Yazımın başlığı, üniversite 3. sınıfta kendisiyle tanıştığım ve o zamandan beridir de öğrencisi olduğum kıymetli Hocam Prof. Dr. Mustafa Zülküf Altan'ın 'Terör - Ya Öyle Değilse?' kitabından alıntılanmıştır. 

Liseden mezun olduktan sonra üniversite benim için atılmaya sabırsızlandığım bir macera gibiydi. Filmlerden, dizilerden ve okuduğum romanlardan tanıdığım kadarıyla özgürlüğün tadını çıkarabileceğim, kaliteli vakit geçirebileceğim, gerçek arkadaşlıklar kurabileceğim bir mekandı. Bu sebeple tamamen testlerden oluşan üniversite sınavlarına çok iyi hazırlanmış, soru çözme tekniklerinde oldukça mahir olmuştum. Neticede de sınavı kazanıp üniversitede okumayı istediğim eğitim fakültesine yerleşmiştim. Ama okula başladıktan bir kaç ay sonra durumun hiç de tahayyül ettiğim gibi olmadığını anladım. İlk seneyi kazasız belasız tamamladıktan sonra ikinci senem bana zulüm olmaya başladı. Bizler öğretmenler olarak bu okuldan mezun olacaktık olmasına ama kendim de dahil etrafıma şöyle bir baktığımda ileride okutacağımız öğrencilerimize örnek olarak gösterebileceğimiz bir tablo çizmekten çok uzak olduğumuzu görüyordum. Derse geç kalınca söylenen yalanlar, sınavlardan önce hazırlanan kopyalar, düşük not alınca hocaları ikna etmek için yapılan düşüklükler... Şahit olduğum çarpıklıklar beni pişman olma noktasına getirmişti bile. 5 - 6 kız arkadaşın arasına oturup onların ilgisini sürekli üzerinde tutabilmek için olmadık şebeklikleri yapan erkekler, akla hayale sığmayacak söylentilerin, iftiraların, dedikoduların peşinden koşturan hanımlar, yemekhanedeki yemek fiyatlarının pahalılığından şikayet edip (1,5 TL) okulun karşısındaki saçma sapan bir kafeye gidip tanesi 5 TL'den tost yemeyi marifet sanan, sınav dönemlerine kadar yan gelip yatarak başkalarından not dilenen ve gelecekte öğrenci yetiştirmeye aday bu insanların hâlini gördükçe okuldan inanılmaz derecede soğumuştum. Üstelik bizlere eğitim - öğretim dersi veren hocaların kitapların son sayfalarında yer alan örnek soruları sınav diye önümüze koymaları, derste bıkmadan usanmadan güncel siyasete girip tartışacak öğrenci aramaları çekilir gibi değildi. Bizler öğretmen olacaktık, bu okul öğretmen yetiştiriyordu. Ama ahlak neredeydi, kalite neredeydi, dürüstlük ve samimiyet neredeydi? Bunlardan yoksun olarak yetişmiş öğretmen adayları olmamızın altında hangi sebep yatmaktaydı?

Geçen iki senenin sonunda artık kararımı vermiştim. Benim yerim bu okul değildi. Yeniden hazırlanıp sınava girecek ve İlahiyat fakültesine başlayacaktım. Ancak okuldaki 3. senemde ilk defa sınıfımıza gelen Zülküf hocam 4 saatten fazla süren bu ilk dersinde bana hayatımın üniversitedeki ilk anlamlı dersini yaşattı. İlk defa bir akademisyenden sağ beyin - sol beyin tanımlarını duydum. Sağ beyin için müziğin, sanatın, edebiyatın, yenilikçiliğin beyni diye bahsederken sol beyin için test çözmeye alıştırılmış bireylerin beyni diye bahsetmişti hocam. Verdiği örnekler çok çarpıcıydı. Okulumuzun karşısında mimarlık fakültesi vardı. Fakültenin dökülen sıvalarını, köşeli, düz ve basmakalıp mimarisini göstererek 'Hiç böyle mimarlık fakültesi olur mu? Buradan çıkacak mimardan insanlığa ilham olacak binalar inşa etmesini nasıl bekleyelim?' demişti. 'Bu fakülteye girenlerin estetik becerileri, sanata bakışları, yetenekleri ölçülmüş mü? Yoksa hepinizin girdiği bir testte (sınav) belli sayıda soruyu doğru işaretleyenleri mi mimar yapmak için alıyorlar bu okula?' diye eklemişti. Hiç bu açıdan düşünmemiştim. Soruları basitti. 'Öğretmenleri bile sınavla atayan bir sistem var. Peki sınavda en iyi puanı alan kişi bir sapıksa, bir psikopatsa ya da çocuklardan nefret ediyorsa?' 'Lise mezunu herhangi birine sınava hazırlık kitapları versek, bir sene aralıksız o kitaplara çalışsa, ortalama bir eğitim fakültesi mezunu kadar puan alamaz mı?' 'Tüm aşçılık kitaplarını ezbere bilen bir insan için mutfaktaki en iyi aşçıdır diyebilir miyiz?' 

Bir anda okuluma karşı hissettiğim soğukluğun yerini bağlılık almış ve bana atılabileceğim kocaman bir macera alanı açılmıştı. Hocam çok haklıydı. Test terörü bizi, nesillerimizi mahveden, ahlakı, edebiyatı, sanatı, estetiği ve yenilikçiliğimizi körelten bir canavardı. Öyle olmasa ahlakın, dürüstlüğün, çalışkanlığın en güzel örneklerini sergilemesi gereken öğretmenlerden bunca çarpıklığı nasıl görürdük? Sınav odaklı eğitim bizlerin bu güzel yanlarını geliştirmeyi tamamen ihmal ediyordu. Ortaokulda görev yapan bir öğretmen olarak sırf iyi bir liseye girebilmek kaygısı ile koca bir stres çarkının arasına ittiğimiz yavrularımızı görünce zihnimde hep aynı sorular deveran ediyor. Bu çocukların geliştirmeleri gereken diğer yanları, insanlıkları ne olacak? Gelin hep birlikte yukarıda bahsettiğim kitaptan bazı bölümleri okuyalım;

'Mevcut eğitim sistemimiz pek çok ülkede olduğu gibi 19. yüzyılın gerçeklerine göre kasabalı, köylü veya orta sınıf insanları şehirde bulunan fabrikalarda işçi, devlet dairelerinde memur yapmak veya toplumun ihtiyaç duyduğu diğer meslek elemanlarını geliştirmek için tasarlanmıştır. Bu sistem ders geçmeyi hedef alan, benzer becerileri kazandıran, kazanılan bu becerilerin diğer bireylere kıyasla daha gelişmiş olanlarına avantaj sağlayan, asla sorgulatmayan; yeniyi ortaya çıkarmaya, risk almaya, eleştirel düşünmeye müsaade etmeyen, sadece sayısal ve sözel zekaların değerli görüldüğü, ezberin vazgeçilmez olduğu, anaokulundan doktora sonrasına kadar bu iki tip zeka ve sol beyin odaklı olan standart testlerle bireyleri bireysel olarak değerlendiren, tek tipleştiren, gerçek yaşama hazırlamayan ve dolayısıyla da bireylerin gerçek birer test çözücü robot olmasına neden olan bir sistemdir.(Altan, 2021, s. 23)

Hocam bu yaklaşımı adeta bir 'Eğitim terörü' olarak gördüğünü belirttikten sonra mevcut sistemin öğrenciye yaklaşımını özetlerken şu ifadeleri kullanıyor. 

'Sistemin değer vermediği zeka profiline sahip bireylere üstün yetenekli, testlerden daha yüksek alanlara da üstün zekalı muamelesi yapılması başlı başına bir sorundur. Bu bireyler üstün yetenekli değil, sistemin dikkate almadığı farklı zeka profillerine sahip olduklarından farklı görünen aslında gayet normal bireylerdir. Sistem bu zekalara kucak açmadığı için bu bireylere adeta uzaylı muamelesi yapılmaktadır.' (Altan, 2021, s. 35)

Yani çok iyi matematik testi çözen bir çocuk üstün zekâlı ya da arkadaşlarından daha hızlı koşan bir öğrenci üstün yetenekli değil, sadece belirli alanlarda öne çıkmış normal bireylerdir. Howard Gardner'ın öncüsü olduğu önemli sayıda eğitim bilimcisine göre zeka bu kadar basit ve belli kalıplar arasına sıkıştırılmış bir kavram değildir. Gardner'ın çoklu zeka kuramına göre birbirinden farklı ve her insanda bulunan 7 farklı zeka tipi vardır. Bunlara ek olarak 2 tane daha aday zeka olduğu kabul edilmiş ve ahlaki zekanın da bunlara ek olarak kabul edilmesi hususunda önemli sayıda eğitimci görüş beyan etmiştir. (Gardner, 1999) 

Bugün ise biz test yapıp sadece sayısal ve sözel zeka becerilerini ölçtüğümüz çocukları görsel - uzaysal zekalıların başarılı olacağı bir eğitim kurumuna yerleştirerek onlardan başarılı olmasını bekliyoruz. Ya da doğacı zekası çok ileri olan ve belki de doğa bilimlerinde çığır açacak çocuklarımızı fen liselerine girsinler diye matematik testleri arasında boğuyoruz.  Düşünsenize, ben İngilizce öğretmeniyim ve Milli Eğitim Bakanlığının uygun gördüğü ve uyguladığı müfredatımıza göre öğrencilerimize İngilizcede dil bilgisinin yanında temel 4 dil becerisini (dinleme, konuşma, okuma , yazma) de kazandırmam gerekiyor. Ama aynı bakanlık ulusal düzeydeki liselere giriş sınavında sadece okuma becerisini ve dil bilgisini ölçüyor. Mecburen İngilizce öğretmenleri olarak öğrenciler sınavda mağdur olmasın diye diğer becerileri ihmal ediyoruz. Sonuçta ise bazı sözde gazetecilerin çok okurlu köşelerinde 'Türkiye'de çocukların yabancı dil öğrenememesinin en önemli nedeni öğretmenlerin yabancı dil hakimiyetlerinin yetersiz olmasından kaynaklanıyor!' diye yaptığı yersiz eleştirilerini sineye çekmek mecburiyetinde kalıyoruz.

Evet, hocam çok haklı. Her zamanki gibi... Bu gerçekten de bir terör. Hem de ülkemize ve insanlığa zarar veren diğer terörlerden çok daha sinsi ve tehlikeli bir terör. Umarım bu sinsi canavarı hakiki manada kavrayabilmek ve bu canavardan kurtulabilmek nasip olur bizlere. Selam ve dua ile...


Mahmut UZUN

 
Kaynakça

Altan, M.Z. (2021). Terör- Ya Öyle Değilse? Ideal Kültür Yayinevi
( Test Terörü başlıklı yazı Mahmut Uzun tarafından 16.06.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.