İPÇİ TIMARHANEYE !
İpçi Erdoğan, 1978 yılının Eylül
ayında yıkılan eski Saat Kulesi karşısındaki şimdiki Cacabey Parkı’nın
bulunduğu yerdeki Avukat Tevfik Görke'ye ait kirada oturduğu dükkanın
yıkılmasıyla Ünal Çarşısı Eski Ankara Caddesi cephesindeki dükkanını kiralar.
Öykünün yazıldığı tarih 20
Şubat 2012 yılı olmuş, halen orada ipçilik mesleğine devam etmektedir. Otuz
beş yıllık bu dükkandaki ticari hayatında yüzlerce esnafla Ünal Çarşısı’nda
olsun, caddede olsun komşuluk yapmış, herkesin sevdiği, saydığı bir esnaftır.
Birkaç ufak-tefek hırı gürü olduysa
da zamanla “suyla yazılan yazı gibi silinip” gitmiştir.
Gerek Ünal Çarşısı,
gerekse Eski Ankara Caddesi'nde bulunan dükkanlarda kimler oturmuş, kimler
kalkmış tek tek listesi şu an cebinde bulunmaktadır.
Uğrak Apartmanı alt katındaki Ünal Çarşısı Eski
Ankara Cadd. cephesi karşısında bulunan dükkanı yıllar önce tandır kebap
ustası Yerköylü Mulla Dayı kiralamıştı. İşleri iyi gitmesine rağmen yaşlandığı
için dükkanı kapatmak zorunda kalmıştı. İpçi Erdoğan'a veda etmeye
geldiğinde, “Ben gidiyorum gardaşlık, yalnız sana bir nasihatım var, şunu hiç
unutma, hayatta hep anamın hatırını sordular babamı anan olmadı” demişti.
Mulla Dayı’dan sonra
orasını Adanalı Salih denen bir usta “Meşhur Adana Kebap Evi” adı altında
kiraladıktan altı ay sonra da eski saat tamircilerinden Bekir Köşker’i
(Şuayipli) kendisine ortak etti.
Salih Usta, paraya önem vermeyen,
daha doğrusu ‘parayı hiç sevmeyen’, eli açık, bonkör mü bonkör biri
olduğundan dolayı işini fazla sürdürmeyip ortağına dükkanını devredip “Bir
görüşte aşık oldum” şarkısını söyleyerek gitti.
Bekir saat tamir ustasıydı ama
zamanla Salih Usta’dan mesleğin inceliklerini kapmış, arkadaş çevresi
sayesinde yıllarca bu işi yürütmüştü.
Bekir de paraya, pula önem
vermeyen arkadaş canlısı birisydi. Hatta bir keresinde İpçi ona, “Ula Bekir;
parayı sana kazandıracaksın, baban Musa Dayı'ya teslim edip onda
değerlendireceksin” dediğinde, “Orayı boş geç İpçi, sen şimdiye bak” demişti.
Gerek Salih, gerekse
Bekir'in çalıştırdığı dönemlerde Erdoğan tam karşısında olan bu dükkanda
oturur, onlarla hoş sohbet ederken hem de kendi dükkanına gireni, çıkanı
takip ederdi.
İpçinin Bekir'e kızdığı nokta Bekir'in şiş
Adana’sı ocakta dururken onları yemeyip kendisinin evden getirdiği yemekleri
gıcıklığına göstermeden şaka mahiyetinde çalıp yemesiydi. Hatta bir keresinde
Erdoğan köylüsü Serat’la Ankara'ya Gençlerbirliği ile Galatasaray arasında
oynanacak olan Cumhurbaşkanlığı kupası futbol müsabakasına bir gün önceden giderek
19 Mayıs stadının kapısında akşamdan yerini alır.
Sabaha kadar Galatasaray-Gençlerbirliği
Cumhurbaşkanlığı Kupası maçını seyredeceğim diye 19 Mayıs Stadı’nın kapısında
bilet kuyruğuna girip bekler. Ertesi gün saat 11.00'de stadın koltuğuna
oturduğunda yorgunluktan uyuya kalır.
Uyandığında saat 13.00 olmuştur. Arkadaşı
Serat’a elindeki pakete “göz kulak olmasını” tembihleyip bırakarak tuvalete
gider. Döndüğünde karnı iyice acıktığından arkadaşından emanet ettiği paketi
istediğinde onun’bıyık altından güldüğünü’ parmağıyla da geri arkayı işaret
ettiğini görür. Erdoğan arkaya döndüğünde ne görsün! Bekir ağzındaki lahana
sarmasını yemeğin son lokmasını çiğnemektedir.
“Ula mikrop burada da mı beni buldun” diye bağırıp çağırsa da, Bekir gidip
köfte ekmeği İpçi’ye yetiştirmede gecikmemişti.
Çimeli köyünden bakkal İdris'in
babası köyden oğlunun yanına ziyarete gelir. İdris de tekele gidecekmiş.
“Hazır gelmişken sen burayı bekle de ben beş dakikada sigara alıp geleyim
baba” der.
Çarşı da bir ıvıltım
koptu ki değme gitsin. Meğer İdris tekele gider gitmez babası orada ‘kalp
krizi’ geçirir ve anında ölür. Yakınları adamın cenazesini dükkandan alıp
ikindi namazından sonra defnetmek için Çimeli köyüne götürürler.
Çarşı esnafı da cenazede
bulunmak için birbiriyle istişare ediyorlardı. İpçi Erdoğan da, Bekir'in
dükkanına varıp, “Biz nasıl edelim Bekir? Neyle nasıl gidelim?” diye durum
müzakeresi yapıyorlardı. O sırada dükkana yaşlı bir kadın girdi. Masaya
oturduktan sonra
“Bekir, oğlum İdris'in
babası ölmüş, kendisi akrabamdır. Köyde ne olur, ne olmaz, sen bana oradan
bir Adana kebap yap da yiyeyim” diyerek masadaki sandalyelerden birine
oturdu.
Bekir bir eliyle ocaktaki
şişler yanmasın diye çevirirken, bir eliyle de ateş iyi kor tutsun diye
tuttuğu ince ve enli maşa ile ocağa yelpaze yapıyordu.
Muziplik yapmak Bekir'in nereden aklına düştü bilinmez...
“Teyze şu karşıdaki İpçi
Erdoğan var ya onu tanır mısın?” (dükkanı işaret ederek)
Lafını kadın merakla kesti.
“Ne olmuş Erdoğan'a kendisini iyi bilirim. Çok ipini aldım.”
Kadın örf ve adeti gereği
hemen yanı başında oturan Erdoğan'a dikkatli bakmadığından onu tanımıyordu.
Eğer dikkat etse zaten olay meydana gelmez Bekir de muzipliğini yapmazdı.
“ Teyze, İdris'in babasına ne var ki, yaşını yaşamış, gününü görmüş, torun
torba sahibi olmuş. Bugün nereden baksan en az yetmiş sen de yetmiş beş yaşında.”
Tezgahın üzerinde duran
boş pideyi alıp ocaktaki ateşte ısıtmaya sürerken, “Ah Erdoğan ah, hem
bizleri yaktı, hem de çoluğunu, çocuğunu, bilmem nasıl düzelir?” derken
yalancıktan ağlama pozuna giriyor, gözlerini ocağın dumanına eğip yaş
çıkarmaya çalışıyordu.
Kadın da olanlardan
etkilenmiş, ne diyeceğini şaşırmış, önüne konan kebaba bakmıyordu bile. Kadın
gözlerini Erdoğan'ın dükkanına dikmiş mahsun mahsun orayı süzerken, “Oğlum,
yavrum Allah aşkına beni merakta bırakma. Ne olmuş Karacaören’liye? Eğer bir
şey olduysa dükkanı niye açık duruyor?” dedi.
Bekir arada İpçi’ye
bakıyor “Aman ha açık verme” dercesine kaş, göz, el işaretleri yapıyordu.
Ocağa bir-iki Adana kebap ve şiş koyduktan sonra “dükkanı batsın teyze
birazdan hanımı gelecek o kapısını kilitler.” Ocağın sıcağından terlemişti,
bir bardak su içtikten sonra
“Ah teyze, sorma gitsin. Sabah iş yerini açan İpçi; İPLERİİİM, İPLERİİİM diye
bağırarak sağa sola saldırmaya başladı”
Hem kendi, hem de orada
oturan Erdoğan sabrı nerden aldılar bilinmez, gülmek nedir akıllarına dahi
gelmiyor, rollerini bir artis edasında yapıyorlardı. Kadın meraktan neredeyse
çatlayacaktı.
“Ya sonra Bekir'im ya sonra?”
Bekir buz gibi
sudan bir bardak daha içtikten sonra
“Sonrası var mı teyze az önce taa İstanbul'dan buraya bir ambulans geldi. İçinden
inen görevliler İpçi’yi zincire vurup ardına bile bakıtmadan aldıkları gibi tımarhaneye götürd…”
Bekir’in sözü ağzında
İpçi’nin, “Yeter ula Bekir yeter” diyen o gür sesiyle yarım kaldı. İpçiyi
karşısında gören yaşlı kadın sevinçten neredeyse ağlayacaktı.
İpçinin onu teskin etmesiyle kadın soğumaya yüz tutmuş kebabını yemeye
başladı.
NOT: Öyküleri
şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
ERDOĞAN
ÇALIŞKAN 29 02 2012 GERÇEK YAŞANMIŞ HİKAYELER