MALIN GİBİ Yİ OMAR AĞA !
Küllükte eşinen tavukların bile hayatının garantide olmadığı bir
mahallede oturuyordu Ömer. Babaları Şanlı’nın Ahmet öldükten bir zaman
sonra kardeşleriyle evlerini ayırıp taşınmazları pay ettiklerinde
kendisine dağın yamacındaki baba evi düşmüştü.
Babası Ahmet ağılında davar sürüsü, ahırında ineği danası, bolca
tarlası olan çiftçilikle, hayvancılıkla geçimini temin eden 'Şanlı’nın
uşağı' diye isim yapmış birisiydi. Şanlı'nın Ömer'e babasından evini
geçindirecek kadar hayvan ve tarla kalmıştı. Bunlarla uğraşırken artan boş
vakitlerinde de elinden az buçuk iş geldiğinden dolayı hanımıyla beraber evin
kırık dökük gerekli tamiratlarını yapıyorlardı.
Köyünde sevilip sayılan birisiydi. İnsanlar arası
dedikoduya karışmaz, aradaki uyuşmazlıkları kavgayla değil de oturup anlaşmayla
halledilmesi yanlısıydı. Kapısına gelen naçarda kalmış kimseleri boş çevirmez,
kıt kanaat gücünün yettiğince yardımını esirgemezdi.
Şanlı'nın Ömer dünya malında gözü olmayan, gözünü para pul
hırsı bürümeyen birisiydi. Onun aklını yoran tek şey zaten ufak olan tarlaların
miras yüzünden bölüne bölüne küçüleceği, bu yüzden zamanla çiftçiliğin karın
doyurmayacağı idi. Bu yüzden biri ilkokulda diğeri de ortaokulda okuyan iki
oğlunu okutmak, böylelikle onların sırtını devlete dayatmaktı.
Altmışlı yılların ortalarına kadar her köyde olduğu gibi
Ömer'in köyünde de yoksulluk diz boyu idi. Köylü mevsimine göre ürettiği mahsullerden bulgur pilavı, kuru ve taze fasulye, keşkaf, suvannama, pancar çırpması, patates, nohut, pırasa, çullama, madımak gibi yemeklerin yanında yanında düğ, tarhana, mercimek
çorbası gibi yiyecek ve içeceklerle köylü karnını doyururdu. Kapısında koyun
keçi ve inek bulunanlar ara sıra bunları keserek et ihtiyaçlarını giderirler,
hayır sahibi olanlarda olmayanlara az buçuk et vermeyi ahreti düşünerek ihmal
etmezlerdi.
Canı yinik yemek isteyen fakat etlik hayvan bulamayan köyün
gençleri bir araya gelerek bir davar çobanıyla üç beş liraya anlaşıp "canavar
yiniği" diye adlandırılan koyun veya kuzunun etinin yarısından çoğunu alarak ya da
evlerinden veya komşu kümeslerinden çalıp getirdikleri tavuk, horoz, hindi gibi
hayvanları kesip yiyerek ıssız bağ damlarında eğlenirlerdi. Bu işin başını da
Bükülmez Bayram çekerdi.
O yıl Ömer'in mahallesindeki yirmi beş otuz kadar inek
danasını Mayıs ayının ortalarına gelindiği halde otlatacak bir çoban
bulunamamıştı. Bu hayvanları Ramis denen çocuk her yıl okullar tatile girer girmez
güderi. Onu babası bir adamın kapısına çiftçi verince o yüzden mahallenin
danaları çobansız kalmıştı.
Serindağ diye anılan mahalle sakinleri inekleri çobana
katıyorlar danalarını da evlerinin hemen üzerindeki dağda Çayırlık denen yere
bırakıyorlar, orada öğleye kadar otlayan hayvanlar öğle vakti eve su içmeye
geliyor, sulandıktan sonra tekrar yaylım için dağa bırakılıyorlardı.
Günün birinde öğleyin eve su içmeye gelen danasını Çayırlığa
bırakan Ömer bağ bellemeye gitti. Akşam eve geldiğinde hanımı Şaziye'yi iki
gözü çeşme ağlar buldu. Nedenini sorduğunda hanımından dananın eve gelmediğini,
küçük oğlu Necdet’inde danayı aramaya gittiğini öğrendi. Ömer ağzına bir lokma
almadan aç susuz, yorgun argın danayı gece yarısına kadar arayıp sorduysa da
bir netice alamadan eve eli boş döndü. Aradan bir hafta geçse de ala danası
koca köyün içinde yok olmuştu. Aklına bir şeyler gelse de şahit yok ispat yok
kime güman gelecek, kimi suçlayacaktı.
Bükülmez bayram ekibi Sarı Sabri, Guytu Kemal ve Çörten
Nuri'yi bir ikindi vakti odasına çağırtarak dana hırsızlığının üzerinden bir
hafta geçtiğini, artık ortamın soğuduğunu, bu dananın kendisinde olduğunun
meydana çıkmadan kesilerek komşularla beraber yenmesine karar verdi. Arkadaşlarına
"siz odun tedarikine bakın gerisini ben hallederim".
Bükülmez Bayram ertesi günü sabahtan ev komşularına ve
köydeki akrabalarına iki oğluyla "Babam ağabeyim Mesut üç ay evvel
askerden sağ salim geldiği için dana kesti, öğle yemeğine bize
davetlisiniz" diye öğütleyip haber saldıktan sonra her şeyden haberi olan
fakat korkudan kimseye bir şey diyemeyen hanımı ve üç arkadaşıyla danayı kesmek
için ahıra yöneldi.
Daveti duyanlar öğleye doğru Bükülmez Bayram'ın evine
gelmeye başladılar. Bükülmez Bayram "foyam meydana çıkmasın" diye Şanlı’nın Ömer ve hanımı Şaziyeyi de yemeğe davet etmişti.
Daha eve yaklaşırken tandırda ki kazanda pişen etin burcu burcu kokusu etrafa
yayılıyordu. Kurulan yer sofralarına kadın ve çocuklar erkeklerden ayrı olarak oturuyorlardı.
Şanlı' nın Ömer'in çatal kapıdan içeri girer girmez gözlerine
kesilen dananın tuzlanarak katlanmış derisi takıldı. Derisinin rengi tıpkı
kaybolan danasının rengine ne kadar da benziyordu. Elden utanmasa deriyi açıp
içinde sarılı olan kelle derisini çıkarıp bunun ala danasının olduğunu
ispatlayacaktı. Hadi kendisinin değilse ayıp olmaz mıydı?
Ev sahibi onu ayakta karşılayarak hoş beş ettikten sonra
"kıymetli komşum benim sofraya buyur" diyerek kendisi ve üç
arkadaşının oturduğu sofrada ona da yer verdi.
Sofrada iki kişi daha oturuyordu, derken tepsi içerisinde
et ve yanında bulgur pilavı ile yufka ekmek getirenler tarafından yerdeki
siniye yerleştirildi. Az sonra Bükülmez Bayram "haydi başlayın ağalar"
demesiyle tahta kaşıklar havada uçuşarak önce tepsideki ete, sonrada iştahla
bulgur pilavına yöneldi.
Etin yağından hararetlen kişiler sırasıyla boz
boccayı tepelerine dikerken ala danası gözünden hiç gitmeyen Ömer yemeğe
kaşığı iştahsız uzatıyordu. Açlıktan gözleri göverenler karınları doydukça
kendilerine geliyorlardı. Bunlardan birisi de Guytu Kemal'di. Ömer’in yemeğe
kaşığı iştahsız uzattığını her nasılsa fark etmişti. "Ne o Ömar ağa, canın
bi şeye mi sıkkın, yoosam utanıyon da ondan mı yemağa az verişdiriyon. Yİ UTANMA Yİ, MALIN GİBİ Yİ"derken bıyık altından
gülmeyi de ihmal etmiyordu.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR. 16 11 2021 GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN