Bugün 13.05.2021, Ramazan Bayramı'nın ilk günü. Bu vesileyle tüm okurlarımın Ramazan bayramını en kalbi duygularımla tebrik ederim. Yazıma ilham kaynağı olan, tam kapanma döneminde malum ve mevcut koronavirüs salgını nedeniyle bayram ziyaretlerinin yasak olmasına aldırmayan ve o komşu senin bu akraba benim gezen, maaile virüse meydan okuyan komşularıma da ayrıca teessüf ederim. 

Türk insanı hakikaten dünyadaki en renkli ve güzel insan. Sevdi mi tam seven, kızdı mı tam kızan, derin hesapları çok olmayan bir milletiz biz. Bundan sebep olsa gerek başımıza gelen musibetlere ilk başta göğüs gerer sonra musibet uzayınca sabrımızı kaybetmeye başlarız. Bunu pek çok kez müşahede etmişizdir. Fazla detaya girmeden yazımın başlığında da belirttiğim salgın döneminde nasıl memnuniyetsiz bir toplum olup çıktık ve nasıl oldu da aşı hakkında felaket çığırtkanlarının tesirinde kalmaya başladık, biraz  bu hususu konuşmak istiyorum. 

Çok değil daha beş hafta evvel vazifeli olduğum okuluma gidip yüz yüze eğitime ayrılan saatlerde öğrencilerime ders veriyordum. Benimle aynı kurumda çalışan öğretmen arkadaşlarımdan çoğu yüz yüze eğitimin çok sakıncalı olduğu, virüsün çok hızlı yayılacağı, insanların tedbirlere uymadığı için koronavirüsün bir türlü bitmeyeceği gibi argümanlarla ülkenin bir an evvel tam kapanmaya gitmesi gerektiğini söylüyorlardı. Sokaktaki insanlar, sosyal medyada atıp tutanlar, gazetelerin köşelerinde her olayın uzmanı olarak kendilerini gören kalem silahşörleri sürekli olarak tam kapanma naraları atıyorlardı. Öyle ya vaka sayıları 60 binleri aşmıştı. Durum ciddiydi. Ve nitekim Ramazan ayının girmesi ile çok geçmeden tam kapanma kararı alınmış oldu. Buraya kadar her şey normal. Beni şaşırtan bundan sonrası. Sürekli kapanma diye yaygara kopartan bu insanlar, benim kendi meslektaşlarım dahi bir anda 'Tam kapanmaya hayır, insanlar evlerine nasıl ekmek götürecek? Bu zulümdür!' gibi itirazlara başladılar. Üstelik tanıdığım onca insanın markete diye çıkıp elinde bir poşetle parkta güneşlendiğini, başkalarıyla sohbet ettiğini, sokak sokak gezdiğini gördüm. Tam kapanma isteyip eve girmeyen insanlarla dolmuştu her taraf. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Aşı meselesine gelelim. Ülke bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Bir kısım kesin aşı olunması gerektiğini düşünürken, bir kısım aşının faydasından çok zararı olacağı teziyle aşıya tamamen karşı çıkıyor. Yıllardır takip ettiğim duayen bir gazeteci, ki bu gazeteci hakiki anlamda işinin duayenidir, bu aşının küreselcilerin bir oyunu olduğunu, virüsü bu aşıyla emellerine ulaşmak için yaydıklarını söylüyor. Virüsün kendi kendine ortaya çıkmadığına ben de inanıyorum. Aşının da sağlıktan öte başka çıkarlara araç edildiğine de itiraz etmiyorum. Ama bu gazeteci iddialarını öyle bir seviyeye götürüyor ki, insan pek çok şeyi sorgular hale geliyor. 

İddialarından biri bu aşı ile vücudumuza nanoçiplerin enjekte edileceği yönünde. Nanoçipler için gelişen teknoloji sayesinde hücre altı malzeme işleme teknolojileri kullanılarak üretilen ve içlerine gömülü kodlama yapılabilen mikroskobik cihazlar diyebiliriz. Gözle görülemeyen küçücük bilgisayarlar... Bu aşılar sayesinde bu nanoçipler vücudumuza girecek ve sinir hücrelerimize sirayet ederek bizi fıtratın öngördüğü insan formatından çıkarıp programlanabilen insanlara dönüştürecekler. Buna Human 2.0 deniyor.

İkinci iddia biraz daha ilginç. E-water diye yeni bir teknolojiden bahsediyor. 'Water' bildiğimiz gibi İngilizce bir kelime ve Türkçemizdeki karşılığı da 'su' demek. Yani suya data yükleyerek vücuda belirli durumlarda nasıl reaksiyon göstereceğini kodlayabiliyorlar. Mesela devlet maaşlarımıza yeterince zam yapmadı diyelim, daha evvel içtiğimiz su ile vücudumuza kodlanan veri harekete geçiriliyor ve insanlara isyan etmesi emrediliyor. Bir bakıyorsunuz ortada devlet kalmamış. 

Üçüncü bir iddia ise bu aşının bir kısırlaştırma projesi olduğu yönünde. Bu aşının içindeki biyolojik ve kimyasal bileşenler vücudumuza girdikten sonra zaman içinde üreme sistemimize saldırarak üreme hücrelerimizi öldürecek ve böylece kısırlaştırılacağız.

İddialar gerçekten de dikkate alınması ve üzerinde uzun uzun durulması gereken iddialar. Ama benim bazı basit sorularım olacak bu felaket tellallarına;

1. Eğer nanoçip teknolojisi bu kadar ileriyse, küreselcilerin sahip oldukları pek çok meşrubat markası eliyle ya da şu an zaten sahip oldukları şirketlerin ürettiği ve her yıl milyonlarca insana enjekte edilen aşı ve iğneler vesilesiyle bu nanoçipler zaten bizim vücutlarımıza yerleştirilemez mi? Mesela her yıl on milyarlarca şişe satılan bir kola markası ile bu nanoçipler vücudumuza yerleştirilemez mi? Ya da yeni doğan her çocuğa yapılan ilk ay, ikinci ay aşıları ile?
2. E-water meselesi bu kadar ilgi çekici ve tehlikeli bir hale geldiyse, bizim yıllardır kullandığımız internet ve diğer frekaslarla zaten bu yapılamaz mıydı? Öyle ya, insanın telepatik pek çok özelliği var ve insanlık on yıllardır frekanslara data yükleyebiliyor. Bir baz istasyonunun bile sinir sistemimiz üzerindeki nice etkilerini konuşuyoruz. 
3. Kısırlaştırmayı neden aşı gibi zaten insanların mesafeli durduğu bir şey ile yapsınlar? En basitinden dünyanın en çok tüketilen ve en faydalı ilaçlarından biri olarak görülen asprin de bu küreselcilerin şirketleri tarafından üretiliyor. Bir asprin ile bizi kısırlaştıramazlar mıydı?

Uzun lafın kısası insanlarımız bu salgın döneminde hiçbir şeye tahammül göstermeyen, karşılaştığı her zorluğa isyan eden bir hale geldi ki bence küreselcilerin de istediği bu memnuniyetsiz ve tahrik edilmeye hazır toplumları oluşturmaktı. İkincisi insanların uzun süredir okuduğu, dinlediği, izlediği ve güvenilir kabul ettiği insanlarla bir korku salgını başlattılar ki bu bence ilk yaptıklarından çok daha tehlikeli. Böylece insanlar devletlere, hükümetlere güvenini kaybedip tamamen başıbozuk hareket edebilecek bir duruma gelmiş oldu. 

Allah sonumuzu hayretsin. Her şeye rağmen çok ümitliyim. Çünkü tüm fitne planlarına rağmen canla başla hak uğrunda çalışanlar olduğuna inanıyorum ve biliyorum ki Allah tuzak kuranların en Hayırlısıdır. Selam ve dua ile...



Mahmut UZUN
( Memnuniyetsiz Ve Korkmuş Toplum başlıklı yazı Mahmut Uzun tarafından 13.05.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.