürülürken üzerlerinde bulunan elbiseleriyle beraber gömülmeleri gerekmez. Anılan âhiret şenidleri, şer’an bildirilen sevâb ve mükâfatları inşâallah, âhirette elde edeceklerdir. Dünya şehîdine gelince, bu dünyada her ne kadar şehîd muamelesi görmüşse de âhirette hiçbir mükâfata nail olamayacaktır. 
Şâfiîler şehîdleri üç kısma ayırmışlardır: 
1. Dünya ve âhiret şehidi: Bu, ganimetten mal gizlemeyerek, riyakârlık yapmayarak Allah’ın dînini yüceltmek maksadıyla kâfirlerle savaşan ve şehîd düşen kimsedir. 
2. Sadece dünya şehidi: Bu, Allah’ın dînini yüceltmek amacıyla beraber, ganîmet için savaşan veya riyakârlık yaparak, ya da paylaşmadan önce ganimetten mal saklayarak savaşan ve bu yolda ölen kimsedir. 
3. Sadece âhiret şehidi: Bu, enkaz altında kalarak, boğularak ve zulmen öldürülme gibi buna benzer sebeplerden ötürü şehîd olan kimsedir. İlk iki gruptaki şehîdlerin kendilerinde küçük ya da büyük hades hâli olsa bile yıkanmaları ve üzerlerine namaz kılınması haramdır. Bunlar bir kâfirin veya hata sonucu başka bir müslümanın silahıyla, ya da attığı silâhın geri dönüp kendisine isabet etmesiyle de ölse, bineğinden düşmekle, hayvanların ayakları altında ezilmekle de ölse, aynı hükme tâbidir. Yine bu kişinin derhal ölmesiyle yaralandıktan sonra sağ kalıp ölmesi arasında bir fark yoktur. Yalnız bunun savaş bitiminden önce ölmüş olması gerekir. Ya da savaş bitiminden sonra ölmesine rağmen, kendisinde kesilmiş bir hayvanın çırpınışlarını andıran hareketlerden başka hareketlerin görülmemesi ve hayat hâlinde bir istikrar bulunmaması şarttır. Böylelerinin kefenlenmeleri sünnettir. Elbisesi vücûdunu kapatmıyorsa, kapatacak kadarı ilâve edilir. Zırh ve silâh gibi savaş âletlerinin, mest ve kürkünün üzerinden çıkarılması mendubtur. 492  Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 750-754.

Cenazeyi Taşımanın Hükmü Ve Keyfiyeti 

Cenazeyi mezarlığa kadar taşımak, tıpkı yıkanması, kefeenmesi ve üzerine namaz kılınması gibi farz-ı kifâyedir. Sünnet olan taşıma keyfiyetine ilişkin mezheblerin detaylı görüşleri aşağıda anlatılmıştır. 
Hanefiler dediler ki: Peşpeşe olacak şekilde dört erkeğin cenazeyi taşımaları ve bunlardan her birinin, cenazenin her bir tarafında onar adım kadar taşımalarıyla sünnet yerine gelmiş olur. Sünnetin tam olarak yerine gelmesi için taşıyıcı önce cenazenin sağ önünü sağ omuzuna alarak on adım kadar taşımalı, bundan sonra sağ geri tarafa geçerek sağ omuzu üzerinde on adım kadar taşımalıdır. Bundan sonra da cenazenin sol ön tarafına geçip sol omuzuna alarak on adım kadar taşır. Bunun ardından sol arka tarafına geçip sol omuzuna alarak on adım kadar taşır. Tabutun ucunu hemen omuza koyarak taşımak mekruhtur. Aksine, sünnet gereği önce tabutun kolunu elle tutmalı, sonra omuz üzerine indirmelidir. Cenazeyi iki direk arasına koyup biri önde, öbürü arkada iki kişinin taşıması mekruhtur. Ancak zaruret olursa bu şekilde taşınması mekruh olmaz. Süt emme çağında veya sütten henüz kesilmiş veyahut da sütten kesilmesinden kısa bir zaman sonra ölen küçük çocuğu bir erkek, iki eli üzerinde taşımalı, başkaları da sırasıyla elinden alıp aynı şekilde taşımalıdırlar. Kişi bir bineğe binmiş olarak da ölü çocuğu iki eli üzerinde taşıyabilir. Zaruret olmadıkça büyük cenazeyi binek üzerinde taşımak mekruhtur. Mezarlığa götürürken şiddetli olmayan ve cenazeye ızdırap vermeyen bir süratle götürmek mendubtur. Kadının naaşının üstünü örtmek mendubtur. Nitekim defin işi tamamlanıncaya kadar kadının kabrini de örtmek mendubtur. Çünkü kadının baştan ayağa her tarafı avrettir ve bir tarafı açılarak avret yerinin görülmesi mümkündür. Kadının avret yerinden bir kısmının açıldığı kesinleşirse, bu takdirde orasını örtmek vâcib olur. 
Hanbeliler dediler ki: Cenazeyi dört kişinin taşıması sünnettir. Bu dört kişiden her biri, tabutun bir ucunu birer defa birer omuzuna almalıdır. Meselâ birisi, tabutun ön-sol ucunu sağ omuzuna alarak yürümeli, sonra kendisinin ardından gelene bırakıp arka-sol tarafa geçip bu ucu da sağ omuzuna alarak yürümeli. Bunu da kendisinden sonra gelene bırakıp ön-sağ tarafa geçip bu ucu sol omuzuna alıp yürümeli. Bunu da kendisinden sonra gelene bırakıp arka-sağ tarafa geçmeli ve bu ucu da sol omuzuna alıp yürümelidir. Tabutun iki direği arasında durarak her birini birer omuzuna alarak taşıması mekruh olmaz. Yine bunun gibi çocuk ölüsünü tabutsuz olarak el üzerinde taşımak da mekruh olmaz. Mezarlığın uzak olmasından ve benzeri sebeplerden ötürü cenazeyi bir binek üzerinde taşımak da mekruh değildir. Kadın ölünün tabutunu tahta veya hurma dalından yapılmış ve üzerine elbise konulan kubbemsi bir örtüyle örtmek sünnettir. 
Malikiler dediler ki: Cenazeyi taşımanın belirli bir şekli yoktur. Dört, üç veya iki kişinin taşıması kerâhetsiz olarak caizdir. Taşımaya tabutun belli bir tarafından başlanılması gerekli değildir. Belli bir taraftan başlamak bid’attir. Küçük yaştaki cenazeyi el üzerinde taşımak mendubtur. Böbürlenme ve tekebbür maksadıyla bunları tabuta koyup taşımak mekruhtur. Kadın cenazenin tabutunun üzerine kubbemsi bir örtü koymak mendubtur. Çünkü böylece kadın için istenen örtü tam olarak temin edilmiş olmaktadır. Tabuta ipek döşemek mekruhtur. Renkli olmayan ipekle tabutun üstünü örtmek mekruh değildir. Renkli olursa mekruhtur. 
Şafiiler dediler ki: Cenazeyi taşımanın iki şekli vardır ki; her ikisi de güzeldir: 
1. Üç kişinin taşıması. Bu şöyle olur: Bir kişi, tabutun öndeki iki kolu arasına girerek her birini bir omuzuna alır. Diğer iki kişi de arka taraftaki kollardan birer tanesini omuzlarına alırlar ve böylece taşırlar. Ki, bu dört kişinin taşımasından daha faziletlidir. 
2. Dört kişinin taşıması. Bu da şöyle olur: İki kişi tabutun ön tarafının, diğer iki kişi de tabutun arka tarafının birer kolunu omuzlarlar. Ölünün sağ tarafında bulunanlar tabutun kolunu sol omuzlarına; ölünün sol tarafında bulunanlarsa tabutun kolunu sağ omuzlarına alırlar. Yalnız cenazeyi, değerini küçük düşürmeyecek şekilde taşımak gereklidir. Meselâ büyük yaştaki bir cenazeyi elde veya omuzda taşımak caiz olmaz. Ama küçük yaştaki cenazeyi bu şekilde taşımanın herhangi bir sakıncası yoktur. Kadınların naaşım örtmek veya üzerine kubbemsi bir şeyler koymak sünnettir. Çünkü bununla örtünmesi daha mükemmel olur. Kadının naaşım ipekle örtmek caizdir. Mûtemed olan görüşe göre çocukların naaşlarını da ipekle örtmek caiz olur. Erkeklerin cenazelerini ise ipekle örtmek caiz değildir. Sadece âhiret şehîdlerine dünyada diğer ölüler gibi muamele edilir. Yıkanır, kefenlenir ve üzerlerine namaz kılınır. Diğer ölüler için yapılması gereken herşey bunlar için de yapılır. Yıkanılması haram olan şehîdlerin bedeninde, şehâdet kanı dışında necâsetli şeyler varsa, beraberlerinde şehâdet kanı giderilecek de olsa, yine bu necasetleri gidermek vâcib olur. 493 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 754-755.

Cenazeyi Teşyî Etmek 

Cenazeyi teşyî etmek Mâlikîler dışında diğer üç mezhebe göre sünnettir. Mâlikîlere göre ise mendubtur. Cenazeyi teşyî etmekte olan kişinin yürümesi mendubtur. Mazeret olmaksızın bir bineğe binmek mekruh olur. Mazeret hâlinde caiz olur. Hanefîler dışındaki diğer mezhebler bu hükümde görüş birliği etmişlerdir. 
Hanefiler dediler ki: Cenazeyi teşyî eden kişinin bineğe binmesinin mahzuru olmaz. Fakat yürüyerek teşyî etmesi daha faziletlidir. Bineğe binmiş olan kimsenin bineğinin savurduğu tozlardan arkadaki cemaatin zarar görmemesi için onları geriden takib etmesi gerekir. Önden gitmesi mekruhtur. Cenazeyi teşyî etmekte olan kişinin yürümekteyse önden gitmesi; bir bineğe binmiş ise arkadan gelmesi Mâlikîlerle Hanbelîlere göre mendubtur. Hanefîlerle Şâfiiler buna muhaliftirler. 
Hanefîler: cenazeyi teşyî eden kişinin arkada yürümesinin daha faziletli olacağı görüşündedirler. Önden yürümesi de caizdir. Ancak bu takdirde cenazeden uzaklaşır veya cemaatin tümünden ileriye geçerse, önden yürümesi mekruh olur. Sağında veya solunda yürümekse evlâ olan hükme muhalefet olur. Bu hüküm, cenazenin ardında kadınlar bulunmaz ve onlara karışma korkusu olmazsa veya bu kadınlar arasında ağıtçı kadınlar da bulunmazsa geçerli olur. Ama bunların, cenazenin arkasında bulunması hâlinde erkeklerin önde yürümeleri daha faziletli olur. 
Şafiiler dediler ki: Cenazeyi teşyî eden kişi şefaatçidir. Yaya olsun, süvari olsun, önde yürümesi daha faziletli olur. Cenazeyi teşyî etmekte olan kişinin, örfün ölçüsüne göre ona yakın olması, üç mezhebe göre mendubtur. Mâlikilere göre bu mendub değildir. Cenazeyi teşyî ederken normalin üstünde koşmanın daha altında olacak şekilde, orta süratte yürümek mendubtur. Kadınların cenazeyi teşyî etmeleri mekruhtur. Fitneye sebep olacaklarından korkulduğu takdirde teşyî etmeleri haram olur. Hanbelîlerle Şâfiîler bu hükümde görüş birliği etmişlerdir. Hanefîlerle Mâlikfle-rin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır. 
Malikiler dediler ki: Yaşlı kadının cenazeyi teşyî etmesi caizdir. Ancak bunlar cenazenin gerisinde, erkek süvari teşyîcile/ de varsa, bunların da ardısıra yürümelidir. (Zaten diğer erkekler cenazenin önünden giderler). Kadın genç ise ve fitneye sebep olacağından korkulmaz ise, cenaze de babası, oğlu, kocası veya kardeşi gibi ölümü kendisine çok zor gelen birinin cenazesi ise, teşyî etmesi caiz olur. Bu da yürüme hususunda yaşlı kadının hükmüne tâbi olur. Dışarı çıkmakla fitneye sebep olacağından korkulan kadının evinden dışarı çıkması mutlak surette caiz olmaz. Hanefîler: Kadınların cenazeyi teşyî etmeleri mutlak surette tahrîmen mekruh olur demişlerdir.  Cenazeyi teşyî edenlerin sessiz olmaları sünnettir. Zikir yaparak; Kur’an-ı Kerîm, kasîde-i bürde, delâil-i hayrat gibi şeyleri okuyarak da olsa, seslerini yükseltmeleri mekruh olur. Bunlar arasında Allah’ı zikretmek isteyen kimseler, bu zikirlerini sessizce yapmalıdırlar. Cenazenin peşi sıra mum yakarak, buhur tüttürerek gitmek mekruhtur. Bu hususta Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: 

“Cenazeyi ses ve ateşle izlemeyin.” 494  Ebû Dâvûd, Cenâiz, 42. 

Cenaze merasiminde ağıt veya müzik icra edilirse orada bulunanların bunu engellemeye çalışmaları gerekir. Üç mezheb imamına göre engel olmazlarsa, geri dönmeleri gerekmez. Hanbelîler derler ki: Bu gibi dîne aykırı davranışlara engel olamayan kişinin cenazeyi takib etmesi haram olur. Çünkü bu davranışlar Allah ve Rasûlüne isyan niteliğindedir. Bu davranışlara engel olmayanlar da bunlara rıza göstermiş olurlar. Cenazeyi teşyî edenlerin mezara kadar gidip defin işi tamamlanıncaya kadar beklemeleri daha faziletlidir. İster namazdan önce, ister namazdan sonra geri dönmekte kerahet yoktur. Şâfiîlerle Hanbelîler bu görüştedirler. Mâlikîlerle Hanefîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıda sunulmuştur. 
Mâliki ve Hanefiler dediler ki: Namaz kılmadan önce cenazeyi teşyî merasiminden dönmek mekruhtur. Namazdan sonra cenaze sahihlerinden izin alınırsa dönmek mekruh olmaz. 
Mâlikîler; mesafe uzun olursa izin almaksızın dahi dönmenin mekruh olmayacağını söylemişlerdir. Teşyî törenine katılanların, cenaze yere konulmadan oturmalarına gelince, mezheblerin bu husustaki görüşleri aşağıda belirtilmiştir. 
Mâlikîler: teşyî törenine katılanların, cenaze yere konulmadan oturmaları kerâhetsiz olarak caizdir derler. 
Hanefîler: teşyî törenine katılanların, cenaze yere konulmadan oturmaları zaruret olmayınca tahrîmen mekruh olur derler. 
Hanbelîler: teşyî törenine katılanların cenaze yere konulmadan oturmaları, cenazeden uzakta olanlar için caiz; cenazeye yakın olanlar için mekruh olur derler. 
Şâfiîler: teşyî törenine katılanların cenaze yere konulmadan oturmaları sünnete aykırıdır derler. Şu da var ki: Cenaze geçtiği sırada, onu gören insanların otururken ayağa kalkmaları üç mezhebe göre mekruhtur. Şâfiîlerse cenazeyi görme anında ayağa kalkmak, muhtar olan görüşe göre müstehabtır derler. 495 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 755-757. 

Ölü İçin Ağlama Ve Buna Bağlı Şeyler 

Ölü için, yüksek sesle bağırıp çağırarak ağlamak Mâlikîlerle Hanefîlere göre haram, Şâfiîlerle Hanbelîlere göre mubahtır. Bağırıp çağırmaksızın gözden yaş akması, bütün mezheblere göre mubahtır. “Vah benim güzelime!”, “vah benim dayanağıma!”., gibi sözleri söyleyerek ölünün iyi taraflarını saymak ki buna “nedb” denir- caiz değildir. Ağıtçı kadınların (ağlayarak) ölünün güzel hasletlerini sayması da bu hükme tâbidir. Yüz boyamak, suratı tokatlamak, yakayı yırtmak da caiz değildir. Zîrâ Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır ki: 

“Yanakları(nı) şamarlayan, yakaları(nı) yırtan ve câhiliyet çağırmalarıyla çağıran(lar) bizden değildir.” 496  Buhârî, Cenâiz, 36. 
 
Ölü, kendi mahremlerinin ağlamaları nedeniyle azâb görmez. Ama ağlamaları için vasiyette bulunursa azâb görür. Ölümünden sonra, ağlayacaklarını bildiği yakınlarının, eğer vasiyetini yerine getirerek ağlamayacaklarını zannediyorsa, ağlamamaları için vasiyette bulunması vâcib olur. Vasiyet etmezse, ölümünden sonra ağlamaları nedeniyle azâb görür. 497  Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 757.
  
Cenaze Defni Ve Buna Bağlı Şeyler 

Mümkün olduğu takdirde ölüyü defnetmek farz-ı kifâyedir. Mümkün olmazsa, meselâ sahilden uzaktaki bir gemide ölen kişinin, geminin demir atacağı yere varıncaya kadar kokusu değişmeden defnedilmesi zor olursa, bu durumda ölü, üzerine bağlanan bir ağırlıkla birlikte suya atılır. Defnetme İmkânı olması halinde yere bir çukur kazılarak gömülmesi vâcib olur. Kazılan çukurun derinliği en azından, kokunun dışa vurmasına ve yırtıcı hayvanların cenazeyi çıkarmalarına engel olacak şekilde olmalıdır. Derinliğin bundan fazla olması hususuna gelince, mezheblerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır. 
Malikiler dediler ki: İhtiyaç yokken mezarı bundan daha derin kazmak mekruhtur. 
Hanbeliler dediler ki: Belli bir ölçüsü olmaksızın mezarı derinleştirmek sünnettir. 
Hanefiler dediler ki: Mezarın, orta boylu bir erkeğin yarı boyu derinliğinde olması sünnet, bundan daha derin olması ise efdâldır. 
Şafiiler dediler ki: Mezarın, ellerini dik olarak havaya kaldıran orta boylu bir erkeğin boyu kadar derinlikte olması sünnettir. Kazılan çukurun uzunluk ve genişliğinin en az ölçüsüne gelince; bu, ölünün ve defneden kişinin sığacağı ölçüde olmasıdır. Çukur kazmaksızın ölüyü yere indirip üzerine mozole gibi yapıların yapılması caiz olmaz. Ancak yeri kazmak mümkün olmazsa, böyle yapmak caiz olur. Yer çok sert olursa, lahid yapmak sünnet olur. Lahid: Mezarın alt tarafında kıble yönünde, ölünün sığacağı kadar bir çukur kazmaktır. Mâlikîler, bunun sünnet değil, müstehab olduğunu söylemişlerdir. Yer gevşek ve yumuşak ise, yarma yapmak mubah olur. Yarma: Mezarı ortalayarak alt tarafını nehir yatağı gibi kazıp bu yatağın iki tarafını kerpiç ve tuğla ile örmeye denir. Hanefîlerle Hanbelîler bu hükümde görüş birliği etmişlerdir. Mâlikîlerle Şâfiîlerin buna dâir görüşleri ise aşağıya alınmıştır. 
Mali ve Şafiiler dediler ki: Yumuşak yerde mezarı, yarma şeklinde kazmak, lahidten daha faziletli olur. Başkalarının dedikleri gibi bu, sadece mubah değildir. Lahid yapmak zor olduğu takdirde, ölüyü mezara koyduktan sonra üzerine çatı yapılarak taşlar konulur. Ölüyü mezara, kıbleye yönelik olarak yerleştirmek vâcibtir. Bu hususta ittifak vardır. Yalnız Mâlikîler, bunun vâcib değil, mendub olduğunu söylemişlerdir. Yine ölünün, sağ yanı üzerine mezara konulması sünnettir. Defneden kişi, defnederken şöyle demelidir: Bu hususta üç mezheb görüş birliği etmişlerdir. Mâlikîler, buna iki husus daha eklemişlerdir. 
Şafiiler dediler ki: Ölüyü defnedenin şu duayı okuması sünnettir: Defin yapan kişinin defnettikten sonra, ölünün sağ elini cesedinin üzerine koyması ve koyarken de, “Allah’ım! Onu en güzel bir kabulle kabul buyur” demesi mendubtur. Bahsedilen bu hususlardan biri yapılmazsa, meselâ ölü kıbleye yönelik olmayarak mezara konulursa veya başı, ayaklarının yerine konulursa veyahut da sırt üstü, ya da sol yanı üzerine yattrıhrsa; üzerine toprak da atılmışsa, bu yanlışlıkları düzeltmek için mezar tekrar açılmaz. Ama henüz toprak atılmamışsa, kenara konulmuş kerpiçleri kaldırmak gerekse bile, bu hatâlar düzeltilir. Hanefîlerle Mâlikîler bu hükümde ittifak etmişlerdir. Hanbelîlerle Şâfiîler bu konuda demişlerdir ki: Cenazenin başı kıble dışındaki bir yöne konulmuşsa, başını kıble yönüne getirmek için mezarın açılması vâcib olur. Mezar içinde ölünün baş ve ayaklarını toprak ve kerpiç gibi şeylere dayamak müstehab olur. Yerin nemli ve yumuşak olması gibi sebepler olmaksızın ölüyü sanduka içinde defnetmek, beraberinde yastık ve örtü gibi şeyleri mezarına koymak Hanefîlerle Şâfiîlere göre mekruhtur. Mâlikîlerle Hanbelîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır. 
Hanbelîler, ölüyü sanduka ve benzeri şeyler içinde defnetmenin mutlak surette mekruh olduğunu söylemişlerdir. 
Mâlikîler, ölüyü tabut, sanduka ve benzeri şeyler içinde defnetmenin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Lahid veya yarma şeklindeki mezara defin yapılıp üzeri kerpiç ve benzeri şeylerle örtüldükten sonra, orada hazır bulunanlardan her birinin iki avcuyla üzerine üçer defa toprak atması müstehab olur. Atarken de ölünün baş tarafında durmalıdır. Birinci atışta, “Biz sizi ondan (topraktan) yarattık” cümlesini, ikinci atışta, “Ve sizi oraya geri döndüreceğiz” cümlesini; üçüncü atışta da: “Ve sizi bir kez daha ondan (topraktan) çıkaracağız” cümlesini okuyarak Tâhâ sûresinin 55. âyet-i kerîmesini tamamlamalıdır. Bundan sonra da mezarı tam kapanıncaya kadar üzerine toprak atılmalıdır. Mâlikîlerle Hanbelîler, mezarın üzerine toprak atılırken, Kur’ân-ı Kerîm’-den bir şeyler okumamak gerektiği görüşündedirler. Mezarın üstünden itibaren toprağın bir karış yükseklikte, tıpkı deve hörgücü gibi olması mendubtur. Üç mezheb bu hususta görüş birliği etmişlerdir. Şâfİîlerse mezar üstündeki toprağın yerle aynı seviyede olması, deve hörgücü gibi olmasına nisbetle daha efdâldir demişlerdir. Mezarı çimento veya kireçle sıvayıp beyazlatmak mekruhtur. Süsleme kastı olmadığı için çamurla sıvamanın sakıncası olmaz. Üç mezheb bu hükümde ittifak etmişlerdir. Mâlikîlerse ister çimento, ister kireç ve ister çamurla olsun, mezarı sıvamak mutlak surette mekruh olur demişlerdir. Mezarın üstüne taş, tahta ve benzeri şeyler koymak mekruhtur. Meğerki mezarın işaretlerinin kaybolmasından korkulsun. Bu takdirde mezarı diğerlerinden ayırdetmek için bu gibi şeyleri mezar üstüne koymak caiz olmaz. Böyle yapmakla gururlanma ve kibirlenme maksadı güdülürse, ittifakla haram olur. Ancak Şâfiîler demişlerdir ki: Mezarı tanımak ve diğerlerinden ayırdetmek için baş tarafına taş ve benzeri şeyler koymak sünnet olur. Mezar üstüne yazı yazmaya gelince, mezheblerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır. Malikiler dediler ki: Mezarın üstüne yazı yazmak, yazılan şey, eğer Kur’an ise, haram olur. Yok, eğer ölünün adım veya ölüm tarihini belirtmek içinse mekruh olur. 
Hanefiler dediler ki: Mezarın üstüne yazı yazmak mutlak surette tahrimen mekruh olur. Ancak mezarın alâmetlerinin kaybolmasından kor-kulursa, üzerine yazı yazmak mekruh olmaz. 
Şafiiler dediler ki: İster Kur’an-ı Kerim’den âyetler olsun, ister başka şeyler olsun, mezar üstüne yazı yazmak mekruhtur. Yalnız âlim ve sâlih insanların mezarlarının tanınması için üzerine adlarının yazılıp işaretler konulması mendub olur. 
Hanbeliler dediler ki: âlim ve diğer insanlar arasında ayırım yapmaksızın mezarları üstüne yazı yazmak mekruhtur. Dört mezhebin bu konudaki görüşlerim sunduk ki, müslümanlar bunu okuyup dînin gereklerine uysunlar. Mezar üstüne altın yaldızlı ve benzeri şeyler yazarak kibirlenmekten geri dursunlar... Çünkü mezarlıklar gurur ve iftihar yeri değil, ibret ve nasihat yerleridirler. 498 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 758-761.

NOT: Değerli okucucular; Ben araştırmalarım da, Abdeste başlarken veya  Namaza başlarken Niyet, kalple olur. Bu Niyet, Namaz Abdesti, Gûsül Abdesti, Teyemmüm Abdesti, Farz Namaz, Sünnet Namaz veya Nafile Namazlarda da aynıdır. Ben konu bölünmesin diye olduğu gibi yazdım. En doğru kaynak, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnet'tir. Bunun dışında alimler ve imamlar hata yapabilirler yani nadiren de olsa görüşlerinde yanlış bilgi verebilirler. Birde, bu temizlik ve namaz bölümlerinde yazmış olduğum Dört Mezhep İmamlarının görüşleri, yazmış olduğum tüm konularda tamamı, İmamlarımızın kendi görüşleri değildir bir kısmı yani kendilerinden sonra gelen, onları takip eden (öğrencilerinin) İmamların görüşleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlara Rahmet etsin. Bu notu yazmamdaki amaç, yanlış bilgi verip, gerek değerli imamlarımızı gerekse kendimizi zan altında bırakmamak içindir. Sizlere buradan tavsiyem eğer, tüm bu yazmış olduğum konularla alakalı, yanlış olduğunu düşündüğünüz veya bildiğiniz bir şey varsa, onu Kur'an ve Sünnet'ten araştırmanızdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize ve Tüm Müslüman kardeşlerimize dinimiz İslâm'ı doğru öğrenmeyi ve hayatımızın her alanında doğru uygulamayı nasib etsin İnşeAllâh. Allâhümme Amin.

Hâtime: 

Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.

Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.

O, her şeyin en iyisini bilendir.

Muvahhid Kullara Selâm Olsun.

Polat Akyol

NOT: KONUNUN DEVAMI VAR

KAYNAKLAR:

478 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 733.
479 Mü'min: 40/7. 
480 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 733-735.
481 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 735-741.
482 Tevbe: 9/84. 
483 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 743-743.
484 Ebû Dâvud, Cenâiz, 40. 
485 Mü'min: 40/7. 
486 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 743-745.
487 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 745-746.
488 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 746-747.
489 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 748-749. 
490 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 749-750. 
491 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 750.
492 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 750-754.
493 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 754-755.
494 Ebû Dâvûd, Cenâiz, 42. 
495 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 755-757. 
496 Buhârî, Cenâiz, 36. 
497 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 757.
498 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 758-761.

ÇEVİREN : 

Şaban Kurt

( Namaz Kitabü's-salât (Namaz Bölümü) Devamı 15 başlıklı yazı Polat Akyol tarafından 28.09.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.