‘’Diriliş Ertuğrul’’ ‘’Kuruluş Osman’’   ‘’Payitaht Abdülhamit’’ ‘’ Uyanış Büyük Selçuklu’’ Olur da ‘’Deliriş İbrahim’’ Olmaz mı?  Bal gibi olur.

O halde ‘’ Hiç bir uzun sürmüş saltanat başından sonuna şanla-şerefle dolu olamaz ve zaten değildir de..’’ Diyerek ve Bismillahla başlayalım.

**************

               ZORAKİ PADİŞAH

Takvim yaprakları 15 Şevval 1049 yani 9 Şubat 1640 ı  gösteriyordu.

Saray görevlileri neredeyse doğduğundan beri bir kuşun kafeste yaşadığı gibi bir hayat süren şehzade İbrahim’in odasının kapısını açarak paldır küldür içeri girdiler.

Normalde padişah haricinde hiç kimse bir şehzadenin odasına böyle giremezdi. O sebeple şehzade İbrahim büyük bir korkuya kapıldı.  Demek ki hep rüyalarına giren, ona kabuslar yaşatan  o menhus gün gelip çatmıştı.  Demek ki diğer kardeşleri Süleyman, Bayezıd ve en son Kasım gibi sıra kendisine de gelmişti. Demek ki bu sefer Annesi Mehpeyker Kösem Sultan’ın ağlamaları, yalvarıp yakarak ‘’ Oğlum!  Murad’ım ! İbrahimi bağışla hiç olmazsa.  O da ölürse – Allah korusun sana bir şey olduğunda- Osmanlı tahtına kim geçecek? Diye iknaya çalışması bu sefer etkili olmamıştı.

Evet, Mehpeyker Kösem Sultan,  üvey oğlu Osman’ı Yedikule zındanlarında katlettiriken aklının ucundan bile geçmiyordu öz oğlu Murad’ın  diğer öz oğullarını katledeceği. Zira kocası I. Ahmed, çıkarttığı kanun ile şehzade katline son vermişti. Lakin gel gör ki ilk olarak kendisi bu kanunu çiğnemiş ve Padişah II. Osman’ı katlettirmişti, hemen peşinden de oğlu  Murad-İbrahim hariç- diğer kardeşlerini( Süleyman, Bayezıd ve Kasım) ortadan kaldırmıştı.

Saray görevlileri yani kapı ağaları  paldır küldür girdikleri odada bir anda huy değiştirdiler sanki. El pençe divan durup İbrahim’e ‘’ Babüssade odasında bekleniyorsunuz Padişahım.’’  Dediler.

İbrahim, kulaklarına inanamadı. ‘’ Padişahım mı?’’  Bu mutlaka ağabeyi Murad’ın bir hilesiydi. Kendisinin tahtta gözü olup olmadığını sınamak istiyordu.

Öfkeyle bağırdı:

-Ne padişahı?  Ben padişah filan değilim. Ağabeyim Murad’dan da razıyım.  Allah ona uzun ömürler versin. Başımızdan eksik etmesin.’’

Saray görevlileri ona Murad’ın dârü’l fenâdan dârü’l bekâya avdet ettiğini söylediler ama İbrahim’i ikna etmek mümkün değildi. Öfkesi sebebiyle Osmanlı Tarihinde ilk kez bir Şeyhülislamı dahi öldürtmüş olan Murad’ın korkusu o kadar iliklerine işlemişti ki…

Evet, henüz daha on bir yaşındayken zamanın en büyük din uleması Aziz Mahmud Hüdai tarafından 1623 Yılında  Eyüp Sultan Türbesi önünde kılıç kuşandırılarak Osmanlı Padişahı olduğu tescillenen, ardından Topkapı Sarayındaki biat töreniyle şer’an da Osmanlı padişahı olan ve hemen akabinde de sünnet ettirilmiş olan abisi Murat’ın korkusu tüm hücrelerine işlemişti adeta.

Saray görevlileri tekrar ettiler:

-Ağabeyiniz Murad  Hakkın rahmetine kavuştu. Saray erkanı biat için sizi Babü’ssaade Odasında beklemektedir efendimiz.


Babü’ssaade Odası…Bu iki kelime İbrahim’i daha da titretti.  Hem de iliklerine kadar titredi zira kardeşi Kasım o odada boğdurulmuştu. Manası ‘’Saadetin, mutluluğun kapısı’’ Olan o odada..

-Defolun gidin başımdan. Ben hiç bir yere gelmiyorum. Allah ağabeyim Murad’a uzun ömürler versin. Saltanatını daim eylesin. Ben ondan razıyım, Allah da razı olsun.

Saray görevlileri baktılar ki İbrahim’i ikna etmek mümkün değil, kollarına girip sürüklemeye başladılar. İşte bu durum İbrahim’i daha da kuşkulandırdı.  Kesinlikle ölüme gidiyordu çünkü hiç bir Allah’ın kulu bir şehzadeye böyle davranamazdı, ölüme gönderilmiyorsa eğer…


Eh madem ki ölüme gidiyordu o halde postu kolay teslim etmemeliydi. ‘’ Sizi gidi pezevenkler. Sizi gidi  deyyuslar. Sizi gidi namussuz şerefsizler.’’ Diyerek saldırmaya çalıştı kollarından tutup sürükleyenlere ama nafileydi çabaları.


Sürüklene sürüklene Babü’ssade Odasına geldi. 

Odaya girdiği anda herkeste bir hüznün hakim olduğunu hatta bazılarının göz yaşları döktüklerini gördü. ‘’Herkes rolünü çok güzel oynuyor. Bu kadar inandırıcı olmalarını ben de beklemiyordum.’’ Diye düşündü.

Odada bir şey daha gördü: Dünyayı titreten Kanuni Sultan Süleyman’ın, Babası Ahmed’in ve dünyaya ‘’ Bağdat Fatihi’’ Diye nam salmış olan ağabeyi Murad’ın oturduğu taht da Bab’üssaade Odasına getirilmişti. O meşhur altın taht…

Bir gariplik olduğu aşikârdı. Murad, kendisini öldürmek için neden bunca oyuna gerek görmüştü ki? Neticede ‘’ Alın şu İbrahim’in Canını’’ Demesi yeterliydi.  Ona kim mani olabilirdi ki?

Ama bir taraftan da daha bir kaç gün önce hasta yatağında yanına çağırıp ‘’ Senin için de şeyhülsilamdan  katlinin caiz olduğuna fetva almıştım. Ama görüyorsun ben artık gidiciyim. Bana hakkını helal et ve benden sonra taht sana müyesser olacağı için teb’aya çok iyi davran, onları hoş tut’’ Diye  hem nasihatta bulunmuş  hem de  helallik istememiş miydi? Acaba? Acaba gerçekten ölmüş olabilir miydi?  Yok yok  bu, tek eliyle  iki yüz kiloluk gürzü kaldıran, attığı okla çelik levhaları delen yiğit adam bu kadar genç yaşta ölmüş olamazdı.  Vardı bunda bir bit yeniği. 

Tüm bunları düşünürken aklına annesi geldi. Tüm sorularına o cevap verebilirdi ama ortalıkta görünmüyordu.

-Validem nerede?
-Ağabeyinizin odasında onun başındadır efendimiz.

Korka korka ağabeyinin odasına girdi. Evet, yatakta boylu boyuna uzanıyordu kül rengi bir çehreyle ve annesi Mehpeyker Kösem Sultan başucunda göz yaşları döküyordu. 

Korka korka sordu:

-Ağabeyim nasıldır valide?  Çok mu hasta?

Kösem Sultan ona ağabeyinin öldüğünü söyledi. İbrahim hâlâ ikna olmuyordu.

-Gel dokun ağabeyine.

İbrahim korka korka yaklaştı ağabeyine. ‘’ Oldu olacak, kırılsın nacak.’’ Diye düşünerek ağabeyinin iyice soğumuş cesedine yaklaşırken hâlâ ‘’ Daha yirmi sekiz yaşında yahu.  Neden ölsün ki?’’ Diye düşünüyordu.

Dokunduğu anda ağabeyinin ‘’ Seni gidi domuz seni. Demek ölmemi bekliyordun ha?’’ Deyip kolundan yakalamasından çok çok korksa da dokundu cesede. Evet, buz gibiydi ve hiç bir tepki vermemişti. Hafifçe sarstı, ağabeyi yine tepki vermedi.

-Yahu gerçekten ölmüş.

Kösem Sultan ağlamakla gülmek arası bir ses tonuyla cevap verdi:

-Evet, gerçekten öldü ve saltanat sana müyesser oldu Sultan İbrahim.

‘’ Sultan İbrahim.’’ Diye tekrar etti şehzade İbrahim. Artık  Kanuni’nin, babası Ahmed’in, en büyük korkusu ağabeyi Murad’ın tahtı kendisinindi.

Tekrar Babü’ssaade odasına geçti ve kabuslarının ana kaynağı olan tahta oturdu.

Şeyhülislamından Vezir-I Âzamına kadar tüm saray erkanı derin bir oh çektiler. İbrahim nihayet padişah olduğuna ikna olmuştu.

Osmanlı tarihinde hep ‘’Deli İbrahim ‘’ Olarak anılan padişah İbrahim  tahttan kalktı,  bir iki adım attı ve ellerini kaldırarak öyle bir dua etti ki nice akıllıların aklına gelmemişti tahta çıkarken öyle bir dua etmek:

“Ya Rabbim ! Biraz sonra iki dudağım arasından bu kadar memleketin ve tebaanın kaderini etkileyecek sözler çıkacak. Ben buna layık mıyım?”

Bu sözler bir deliye değil bir veliye ait sözlerdi ama saltanatı boyunca öylesine çılgın, öylesine delice şeyler yaptı ki…


--Devam edecek--

RESİMLER:

Soldaki  17. Yüzyıla ait bir Flaman gravürü,  Sağdaki ise bir Osmanlı vatandaşı olan Konstantin Kapıdağlı adlı ressamın çizdiği Sultan İbrahim portresi. 
( Deliriş İbrahim -1. Bölüm- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 22.02.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.