Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 23.08.2021
Okunma Sayısı : 929
Yorum Sayısı : 9
Günün Yazısı

Bu Yazı 24.08.2021 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.
BİR KEZ  DAHA YAZIYORUM  İYİ OKUYUN:  KURTULUŞ SAVAŞI....( Ama  bayağı  uzun  olacak.  Sıkılmak  yok  tamam mı?)

Bizim  milletimiz  masal  dinlemeyi  pek  sevdiği  için  tarihi de  masal  gibi dinler  o  bakımdan  da  aklında  sadece  anlatılanlar  kalır ama  olayların  tarihleri yani  kronolojik  seyir  unutulur  gider. Bu arada anlatılanlar da  kulaktan  kulağa  aktarılırken şekil şemail değiştirir  doğal olarak.  Öyle  olunca da  maalesef  tarih tarih  olmaktan  çıkar  masala  dönüşür. Oysa  tarih  biliminde  kronoloji çok  çok  önemlidir. Önemlidir  çünkü  bugün  hâlâ  pek  çok  vatandaşımız mesela  Nene Hatun’u Kurtuluş  Savaşımızın  efsane  bir  kahramanı  olarak  anlatır  oysa  Nene Hatun 1877-1878  Osmanlı Rus Harbinin ( 93  Harbi)  bir  kahramanıdır.

Kronoloji  bilmediğimiz  için de  I. Dünya  savaşı  ile  Kurtuluş  Savaşını  hep  karıştırırız birbirine.

Şimdi  soru  ve  cevaplarla  devam  edelim.

SORU: I. Dünya  Savaşı deyince  ne  anlamalıyız?
CEVAP: 1914- 1918 Yılları  arasında  Osmanlı  Devletinin de  içinde  bulunduğu  savaşa  I. Dünya  Savaşı  denir.

SORU:  Kurtuluş  Savaşı  deyince  ne  anlamalıyız?
CEVAP: 1918  Yılında  imzaladığımız Mondros  Ateşkes  Antlaşmasından 11 Ekim 1922 Mudanya  Mütarekesine kadar  ülkemizin işgaline  karşı  verdiğimiz  mücadele  dönemine Kurtuluş  Savaşı  denir?

SORU:  Biz Gerek  I.  Dünya  Savaşında  gerekse  Kurtuluş  Savaşında  Yedi  Düvele  karşı  mı savaştık?

I.  Dünya  Savaşında  İngiltere- Fransa- Rusya ve İngiltere yanında İngiltere’nin sömürgeleri  olan Avustralya- Yenizelanda  hatta  Hint askerleriyle ve bu arada  İngilizlerin  kışkırttığı  Araplara  karşı  savaştık. Tabii  bu arada Ermeniler de boş  durmadı.  Yani  Ermenilerle de savaştık. Kaç  oldu?  Yedi düvelden  fazla  değil  mi?

Ancak  Kurtuluş  Savaşında  durum  değişti.

Kurtuluş  Savaşımızda  İngilizlerle hiç  bir  savaşımız  olmadı.  Ruslarla  bırakın  savaşı  artık  müttefiklerimizdi( Yani  dosttuk )

Kimle  savaştık  peki? 

Fransızlarla  Güney  illerimizde yerel  halk  savaştı ve  oldukça  önemli  başarılar  elde ettiler.

Doğuda Ermenilerle  savaştık. Özellikle  Kazım  Karabekir’in – Mondros  Ateşkes  Antlaşmasına rağmen-  terhis etmediği- 15.  Kolordusu  çok  büyük başarılar  elde  etti.

Batıda  ise  Yunanlılara  karşı  savaştık.

Kaç  etti?  Üç... Yunanlıların  en  büyük  destekçileri  İngiltere  olduğuna  göre bir  yerde  onunla  da savaştık  yani  etti  dört.  Bir  de  Ermeniler  var  etti  beş.

Ama Türklerin  yanında da  Ruslar  vardı- Hindistan  Müslümanları  vardı- Afgan  Müslümanları  vardı  yani  beş  düvele  karşı savaşmışız ama biz de  yalnız  değilmişiz.

SORU:  Biz  I.  Dünya  savaşını  müttefiklerimizin  yenilgileri  yüzünden  mi kaybettik?  Yani palavracı  tarihimizin dediği  gibi Düşmanlarımız  yenildiği  için  mi  yenik  sayıldık?

CEVAP:  Kesinlikle  hayır. Osmanlı  Devleti  I.  Dünya savaşında  4  ana  ve 5 ara cephe  olmak üzere 9 cephede  birden  savaştı.  Bu cephelerden Çanakkale ve  Kut-el  Amara  Zaferleri  dışında  zaferimiz  yok. Düşmanlarımız  bizi eze  eze  yendiler.  Kaldı  ki Çanakkale’yi 1915 de  silahla  geçemeyen  düşman 1918 de  bir ateşkes  antlaşmasıyla  elini  kolunu  sallaya  sallaya  geçti.  Yani  Nihai zafer  onların oldu.

Zaten Balkan Savaşlarında Sırbistan-Bulgaristan- Karadağ ve  Yunanistan  gibi daha  düne  kadar  Osmanlı’nın  şamar  oğlanı  olan  dört  devletçik  karşısında  perişan olan Osmanlı’nın  I. Dünya  Savaşında İngiltere- Fransa  ve  Rusya karşısında zafer  elde  etmesi  hayal  bile  edilemezdi. Almanya  sayesinde  bir  halt  edeceğimizi  sandık ama  Dimyat’a  pirince  giderken  evdeki  bulgurdan da  olduk.

GELELİM  EN  CAN  ALICI  ve CAN  ACITICI SORUYA: Aslında  Kurtuluş  Savaşı  diye  bir  savaş  hiç  olmadı  düşmanlarımız  bizden  alacaklarını  zaten  almış  oldukları  için ‘’ Bu  kadar  yeter. Alacağımızı  aldık.’’ deyip  kendileri  mi  çekti gittiler?

CEVAP: Böyle  bir  iddia her  şeyden  önce  Kağızman’da  Ermenilere  karşı  canla  başla  savaşan  Dedem  Eyüp’ün  kemiklerini  sızlatır. Yunanlılara  karşı  yapılan savaşlarda karnından  ve  bacağından  yediği süngü  darbelerinin izini  ölünceye  kadar  vücudunda  taşıyan ilk  üvey annemin  babası Kıyam  Çavuş’un  kemiklerini  sızlatır. 1974-1975  yılları arasında  kısa  bir  süre  yanında  çalıştığım  Bakırköy-Kartaltepe  mahallesi  muhtarı  rahmetli  Hacı  Yusuf  Nurel’in  kemiklerini  sızlatır. Halime  Çavuşlardan  tutun da Kara  Fatmalara... Cepheye  mermi  taşımak  uğruna  kendi  evladının donmasına  seyirci kalmak zorunda  kalan  kahraman  Türk kadınlarının  kemiklerini  sızlatır. Resimde  gördüğünüz  Son  İstiklal  Savaşı  gazisi  Yakup  Çavuş’un  kemiklerini  sızlatır.  ( Allah  cümlesinden  razı olsun. Kabirleri  pür nur  makamları  cennet olsun.)

Bakın  böyle  bir  iddiada  şöyle  müthiş  bir  çelişki de  vardır:

Bu  iddiayı  dile  getirenler  söz  konusu  Lozan Antlaşması  olduğunda  aynen şöyle derler: ‘’ Düşman  karşısında  muazzam  bir zafer  kazanmışız.  Yani  Lozan’a  zafer  kazanmış  bir  millet  olarak  gitmişiz. Zafer  kazanan  bir  millet toprak  mı  alır  yoksa  toprak  mı  verir?’’  Hatta ‘’ Kazandığımız  muhteşem  bir  zafere  karşılık bir  sürü  toprak verenlere  bir  sürü  tavizlere boyun  eğenlere  hakkımı  helal  etmiyorum.’’ derler.

Eeee?  Kurtuluş Savaşı  diye  bir  savaş  yoksa  bu iddia  sahipleri  hangi savaştan ve  sonunda kazanılan  zaferden  bahsediyorlar? Bu  nasıl  bir  çelişkidir?

SORU:  I. Ve  II.  İnönü  Zaferi  diye  bir  şey  yok  mudur?

CEVAP: Bize  var olduğunu  anlattılar.  Biz  de  derslerimizde  var  olarak  anlattık  senelerce. İşin  aslına  bakacak  olursanız  tartışmalı  bir  konudur ama böyle  bir  zaferin olmama  ihtimali  olma  ihtimalinden  daha  fazladır. Neden  mi?

9-11 Ocak 1921  Tarihleri arasında  I.  İnönü  Savaşını  kazanmışız(!)

23 Mart-1 Nisan 1921 Tarihleri  arasında  II.  İnönü  savaşını  kazanmışız(!)

10  Temmuz 1921- 24 Temmuz 1921 tarihleri  arasında  yapılan Eskişehir-  Kütahya Savaşlarında  mahv-ı  perişan olup geri  çekilmişiz  ve Yunan  birlikleri  Ankara-  Polatlı’ya  kadar  gelmiş. ( Eskişehir-  Kütahya Savaşları  TC. İnkılap Tarihi ve  Atatürkçülük Derslerinde hep  es  geçilir. )

Yani  iki  kez  herifleri  perişan  etmişiz- canlarına  okumuşuz ( Hatta  Mustafa  Kemal İsmet  İnönü’ye ‘’ Siz orada  sadece  düşmanı  değil  aynı  zamanda milletin  makus  talihini  yendiniz.’’ Diye telgraf  göndermiş ama üçüncü  savaşı  eze  eze  almamız  gerekirken  adamlar  bizi  ezmişler.  Bu  biraz  mide  bulandırıcı  değil  midir?

Doç.  Dr.  Ahmet  Anapalı  çok  açık  bir  şekilde meydan  okuyup ‘’Bana  İsmet  İnönü’nün  kazandığı  bir  tek  zafer gösterebilecek  herhangi  bir  tarihçiye  oturduğum daireyi vereceğim. Buyursunlar.’’  İddiasında  bulundu  ama  bu  iddiaya cevap  veren  olmadı  henüz.

SORU: Mustafa Kemal  Atatürk’süz  bir  Milli  Mücadele  yani  Kurtuluş  Savaşı  anlatılabilir  mi?

CEVAP:  Kesinlikle  anlatılamaz. 
Neden  mi  anlatılamaz.  Kısaca  izah  edeyim.

Bakın...  Kazım Karabekir- Ali  Fuat Cebesoy- Rauf Orbay- Refet  Bele- Fevzi  Çakmak- Cafer  Tayyar Eğilmez- Ali  İhsan  Sabis... Uzamasın  diye  isimlerini  tek  tek  yazmadığım  yüzden  fazla  paşa...Ama  bu  paşalar  içinde  öyle  biri var  ki  o  isim  çok  önemli: Cevat ( Çobanlı)  Paşa...

Mustafa  Kemal  Çanakkale’de  henüz  yarbay  rütbesindeyken Cevat Paşa Çanakkale’de  paşa  ve  Mustafa  Kemal’in  komutanı... Lakin  gelin  görün  ki yukarıda  isimlerini  saydığım  tüm  bu paşalar 5  Ağustos  1921 de TBMM de  Mustafa  Kemal’e ‘’ Başkomutanımız sensin ‘’ Diyorlar  ve  ona  sadece  başkomutanlığı  değil TBMM de  toplanmış  tüm yetkileri  veriyorlar. Mustafa Kemal o  tarihte  tamamen  sivil  bir  insandır  oysa.  Askeri ve hatta  sivil  tüm  yetkileri elinden  alınmıştır. Oysa  Paşaların  hepsi  hâlâ  Osmanlı Devletinin  paşalarıdır ve  bu paşaların hepsi( İçlerinde  Mustafa  Kemal’den  rütbe  ve  kıdem  olarak  daha  yüksek olanlar da vardır Cevat Paşa  gibi)  Mustafa  Kemal’e  ‘’ Başkomutanımız sensin.’’ Demişlerdir.

Hal  böyleyken  yani  Mustafa  Kemal Kurtuluş Savaşının  tüm  paşalarının  baş  komutanı  olduğu halde Kurtuluş  Savaşını  Mustafa Kemal’in  adını  bile  anmadan anlatmak  mümkün mü?  Böyle  bir  saçmalık  olabilir  mi?

SORU:  Milli  Mücadeleyi  yani  Kurtuluş  Savaşını  Mustafa Kemal  mi  başlattı? O  19  Mayıs 1919 da Samsun’a  ayak  basmasaydı Bir  Kurtuluş savaşımız  olmayacak mıydı?

CEVAP: Milli  Mücadeleyi  Mustafa  Kemal  başlatmadı. İzmir’de  Yunan’a  ilk  kurşunu  sıktığı  iddia edilen Hasan  Tahsin de  başlatmadı. Milli  Mücadele Mondros  Ateşkes  antlaşmasından  hemen  sonra başlamıştı ve  mesela  Hatay’ın  Dörtyol  ilçesinde Fransızlara  ilk  kurşun sıkılmıştı  bile.

Mustafa  Kemal  diyelim  ki  Samsun’a  çıkamasaydı?

18  Nisan 1919 da  Trabzon’a  ayak  basmış  olan Kazım  Karabekir bu  mücadelenin  başına  geçecekti.  Yani  bu mücadele  hiç  bir  zaman başsız  kalmayacaktı.

Mustafa  Kemal’in  yaptığı  ne  oldu  peki?

Dağınık  ve  düzensiz  kurtuluş  çarelerini  tek  bir  hedef  etrafında  toplamak oldu. Zira  ondan  önce  herkes  kendi  yaşadığı  bölgeyi  kurtarma telaşındaydı.

SORU: Kurtuluş Savaşını  Mustafa  Kemal  mi  kazandı?
CEVAP: Savaşlar eğer  zaferle  sonuçlanmışsa o savaş ve kazanılan  zafer ordunun  başında  olan  kişinin  zaferi olarak  anılır.  Bu  biraz şuna  benzer:  Maçı  Galatasaray  kazanır  ama  zafer  Fatih  Terim’in  olur. İstanbul’u Kahraman  yeniçeriler- sipahiler- akıncılar- cebeciler-  leventler vs  kazanır  ama  İstanbul’u  Feth  eden Fatih  Sultan  Mehmet olur. Zafer  Fatih  Sultan  Mehmet’in  adıyla  anılır. Fatih  Sultan  Mehmet  İstanbul'u  Fethetti'' Denir  Aynı  şey  Mustafa  Kemal  için de  geçerlidir.

SORU: ‘’Bu  nasıl  bir  Kurtuluş  Savaşı  ki Osmanlı Devletinin  toprakları  4.5 Milyon  kilometrekare  iken  elimizde  kala kala  cücük  kadar/ 780 bin kilometre kare )  bir  toprak  kaldı?

CEVAP: Bu aslında  mukarrer  bir  durumdu. Yani  önceden  kararlaştırılmıştı.

‘’Kim  nasıl  kararlaştırmıştı?’’  diyecek  olursanız.

Böyle  bir  kararın.  Yani  Osmanlı  İmparatorluğunun  küçültülerek içinde  sadece  Türklerin  ve  Türk Milleti  ile  gönül  bağı  olan  toplulukların  yaşadığı   sorunsuz  bir  devlet kurmak  fikri ilk  kez  ne zaman  kimler  tarafından  ileri  sürülmüştü  bilmek  mümkün  değil ama iki  çok  önemli belge  bize  bu  konuda  ip uçları  verir.

Birincisi Ali Fuat  Cebesoy  Paşa’nın ‘’ Sınıf  Arkadaşım  Atatürk’’ adlı eseri.

Bu  kitapta  Ali  Fuat  Paşa  şöyle  bir  şey  anlatır:

‘’Mustafa Kemal Üçüncü Ordu karargâhında vazifeli idi, ben de hudutta Karaferye’de mıntıka kumandanı idim. Her hafta sonu Selanik’e gelirdim. O da zaman zaman bana gelirdi. Böyle bir akşamdı. Önceden hazırladığını dinlediğim haritayı beraberinde getirmişti: Bu, Hasta Adam Osmanlı’nın taksimini beklemeden, bizim, kan dökülmesine ve mukadder mağlubiyetleri beklemeden, şeklen sınırlarımız içinde olmasına rağmen asla ve hiçbir zaman bizim olmamış toprakları terk ettikten sonra temeli Türk olan bir devletin hudutlarını gösteriyordu. Yemen’i, Hicaz’ı, Filistin’i daha sonra 1911’de beraberce giderek müdafaa ettiğimiz Trablusgarp’ı asıl halkına bırakıyorduk. Bugünkü Suriye’de olan Halep, Irak’ta olan Musul bizimdi. Makedonya, On iki Ada, zaten o günlerde elimizde idi. Mısır gibi, hakimiyeti nazarileşmiş yerleri halkına bırakıyor, ama 1878’de İngilizlere emanet ettiğimiz Kıbrıs’ı alıyorduk.’’ ( Mutafa Kemal’in ideallerindeki Misak-ı Milli buydu.)

Dikkatinizi  çekti  mi  bilmem.  Bu  harita Misak-i  Milli  Sınırlarımızın  tıpkısının aynısıdır.  (Bugünkü sınırlarımızdan  değil  yukarıdaki  haritadan  bahsediyorum...)

Yukarıdaki  harita  neyin  nesi  peki?

İşte  o da  2.  Belgede belirlenen harita.  Yani  28  Ocak 1920 de Osmanlı  Parlamentosunda  oy  birliği  ile  belirlenen  harita.

Daha  herkesin  anlayacağı  şekilde  anlatayım:

28 Ocak 1920 de  Osmanlı  parlamentosunda  hem  Osmanlı  Devletinin  temsilcileri  hem de Mustafa  Kemal’in  Ankara’dan  gönderdiği Temsil  Heyetinin temsilcileri  demişler  ki: ‘’  Bizim  milli  sınırlarımız  işte  budur.  Bundan  fazlasını  kurtarmak istemiyoruz.’’ ( Belgesinin  orijinalinin resmi de  yukarıda)

Yani  1911 de  Mustafa  Kemal’in Ali  Fuat Paşa’ya dediklerini  28 Ocak 1920 de Osmanlı  Parlamenterleri  oy  birliği  ile demişlerdir. ( evet  tek  bir  fire vermeden  oy  birliği ile )  Dediklerini  bir  kez daha  özetleyecek  olursak: ‘’Yukarıdaki  haritada  gösterilen  sınırlar  bize  yeter. Daha  fazlasında  gözümüz  yok.’’ Demiş  Devlet-i Âliye...

Padişah  Vahdettin de Devlet-i Âliyenin başındaki  yönetici ( Padişah) olarak ‘’ Bence de  muvafıktır ( uygundur ) ‘’ Demiş  bu  belgeye.

Peki  yukarıdaki  sınırlar  4.5  Milyon  Kilometre  kare  mi?  Ne  gezer efendim Olsa  olsa  en  fazla 1 Milyon  kilometre  kare  olur. Ya da az  biraz daha  fazla.

Padişah  Vahdettin’in ‘’ Paşa!  Bu  ülkeyi  kurtarabilirsin.’’  Derken kastettiği ülke  işte  budur.   

‘’Kurtuluş  Savaşı  dediler- Lozan  dediler  elimizde  cücük  kadar  bir  devlet bıraktılar’’ Diyen  arkadaşlarımız bunun  bütün  suçunu  günahını  Mustafa  Kemal’in  sırtına  yüklemesinler  lütfen.  Bu  durum çok  önceden  kararlaştırılmıştı  ve  buna  maalesef Türkçülük  deniliyordu. ( İçinde  sadece  Türklerin ve Türklerle  gönül  birliği  içinde olan  milletlerin  yaşadığı  bir  Türkiye.) [ Bugün  hala ülkemizde bir  gazete ‘’ Türkiye  Türklerindir’’ logosuyla  yayınlanır. ]

Bugünkü  Türkiye  haritasında dikkat edilecek olursa  o  günkü  Misak-ı Milli  sınırları  içinde  olan  bir  kaç  yer yoktur: Güneyde Halep- Musul- Erbil ve  Kerkük  Batıda  ise Selanik- Kavala-  Filibe- Varna... Yani 28 Ocak 1920 de Osmanlı  Devletinin  parlamentosunda  oy  birliği  ile  kabul edilen Türk  Devletinin  haritası  en  fazla  % 10  hata  payı  ile  gerçekleşmiştir.

‘’O  kadar  kusur  kadı  kızında da  olur.’’  mu demeliyiz  yoksa ‘’Yahu  madem savaşmışız  tamamını  gerçekleştirseydik.’’ mi demeliyiz  kararı  siz okuyanlara  bırakırken bir  istirhamım da  olacak:  Allah rızası  için  şu  Osmanlı  Parlamentosunda  oy  birliği  ile  kabul  edilen  Misak-ı Millimizin metnine  bir  göz  atın.  Bakın bakalım  hangi Osmanlı  topraklarından  vaz geçiyoruz?  ‘’Vatan  bir  bütündür  bölünemez.’’ Diyen o  belgede Vatan  diye  kastedilen  topraklar  nereleridir? Mesela  Ege  adaları -  12  adalar  bugün artık  Mısır- Suriye-  Filistin- Libya- Irak-  Ürdün-  Lübnan – Suudi Arabistan dediğimiz topraklarla  ilgili  neler  denmiş?  Ya da bir  şeyler  denmiş  mi?

Evet  şimdilik  bu  kadar.  Kafalara  takılan  başka  soru varsa  sorun  cevap vereyim:

NOT:  Bu  yazıyı  30  Ağustos  Zafer  Bayramı  münasebetiyle  yayınlayacaktım  ama  bazı  özel sebeplerden dolayı  biraz  öne  almak  zorunda  kaldım.
( Bir Kez Daha Yazıyorum İyi Okuyun: Kurtuluş Savaşı....( Ama Bayağı Uzun Ol başlıklı yazı Sami Biber tarafından 23.08.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.