Kefil miydim sahiden o devasa sevgine
ve içinde ukdeler kalan akşamların aralıksız çağırdığı bir ses miydim de
solduğum ve söndüğüm kadar hiç var olmamışçasına terk edildim…
Hümayunu idi sözcükler hayallerimin:
yerle yeksan olmuş çekimser gülümsemeler aşkın arka bahçesine ektiğim.
Bir kuştum kimi zaman: aralıksız
seken.
Gözüme inen perde ile yasımın üstünü
örttüğüm değildi yalan.
Gönlümde açan binlerce çiçek oysaki
ben tektim ve açmadan soldum.
İçimi açtığım şiirler her biri tek
içimlik.
Yüreğin kursağında kalan dualarım…
Ölü ya da diri ne fark ederdi ki
insan iklimlerin seğiren gözünde?
Manen yıkılmış idi şehirler ve şerh
düştüm her birine ayrı ayrı şiirlerle: yıldızımın barışmadığı bir iklimde
gittim ve geldim ve nazire ettim asla sahip olamayacağım bir mevsime: hani,
hani…
Hani, uyandığımda yağan rahmet.
Uyku arasında mimlendiğim şimşek ne
de olsa kâbuslarımı yok saydığım ve sınandığım kadar gerçekti o hicret.
Haşmetli bir rüzgâr baskındı madem.
Sancılı göğün kuruntularına denk
düşen kar taneleri.
Kocaman gülümseyen o turuncu güneş:
Ve işte her birini tek mevsime
sığdırdım ben ve gün içerisinde hem yağdım hem de kurudu dilim damağım bir şiir
daha ukde kalacakken içimde yüreğin pervasız estiği kadar rüzgârı sahiplendim
ufacık ellerinde yağmurun, yağmur gözlü annem kadar sevecen ve sakindim…
Elbet düşlerimde rastladığım
mutluluk.
Ve sadece yazarken ve severken
tutuklu kaldığım o ufuk.
Nazenindi yürek.
Nezaket bildiğim her selam ve sevecen
bir bakış.
İçime akan ırmaktı beni ihya eden
belki de çorak topraklı bir şehirdim ben, coğrafyalarına dünyanın resti çeken
ve büyüdüm ben günbegün sektim bir düşten gerçeğe kâbuslarımın çoğunu da
öldürmeyi başardım ve işte şahitti Mevla’m: ah, beni çok seven yalnızlığımı
sonlandıran ve herkesten fazla muhtaçtım ben içten bir gülüşe ve iklimleri
silkelediğim şiirlerden diktiğim o kilim…
Sapır sapır döküldü dizeler:
Dizlerimin bağı çözülürken aralıksız
ettiğim dualar.
Bir renksem hangisi?
Bir dua isem kavuşmak sadece Rabbime.
Bir hayalsem ütülemeden sevdiğim ve
yaşadığım kadar biliyordum da içimdeki fırtınanın dinmeyeceğini ve hükmeden
kader ve razı geldiğim.
Nemli bir günün dinginliği saklıdır
an itibari ile içimde.
Ben yine İstanbul oldum bu gece ve
saçaklardan akan yağmur ve yağdığı kadar yüreğimin kurak topraklarına ben hepten
sevdim aralıksız yağan rahmeti ve sevdalandım ben bir kez hayata dünden gelen
bir akım bir heyecan içimde dikişleri sökülen duyguların manivelası ve öz suyum
iken camdan içeri giren rüzgâr gerçi ruhum da evim de korunaklı ama ne zaman
düşsem bir hayale ne zaman düşsem aşka gelir de bulur beni saklandığım neresi
olursa olsun.
Gün uyudu.
Geceye şerh düştüm ansızın.
Yağdığı kadar yağmur, yağmalandığı ne
ki yüreğin ömürde saklı o titrek sesinden kaçtığım mazlum yanım ve güçlü
olduğum kadar da sakar ve narinim ben hem severken hem yaşarken ve işte kocaman
bir es verdiğim ömrün tırnak içindeki hıçkırığı bense baştan sona adımladığım
kadar ömrü filizleniyor sözcüklerim neşrinde iklimin.
Patavatsız yüreğimin pedallarına
abandıkça hızlanıyor hayat ve ivme kaybeden hayallerim yeniden doğuyor gecenin
tenine sokulan her yıldızı ayrı seviyorum ve şimşekler çakan göğün müdavimi bir
iklimim ben aşkın yoğurduğu özlemin soğuttuğu çekilmez zamanlarda çektiğim çile
ile örüyorum ben şiirlerimi ve saçlarıma yağan karı bir yığıyorum özlem dolu
yüreğime elbet büyüyen devasa bir çığ.
Bense bir çiy tanesiyim.
Çiğ çiğ yenen meyve gibi acılarımdan
meyveler düşüyor kucağıma ve dünyam günbegün büyümekle iştigal.
Tek zerre olsam da dünyanın gözünde.
Bir başıma yendiğim onca güçlükler.
Yettiğim kadar kendime yetinmiyorum da
sevgide.
Umudumun tekeri ise artık kırık
değil.
Ummadığım kadar kendimden dokunmak
küt küt atan yüreğime ve eşlik eden sözcükler bazen alfabenin ve yirmi dokuz
harfin dahi yetmediği.