FUAT’IN FORSU DAMA ATILDI HANIIIIM !
Yaz mevsiminin son günlerine gelinse de sıcaklar mevsim normalleri üzerinde seyrediyor,
insanlar serinlemek için gölgelik yerler arıyordu. Daireler mesai
bitimi dağıldığında Ankara Caddesi bayağı kalabalıklaşırdı. Mesai bitimi kimiliri evinin yolunu tutarken çarşıda işi olanlar aceleyle oradan ayrılır, kimileri de ağır ağır yürüyerek şehir
merkezine doğru gölgelik yerleri takip ederek göz ucuyla yarenlik ederek vakit geçirecek arkadaş arardı.
Zümrüt
Pasta Solonu kapısı önünde oturan beş ya da altı arkadaşın şen şakrak kahkahaları ve gülmekten
dizlerine vurmaları yoldan geçenlerin ister istemez dikkatini çekerlerdi.
Pastane Ankara Caddesi cephesinde olup şimdi
ki Ahi Evran Türbesi ile cadde üstündeki parkın bir bölümü buranın yazlık
bahçesiydi. O gün grup arkadaşlarından pastane önüne ilk önce Bıyıklı Garip
gelip oturdu. Gelen garsona bir ufak çay söyledi. Az sonra adliye personeli
dağıldı, çoğu emekliliği yaklaşmış veya geçmiş savcı ve hakimler de günün stresini
atmak için acele acele pastanenin yolunu tuttular. Selam, hoş beş derken
onlar da gelen garsona yiyecek, içecek gibi siparişlerini verdiler. Günün
nasıl geçtiğinden, şundan, bundan bahsetseler de muhabbetin tadı tuzu Fuat daha henüz oraya teşrif etmediğinden kendi aralarındaki konuşmalarından bir zevk almıyorlardı.
Pastane sahipleri gerek
Hasan Yavuz, gerek Ali Bakla veya Hasan Çalışkan, Ethem Cihan
onların durgunluğunu gidermek, bir nebze olsun şeneltmek için sağdan soldan
bahsetseler de Fuat’ın boşluğunu
dolduramıyorlardı.
Bıyıklı Galip, birden
karşıdan gelen hafif beli bükük, kır
başlı, kırmızı benizli birini görünce “aha o geliyor” diye sevinçle ellerini
havaya kaldırdı. Az sonra oturduğu sandalyeden kalkarak yanlarına gelen Fuat’ın boynuna sarılırken “Gözlerimiz yollarda kaldı, bir daha bizi merakta bırakma, randevuya vaktinde gel, kendini ağıra satma” dedi.
Birer kulüp sigarası
dağıtan Galip, “anlat Fuat niye geciktin” diye sorarken onun ağızdan
dökülecek bal tanelerini merak ediyordu.
Fuat
anlatmaya başladı. "Devir İnönü devri"… Sigarasından bir nefes çektikten sonra
ağırdan ağıra “Bir köye giden aşar
memurları köylüleri köy meydanına toplayarak neyiniz var neyiniz yok bize beyan edin ona göre vergi alacağız”
Fuat sigaradan bir nefes
daha çekti.
"Az sonra herkes beyanda bulunup dağılır. Memurlar elde liste köyü ev ev
gezip sayım yapıyor, ne kadar aşar çıkacaksa hesap yapıyorlardı. Sıra bir
adamın evine gelir, sayım yapılıp çıktıklarında odadan bir eşek anırtısı
duyulur. Sesi duyanlar tekrar dönüp odaya dalarlar. Yatakta üstü yorganla
örtülü kulakları gizlenmiş biri yatmaktadır. Listeye bakarlar orada ki kayıtta yataktaki eşek yoktur. “Yataktaki kim” diye soran memurlara vergi
vermekten bu yolla kurtulacağını sanan adam, “Babam” der."
Gülüşmeler baş, diz
dövmeler, ağzındaki sigarayla dudağını yakanlar, eli yüzü gülmekten
kızarırken öksürük tutup nefessizlikten moraranlar…
Fuat’ın cümlesi
bitmemiştir, uzattıkça uzatıyor bir yandan pastacı Ali Bakla’ya Bıyıklı Galip’i
işaret ediyordu. Galip prostat hastası olduğundan sık sık tuvalete çıkma gereği hisseder ama
Fuat’ın lafının bitmesini beklediğinden gidememekte, bunu bilen Fuat da lafı
uzattıkça uzatarak onu altına yaptırma telaşındadır “Fuat; yine en sonunda yapacağını yaptın”
diyen Galip altına kaçırmıştır. Önü ıslanıp müsaade isteyen Galip’e "git de
değiş, çabuk gel" derken gülüşmeler diz boyundadır.
Bu gülüşmeler, şakalaşmalar
gün boyu devam eder giderken lafların birbirine karşılıklı dokundurulması
kimseyi rahatsız etmezdi.
Fuat Toprak Mahsulleri Ofisinde çalışan kontrol memurdur.
Şakacı, nüktedan, sözleri kimseye dokunmayan, adeta ofiste çalışanların onu
dinlerken ağızlarının suyunun aktığı, işini gücünü unutmalarına sebep olan
bir kişidir. Bu durum gerek Fuat’ın, gerekse çalışan işçilerin işi
aksatmalarından dolayı müdürden fırça yemelerine neden oluyordu.
Zamanla
ofise Ankara’dan bir Karacaören’li tayin olup geldi. Adam ilk geldiğinde
acemi bir kuş gibi gözüküp müdürü, memurları, işçileri tek tek gözden geçirerek onların huylarını öğreniyor, bunu da kimseye belli etmemeye çalışıyordu.
Eset askerden sonra köyünden
çıkmış, Ankara’da devlet mahsulleri ofisinde işe başlamış, biraz yaşlanmaya yüz tutunca da memleket hasreti ağır
bastığından Kırşehir ofisine tayinini çıkartmıştı. Ofislerdeki çalışma
ortamına alışkın olduğundan oraya kısa sürede adapte oldu. Zamanla ayağı yer tuttuktan sonra Fuat’ın
konuşmalarını dinlerken "o öyle değilde şöyleydi" diyerek bazen onun sözüne karışıyor, konuşma fırsatını ele geçirdiğni fırsat bilerek kendisi başka bir konuya girerek Fuat’ın lafının havada
kalmasına sebep oluyordu.
Güya zamanın birinde anası Topal Asiye’yle mantar toplamak için dağa yatıma
gitmişler, sabah uyandıklarında evlekten çıkan mantarlar altlarındaki döşekle
beraber onları havaya kaldırasıymış.
Köyde ki tarlalarında iki yüz dönüm mercimeği, üç
yüz dönüm buğdayı ekilesiymiş.
Eğer bu dediklerine inanmayanlar çıkarsa gidip çarşıda gördükleri
herhangi bir Karacaören’liye sormalarını, yalanı çıkarsa ‘yüzüne
tükürmelerini’ tembihlemesi kendince oradakilerine güvencesini artırıyor, yavaş yavaş
kalabalığı kendi etrafında toplamasına neden oluyordu.
Bu durum karşısında ister
istemez Fuat adeta yalnızlığa itiliyor, bu da onun yaşam tarzlarını
etkiliyordu. Bir başka günde de Eset, “Karacaören Yayla Bağlarına bu yıl beş yüz dönüm ceviz
ektim” diye söze başlamıştı ki, tek başına sigara tüttüren Fuat oturduğu yerden
hışımla kalktı. Adeta yalnızlıktan gözleri kızarmıştı.
“Yalan söyleme ulan dürzü, o köyü ben çok iyi bilirim, kim de o kadar tarla ve bağ var,
hepsi bölük buçuk". Sigarasından bir öfkelik daha nefes çektikten sonra ”Ula
Murat kalk git sana benden izin, bunun aslını öğren gel” diye orda çalışan
Yozgatlı Murat’a (sağlamcı) görev verdi.
Murat
çarşıda sordu, soruşturdu. “Vallahi Eset az bile demiş, söylemiyor ama
dedikleri tarlasının yarısı bile değil, diyen Karacaörenli Kara Sali,
Hamid’in Ali, Pastacı Hasan Çalışkan, Öğretmen Kemal Akpınar’ın sözlerini
Fuat’a iletti.
Bu kişiler, “Hayır Eset
yalan söylüyor” deseler ellerine ne geçecekti. İşini sağlama alan Eset, sırf
Fuat’a “gıcık olsun” diye salladıkça sallıyor, adeta onu sinir küpü ediyordu.
Dairede
konuşacak adam bulamayan Fuat’ın başı oraya sığmıyor, konuşmamaktan çatlıyor,
ofiste sıra bekleyen insanlarla muhabbet etse de buğday teslim de adı okunan
adamın yanından ayrılmasıyla lafı havada kalıyordu. Başındaki kalabalığa laf
yetirmeye çalışan Eset’e arada gıpta ile bakıyordu.
Pastahaneye arada bir
uğrasa da arkadaşlarını eskisi gibi gülüp eğlendiremiyordu. Onlar da Fuat’taki
bu değişikliğin nedenlerini araştırıyorlar, bir derdi varsa çare olmaya
çalışmanın, bunu öğrenmenin gayreti içine giriyorlardı. Arada bir iki duble
atan, arkadaşlarının içinde bulundukları stresten onları bir an çekip alan
neşeli Fuat gitmiş, yerine başka biri gelmişti. Arkadaşları bunu ona çok kez
sorsalar da atlatma cevaplarla onları geçiştiriyor, derin derin düşüncelere
dalıyordu.
“Ailesiyle bir sorunu mu var gidip hanımından bunu öğrenelim” diye harekete
geçseler de “karı-koca arasına girilmez, belki durduğumuz yerde bir pot
kırarız” diye bundan vazgeçiyorlardı.
Fuat artık eskisi gibi iş
çıkışı pastaneye uğramıyor, kafası yerde evine gidip geliyor, dalgınlığından
verilen selamları görmüyor ya da onlara selam vermiyordu.
Komşuları ve tanıyanları da Fuat’taki bu
değişikliğin sebebini öğrenmeye çalışıyorlardı. Bu değişiklikler başkalarının
dikkatini çeker de hanımının dikkatini çekmez miydi. Kadıncağız bu şen,
şakrak, şakacı, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu hayat arkadaşının “acaba
kendisinden bir şikayeti mi vardı da evde sessiz, somurtkan oturuyor” diye
düşünüyordu. Önceleri çarşıda bir iki duble atıp gelen adam şimdi elinde bir
ufak rakıyla eve geliyor, yemekten sonra oturduğu masada kadehle konuşuyor,
dertleşiyor, bitirincede sessizce yatağına girip yatıyordu. Günlerce devam
eden bu durum hanımının sabır melekelerini zayıflatmış, nedeni ne olursa
olsun bunu öğrenme derdine düşmüştü. Durumu çocuklara belli etmesede Fuat’ın
eskisi gibi onları sevip okşamaması, dersleriyle ilgilenmemesi, okul aile
birliği toplantılarına katılmaması artık bardağı taşıran son damla olmuştu.
Akşam evde oturdukları bir
vakitte her ne pahasına olursa olsun tüm cesaretini toplayıp, “Fuat; fazla
konuşmayacağım, günlerdir beni kahreden sendeki bu derdin sebebini
anlatmazsan kahrımdan şurada çatlayıp öleceğim” deyiverdi.
Fuat dalmış olduğu derin
düşünce aleminden biraz uyanır gibi oldu. Gözlerini hanımının gözlerine
dikti, “Hanım sen benim eşimsin, şu yemin üstüne olsun ki bendeki bu halin sen
ve çocuklarımla hiçbir ilgisi yok” diyerek olayları olduğu gibi anlatırken
günlerdir bunlardan kendine pay çıkarıp karanlık düşüncelerde olan hanımının
duyduklarıyla yüzü pembeleşmeye başlamıştı. “Benim derdimin tek sebebi daireye
Ankaradan tayinle yeni gelen Karacaörenli Topal Asiye’nin oğlu Eset! ESET
FUATIN POSTUNU DAMA ATTI HANIIIIIM !
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 12 01 2012 KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
Not= Bu öykü yıllar evvel Çağdaş Kırşehir gazetesinde yayınlanmıştı, gazete kapandığı halde logosu kendiliğinden yazının başına geliyor.