24
Kasım Öğretmenler Günü… başlıklı yazıma bir öğretmen arkadaşım şöyle
yorum yapmıştı bir edebiyat platformunda… Yazımda öğretmenlik mesleğinin önemini didaktik
bir üslupla anlatmaya çalıştım. Ayrıca günümüzdeki öğretmenlerimizin arap
saçına dönüşen çözüme ulaşmamış sorunlarına değinmek istedim birer ikişer
cümlelik dokunmalarla.
'Köy Enstitülerinin kapısına kilit
asıldı. Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri de nasibini aldı okul kapatma
furyasından. Öğretmenlere ilgi azaldı.''
“Çürümenin başladığı nokta burasıydı hocam.
Tespitiniz de haklısınız. Üniversite sayısının artırılması da öğretmen
kontenjanlarının artırılması da bir anlam ifade etmedi. Çünkü üniversiteler
maalesef pedagojik anlamda teorik olmaktan öteye geçmiyor. Öğretmenliği yıllar
içinde öğreniyoruz.
Sizler daha şanslısınız, öğretmenlik olgusunun
içi çürümeden yollar kat ettiniz bizse hem topluma hem okul idaresine hem de
okulda çalışan hizmetlisine kadar rüştümüzü ispat etmek mecburiyetinde kaldık.
Okula bizden önce gelmiş bir teknisyen bile bizden fazla nüfuz sahibiydi.
Mesele maaş falan da değil, veliler öğrencileri
elimizden aldılar. Sanki onlar öğretmen biz veli olduk. Dengeler böyle bozuldu.
Öğretmen okulda öğrenciyi 8 saat tutan bir dadı oldu. Kantinci bile öğrenciyi
istediği yöne çekerken biz ulaşamadık onlara.
Müfredat ve gereksiz şablonlar derken öğrenci
yetiştirmek hayal oldu.
''Eğitim fakültesi açtık fakat her mezun olanı
kadroya almak gibi bir zorunluluğumuz yok.'' dedi Bakanlık.
Elbette umutsuz değiliz, velilere rağmen sisteme
rağmen biz öğrencilerimizi bu köprüden sevgiyle ve fedakârlıkla geçireceğiz.”
Ülkemizdeki eğitim-öğretim
manzaralarının betimlenmesinde, durumun bam teline dokunan bu yoruma
ekleyeceklerim olacak. Ayrıca öğretmenimin yorumunda belirttiği, okulların
paydaşlarıyla ilgili birebir yaşadığım trajikomik yaşanmışlıklardan bazı
anekdotları anlatmak istiyorum.
Belirtmeliyim.
Amacım yanlış uyguları belirterek ülkemi kötülemek değil. Biricik dileğim; ulusça
Türk Kültürünü çağdaş uygarlık düzeyine hatta üzerine çıkarma hedefine ulaşma
çabalarına katkı sunmak. Sorunların giderilmesi adına makbul çarelerin neler
olduğunu irdelemek…
Doksanlı
yılların sonlarında Türk Kültürü ve Türkçe öğretmeni ünvanlıyla 6 yıl çalıştığım
Almanya’dan döndüm. Sanayi, sanat, spor, ulaşım… akla gelebilecek her alanda
büyük gelişme göstermiş bir ülkede edildiğim birikimlerle benim gelişmekte olan
ülkemi nasıl daha verimli olabilirim duygularıyla göreve başladım bir
ilköğretim okulunda.
Almanya
demek, yapılan tüm çalışmaların planlı, programlı yapıldığı devlet demek.
Düzenin kalitesi kanıtlanmış İsviçre saatleri gibi şaşmadan işlediği bir ülke
Almanya… Sadece akort çalışan fabrikalarında değil, ulaşım, bakımlı yemyeşil
parklar, okulculuk uygulamalarında… bilimin son verilerine göre çalışıyor elin
memleketinde.
Hayli
uzun bir süre 6 yıl. Ülkemde de hayli değişiklikler olmuş geçen yıllar içinde.
Yönetmelik değişmiş. Bilimsel oldukları tartışmasız kanıtlanmış yaparak-yaşayarak,
bilinenden bilinmeyene… benzeri eğitim yöntemlerin yerini test sınavlarında
öğrencilerin başarısının istendiği ezberci yöntemler almış…
Yılsonu öğretmenler kurulu yapılıyordu.
Yönetmeliğe yeni bir madde eklemlenmiş. 48. Madde. Bu maddeye göre cumhuriyetin
kurulduğu yıldan beri uygulanan başarısız öğrencilerin sınıfta kalması
kaldırılmış. Daha neler duyacağım değişen(!) Ve bu madde görüşülürken öğretmen
arkadaşlar kavgaya tutuşmasına ramak kaldı. Bazıları sınıf tekrarının
gerekliliğini savunuyor. Karşı tezi savunanlarla sandalyelere sarılıp
birbirlerine gireceklerdi öğretmenlerin çoğunluğu. Hiç tasvip etmediğim sahne
yaşanıyordu. Kurula ara vererek kavga zorla önlendi. Oysa Almanya’da sınıf
tekrarı vardı.
Öğretmenlik
yaşamımda iki öğrenciyi eğitip-okutamadım. Özel eğitime muhtaçtı bu çocuklar.
Köy okulunda yaşadım bu şanssızlığımın birisini. Çocuğa “a” sesini dahi
öğretemedim.
İkincisi
Almanya dönüşü I. Sınıf okuturken hiçbir ses öğrenemeyen öğrencimle yaşadım hayal
kırıklığı. Öğrencilerin tümü okum yazmaya geçti, bir öğrencim hariç. Özel
olarak büyük çaba harcamama karşı sonuç olumsuz oldu.
Rehberlik kurumunu devreye sokmak istedim.
Kurum bana haziran ayına randevu verdi(!) Büyük mücadele sonucu öğrenciyi
sınıfta bıraktım. Almanya’da ise özel eğitime muhtaç öğrenciler, işin uzmanlarınca
tanı konunca farklı okullarda eğitiliyor. Diğer okullarda ise başarısız
öğrenciler sınıfta bırakabiliyor.
Öğrencilik
yıllarımda, ilk ve ortaöğretimin yapıldığı okullarda sınıf tekrarı vardı.
Ortaokul sonunda yatılı okulların giriş sınavlarını kazanıp tek dersten
bütünlemede başarı sağlayamayıp yatılı okula gidemeyen arkadaşlarımı hüzünle
anımsarım. Lakin bu arkadaşlar ertesi yıl okulu bitirip yatılı okul sınavlarını
yine kazandılar.
Ortaokulda
her şubenin en başarılı öğrencileri sene ortası ve sene sonunda iftihar
listesine seçilirdi. Şimdilerde takdirname ve teşekkür belgesi veriliyor
başarılı öğrencilere (!) Takdirname için fazla sözüm yok. Bunun yanında sınıfın
büyük çoğunluğuna teşekkür belgesi veriliyor. Hele özel okullarda bu belgeler
tüm öğrencilere yazılıyor dersem abartı değil.
Öğretmen,
öğrencilere başarı belgelerini vermeye zorlanıyor. Aksi durumda, özellikle özel
okullarda okul idaresi ve veli baskısını göğüslemek zorunda sözleşmeli (!)
öğretmen. Veli ve okul idaresiyle öğretmenlik ilkelerini yürütmek adına
sürtüşmeye giren öğretmenin vay haline. Özel okulda hesabı dürülür kısa sürede.
Devlet okulunda ise idealist duyguları yara alır. Devam edecek…