‘’Yazarken sahteliğe düşmekten, sana
yalan söylemekten ve olmadığım biri gibi görünmekten sakınıyorum ve o kadar
kendim oluyorum ki dünyaya karşı korunaksız kalıyorum…
‘’Benim tereddütsüz bağlı olduğum şey
sen değilsin, yazmak. Yazarken seni hiç düşünmüyorum. Aynı biçimde senin bağlı
olduğun da ben değilim. Yazdıklarım…(Alıntı)
Renklerin sağdıcı olduğunu tahayyül
ediyorum sözcüklerin belki de tam tersi…
İçimde kurduğum binlerce denklemin
öznesi iken o sabit kat sayı elbet yaşımla ya da kimlik numaramla asla ilintisi
olmayan zaten benim de neye denk düştüğümü ifade etmek imkânsız nerede ise.
Bitimsiz bir coşku katlanıyor ve
nihayetinde sözcüklerim kanatlanıyor.
Sayısal anlamda emek verdiğim
öğrencilik yıllarım ve sayısal ağırlıklı bir eğitim alıp yine doğru orantılı
bir meslek seçimine mecbur bırakıldığım…
Cümledeki ifadeye bakar mısınız? Hem
seçtiğim bir meslek hem de zorunlu olduğum kısaca söylemem gerekirse doğduğum
günden itibaren bana sunulan:
Hem seçim hem mecburiyet ve bir ömür
bu farkındalığı kazanmak adına hayatımdan ve mutluluğumdan ve özgürlüğümden
feragat ettiğim.
Yalnız bir çocuk olmak akabinde
yetişkin.
Yalıtılmış bir toplumda sosyal
ilişkilere verilen önem ve bireysel anlamda ne kadar çabalasam da ıslıklandığım
elbet saygın bir fert olmanın ötesinde bazen asi/l bir rüzgâra denk düştüğüm.
Aklımın ayarları ile oynanırken ve
ben sürekli ruhuma ve zihnime yatırım yaparken elbet ruh sağlığımı da saklı
tutmak adına farkına dahi varamadığım bir içsel yolculuk ve ne yazık ki bunu
sadece son sekiz sene zarfında zamana ve güne naklettiğim.
Bir nakliye aracı gibi adeta:
Aklım iken lokomotifim ve yük
vagonlarında saklı iken duygularım elbet düşüncelerim at başı ve dizginlediğim
duygularım ve mantığımla dans ettiğim sözüm ona ve sonunda infilak etme noktasına
geldiğim.
Süreç iken bir ömür.
Takriben onar yıllık öz alt kümesi
iken varlığımın elbet meslek seçiminde yaptığım yanlışın bir ömrü heba ettiği.
Dünden beri…
Daha doğrusu kendimi bildim bileli
bitimsiz bir anlatma isteği mevcut iken içimde bu yüzden haricimde kim varsa
illa ki dokunmak isterken oysaki ben içimi okumalarına izin verip yetmezmiş
gibi karşımdaki herkesi ayrıntıya boğduğum.
Hele ki on yaşıma kadar evde tek
tabanca iken derken bir kardeşe sahip olduğum tabir-i caizse afalladığım ne de
olsa ilk göz ağrısı derken her yerimin ağrıdığı ve yalnızlığımın saçlarının da
ağardığı ve ansızın hâsıl olan o coşku ve ciddi anlamda hayatımdaki merkez
noktası iken aileye bir anda müdahil olan ufacık kardeşimi divane gibi
sahiplendiğim.
Canlı oyuncağım olma lüksü ile ve ilk
arkadaşımı kaybedip ebediye intikal eden evin büyüğü babaannem ve hayatımın ilk
on yılı ona emanet iken akabinde çuhçuh yapan trenin başına geçen oyuncak ve de
canlı bebeğim.
Elbet okul hayatımı asla yadsıyamam
çünkü evdeki esaretimin sonlandığı tek mekân hatta ilk ve de son mekan.
Sahipsiz de değilken duygularım.
Recim edilen bir ödev belki de.
Ve işte yolculuğum hızlı bir akışla
ve toleransla dümene geçen iç sesim ve en sevdiğim sınıf ve de okul
arkadaşlarımın idamesi ile pay ettiğim her şey kalemimden tutun da duygularım
ve arkadaş olmanın verdiği mutluluğu bir ömür hiçbir şeye değişmezken.
Uyarı mahiyetinde olanlar da
mevcut/muş meğer ne de olsa ilkokuldaki ilk arkadaşımı sınıfa nakil gelen bir
kızın kanatlarının altına sığındığı ve işte duygularım iken ilk kez kapkaça
uğradığım.
Çalınan arkadaşımın ardından yeniden
yola koyulduğum elbet içimdeki insan sevgim hız kesmeden yol alırken ve nice
arkadaşım tarafınca illa ki yarı yolda kaldığım.
Buraya kadar her şey iyi hoş da…
Lakin ergenliğe uzanan yol derken
öğrenciliğin bir meslek olduğunu irdeleyen bakış açım belki de herkesten farklı
olduğumu henüz idrak edememişken.
Sözcükler ise hep iç cebimde ve
yakamdan da düşmezken sayısal veriler ve asla izahı olmayan o kaos.
Sözcüklere verdiği önem diğer yandan
analitik zekâmı doğru orantılı bir meslekle işlenir hale getirme arzum daha
doğrusu popüler bir mesleğe beni yönlendiren iken ailem ve elbet zincirlerimi
kırmak aklıma bile gelmezken…
Bir ömür ne ise iştigal ettiğim ne de
olsa birilerinin gözünde büyümek aslında içimdeki coşkuyu büyüttüğüm daha
doğrusu bu coşkunun beni farklı açılımlara yönlendirdiği.
Hem sosyal hayatımda hem de özel
hayatımda ve mesleki anlamda kendime şart koştuğum:
Başarı odaklı.
Başarılı olmaksa neye denk düşüyorsa
insanların gözünde.
Elbet kabul görmek elbet saygınlığını
korumak ve sevilen bir ekip üyesi olmak sanki özel bir ekipte kazı çalışması
yapan bir arkeolog iken aslında içimdeki kazıyı ortaya çıkarmak ve aralıksız
içimi deştiğimi fark edemediğim.
Elbet mesleki anlamda hiç de önem arz
etmeyen bir açılım artık ne alaka ise meslek hayatımı duygularla süslediğim.
Makul olarak onay almak.
Onay verdiğimse nerede ise herkes ve
işte herkes başlığında güvendiğim tüm iş arkadaşlarım hatta nerede ise
tanıştığım yabancılar bazen bir mülakat öncesi belki de alışveriş esnasında
yolumun kesiştiği hiç de tanımadığım insanlar elbet yabancı başlığı altında arz
eden gelin görün ki ben herkese eşit muamelede bulunurken.
Eşit olan herkes ama eşleştiğim
nerede ise herkesten aynı karşılığı göremediğim bu uğurda onlarca kere çalışma
ortamımı değiştirdiğim iyi de bir ofis ya da bir plaza artık nerede ise
çalıştığım yer konu mademki benim insan arayışım ve onay alma arzum.
Elbet duvara defalarca tosladığım ve
mesleğimle örüntüsü olmayan iç dünyam. Hem zihnimle yol kat edeceğim hem de
rastladığım herkesin onayını alacağım ve sayısal perspektif iken haiz olduğum
görevim ama duygusal anlamda asla randıman alamadığım.
Yazın dünyasındaki bu coşkum ise
elbet dünün devamı hatta ikramı çünkü yazan ve anlatan taraf olduğum için
umarsızca sıralıyorum iç sesimi satırlara ve asla gocunmadan yazıyorum ne ise
beni anlatan aslında beni anlatmanın hep de katık olduğu bir hayatın müdavimi
iken kalemimle ringe çıktığım ve yazdığım her cümlenin de sorumluluğunu aldığım
çünkü edebiyat adına hatırı sayılır bir yolculuk olması adına tüm yüreğimle
çabalıyorum.
Bir adım ötesi ise:
Çabalamaktan ziyade coşkumun
dinmediği ve bir şelale gibi çağlamasına izin verdiğim.
Yazarken kim miyim?
Elbet çocukluğu boyunca fazla
arkadaşı olmayan.
Yazarken kim olduğumdan öte bir ömür
kime/neye denk düştüğüm elbet sıfatların süslediği ismim her anlamda insan
olmanın mücadelesini verdiğim ve bunu sevgiyle eşleştirdiğim.
Basit sıradan bir iş bile bir ev işi
bile sevgiyle yapıldı mı değer ve güzellik kazanıyor ve insanda sürekli bir
kabul görme isteği çünkü sevgiyle kazılan bir kuyu hatta iğneyle ama sevgiyle.
Anlatmanın verdiği huzur vereceği
huzur adına.
Ve ne zamanki kendimi yetersiz
bulsam-konu ne olursa olsun-büyük bir hayal kırıklığı beni esir alan ve içimin
sızladığı sızımın sırtını sıvazladığı yeniden başlama kaygısı ve yeniden
başlayıp da hikâyeme kaygımı sonlandırdığım yine de tatmin olmadıkça tereddüt
edip kendimi bir üst noktaya taşıma arzusu.
Okuyucu ile kurduğum diyalog ve
kendimi okuyucuya yakın hissettiğim bu sayede kendimle uzlaşı sağlamanın da tek
yolu iken.
Öncesinde bu duyguyu sadece öğrenci
ve de öğretmen olduğum yıllarda yaşamışken ve insan ilişkilerinde etkileşime
giden yol ama bunu her sahada gerçek kılamazken ne de olsa sosyal ortamlarda
hâsıl olan as üs ilişkisi ve aynı pozisyonda olduğunuz insanlarla da ister
istemez bir rekabet ortamını paylaşırken.
Açıölçeri mi hayatın?
Yoksa acı ölçer mi demeliyim?
Ne de olsa insan ilişkilerindeki o
farklı açılar ve açılımlar ayrı ayrı acılar yüklüyor insana.
Akıl ve duygular illa ki restleşirken
ve biri diğerinden illa ki bir adım önde iken bu yüzden edebiyat da hayatın bir
yüzü daha doğrusu madalyonun iki yüzü de mevcut edebiyat denen olguda.
Kendiniz olduğunuz elbet işin
duygusal boyutu.
Ve kendinize bir hedef koyduğunuz:
elbet duygu aktarımında mantıksal bir uğraş ile kalemi ve sözcükleri
biçimlendirdiğiniz ve işte iki ucu da keskin olan ve tek gerçek içselleştiğiniz
sözcüklerde ve kalemin iş birlikteliği ile tüm kaygılarınızı bir süreliğinize
sonlandırıyorsunuz elbet yazdığınız kadar huzurlu ve anlattığınız kadar da
duruluyorsa o dalgalı deniz…
Üstelik yaza yaza kazanılan
farkındalık duygusu ki çocukluğumu daha net hatırlıyorum son zamanlarda ve
kendimi ilk algıladığım ilk hatırladığım yaş iken aşağı yukarı dört yaşımdaki
halim bana öylesine yakın ki üstüne üstelik tüm dünyayı da kendime yakın
hissediyorum hatta ve hatta içimde saklı iken o devasa dünya bir o kadar
eşleştiğim sonsuzluk duygusu.
Okuyucu ile kurduğum bu manevi bağ
bir o kadar kendimle olan mücadelemde her geçen gün daha da fazla randıman
alabildiğim ek olarak hayat yeni dertler yüklerken siz farkında olmadan onu da
bir şekilde modifiye ediyorsunuz…
D/okunmak sadece d/okunmak…
Öncesinde sadece okurken ve şimdi
yazan biri olarak kalplerine dokunmak okuyucunun bu bağlamda okunmanın verdiği
huzur ve mutluluk üsteli d/okunmadığım daha da çok şey var ve çok insan ve de
var olacak olan tıpkı içimdeki coşkunun insanlara ve kelimelere sirayet ettiği
ve tüm duygularımı hayallerle ilintili addedip sayısız hikâye ve şiirime de
meze olan.
Malzememse elbet iç sesin suskunluğunu
sonlandırdığım bir o kadar dış ses ile irtibatta bazen duymazdan geldiğim bazen
de duyulmazdan bu yüzden içimde saklı o anlatma güdüsü bir adım ötesi anlam
olmak elbet anlamlandırmak adına tüm yüreğimi de ortaya koyduğum…
Son olarak sevgili yazarla da aynı
fikirde olduğum üzere:
‘’Benim için sana yüreğimi sunmanın
tek ve en iyi bildiğim yolu yazmak. Bunu sen de dâhil bütün riskleri göze
alarak yapıyorum. Çünkü seni seviyorum ve dostluğumuz sonsuzluk vaadi
taşıyor.’’(Alıntı)