GIVRATMA'DAN TERAVİH NAMAZI

http://www.cagdaskirsehir.com/images/space.gif

             1960'lı yılların başına kadar Karacaören'den dışarıya göçün çok az olmasından dolayı köy bayağı büyümüş, oturulan evler de bu yüzden kafi gelmemektedir. Boztepe yolu üzerindeki güneyin çayı denen bölgedeki arsalar üzerine evler yapılmış, şimdiki adıyla Bahçelievler Mahallesi oluşmuştu. Köyün var olan eski camisi köylüye hem dar gelmekte, hem de mahalleye uzak düşmekteydi.
             Mahalleli kendi arasında bir heyet oluşturup başına Abdullah'ın Yusuf ile genç yaştaki Güldük İreşidin Hasan'ı getirdiler. Cami yeri olarak Topçu lakaplı, oğlan çocuğu olmayan, yıllar önce ölmüş bir adamın hanımının, “Kızları itiraz etse de” gönlünü edip arsasını bedavaya aldılar. Hacıbektaş'lı Şaban Usta'ya da işi ihale edip, gerek köylünün yardımı, gerek Hasan'ın Kırşehir'deki girişimleriyle toplanan paralarla cami birkaç yıl içerisinde hizmete girdi.
             Caminin imamlığını da köyde bakkallık yapan eski caminin imamı Goca hocanın oğlu Hafız lakaplı Mehmet hoca ücretsiz üstlendi. O yıllar daha henüz devlet köylere imam tayin etmiyordu. Yeni camide ezan okumak bir meseleydi. Caminin minaresi yoktu. Çatı kenarına tahtadan   bir yer yapılmış, ezan oraya çıkıp okunuyor gel gör ki ezan işini üç rakip hafız Mehmet'e düşürmüyordu.

             Gerek Balağın Hacı Hasan, gerekse emmi oğulları Yaprı Hasan ve Zehni kulübeye çıkıp ezan okuma yarışına giriyorlar, bu yüzden vaktinden önce namaza durulduğu oluyordu. 

             Garamıyalların İsmail emmi caminin baş cemaatiydi. Vakitlere hiç ara vermiyor, ezandan önce camiye geliyor, duvarın dibindeki cemaatten kendisine bir yer buluyor orada ezanın okunmasını bekliyordu. Ne de olsa artık yaşlanmıştı, bundan sonra kahveye yakışmazdı, iyi ki mahalleye bu cami yapılmış, kendisi gibi oraya toplanan yaşlılarla gelmişten geçmişten dem vuruyorlardı.
             İsmail emmi, az olan tarlasında çok çalışan, bunun yanında mahsulünü az alan kanaatkar iyi bir çiftçiydi. Oğulları İhsan ve Mamo yetişip gelmişler çiftin ucundan tutarak yükünü azaltmışlardı. İsmail emmi kuru, sıska, kara yağız biri olmasına rağmen çok dinç ve çalışmakla yorulmayan bir yapıya sahipti.

              Yalnız onda kendisine "dur, yeter artık, yoruldum," diyemediği, hiç ara vermeden başını bir sağa bir sola çevirme hastalığı vardı. Lakap takmada diğer köylere göre liderliği elinde bulunduran Karacaören'liler kendisine GIVRATMA lakabını takmışlar, o da bu sanıyla tanınır olmuştu.
             O yıllarda Almanya'ya Türkiye'den bolca işçi alıyordu. Çiftçilik karın doyurmadığı için İsmail emmi de bulup buluşturup iki oğlunu Almanya'ya gönderdi. Küçük oğlu Yaşar da zamanla yetişmiş, çift, çubuk işlerinde kendisine yardımcı oluyordu.

             Aradan geçen yıllar içerisinde oğullarının gönderdiği paralarla evleri tamir edilmiş, gereğinde yenileri yapılmış, tek eksik vardı, hac farizasını yerine getirmek. Onu da öyle yaptı yapmasına da gel gör ki hacda hastalanmış, doğru dürüst ibadetini yapamamış, gittiği gibi geri dönüp gelmişti. Hacdan geldiği için köylü akın akın hoşbeşe geliyor, ikram edilen hurmaları yerken, üstüne de kaselerle sunulan zem zem suyunu höpürdetiyorlardı. Sigaraların biri yanıp biri sönerken oda adeta sis basmış gibi oluyordu.
             Meraklı köylüleri ona gezdiği yerleri, nasıl tavaf ettiklerini, Hacerul esvet taşını nasıl öptüğünü, nerelerde namaz kıldığını, şeytana kaç taş attığına kadar her şeyi merakla soruyordu. Sorulardan sıkılan İsmail emmi başını bir sağa bir sola çeviriyor, atlatmalı kısa cevaplarla bazen lafı Arabistan'ın sıcağına getiriyor, bazen de "ben olmayalı köyde neler oldu, kim öldü, kim kaldı" gibi sorulan sorulara soruyla cevap veriyordu.
              Hoşbeşe gelenlerden muzip bir akrabası onun hac da hastalandığı için doğru dürüst ibadet yapamadığını hacı arkadaşlarından öğrenmiş, soru üstüne soru yöneltiyor, İsmail emmiyi terletiyor, bunaltıyor, içinden de sinsi sinsi gülüyordu. İsmail emmi durumdan çok rahatsız oluyor, “Ulan dürzü sana ne benim haccım dan” diyecek oldu beceremedi, “
GİT DE GÖÖÖR, SENDE GÖÖÖR” diye yarı kızgın ifadelerle cevap verirken, belli etmediği öfkesinden başını eskisinden daha çok çeviriyordu.

              Kalkınan köylü at arabasını kağnıyı bir tarafa atmış artık kapılarında traktör, kamyon görünmeye başlamıştı. Bu yüzden çiftçilik kolaylaşmış, tarlalardan daha çok verim alınmaya başlanmış, kamyonlarla satım için Kırşehir ofisine taşınması kolaylaşmış, bu da araç sahiplerine ek gelir oluşmuştu.
             Bu kervana İsmail emmi de katıldı. Almanya'ya oğullarına mektup yazmış gelen parayla traktör, ziraat aletleri, bir de ortak kamyon almış, kamyonun başında da askerden yeni gelen oğlu Yaşar gidip geliyordu. Yaşar'ın şoförlüğü olmadığından Çimeli köyünden bir şoförle anlaştılar. Adam iş dönüşü köyü dolaşıyor, akşam evin misafir odasında hep beraber karınlarını doyurup sağdan soldan biraz sohbet ettikten sonra  yatma zamanı herkes odasına çekiliyordu.
             Şoför odaya her girişinde usülen selam verdikten sonra mindere oturuyor, kendisine laf düşmezse hiç bir şeye karışmıyordu. Adamcağız İsmail emminin hastalığını bilmediği için başını sağ sola çevirmesinden çok rahatsız oluyordu. "Acaba kendisine bilmeden bir kötülüğü mü ya da ayıbı mı olmuştu, yoksa arabayı hor mu kullanıyordu da adam kendisine bakıp bakıp aynı hareketi yapıyordu"gibi derin düşüncelere dalıyordu.
            Günün birisinde daha fazla dayanamayıp odadan kendini dışarı atıp bir sigara yaktı, arkasından Yaşar'da fırladı, beraber sigaralarını tüttürürlerken şoför elinde tuttuğu anahtarı Yaşar'a uzatıp, “Arkadaş ben işi bırakıyorum. Baban bana bakıp bakıp bir şey demeden başını bir sağa bir sola...” sözünü Yaşar yarıda kesti, "fazla zevzeklenme, git erkencecik  yat da sabah şehre göç taşınacak babamda tik hastalığı var sen işine bak."
             Oruç ayı geldiğinde cami cemaati çoğalmış, yatsı ve teravih namazı için soğuğa aldırılmıyor, çoğu zaman cami dışında saf tutuluyordu. Çocuklar da büyükler gibi camiye gelip en arka sırada saf tutuyorlar, namazda güldükleri için cemaatin dikkatini çekerek onların namazlarını bozduruyorlardı. Bunların başını Eleyin Ali çekiyor, bu gibi yaramaz çocukları Kürdün Mamo namazı bırakıp mezarın başına kadar kovalıyordu. 

             Orucun başında Karadeniz bölgesinden gezginci Laz imam gelmiş, hem namaz kıldırıyor, hem vaaz ediyor, köylünün verdiği fitre, zekat ve yardımlarla geçiminin hesabını yapıyor, tahsis edilen odalarda sırayla yatıp kalkıyordu. İmam çok gençti. Bir ara camideki kalabalıktan etkilenmiş, öğle namazını kıldırırken bayağı heyecanlanmış Elham'dan sonra koşulan zamlı süreyi okurken şaşırmış ve duraklamıştı.
             Cemaatten muzip ve çok şakacı biri olan Etem amcanın "çal Kulhu’ya hoca efendi" nidasıyla kendine gelip zamlı sureyi hatırlamıştı. İmam yaşlılarla pek öyle haşır neşir olmuyor, teravih namazlarından sonra çağrılan odalara gidip onlara dini nasihatler vermiyor, sohbet etmiyor, daha çok köyün gençleriyle, öğretmenleriyle sohbet etmeyi tercih ediyordu.

             Bu yüzden gençler ve öğretmenler onu çok seviyor, akşam iftar yemeğine çağırmak için birbiriyle adeta yarışa giriyorlar, teravih namazında da toplandıkları bir odada imamın etrafında safa duruyorlardı. Bunların başını İsmail ağanın amca oğlu öğretmen Mehmet Öztürk çekiyor, imama dini sorular soruyor, aldığı cevaplar karşısında sanki bunları yeni yeni öğreniyormuş gibi yaparak ona alkış tutup takdirler yağdırırken bir yandan da imama soracağı önemli sorudan alacağı cevabın heyecanını taşıyordu.

             “Hocam bence namazlarda selam bayağı vakit alıyor, zaten yatsı ve vitir namazı uzun, bir de üstelik hızlandırılmış şekilde teravih namazı kılmak bayağı insanı yoruyor, bu yüzden köylü sabah işine geç kalıyor. Malum bizler memur kişileriz, okula gecikmemiz şikayet konusu olabilir, öğrencileri bekletmeyelim sevgili hocam" diye söze devam etti.
“Ben sayamadım, ama zannedersem teravih namazı galiba yirmi rekat!"
İmam ona takdir dolu gözlerle baktı.
             “ Doğrudur yirmi rekat.”
             “ Peki imam efendi siz cemaate her dört rekat da bir selam verdireceğinize bunu diyelim ki on ikinci ya da on altıncı rekatta veya namaz bitiminde verdirirseniz dinen bir mahsuru var mı acaba?”
             İmam efendi bu sorunun niçin sorulduğunu merak ettiyse de pek üzerinde durmayıp bir alim edasıyla, “Bence yirminci rekatın sonunda da verilse fark etmez öğretmenim” dedi.
             İsmail amcasına şaka yapacak olan Mehmet öğretmen kendisiyle içinden mahkemeye tutuştu, "acaba yirmi rekat çok mu olur? Adama yazık mı ederiz" diye çokça düşündü.

             “Hocam bir sefere mahsus selamın birincisini on ikinci rekat da diğerini de namaz bitiminde verdir bakalım cemaat buna ne diyecek? Tutumu nasıl olacak? Bundan sonra ona göre kıldırırsın."
              Cami ağzı beraber dolmuş herkes gibi İsmail emmi de Laz hocanın vaazını dinliyor, bazen pereleniyor, ağlıyor, bazen de iç geçirdiği oluyordu, ne de olsa toprak yakındı.

             Yatsı ve vitir namazı kılındıktan sonra imamın telkiniyle niyet edilip teravih namazı başladı. Rekat rekat üstüne namaz kılınıyor, imam ol görüp her dört rekatta bir cemaate selam verdirmiyordu.

              İsmail emmi "acaba hoca selam vermeyi mi unuttu? Bu neyin nesi" diye kafa yoruyor, bir yandan da, “Selam ver, Allah aşkına selam ver” diye iç geçiriyor, adeta boynunun kireçlendiğini hissediyordu.

              Aradan bir asır mı geçti bilinmez imamın Esselamü aleyküm ve rahmetullah sesi daha başladığı anda İsmail ağa belki saniyede yüz sefer başını sağa sola çevirip biraz rahatlarken kendisini izleyen cemaat imamın sola selam telkinini duyduysa da gülmekten ona uymakta zorlanıyorlardı.
             Namazdan sonra soluğu imamın yanında alan İsmail emmi "aman hoca efendi gözünü seveyim selamı bir daha bu kadar uzatıp beni perişan etme" diye adeta ölüler gibi yalvarıyordu.


NOT: Öyküyü kişileri küçük düşürmek, mirasçıları rencide etmek için yazmadım. 

ERDOĞAN ÇALIŞKAN 15 10 2011 GERÇEK YAŞANMIŞ HİKAYELER.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

              

( Gıvratma Dan Teravih Namazı başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 12.04.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.