İlk Görev Yerimi De Son Görev Yerimi De Yaktı Alçaklar
İLK GÖREV
YERİMİ DE SON
GÖREV YERİMİ DE YAKTI ALÇAKLAR
Uzun bir
bekleyişten sonra 1978 Senesinin Kasım
ayı sonunda nihayet tayin yerim
belli olmuştu: Antalya.
Antalya 1978 den önce de gördüğüm bir
ilimizdi. O bakımdan çok
merak ediyordum acaba Antalya’nın
içine mi vermişlerdi
yoksa bir ilçesine mi? Bu
merakımı ancak Antalya’ya ayak bastıktan sonra İl
Milli Eğitim Müdürlüğünde öğrenecektim.
Derken efendim onu da öğrendim. İlk
görev yerim Manavgat ilçesiydi. Manavgat İmam-Hatip Lisesine
Tarih Öğretmeni olarak atanmıştım ve 30
Kasım 1978 de fiilen öğretmenlik görevine
başladım.
İlk bir
hafta bir otelde
kaldım babamla. Sonra üç
katlı bir apartmanın üstünde tek göz bir
kulübede yaşamaya başladım.
Daha sonra okula daha yakın bir yerde önce iki bekar arkadaşımla evlendikten
sonra da arkadaşları sepetleyip
eşimle yaşamaya başladım ( Ki bu kısım maalesef sadece bir sene sürdü.)
Göreve başladığımda 24 yaşımdaydım. Sözde gurbetteydim
ama Manavgatlılar bana
hiç bir gün gurbet
hayatı yaşatmadılar. Bütün
komşularımla kırk yıllık akraba gibiydik. ( hem ben hem de ev arkadaşlarım.) Dört sene
boyunca beni evlendirmek için canla
başla uğraştılar. Bir sürü
nasip çıkardılar önüme.
Kimisini ben beğenmedim kimi
beni beğenmedi derken okulumuzun
mutemedi kısmeti ta Fethiye’den
buldu. Bacanağının kızı... Nasibim oymuş.
Araya giren şeytanlar
yüzünden nişanımız bozulsa da
sonunda nasibim bana kaçtı. Yani
kız kaçırma olayına bulaştım anlayacağınız. Kızını kaçırdığım
baba ise daha önce cinayetten
hapis yatmış bir vatandaş ( Allah rahmet
eylesin hakkın rahmetine kavuştu.) Yani beni de öldürüp kızın
geri alabilirdi.
Manavgatlı komşularım ( Özellikle de
Mehmet Abim ) bana bir zarar vermesinler
diye elde tüfek bir gözü açık uyudu geceler boyu. Neyse o faslı kazasız belasız atlattık araya girenler sayesinde.
Mesleğe ilk adımımı attığım çok
güzel anılar biriktirdiğim Manavgat evliliğimi yaptığım
yer de olmuştu. İlk evladım da Manavgat’ta dünyaya geldi 1983 yılında.
Manavgat şimdi maalesef
cayır cayır yanıyor.
Evet o günlerde nüfusu sadece
10.000 bugün ise 400.000 olan Manavgat cayır cayır
yanıyor.
1978-1983 Yılları arasında yaz tatillerinde
İstanbul’a ailemin yanına
gittiğimde bazen evimin kapısını
kilitlemeden çıktığım ve döndüğümde tek
bir eşyamın dahi çalınmadığı
Manavgat’ın nüfusu benden sonraki
yıllarda şişirildikçe şişirildi. En son 2007 yılında
gittiğimde ise Manavgatlılar ilçelerindeki en başta hırsızlık
olmak üzere her türlü suçtan
yaka silker durumdaydılar.
Üç gün önce hain eller Manavgat’ı nerdeyse
kül yığına döndürdüler.
İnsanların geleceklerini ümitlerini
hayallerini öldürdüler.
Bu yangında üç
insan ölmüş. O sebeple de ‘’ Can
kaybımız az’’ Deniyor oysa o ormanların bizzat kendisi candı. O ormanlarda
yaşayan hayvanlar candı. Yanan seralardaki tüm
bitkiler candı. Yanan ahırlardaki
kümeslerdeki tüm hayvanlar
candı. Yani can
kaybımız çok çok fazla aslında.
Her şeye rağmen yüreğime su serpen olay ise – Manavgat’ın h^la yanmasına rağmen
( Çünkü bir yerde yangın söndürülüyor hemen bir başka noktada başlıyormuş. )- Orada
yaşayan can dostlarım ve öğrencilerimden
aldığım habere göre yurdun dört bir
yanından ziyadesiyle yardım adeta yağıyormuş
Manavgat’a
Kısacası beş sene görev yaptım Manavgat’ta.
Ne o beş sene boyunca ne de daha sonrasında Manavgat’ta böyle
bir yangın olmamıştı.
Böyle bir vahşet yaşanmamıştı.
*****
1983 de Batman’a çıktı tayinim.
İntikam için ağaç katletmeyi 30 lu yaşlarımda ilk kez Batman’da
gördüm.
Nasıl mı?
Anlatayım:
1984 yerel seçimlerinde Ataullah Hamidi Belediye Başkanı seçilmişti ANAP’tan. ( 1989 da bir
kez daha seçildi. Daha sonra da 20. Ve 21. Dönem Batman Milletvekili oldu ) Kardeşleri yeğenleri
akrabaları hep öğrencimdi.
Çok iyi bir belediye başkanı idi. Batman’ı ağaçlandırmak için yollara fidanlar diktirdi.
Batman’ı adeta fidanlarla donattı.
Ama?
Ama bir sabah uyandığımızda onun diktirdiği fidanların
hepsinin düşmanları ( rakip
partililer ) tarafından kırıldığına
gözlerimle şahit oldum. Seçimde kaybetmiş olmalarının
hıncını masum fidanlardan çıkarmıştı
hainler. İntikamlarını ağaçlardan
almışlardı. Bugün olduğu gibi...
*****
1989 Yılında artık Kocaeli’nin Merkeze
bağlı Akmeşe köyündeydim. Akmeşe
tamamı mübadele ile
Balkanlardan gelmiş soydaşlarımızın
yaşadığı bir orman köyü idi. Köyde Akmeşeli olmayan sadece biz bir kaç
öğretmen ve bir kaç devlet memuru ve
Jandarma vardı. Bu güzelim orman köyünde yedi sene görev yaptım.
Bırakın bir orman yangınını bir
çalı ya da anız yangınına
bile şahit olmadım.
*****
1996 yılında artık Afyon- Sandıklı’daydım.
İlginçtir bu güzel ve tarihi ilçemizde kış
mevsiminde neredeyse hiç hırsızlık
olayı olmazdı ama yaz mevsiminde
patates çapalamak için doğudan işçilerin gelmesiyle birlikte başta motosiklet hırsızlığı olmak üzere her türlü hırsızlık
olayları birden bire patlama yapardı adeta.
******
2004- Fethiye---
Uzun uğraşlardan sonra 2004 yılında tayinimi Fethiye’ye aldırmıştım.
Fethiye hem havası hem tabiatı ve hem de insanlarının gelenek- görenekleriyle Manavgat’a çok
benziyordu. Manavgat’tan farkı yabancı turizm Manavgat’ta 1990 dan sonra patlama yaparken Fethiye’de çok daha
önceden vardı (Özellikle Ölü Deniz sebebiyle )
Bugün ( 31 Temmuz 2021 ) Fethiye’de yaşayan
Oğlum Tuğrul’un
kendi face book sayfasında ‘’Karagözler / Çiftlik/ Karagedik / Ovacık / Hisar
önü / Üzümlü... Fethiye’de her yer yanıyor.’’
Yazdığını görünce Manavgat’tan sonra yüreğim
bir kez daha cız etti.
Çünkü bahsettiği yerlerden Çiftlik en son
görev yerimdi. Fethiye’nin Çiftlik Beldesindeki Ali Rıza
Köse İlköğretim Okulundan emekli
olmuştum 2006 yılında.
Hemen belirteyim. Bu altı yer birbirinin
burnunun dibinde olan yerler değildir. Yani yangının birinden diğerine sıçraması mümkün değildir. Evet... Karagedik
ve Çiftlik Dalaman yolu üzerinde- Ovacık
ve Hisarönü Ölü Deniz civarlarında
Üzümlü ise Denizli yolu
üzerindedir. Dolayısıyla bu yangınlar Aynen Manavgat’ta veya yurdun diğer yerlerinde olduğu gibi öyle hava sıcaklığı ormana atılan izmarit veya ormanda mangal yapma yahut
da ormana atılan şişelerin mercek görevi yapıp
otları çalıları ve sonra da
ormanı yakması sonucu veya veya bazı çok bilmiş dangalakların dediği
gibi turistik yerleri yakıp yerine oteller moteller
villalar dikmek için çıkarılmış
yangınlar filan değil. Bana
kimse maval okumasın. Bunlar
kasıtlı olarak çıkarılmış yangınlar ki
zaten çıkaran hainler ‘’ Biz yaktık.’’ Diyorlar. O bakımdan evelemeye
gevelemeye gerek yok.
Çok şükür Fethiye’deki yangınların fazla büyümeden söndürüldüğünü öğrendim. Ama
halk ayakta ve teyakkuz
halindeymiş.
Evet Çiftlik Beldesi
yakılmaya çalışılmış bugün.
İsterseniz hain ellerin nasıl bir yeri yakmaya çalıştığını kısaca anlatayım sizlere.
Bir gün arkadaşlarla yine böyle çok sıcak bir havada Çiftlik’teki kahvenin dışında nispeten serin bir köşede arkadaşlarla okey oynuyoruz. Yabancı bir araba yanaştı. ‘’ Burada karnımızı doyurabileceğimiz bir lokanta var
mı?’’ Diye sordu.
O zamanlar yoktu. ( Şimdi var sanırım.) Arkadaşlardan biri ‘’ Lokanta yok
ama yemeğin şahanesi var. Bak elli metre ileride bir düğün var zaten
bayraklardan giren çıkandan anlarsın
düğün evi olduğunu. Git oraya. Otur
bir masaya güzelce karnını doyur.’’ Deyince yabancının gözleri fal taşı
gibi açıldı. ‘’ Olur mu yahu hiç tanımadığım bilmediğim bir kişinin düğününe gidip oturup
yemek yemek?’’ Oyun bitmişti zaten. Kalktım ‘’ olur olur.
Utanıyorsan gel beraber gidelim.’’ Dedim.
Adam ‘’ Sırf meraktan geliyorum’’ dedi.
Ben önde adam ve ailesi arkamda düğün evine gittik. Düğün sahibi benim de çok samimi olduğum biri
değildi. Buna rağmen seslendim içeriye. ‘’
Bu arkadaşlar yolcu. Yemeğiniz kaldıysa bir sini de bunlar için çıkarır mısınız?’’
İçeriden hiç kimse sormadı ‘’ Kim
bunlar hoca? Almış getirmişsin ama ayı mıdır kurt mudur? ‘’ Demedi ‘’ Ne demek hocam.
Buyurun arkadaşlar. Buyurun. Hoş gelmişsiniz düğünümüze. Ayağınızın
bereketi ile gelmişsiniz inşallah’’ dediler ve ailenin önüne içinde etli nohut.
Pirinç pilavı tavuklu çorba helva ve salatadan oluşan mükellef bir sini koydular ( Oraların geleneksel düğün
yemeği budur.) Meyvenin zaten haddi
hesabı yok...
Bu durum aşağı yukarı tüm Akdeniz ve
Ege bölgesinde böyledir. Yani ilk
görev yerim olan Manavgat’ta da yaşayabilirsiniz böyle
bir olayı her zaman.
Hain eller işte böyle bir beldeyi
daha doğrusu böyle beldeleri böyle insanları yaktılar ya da yakmaya
kalktılar. Böyle insanlara zarar
verdiler.
Bela okumak yüreğimdeki
yangını söndürmüyor maalesef.
En şedit
küfürleri ediyorum ama yüreğim soğumuyor. Bu katil ruhlu yaratıkların cümlesini
yaktıkları ateşlere atsalar yine
de yüreğimdeki yangın sönmeyecek.
*****
Efendim şimdi şu noktada bazı vatandaşlarımızı
görüyorum ‘’Şöyle olsaydı böyle
olurdu. Böyle olsaydı
şöyle olurdu’’ deyip duruyorlar.
Yahu Allah aşkına eğer olsa ile
bulsa ile oluyorsa bir tane de ben söyleyeyim: Bu
hain ve insanlıktan nasibini almamış
sefil yaratıklar ormanlarımızı
yakmamış olsaydı şu anda
ormanlarımız yanmamış olacaktı.
Yani asıl hainler ve suçlular ortadayken Nasrettin Hoca’nın fıkrasındaki ‘’ Hırsızın hiç mi suçu yok?’’ misali suç ve suçluyu başka yerde aramanın bir mantığı
var mı?
Son mesajımı da ormanlarımızı yakanlar
ve onların arkasındaki yani
asıl faillere söyleyeyim:
Sokollu Mehmet Paşa İnebahtı’da
donanmamızı yakan Venedik elçisine ne demişti?
‘’ Siz donanmamızı yakmakla bizim sakalımızı tıraş ettiniz. Biz ise Kıbrıs’ı
sizden almakla sizin kolunuzu
kestik. Kesilen sakal eskisinden
daha gür bir şekilde tekrar geri gelir
ama kesilen kol bir daha geri dönmez’’
Evet hain yaratıklar !
Bugün siz bizim ormanlarımızı
yakmakla bizim sakallarımızı tıraş
ediyorsunuz. Acemi berberler
olduğunuz için yüzümüzde yer yer kesikler oluşturduğunuz canımızı yaktığınız muhakkaktır ama o yaralar iyileşir
kesilen ağaçların yerine yenisi dikilir. Bu devlet buna muktedirdir. Ancak Türk Ordusunun ve emniyet güçlerinin leş
ettiği sizin teröristlerinizin bir daha geri dönmesi mümkün değil. Bugün yapılan pek çok askeri operasyonla
biz de sizin kollarınızı
kestik. Kafanızın kesilmesine çok az zaman kaldı. Son çırpınışlarınız da bu yüzden. Ama ne kadar
çırpınırsanız çırpının eninde sonunda
kendi pisliğinizde boğulmaya ve yok olmaya mahkumsunuz.
(
İlk Görev Yerimi De Son Görev Yerimi De Yaktı Alçaklar başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
1.08.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.