Evet...Bir gün ara verdiğimiz dizimize kaldığımız yerden devam edelim.

Hürrem Sultan birden bire has odaya dalıp da Kanuni ile Fatıma Nur Hanımı başbaşa görünce ne yaptıydı? İşte orada kalmıştık.

Ne yaptığını sanıyorsunuz ki? Her medeni kadın gibi ‘’ Çok özür dilerim hayatım iş görüşmesi yaptığınız bilmiyordum. Ben çıkayım siz rahat rahat görüşün ‘’ Dedi. Kanuni içinden ‘’ Ulan pişmiş işe su kattın hatun.’’ Dese de dışından ‘’ Yok yok zaten başlamadan bitti iş görüşmesi ‘’ Diyerekten Fatıma Nur Hanımı sepetledi odadan. Sonra tekrar Hürrem Sultan’a döndü.

-Neler aldın pazardan bakalım?

Hürrem Sultan yorgunluktan bitap bir vaziyette cevap verdi.

-Ayol yüz lira ile ne alınır ki. Pırasa, ıspanak, kereviz, patates, soğan. Üç metre de beyaz bez aldım. Çocuklara don dikeyim. Zavallıların kıçlarında don kalmadı.

Kanuni Hürrem'in elindeki kağıtlara baktı.

-O kağıtlar nedir Hatun?

Hürrem üzüntüyle boynunu büktü.

-Bunlar mı? Bunları Selim için aldım. Baba olup da zavallı çocuğa bir gemicik almadın. Biçare evladım gemicik, gemicik diye diye helak olacak. Bu kağıtları aldım ki onlardan kağıt gemiler yapsın da bir yerleri şişmesin zavallının.

Yedi iklim dört köşenin padişahı Kanuni iplik iplik gözyaşları dökmeye başladı. ‘’Ah ulan ah…Padişah olmasaydım ne gemiler alırdım o oğlana ama ne yazık ki padişahım. Alamıyorum işte.’’ Diye ağlamaya başladı. Öte taraftan çocuğunun aklına bu habis gemicik fikrini kimin soktuğunu düşünmeye başladı. Evet..Bu habis fikri onun kafasına soksa soksa Pire Reis sokmuş olabilirdi. Derhal Kaptan-ı Derya Armatör Pire Reisi huzuruna çağırttı.

Yarım saat kadar sonra Pire Reis Kanuni'nin karşısındaydı. Kanuni Öfkeyle bağırdı.

-Pire Reis ! De hele bakalım. Benim Selim’in kafasına gemicik fikrini sen mi soktun?

Pire Reis saf saf baktı Padişahın yüzüne

-Haçan baa mı dedun?
-Evet sana dedim.
-Ne dedun?
-Benim şehzadelerin kafalarına gemicik fikrini sen mi soktun?
-Haçan niye soraysun?
-Bir baba olarak oğullarımın kafalarına kötü düşünceleri sokanların kimler olduğunu öğrenmek hakkım değil mi?
-Ula sen baa hesap mı soraysun yoksa? İyi anasunu satayum. Gemileri karadan yürüt kapudan-ı derya, Bahr-ı Sefidi ve Bahr-ı siyahı ( Yani Akdenizi ve Karadenizi ) Türk gölü yab kapudan-ı derya, Amerika’yı bul kapudan-ı derya... Sıra çocuklara biraz ticaret oğretmağa celince ‘’ Gel de hesab ver kapudan-ı derya.’’
-Demek sensin…Kendi ağzınla itiraf ettin. Bu durumda kelleni almak zorundayım kusura bakma

Pire Reis müstehzi ( Alay eden ) bir tavırla kolunu yumruk yapıp uzattı. Yani hepimizin bildiği o Türk’e has hareketi yaptı.

-Naaahhh alursun kellemu. Ula kelle kesmek var midur ganunlarımizda finduk beyinlu?

Kanuni sakallarını sıvazladı. Evet ülkede asırlardır kelle kesilmiyordu. Esefle başını salladı.

-Haklısın. Bu durumda senin gidip Boğaz Köprüsünden kendini atman gerekiyor

Pire Reis yine gülümsedi.

-Ula sen sabah sabah bonzai mi aldun? Ne poğazi, ne çoprisi ?

Kanuni iyice öfkelendi.

-Ulan tamam Boğaz Köprüsü diye bir şey yok da bonzai var mı sanki? Neyse sen de git kendini Galata Kulesinden at.

Pire Reis yumuşamıştı biraz bunca ısrar karşısında.

-Ula tamam atmasuna atayum da ya bir yerlerim kirirlirsa?

Kanuni bu inatçı Laz'la anlaşamayacağını anladı. Eliyle çık işareti yaptı. Pire Reis yavaşça huzurdan ayrılırken zavallı adama öyle bir çelme taktı ki yılların Pire Reisi bir daha artık hiç sıçrayamadı.

Çoook sonraki yıllarda tarih kitapları Pire Reisin adını Piri Reis yapıp ölüm sebebini de Hint seferlerinde gösterdiği başarısızlık olarak yazsa da külliyen yalandır. Asıl sebep şehzadelerin aklına gemicik fikri sokmasıdır.

Kanuni, artık rahmetli olan Kaptan-ı Deryasının başına gelip tarihe mal olan meşhur sözünü söyledi:

‘’ Mülk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi. Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.’’

Artık gaza gelmişti. Bir tane daha patlattı.

‘’ Bir sıçrarsın pire, iki sıçrarsın pire, üçüncüde böyle yakalanırsın pire…Pardon çekirgeydi sanırım ama bu saatten sonra ne fark eder ki.’’

Ve bir de atasözü patlattı:

‘’Ecel gelmiş cihane, baş ağrısı bahane.’’

Daha sonra saray görevlilerini çağırdı ve onlara emretti

-Pire Reis sekte-i kalpten terk-i alem-i a’yal eyleyerek dar-ü bekâya irtihal eylemiştir ( Yani kalp krizinden ölmüştür.) Derhal alıp güzel bir mezar hazırlayıp defneyleyin. Yalnız unutmayın. Değerli bir paşamızdır. Mezarını en parlağından kandillerle süsleyin ki ışıklar içinde uyusun.

Evet o dönemlerde ölenler hep ışıklar içinde uyurlardı böyle. Hele de ünlü bir şahsiyetse ölen, o gün kandilciler bayram ederledi. Ayrıca yine bu ünlü şahsiyetler öldüğünde üzerlerine meteorlar, yıldızlar hatta gezegenler bile yağardı.

Kanuni daha sonra tekrar emretti

-Bali Paşa  ! Bana acele Fuzuli denilen o gereksiz şairi çağır da şu bizim Pire Reis için bir kaç beyit mersiye yazsın.

Artık Has odanın has başı olan Bali Paşa ok gibi fırladı ve beş dakikaya varmadan şair Fuzuli de Kanuni’nin huzuruna girdi. Kanuni durumu kısaca izah etti Fuzuli’ye…’’Haydi şuna şöyle güzel ve anlamlı bir şeyler döktür ‘’ Dedi. Fuzuli iki dakika bile düşünmeden patlattı beyiti:

Çaydanlığın buğusunda kururken gevrek salebin hazım dokusu.
Deviniyordu martıların kanadında demlenen kuru fasulyenin kokusu.

Kanuni elbette ki bir mok anlamamıştı bu beyitten ( Laf aramızda ben de bir mok anlamadım.) ama ‘’ Ulan bu ne? Bu nasıl bir şey böyle?’’ Deyip de hanzo durumuna düşmek de istemezdi doğal olarak. 

O zamanlar öyle beğen butonu olmadığı için mühür kullanılıyordu. Kanuni de Mühürdar Mihri Efendi’ye kazıttığı ve üzerinde ‘’ Beğendim ‘’ Yazılı mührünü önce ıstampaya sonra Fuzulinin tamponuna çakıverdi. Ancak çok önemli bir sorun daha vardı. Kanuni Fuzuliye bu eşsiz beyit için ayrıca bir kese de altın verdi örtülü ödenekten. Sonra da hışımla ana menüye geldi. Yani onu huzura çağırmasının asıl sebebine.

-Eveeettt... Pire Reise yazdığın beyit için kaptın parsayı. Şimdi de hesap ver bakalım. Ulan sen utanmıyormusun ‘’ Selam verdim rüşvet değüldür deyu almadılar. ‘’ Diye şiir yazmaya. Memalik-i Âl-i Osmanda rüşvet mi vardır da böyle şiir yazarsın gereksiz herif?

Fuzuli teaccüple ( Yani utanarak ) başını önüne eğdi.

-Padişahım geçenlerde bir iş için bir devlet dairesine gittiydim. Oradaki hızmet ehline ‘’Selamün aleyküm ‘’ Diye selam verdim. Hiç biri selamımı almayınca ben de kızdım ve gaza gelip yazdım bir şeyler.

Kanuni iyice celallendi bu cevap üzerine.

-Tabii ki almazlar selamını. Ulan burası Acem diyarı mıdır ki Selamün Aleyküm dersin? Adam gibi Günaydın ya da tünaydın diye selam versene millete. Bak bir daha böyle halt edersen o Baki denen herifi Bağdat’a sürdüğüm gibi seni de Galaphagos Adalarına sürerim de Komodor ejderlerine yem olursun.

Fuzuli ne Galaphagos adalarını ne de Komodor ejderlerini bilirdi lakin yine de ‘’ Ula fena bir şey olsa gerek ‘’ Diye düşünüp tir tir titredi korkusundan. Hürmetle eğildi ve Padişahın eteğini öptü.

-Mersi bokubiyen Padişahım. Hatta aynı zamanda danke şön ve hatta hatta tenkyu veri maç.

O dönemlerde elbette ki böyle yalakalıklara asla tahammül edilemezdi. Kanuni selam olayından sonra bir de üstüne üstlük eteğinin öpülmesi yani düpedüz yalakalık olan bu hareket üzerine tekrar Bali Paşayı çağırdı ve ‘’ Alın bu yalakayı. Kendisini Burkina Faso’ya vali olarak atadım. Orada açlıktan gebersin deyus.’’ Dedi. Bali Paşa dayanamadı artık:

-Yahu Padişahım bir kerecik de şöyle bilidiğimiz bir yere sürsen kıyamet mi kopar? Burkina Faso da neresi? Senin bu saçma sapan atamaların yüzünden haritalarda memleket aramaktan anamız ağladı. Bize de yazık daaa.

Kanuni Bali Paşanın sızlanmalarını duymazlıktan geldi çünkü spor vakti gelmişti. Bali Paşa ve Fuzuli huzurdan çıkarken o, içine çimento doldurduğu ve ortasına bir sopa sokarak halter yaptığı yağ tenekelerinin başına gitti. Halkı fitness salonlarında, sauna ve spalarda form tutarken Kanuni o kadar mütevazi bir hayat sürmekteydi ki o kadar olur yani.

Yağ tenekeleri ile çalışmaya başladı…Bir, iki, üç derken kapısı çalındı. Gelen Manisa’ye gönderdiği ulaktı. Hemen halterleri yere bırakarak ulağa döndü.

-Gel Dümbelekzade gel. Anamdan ne haberler getirdin bakalım bana?

Dümbelekzade üzüntüyle başını önüne eğdi.

-Sormayın Sultanım. Muhteterem valideniz fena halde dağıttı.

Kanuni kulaklarına inanamadı.

-Nasıl yani?

-Ah padişahım ahhhh. Kabahat ananızın değildir aslında. O Merkez Efendi yok mu o Merkez Efendi… Ananızla birlikte dama çıktılar.

Kanuni yer yarılsa yerin dibine girecekti neredeyse. Anası…O yaştaki hatun damlarda, hem de Merkez Efendi gibi zamanının en popüler doktoruyla…Olacak iş değildi.

-Ne yaparlarmış damlarda bre Dümbelekzade?

-Dağıtırlar sultanım. Ne yapacaklar. Mesir denen bir macun yapmışlar ikisi birden Darüşşifanın damına çıkıp oradan millete macun dağıtırlar.

Kanuni derin bir ohhh çekti. Hani kadın kısmısının dağıtması oldukça normaldi o devirlerde ama yine de seksen yaşında bir hatunun yine kendisi gibi seksen yaşlarında bir adem ile, üstelik de damlarda dağıtması pek de hoş karşılanmazdı ülke ne kadar medeni olursa olsun.

E yoruldum artık…Devamı da sonraki bölüme kalsın.

( Böyle Mi Olmuştu Da Olmuştu--4. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 5.01.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.