KARABAŞZÂDE HÜSEYİN EFENDİ.

İbrahim’in tahta oturuşunun üzerinden iki sene geçmişti.  Her şey oldukça güzel görünüyordu ülkede. Halk korka korka değil can-ı gönülden ‘’ Padişahım Çok Yaşa ‘’ Diyordu.  Çünkü bir önceki padişah olan Murad’ın estirdiği korku rüzgarları dağılıp gitmiş,  vergiler azaltılmış,  devletin bütçesi giderek düzelmeye başlamıştı.  Hele de kahvehaneler üzerindeki baskının kalkması, içki ve tütün kullananların eskisi gibi sertlikle cezalandırılmaması, padişahın daha tahta oturur oturmaz insanları ihsanlara boğması  ona karşı derin bir sevgi uyandırmıştı.

Bu durum, ileride ‘’Deli’’ diye nitelendirilecek bir padişah için siz okuyuculara garip gelse de tüm bunlar Sultan İbrahim’in tamamen kendi şahsi marifetleri değildi.  Onun tek marifeti sık sık saraya raporlar sunan Koçi Bey’in layihalarını nazar-ı dikkate alması ve Kemankeş Kara Mustafa Paşa gibi dirayetli bir vezir-i âzama sahip olmasıydı.

Evet, her şey güllük gülistanlıktı  halk için ama saray için hiç de öyle değildi. Zira Sultan İbrahim, Annesi Mehpeyker Kösem Sultan tarafından koynuna sokulan cariyelere kıçını dönüp yatıyor, eşlerine  dokunmuyordu bile. Dokunsa da Arabın dediği gibi ‘’ Ha gayret, ha gayret, mâfiş muzafferiyet’’ Durumu söz konusuydu.

Tahta oturalı iki seneye yakın zaman geçmişti ama henüz haremde  bir bebek ciyaklaması söz konusu değildi. Osmanlı’nın soyu kurumak üzereydi.

Kösem Sultan tüm cariyeleri etrafına toplayıp  öfkeyle söylendi.

-Beceriksiz mendeburlar. Bir taneniz olsun evladıma  bir erkek evlat veremediniz. Sizin yüzünüzden Osmanlı’nın soyu kuruyacak.

Cariyeler önlerine bakıyorlardı.  Öfkeli bir Kösem Sultan’a cevap vermek narin bir boynun kesilmesiyle sonuçlanabilirdi.

Kösem Sultan daha sonra gözlerini İbrahim’e ilk olarak sunduğu Hatice Turhan’a çevirdi.

-Hele de sen… Senden çok umutluydum ama o muhteşem güzelliğin yetmedi  aslanıma bir evlat vermeye.

Ukraynalı bir devşirme ve Sultan İbrahim’in ilk eşi olan Hatice Turhan içinden kıs kıs gülerek ( ‘’Ne aslanı yahu senin oğlun resmen kedi.’’ Dese de tabii ki bu cümleyi yüksek sesle tekrarlaması mümkün değildi. Boynunu eğdi ve mahcup bir eda ile

-Kader validem.
-Ne demek kader?  Osmanlının soyunun kuruması kader olamaz.  Kabullenmiyorum böyle bir kaderi.

Böyle bir kaderi kabullenemezdi. Kabullenmemişti de. Mesela oğlu Murad’ın İbrahim’in katli için şeyhülislam Zekeriyya Zâde Yahya Efendiden fetva aldığını,  kendisinin aniden ölümü haline yerine eski Kırım Hanı Şahin Giray’ın geçmesini vasiyet ettiğini öğrendiğinde derhal bu girişimin önüne geçmiş, Şahin Giray’ın İstanbul’a gelmemesini sağlamış,  hatta İbrahim tahta geçer geçmez  Şahin Giray’ı saçma sapan bir kehanet uydurarak ortadan kaldırmıştı oğluna…  

Evet, böyle bir kaderi kabullenmiyordu ama yapabileceği bir şey de yoktu.  Öfkeyle bağırdı.

-Oğlum olacak sünepede de suç var tabii ki.  Babası Ahmed’e çekeceğine amcası Mustafa’ya çekti  maalesef.

Tüm cariyeler için için kıkırdadılar. Her ne kadar bir padişah değiştiğinde harem komple değişse de Sultan I. Mustafa’nın da hiç bir kadınla yatmadığı,  koynuna sokulmak istenen cariyeleri kovduğu, bu sebeple de ne kız ne erkek hiç bir evladının olmadığını biliyordu hepsi. ( Yok yok yanlış anlaşılmasın I. Mustafa deliydi meliydi ama eşcinsel veya cinsi sapık değildi. Cinsellik denen olaydan hoşlanmıyordu hepsi bu.)

İkinci eş, Sırp asıllı Saliha Dilaşub çekine çekine

-Destur var mıdır validem?

Kösem Sultan, gözleri çakmak çakmak Dilaşub’a baktı.

-Söyle !

-Validem, Karabaşzâde Hüseyin Efendi’yi çağırsak saraya?

-O da kim bre hatun? Hem niçin çağıracakmışız elin  karabaş köpeğini saraya?

Dilâşub karşısındakinin Valide Sultan olduğuna aldırmadı artık.

-Aman validem !  Aman… Çarpılırsınız.  Karabaşzâde Hüseyin Efendi çok büyük bir evliyadır.

-Baştan söylesene a kahpe. Ben nereden bileyim adamın evliya olduğunu?  Hem sen nereden biliyorsun benim bilmediğim bu şeyi?

-Harem ağası söyledi sultanım. Bu evliya, okuyup üfleyerek, çeşitli macunlar yaparak kısır karıların bile gebe kalmasını sağlıyormuş.  Ünü tüm ülkeyi sarmış.

-Hımmm. Bu bilgiyi neden bana değil de sana söyledi harem ağası?

Dilâşub önce cevap veremedi. ‘’ Çünkü benden bir şehzadenin doğması halinde haseki sultan ( şehzade annesi) olarak onu altına boğacağımı, hatta vezirlik bile verdireceğimi biliyor da ondan’’ Diyemedi. Sonra bir cevap vermesi gerektiğini düşünerek anında uydurdu bir yalan.

-Herhalde sizden çekindi validem.  Siz öyle üfürükçülere, büyücülere pek inanmazmışsınız. O yüzden bana söyledi.

Kösem Sultan ‘’ Kim demiş inanmam?  Herkesten çok ben inanırım.’’ Diyecekti neredeyse ama sustu.

-Bu hoca gerçekten de bu kadar iyi miymiş?

-Evet validem. Çok iyiymiş ama biraz pahalıymış.

-Nasıl yani? 

-Yani validem, muskalarını, büyülerini, macunlarını çok çok pahalıya veriyormuş

-Bre hatun ! Oğlumun derdine derman olsun da isterse sarayın tüm hazinelerini istesin.

Evet, değerli okurlar ! Tabii ki devam ediyorum ama şimdiden bilin istedim: Karabaşzâde Hüseyin Efendi, Nami diğer CİNCİ HOCA  gerçekten de sarayın tüm hazinelerini istedi adeta. Nitekim öldürüldükten sonra evinde yapılan aramada on iki küp dolusu akçe ele geçirildi.

Peki kimdi bu Karabaşzâde Hüseyin Efendi, yani Cinci Hoca?  Padişah İbrahim’in derdine deva bulabilmiş miydi?

Gelecek bölümde inşallah.

RESİMLER:

Soldaki: Cinci Hoca ile Padişah İbrahim’in temsili bir resmi. Sağdaki: Cinci Hoca’nın Safranbolu İlçesinde yaptırdığı han ( Tabii ki restore edilmiş haliyle Cinci Hanı.)

( Deliriş İbrahim -2.- Bölüm başlıklı yazı Sami Biber tarafından 23.02.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.