Düşlerimi terk ettim bu geceden
itibaren düş görmeyeceğimin de garantisini verdim içimdeki ses ve içlenen kimse
içerdiğim değil artık mevzu bahis olan sadece içerlediğim bir gecenin nöbetini
sonsuza kadar tehir etmek.
Ilıman değil Mayıs’ın efkâr yüklü rüzgârı
ve gün saymıyorum artık şafak da saymayı bıraktım ve biliyorum ki geri dönüşü
olmayan bir yola girdim bir kez daha.
Yanıldığım kesin bu yüzden sırf
birileri yanılmasın diye anılmak filan da istemiyorum. Arz ettiğime kayıtsız
kalan insanlığa çektiğim yeni bir ihbarnamedir bu çünkü sayımını yaptığım
duygularımı korumak adına yolum her düştüğünde beyaz sayfaya gecenin isi ile
örtülü yine içimdeki hengâmede kayıtsız kalan dürtülerimi uçurumun dibine
bıraktığım da doğrudur ve işte ihmal ettiğim mutluluk penceresi…
Sanıyordum ki; mutsuzluğun tek
reçetesi her umut ettiğimde her kalemi elime aldığımda ve de sanıyordum işte
yeni baştan bir dünya yaratmanın pek kolay olduğunu gerçi çok kere de yarattım
yeni bir dünya hatta dünyalar ama uydusu sevgi ve umut iken bu dünyanın
nihayetinde infilak etmesine engel olamadım.
Tıpkı günlerdir akmasına engel
olamadığım gözyaşlarım gibi bu yüzden içimdeki delta nerede ise yokluğa karıştı
ve sadece şiirlerle mizacımı eşleştirmenin bir diğer açılımı iken iyi niyetli
bir rüzgârla sözcükleri bazen savurdum bazen savundum da onların ne kadar
müşfik olduğunu ve sahiplenilmesini bekledim illa k üstelik ben bile beni
sahiplenemezsen onların da gayri kabulü rücu olduğunu belgeledi işte raftaki
konşimento.
Bir name ise evrakın hışırtısı.
Sonra da çılgınlar gibi haykırdığım:
‘’Evraka…’’
Adeta evin içinde inşa edilesi
yüzlerce mektup ve hikayenin ve şiirin de açılımı idi adeta sözcüklerin
dayatması ve dayanılmazlığı elbet var oluşumu aralıksız sorguladığım
nihayetinde karara vardığım.
Olmadı mı olmuyor işte.
Neşri ne ise dünün ve günün getirisi
ve yarın tema’sında saklı yaş yüklü bir mizansen.
Akan yaş değil artık umurumda olan ve
eşlik eden o haşmetli baş dönmesi ile kıblemin sıfır noktasına denk düştüğü ve
işte gözlerimi kapatıyorum ve O’na ulaşma özlemi ile uykuya yenik düşeceğimi
sanıyorum elbet yıllardan beri hâsıl olan tek seçenek: uyku iken bana yenik
düşen.
Ve benim insanlara yenik düşen
üstelik kim olursa olsun: uzağımda yakınımda hırpalayan insanlar hatta bir kere
bile karşılaşmadığım hatta ve hatta adını bilmediğim ve ayrım yapmadan
içselleştirdiğim insanlar ve insanlık.
Kanayan bir sure ise insanlık.
Sükûnet dilediğimse bir ayrıcalık
olsa gerek hele ki kendimle barışık olma yolunda tek dileğim iken onay görmek
ve değer bulmak.
Koruduğum değerlerin savunmasını
yapacak değilim ne de olsa çoğu kalıtsal ve kolektif alt bilinçte saklı olan.
Atalarım nerede saklanıyorsa…
Bir mağarada.
Kutsal suda yüzen balıklar gibi belki
de elbet kimse balık hafızasına yenik düşen ve bunu bir üstünlük olarak gören:
‘’Tanıyamadım sizi.’’
Diyenlerden korkmuyorum artık bilakis
içimi sunduğum kimse ve işte beni tanımazdan gelip sonra milyon kere kendimi
tanıttığım.
Ne serzeniş ne sızlandığım gerçi
mızmız olduğumun da arkasındayım ama bir o kadar gerçeklere ve doğrulara erişim
konusunda fazlasıyla gerçekçiyim.
Yolumdan sapmadan.
Sözümden dönmeden.
İyi niyetimi ve duyduğum sevgiyi
ihmal etmeden.
Ve işte biri cama vuruyor sanırım
masa başında sabahladığımın farkında değil ve ruhum gecede unutulmuşken ve
sözcüklerim…
Evde kimse yok.
Apartmanda da.
İyi de bu ses nereden gelmekte?
Üstelik in cin top oynayan sokaklarda
kim çıkmış olabilir ki onca katı da camdan vurup iletişim kuruyor benimle?
Korkuyla yan odaya geçiyorum ve bir
martı ile göz göze geliyorum ve camın içinde unutulmuş üç beş bisküvi ve martı
ile kurduğum göz temasında anlıyorum ki; zavallı ve de aç hayvan sadece karnını
doyurmak istiyor akabinde uçuyor bir başka pencereye ve o kısacık zaman
diliminde ufalayıp koyuyorum bisküviyi pencerenin dış cephesine ve usulca kapatıyorum camı.
Sabah kahvaltısını ederken hayvan ben
hala günle geceyi karıştırmış bir şekilde yeniden dönüyorum masanın başına.
Renkler.
Rüyalar.
Dualar.
Duayeni olduğumu biliyorum artık
hayal kırıklıklarının ve karşılık bulmayan varlığımın üstelik insanlık adına
hep iyi hisler taşıyıp da yok sayıldığım ve bir adım ötesi bir şekilde hakarete
uğradığım bir ömür.
Sevilmeyi filan da talep etmiyorum
kimseden üstelik ben sebepsiz sevmeyi kolaylıkla başarırken.
Ve işte kendimle olan mücadelemde
olduğum yerde sayarken hatta gerilediğim.
Her anlamda yetinmeyi bilsem de iş
insan ilişkilerine geldi mi yetemiyorum kimseye ve bir ömür zihnime ve ruhuma
yatırım yapmışken şimdi farkındayım da: anaparayı-ana duyguları ve
umudu-kaybedip borsada kaybettiğime ve benim değer kaybeden hisse senetlerim
aslında sayfalara yığdığım binlerce cümle ile hınca hınç dolu iken.
Yazın dünyasında sekiz yıldan
fazladır aktif olarak yazdığım ve her cümleye başladığımda yüreğimin hızla ve
heyecanla attığı…
Yaşanan neyi anlattım ki ben üstelik?
Bir rehberse konuştuğum bülbül.
Bazense bir kılavuz babında
uzaklaştığım karga ve ben tüm canlıları ve insanları saf bir şekilde benimseyip
onlardan beklediğim de hiçbir şey artık.
İrtifa kaybeden coşkum ve yazma arzum
bir o kadar çalınan yaşama sevincim.
Dün koşturduğum banka koridoru bir
önceki gün amfilerde ter döktüğüm ve daha da önceki gün elimde tebeşir
çocukların yüreklerine ve zihinlerine dokunduğum.
Konu ne olursa olsun hevesle ve
coşkuyla kendimi kaptırıp işime gücüme sevgi ve iyi niyetle odaklandığım.
İnsan ya da çiçek.
Sevgi ve itibar.
Yanılgı yüklenip yenilgiye uğradığımı
da kabul ettiğim…
Damarlarımda akan mürekkebi hiçbir
şeye değişmezken uzaklaştığım kendim aslında kendimi kucaklarken bir anda
boşluğa düştüğüm ve düşürdüğüm…
Asla iflah olmayacağımı bilsem de her
yazdığım yazı ya da şiiri sonuncu olarak nitelerken ve duyguların niceliğini
değil sonsuzluğunu ve erişilmezliğini üstlenip bilmek ve de kabullenmek işte…
Dünya bir kaos içindeyken ve yakın
coğrafyalarda insanlar ölür ve zulüm görürken mutlu olma hakkımı elbet tehir
ediyorum.
Bayramınız kutlu olsun, efendim.