BU TARLADA MAL MI YATTI!

              Zahide ana bir komşusundan yufka ekmek tandırı siparişi almıştı. Oğlu Ali'ye “hadi gidelim de torpaklıktan birez gırmızı torpak getirelim, şu tandırı bir an evel yapıyım da elimiz üç beş guruş para görsün” diye yal yal yalvarıyordu. 
             “Amaan ana benim boon çok işim var, yarın tarlaya gidip Tahsin emmimle arpa biçeceğiz. Ona haber vermeye gidecaam, ben katırları arabaya koşuncaya kadar sen de kazmayı, küreği hazırla.”
             Zahide ana yıllar önce bir başka köyden bu köye gelin gelmişti. Gelin olduğu bu aile çok yoksuldu. Yıllar ne çabuk geçmiş, hasta olan kocası ölmüş, üç kız bir oğlan çocuğuyla bir başına kalmıştı.
             Bir müddet sonra kayınları onun tarlasını, evini ayırdılar. "Sen bize emanetsin, yetimlerin başında otur" dediler. Zamanında kendi köyünde ebesinden çamurla yapılan ekmek pişirme tandırını dökmeyi öğrenmişti. Tarladan çıkan bir kaç kile buğdayla kapıdaki iki inekten yağ, yoğurt, süt ürünleriyle çocuklarının katığını temin ederken, bunun yanında tandır dökme işini yapıyor bundan da üç beş lira ek gelir sağlıyordu. Artık oğlu Ali büyümüş, çiftin ucundan tutar olmuştu. Karasabana öküz koşup tarlaları sürüyor, ekiyor, kağnıyla da taşıyordu. Bu tür çiftçilik çok zordu. Zahide ana biriktirdiği biraz parası ile oğlu Ali'yi yanına alarak kendi köyüne gitti. Dönüşünde ise bir at arabası, iki katır, bir de pullukla neşe içinde kocasının köyüne geldi.
             Moru'nun Ali, katırları kendi huyuna suyuna alıştırdı. At arabasına binip de kamçıyı havada şaklattığı anda daha kamçı katırlara değmeden hayvanlar dörtnala adeta uçuyorlardı. İşleri yoluna girmişti, katırların onun yanında traktörden pek farkı yoktu. Onlara yemin en iyisini yediriyor, tımarlarını yapıyor, ahırın temizliğine çok önem veriyor, vakti gelince kuyudan suluyordu. Köyde traktör, ancak beş altı evde varken artık çiftçilik öküzlerden yerini atlara devrediyor, katıra pek önem veren olmadığı için adı Moru'nun Ali ya da Katırcı Ali'yeye çıkıyordu.
             Ali'nin çalışkan oluşu, çiftçiliği de başkalarından daha iyi yapması atı, arabası, çifti çubuğu olmayanların dikkatini çekiyor, bu yüzden ona tarlalarını ektirip biçtiriyorlardı. Çoğu da "tarlaya daha çok özen gösterir" diye hasat ortaklığında Ali'yi tercih ediyorlardı. Bunlardan biri de Emmi oğullarından  Tahsin ile kardeşi Hasan'dı. Tahsin'le Hasan vakti gelince ortak çelikçilik yapıyorlar, ara sırada köyden buğday, mercimek satın alıp zahireciye satarak geçimlerini sağlıyorlardı.

             Uzun bekleyişten sonra düşen sıcaklarla ekinler olgunlaşıyordu. Köylü erken yetişen mercimeği yolduktan sonra sararmaya başlayan arpaları "kimse çiğnemesin" diye önce yol kenarından başlayarak sonrada tamamını tırpanla işlemeye başlamışlardı

             Tahsin'le Ali sabah at arabasına atladıkları gibi tarlaya ulaştılar. Ali katırları işlenmiş bir arpa tarlasına üzerindeki koşumları çıkarıp yanında getirdiği urgan ipiyle yere sikke çakıp bağladı. Yavan yaşşık yanlarında getirdikleri çökeleğe bir soğan, iki de yarı göğlü domatesi doğrayıp yufka ekmekle karınlarını doyurdular. Akşamdan düşen çığ daha kalkmamış ekin ne de olsa yaştı. Onun kalkmasını beklerken Ali tönge için çıtlık otu toplamaya giderken Tahsin de örsü yere çakıp tırpanları çekiçle dövmeye başladığında güneş de Seyfe Gölü'nün üstünden doğuyordu. Önce ortalığı bir kızıllık kapladı göl adeta bir camız kesilmişe döndü, sonra sararmaya başladı.
             Tahsin'le tırpan çalmada, mercimek yolma da kimse baş edemez, hızına yetişemez onun gerisinde kalırlardı. Hele tırpan töngesi yapmada köyde onunla yarışacak kimse yoktu. Üçgen şeklinde yaptığı tönge takıldığı bacakta adeta bir kuş gibi hafif olur, takanın bacağını yormaz, bir tek sapı tarlaya dökmezdi. Tırpan taşlamayı babasından öğrenmiş, onun çekicinin darbesini yiyen tırpan adeta ustura kesilirdi. Bunu bilen emmi oğlu Ali yanında getirdiği tırpan taşıyla bunun olmayacağını bildiği için tırpan işini Tahsin emmisi ne bırakıp çıt çıt otu toplamaya kaytarmıştı. Artık töngeler yapılmış, bacaklara geçirilmiş, tırpanlar ekin biçme tavını almıştı. Güneş de artık ısıtmaya başlamış yavaş yavaş da çığ ortadan kalkıyordu.

            Güneş yükseldikçe enginde olan tarla cayır cayır yanmaya başlarken, sıcaklanan Ali göö bocayı kafaya dikiyor, harareti biraz geçiyor, bir daha deniyor olmayınca kendisini at arabasının gölgesine darın atıyordu. Kaçışının ikinci nedeni ise tırpanda Tahsin emmisine uyamaması, geri kalacağını anlayınca da su veya tuvalet bahanesiyle kayış yarmasıydı. Vakit öğleye yaklaştığında bayağı yorulmuşlardı. Gözleri Ulu yoldan gelecek Zaade anayı ararken, bir yandan da yanında getireceği yiyeceğin merakı içindeydiler. Beklemeleri fazla uzun sürmedi. Zaade bacı onlara, “Golay gelsin uşaklar, hadi siz biraz yemeğe kadar dinenin, ben de şu işlediğiniz sapları yığın yapayım” diyerek at arabasında asılı duran orağı eline aldı.
              “Ali yavrum, bu senede sen böyle biraz perişan ol da seneye ölmezsem sana tohum ekmek için mibzer, biçmen için de orak makinesi borçlanıp harçlanıp alacağım. Belli ki bu iş böyle olmayacak.”
             Ali ve Tahsin'de onu dinleyecek hal kalmamış, hamlık ve yorgunluktan kendilerini zor kötek arabanın altına atmışlar, horultuları gökten duyuluyordu. Zaade ana onlar uykuyu alıncaya kadar bayağı çalışmış, orak elde fır dönmüş, zaten nasırlı olan ellerine sap ve orak zarar vermemiş, az su toplasa da bayağı üç dört yığın yapmıştı. Getirmiş olduğu çıkıyı açtı, pişirdiği bulgur pilavından aradan bunca zaman geçmesine rağmen hâlâ buhar çıkıyordu. Hemen iki soğan şakıladı, kesedeki süzme yoğurdu hoşaf tasına dökerek iyice karıştırıp ayran çalkamacı yaptı. İçine iki domates doğrayıp tahta kaşıkla karıştırdıktan sonra tuzunu attı.
             Yere serdiği sofra bezinin kenarına yufka ekmeği ve yiyecekleri yerleştirdikten sonra uyuyanları uyandırdı. Yığınları gören iki emmi oğlu, “Dışarıdan babalık mı çağırdın, yoksa bu kadar yığını bir kadın tek başına yapamaz” dediler.
             “ Zevzeklenmeyi bırakın da karnınızı doyurun, şurada aşama ne galdı. Yarın da Tokdemirde tırpan sallıyacaanız.”
             Karnı doyan iki ortak hem laflıyorlar, hem de iştahla tırpan sallıyorlar, Zaade ana da arkadan sapları toplayıp yığın yapıyordu. Vakit ne çabuk da geçmişti, dışarı akşama yaklaşıyordu.
Belli ki tarla gündüz bitmeyecek iş geceye kalacaktı, bereket ki o günlerde ay dolunay da olduğundan ışık sorunu yoktu. Ali, “ana sen durma köye git. Biz Allah'ın izniyle burayı gece de olsa bitirip eve gelirik” dedi.

             Zaade bacı, “Oğlum gendinizi fazla yorup da hastalanmayın. Tırpan adamı çarpar, zaten hamsınız. Olmazsa yarın kuşluk vaati gelir öyle bitirirsiniz” diyerek köyün yolunu tuttu.

              Tırpan salladıkça tarla adeta gözlerinde büyüyor, büyüdükçe de bitmeyecek gibi oluyordu. Öğleden artan yemekten ne kaldıysa akşam aceleyle yeyip bitirdiler.

             İki sokum artıkla doymak ne mümkün, çalıştıkça acıkıyorlar işi de sabaha da bırakmak istemiyorlardı. Şahman buğday ekili komşu tarladan bolca biçip yaktıkları ateşte üterek yediler, ütme yaktıkça testiyi elden düşürmediler.

              Tırpan, tarla artık bir yanda kalmış, ne yemeden vazgeçiyorlar, ne de köye gidebiliyorlardı. Ay ışığında bir iki tırpan sallamaya çalıştılarsa da geçen zaman içerisinde açlıklarını gideremeyen ütmenin içindeki şahman buğdayının taneleri önce onların karın ve bağırsaklarında rahatsızlıklar başlatmış, sonrasında da ishal olmuşlardı. Sabaha kadar rahatsızlıklarından tarlanın içinde oturmadık yer koymamışlardı.

             Sabah gençlerin eve gelmediğini anlayan Zaade ana eline aldığı azıkla tarlanın yolunu tuttu. Tarlaya vardığında gördüğü manzara karşısında donup kaldı. Uykuya yeni dalmış olan oğlu Ali'yi dürterek zor kötek uyandırdı, yerdekilerini ona gösterip “oğlum burada celepçinin öküz sürüsü mü yattı” derken şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu.   

 

NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.

ERDOĞAN ÇALIŞKAN 05 01 2012 GERÇEK YAŞANMIŞ HİKAYELER

( Bu Tarlada Mal Mı Yattı başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 23.02.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.