Düşlerinin üstünü ört ivedilikle ve
izin verme düşmelerine ve düşüncelerine de kelepçe vur ki yol yorgunu demesin
seyyah imgeler.
Aklın kuytusunda saklı sırlardan ör
şiirlerini hatta zincir çek elindeki yün çilesinden üç beş de kilim ör ki
ayakları üşümesin şiirin ve şairin ve devasa bir rahmet belle rüzgârın taşıdığı
nemi ama nemlenmesin de gözlerin ve kirpiklerine emret de saplansınlar aşkın
yüreğine.
Azat edilmiş kuşlar gibiyim bu aralar
ve alabildiğine hür…
Hayır, ısırdım dilimi çünkü her şey
bir yalandı: özgürlük ve ben mi ve de öz güven ve öz veri…
Ön sözü olmalıyım şiirin illaki bir
ömürden kalan neyse geride.
Belki de son sözü yazmadığım romanın
ve peyda olan o esinti belli ki yaz yağmuruna gebe bulutlar ve aşka ve özleme
ve acıya.
Ahlarımla ördüğüm yeleklerim var
misal.
Bir de şairin Ahlat ağacı ve dilime
pelesenk olmuş iken dökülen yapraklar aslında eteklerim uçuşan ve saçlarım ve
sözcüklerim ve tamamlamadığım hikayem.
Görgülü bir yasayım ben ve de yas.
Yarıladığım ömrün neresinden dönsem
kardır hem en çok da göreceli varlığımla iz düşmekse hayata…
Neresinden tutsam elimde kalıyor
lakin ve ellemeden yaşıyorum çevremi ama gözlerimi de alamıyorum en çok da
içimdeki serkeş iklimden.
Bir renk bazen âşık olduğum bazense
bir çiçek belki de göğün büyülü mavisi genelde kararsa da içim içlendiğim kadar
da içerliyorum olan bitene ve bir içimlik şiirler yazmak için düşüyorum ki yola
bir tane daha ekliyorum başucuma ve bir tane daha ve bir bakıyorum ki ömrümü
adamışım ben şiirlere ve kuyruk uzadıkça uzuyor.
Bazen aklıma gelen.
Bazense beni terk etmeyen.
Belki de asla ait olmadığım bir
dünyanın hayalini savuruyorum boşluğa ve hoşluk bildiğim her şey bir anda son
buluyor ve boşluk dolduğu andan itibaren görevimi bitirip gerisin geri
kaçıyorum.
Bir mahzende yıllanmış hatıralar gibi
bir şişeye tıktığım ve denize fırlattığım.
Tıpası kayıp bir şişe parmağımı
sıkıştırdığım.
Ve her başım sıkıştığında başa
sardığım bir film gibi ya da bir kitap ya da tefrika ve fermanımı yazıyorum tam
da son, diyecekken mevsimler değişiyor gün bitiyor ve yıl deviniyor.
Bakar mısın doğum tarihime ve bak
geldim kaçıncı asra.
O zaman iki asra mı denk düşüyor
yaşım? İyi de ben daha dünkü çocuk değil miydim?
Çizgilerim ekleniyor yüzüme yine de
saklı tutuyorum berraklığımı ve kazayağı bildiğim yüzümün bölgesinde kuş
izleri…
Kanat açtığım.
Kucak açtığım.
Bazense gerisin geri kaçtığım ve asla
barışık olmadığım aynalar en çok da içime ayna tutmanın dışında aynaları
gereksiz bulduğum belki de eskisi gibi süsüme püsüme düşkün değilken hoş ilk
gençlik yıllarımda da asla boyamazdım yüzümü ne de olsa beyaz tenli ve çilli
bir çocuk gibi seğirttiğim okul yolları ve sokaklar üstüne üstük gezmeyi de pek
sevmediğim…
Belki de bir yabaniyim ben insanlara
yabancı.
Oysaki doğru bildiğim insanlar
sonradan çıkmışken yalancı…
Ah, iki arada bir derede kaldığım ve
Araf’ta yolculuğu hep sevip kanıksamışken en çok da içime sıkıştığım en çok da
dışıma sıvıştığım aslında beni bana uzak kılanlar ve yakın bildiğim kimse tek
vuruşla beni yere serenler ve yaranamadığım onca insan yine de yeterken kendime
en çok da beynime ve ruhuma yatırım yaparken dünya işleri ile de fazla
ilgilenmediğim gün gibi aşikâr…
Gark olduğum her gün her bulut.
Umuda dair hikâyeler yazmak artık zor
geliyor bana yine de bata çıka yürürken bir umut ediyorum ki ve de yemin…
Ettiğim yeminden her döndüğümde
çarpılmamak adına defalarca tövbe ediyorum aslında biliyorum da geç kaldığımı
ve genç kalan ruhumla defalarca vurgun yesem de ve vurulduğum yerden şiirler
asarken asılı kaldığım o kancada gidip geliyorum ve kırık kanatlarımla uçuşan
alıcı kuşlara eşlik ediyorum ve tam da dokunacakken…
Elbet dokunamadığım kaderim ve
dokuduğum kederimle okumaksa hikayemi bilmiyorum da bir sonraki günün ne
sunacağını ve sadece bekliyorum zamanımın dolmasını ve göz çukurlarımda yüzen
küçük kayıklara binip enginlere açılmak istiyorum ve bunu bir şekilde
beceriyorum da yoksa içinde sıkıştığım bu ufacık dünyadan firar edip de bunca
şeyi asla yazamazdım yoksa yazmadım mı…