….birbirine benzeyen kent hayatının karmaşa
ve koşuşturmanın ne kadar sıkıcı geldiğini her geçen gün daha iyi anlıyorum ,
kalbimi yoran şehrin yokuşlarından ziyade yakın ve uzak insanların yüreğimde
açtığı yaralardı ,ne trafik zorlukları ,ne de son günlerde istikrarsız cereyan
eden hava şartları ,aslında hiç biri değildi yorgunluğuma sebep , ölümcül virüs
salgın ile kuşatıldığımız bugünlerde işin vahametini anlamayan , kuralları
ciddiye almayan insanların umursamazlığıydı mutsuzluğum, hastalıklar ve eğlenceler
,ölümler ve doğumlar iç içe ve her şeyin birbiriyle yarıştığı bir hayatın
içindeyiz ,teknoloji ve sanayinin ve milenyum çarpı milenyum ilerlemiş liğe
rağmen , grip mikrobu veya bir tusunami
ya da bir virüs karşısında akıl ve teknoloji üstünlüğümüz iflas ediyor . Günün
ve dününün birikimleri ağır hasarlar bırakmıyor değil ruh dünyalarımıza ,
günlerce bocalayıp durduğum iç fırtınalarımı bir rüyanın aydınlatacağını
düşünemezdim ,evet bugün bir rüya gördüm beni huzurlu duygulara taşıdı ,aslında
gördüğüm rüya ,bazılarınca ürkütücü ve bunun neresi insana huzur
verebilir ki türündendi, şöyle bir rüyaydı “…üç katlı ahşap bir ev
,cumbalı pencereleri ile eski Osmanlı mimarisini andıran bir yapı ,bu evi
tanıyorum anneannemin evi ,üçüncü kat çekme kat , sık sık oraya gidiyorum orada
kendimi buluyorum ,fakat bana ne olmuş olabilirdi ,kefene sarılmış boylu
boyunca uzatılmışım ,odada yalnız bırakılmışım ,sadece ben varım baş ucumda ,ne
garip tuhaf ve heyecan verici bir durum ,kendi ölümüne bakan biri
olmuştum , dünyada kim seyredebilir ki böyle bir sahneyi ,önce panik
yaptım sonra alıştım ,kendime bakınıyor ne olmuş nasıl bu duruma düşmüşüm
diyerek anlamaya çalışıyordum ,son günlerde hasta filan da değildim ,rüyada
ölmüş halime ağlayanlar yoktu bir tek ben vardım öylece kendime bakarak
bekliyorum ,güneş ışıkları bu kadar canlı ve cömert hiç bu kadar düşmezdi çekme
katına ,yerde uzanmış yatan ben ,apaydınlık ışık festivali içinde olan evin
çekme katı ,anlamaya çalıştıkça ölmüş gerçeğim daha ağır basıyordu, rüyayı ilginç
yapan ağlayıp üzüntüler ve çığlıklarla ortalığı ayağa kaldırmadığım ,yüzümde
ince bir tebessüm ,görmediğim insanlara hoş geldin der gibi çevreme bakınıyorum
,mutlu bir yüz taşıdığımı resmediyor ışık huzmeleri ,ışık dolu bir odada ölmüş
beni seyreden duruşumla o kadar gerçeğim ki ,bembeyaz kumaşı ile kefenim
arasında kurduğum huzurlu bağ hiç te şaşırtıcı değildi ,çünkü ortam huzursuzluk
yerine bana huzur enjekte ediyordu ……”,
uyandığıma inanamıyorum ,keşke daha uzun süreli olacak bir rüya olsaydı bu
,hatırladığım kadarı ile beni korkutmayan ve kendine bağlayan bu rüyanın bir
açıklaması ve geleceğe yönelik bana bir getirisi olmalıydı ,buna emindim ,çünkü
o kadar ,inandırıcı ve beni dört koldan saran bir yüzü vardı ki…
……..günler günleri kovaladı Üsküdar yolu
üzerinde Paşa Limanı mevkisinde oturuyorum, beni bu şehir ,bu istanbul böyle
yaptı ,bu şehir yeniden mavi düşünmemi kışkırttı ,ben bu şehirde yeniden
ağladım yeniden dünyaya geldim ,bu şehirde rüyalarım çoğaldı diye içimden
geçiriyorum ,seni düşünerek ya da seninle düşler çizerek ey şehir kendimi
buluyorum, insanın bu şehir istanbul’da olması müthiş bir buluşma, kimi
mavi-yeşil kimi erguvanlar rengi pembemsi bir düş diyerek içimden
konuşuyorum ,az sonra arkadaşım gelecek onu beklerken içtiğim kahvenin keyfi
düşüncelerime de yansıyor ,bu düşlerimiz olmasa bu renkleri nasıl hissederiz
,hangimizi kimsesizlik yakalamadı ki ,ve hangimiz hiç yalnızlık çekmedik ki, ah
evet ,hüngür hüngür ağlamayalı ne kadar oldu ,neredeyse özlediğimi düşüneceğim
ağlamayı ,keşke kuşların şu yolculuğunu yapabilsem ,az önce uçup geçtiler bir
rüyanın içinden geçer gibi ,ve bir gemi ağır ağır boğazın sularını yırtarak yol
alıyor, birkaç balıkçı sandalı emeklerinin karşılığı için ağlarını topluyor
,akşam önü galata kulesine yakın noktada güneşin kızıllığı ,tüm renkleri ile
grup vakti görsel bir renk şöleni ,bir martı hemen oturduğum masanın önündeki
taşın üzerine kondu ,kömür gözleri ne güzeldi tüyleri bembeyazdı bakınıp
duruyor ,gözlerimi gözlerine diktiğimi anlamıştı bir şeyler bekledi ,neyi
konuşmak için uğramıştı buraya ,bırakıp gitmedi ,birkaç gün önce gördüğüm rüya
ve bir martının bana odaklı bakışları ile odaklandım. Tam bu sırada geldi
arkadaşım ,onunla rüyamı paylaşmama sebep de burada şu beş on dakika içinde
yaşadığım duygusallıktı ,ilgiyle beni dinleyen arkadaşımın söylediklerini
zihnimden çıkaramıyorum ,iyi ki böyle bir dostum var ,candan yürekten ,içten
samimi dost arkadaşım benim ,bana ne güzel şeyler anlattı en çok şu sözleri
beni etkiledi “…gördüğün rüya hem anlamlı hem harika bir kompozisyon hayat
akışında ,genellikle uzun ömürlü olacağına ve çokça sevinçli haberlerle geçen
bir ömrün olacağına işaret olabileceği gibi fakirsen zenginliğe ,zenginsen
geçici fakirliğe de işaret eder denilir ,ancak her ne söylenirse söylensin ,yaşadığımız
dünyanın sonlu oluşu ve ölümlü olduğumuz gerçeğine mahkum olduğumuzdur, madem
burada mahkumuz demek ölünce özgür olacağız ,yani bir anlamda bizi sınırlayan
ve bu boyutta her şeyi ölümlü yapan her ne ise ,ölmek özgürlüktür öyleyse
,zaten öteden beri ölüm sonrası yeni bir uyanışın varlığı konusu tüm ilahi
metinlerde söz konusu , eğer ikinci hayat kaçınılmaz bir gerçekse öldüğümüz an
uyanacağız demektir ,bu dünya zindanından başka bir dünyanın sonsuzluk boyutuna
geçeceğiz ,ölümsüzce ve sürekli mutlulukla, özetle senin gördüğün rüya bence
muhteşem bir zenginlik ,kendi ölümüne ,apaydınlık, ışık dolu bir ortamda bakan
biri olarak , kalbinin ne kadar değerli ve güzel olduğunu açıklar, her zaman
iyi-güzel-sevgi dolu ,yapıcı ve inşa edici ,hayır olsun inşaallah…..”
arkadaşım ile sohbet saatlerce sürdü , Paşa limanı , ışıklarını yakan
istanbul’un en güzel mekanlarından oluşunu şimdi daha iyi gösteriyordu, boğaz
köprüsü ışıl ışıl rengarenk yanıp sönüyor boğazın sularında ,renkli gölgelere
,yakamozların titrek bakışlarını açığa çıkarıyordu, insan burada bu tablo
karşısında kendisini bir rüyada hissediyor ….
23.10.2020