Hangi düş’ ün yerlisisin, söyle
muhacir gönlüm…
Yeltendiğim değildi beni savuran
Öykündüğümde gizemde saklıydım anbean
Hamt ettiğimse yalnızlık ve aşk
Şeceresini kaybettiğim iklimler kadar
t/aşkın
Hatıralarına gem vurduğum bir lahza
Çatık kaşlı gecenin fısıltısında
Kendimi bulduğum.
Geçiştirdim günü ömrü
Defansı yarınların
Belli ki mutlulukta hicap yüklendiğim
tek özürlü
Düş’ üm benim
Düş iklimlerinden sarkan rüzgâr kadar
Temenni edip edeceğim ömür
Güttüğüm sözcükler
Koynumda beslediğim yılan kadar olmasam
da sitemkâr.
Günü uyuttum,
Hicretime sığındım
Hizaya gelendi aklım
Yüreğimle bağdaşmadığım
Ruhumsa çözülen
Ruhani bir mevsimde sürüklenen
Azı dişi yorgunluğun
Azgın renkler belki de başucu notu
Her gece istiflediğim…
Afaki bir mutluluk derlediğim gizin
varlığı
Kutsal sözcükler dilerken Mevla’dan
Kutsanan acıların baş şehrini de illa
ki terk etmeliyim
İdame ettiğim ne ki?
İdam sehpam hazır ve portatif:
Her suskunluğu ölüm bildiğim
Öncemde saklı suskunluk ise günümün
sarmalında gizli
Bir demsem eğer
Bir derde düşmüşsem illa ki
Devasa bir aşkla kazdığım mezar
İnce ucu kalemin
Kalından gövdesi umut denen çınar
ağacının
Ve işte gölgesinde büyüdü mü insan,
hayallerinin.
Rızkıma razıyım
Yeter ki razı olsun benden Rabbim.
Bir renksem fırça darbesiyle içinde boğulduğum
Bir yapraksam ayrı düşsem bile
dalımdan
Köküme sadık metin bir nefer
Kokansa rüzgârın nefesi
İçinde leylaklar, güller nice acılar
gizli.
Şimdi yeniden doğmanın tam da vakti
Hazan olsa yürek ne ki?
Günde saklı binlerce tını
Tanı koyamadığım kimi zaman illa ki
Takılı gözüm gök kubbeye
Misafir olduğum bu han
Kapanan tüm kapıların ardından
Yatıya kalacağımı zaten hiç ummadım
ki:
Bir kayıpsa dün
Neşreden her gün ve öykündüğüm
Sadece kendim bazen baş edemediğim
coşkuma sadık
Bir öyküyü yazıp da dillendirdiğim.
D/okunsam ya da d/okunmasam
Dokunulmazlığın meali
Elbet dünyayı kuş bakışı seyrettiğim…