Bir ağaç, uysalca başını yere eğiyor, utangaç bir yalnızlığı var; şehrimin salıncaklarından düşen umutların, gökyüzünde tek başına uçup giden kuşa ulaşmak isteği var. Güneş batıyor şehrimde, kızıla dönen bulutların akşamın sessizliğine bir paket sigara ısmarlayası var…

Gülümsüyorum. Her yalnızlık yeni bir toplantı şimdi gözümde, bir “Merhaba” Uysalca ve arkadaşça cıvıldayarak giden kuşlara inat…

Yeşille çarpışıyor gözlerim, ben bu kadar yeşili en son gözlerimde bir arada görmüştüm. Çocuk mutluluğuyla parıldıyorlardı.

 Bahçeden çocuk sesleri geliyor, çığlıkları “Bir mutluluğa koşar adım” ezberinde bir ayak sesiyle…

Ben en son ne zaman böyle mutlu olmuştum? Haydi ama…

Kronik mutsuzun taşlara değip düşesi tutmuş yine; öyle de bakmayın hemen…

Tanınmaktan korkuyorum. Turuncu bulutlar gidiyorlar, hepsi yorgun argın.

Onların da saatleri benimki gibi yorgunluğu argınlık geçiyor.

Ruhum bugün de bir kamyon yük taşıdı; ruhum bugün de hamallık yaptı ümit yolculuğumda.

Sanrılar otuz iki olmuş, yaşıt sanrılarla başım belada.

Bütün kalabalıklar beni yürüyor, patenlerinde benim izlerim var.

Hepsinde bir telaş, hepsinde yeşillerde beni aramak var.

 

Başını sallayıp duran ağacın adının geçtiği şehrimde dallanıp budaklandığım bir bilinmezlik var.

Testeresiyle vurup yaşamı; “Burada yalnız bıraktığın bir ben var…” demek üzereydim tam.

Beyaz, tüllü eteğiyle salınan kız çocuğu ile çarpıştı gözlerim.

Ona kıyamadım, yoksa yine saydıracaktım.

Akülü arabasına bindi, benden daha çok hayatın hâkimi olduğu belliydi.

Bilgisayar ekranındaki telaşlı ellerimi görünce on parmağıma gülümsedim.

Namusumdu neticede onlar benim; ekmek paramın bugün de yevmiyesi çıkan bahtıydı.

Doğduğum andan itibaren yazılmıştı, ben, onlarla konuştuğum zaman bendim.

Yazar, küçük kız çocuğunun akülü arabasına bindi.

Ne yöne sürüklerse rüzgâr, oraya sürdü.

Kalabalıktı etraf; sanki sancılı bir araba yarışı hâkimdi.

Bu yalnızlıkların hepsi yazarındı.

Kalabalık garipti.

Şu kuş kadar özgür olamamıştı yazar.

Kanadına sahte elmaslar takıp rüzgârda sadece kanadını uçurmuştu ama kendini asla değil.

En küçük ağaç, yapay bir kibarlıkla hafifçe başını öne eğiyor.

Annesinden özür dileyen mahcup bir yazarın ifadesi var yüzünde.

Bütün ağaçlar yazara ait ne de olsa.

 

Belki de insan en çok yalnızken insan…

Kendini tanıdıkça bir başkasına rastlamak kendini öldürmek gerçeği gibi gelirken belki de insan en çok bu anlarda insan…

Yalnızım.

Çoğu insan yanlış biliyor; yalnızın yalnızlık yazımını.

‘N’ ile yazınca yalnız olmuyorlar sanki.

Ben onlardan değilim, yalnızım.

Yalnız bir yazarım.

Elimde bir klavyenin tuşları, elimde bir ellerim, elimde bir yalnızlığım ve bir kendim var.

Bulutun hapşırdığı yerde bile ona “Çok yaşa” diyen arkadaşları eminim vardır…

Hiçbir kalabalık arkadaş beni anlamıyor.

Ben alfabenin ilk harfinden başlasam onlar Z’yi hedef aldım sanıyor.

Yalnızlıkların serimliği içinde serin yalnızım.

 

Kuşlar cilveleşerek uçuşuyor.

Flört mutluluklarıyla bana nispet yapıyorlar; şu an çok fena esiyor.

Nefesimin tuzlu camından balkonumun camına üflesem kırılır balkonumun demirleri.

Bu köy, köpeklerin havladıkları yerde kendi ayıplarına çıkar. Eyvah!

Bugün de bitti.

Bu, gün bitti.

Bütün yalnız günler gibi.

Şairin yazarla karşılaşmak isteği tuttu.

İki eli de sıkıca tuttu ellerini.

 

Ayna ile muhabbet hep iyi gelir, ağaçların başı eğik utangaç yansımasına takılır aynamda gözüm.

Ben de en az onlar kadar yeşilim…

Dilara AKSOY

( Hadsiz Kalabalık başlıklı yazı dilara aksoy tarafından 11.07.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.