Tartaklanmış bir ömrün v/edasıydı
kadının ayak izi ve seken yüreğin sürdüğü sefası sözüm ona…
Atıldı yürekler.
Atıfta bulunan mevsim.
Devasa bir giz saklıydı yalnızlığın
mevsiminde ve delişmen ve nazenin.
Göğün pınarı idi ne zamanki sağanağa
teslim olsa evren.
Nidalar saklıydı anda: ansızın doğan
güneş ve cilveli ebemkuşağı.
Hazandı kadının isli geçmişi ve hüzün
bazen yerle yeksan eden yaşadığı ömrü.
Geçkindi şarkılar ve ıssız bir
lanetin ön görüsüydü madem değişmeyen nakarat ve kadın yola koyuldu.
Tetikleyen duygular tetiğe basılı
parmağı ve şehrin sevdalısı.
Dünde kalan bir öyküydü madem
mutluluk ve şiveli bir serzenişle mırıldandı kadın. Kayrası aşkın, kayıt açtığı
yeniden oysaki unutulmuş bir iklimdi dünü neşreden.
Sözcükler kılıfında kadın huzurunda Rabbinin
ve sevdalı yüreğinden dökülen sözcükler.
Her minvalde aynıydı aşk varsa yoksa
sabır gerek.
Nazlı edalar ve cebbar gölgeler en
çok da müridi iken aşkın ve her fasılda aynı nizam.
Tembihli bir yolculuktu kadının ki ve
tehir ettikleri.
Çoktan evlendirmişti çocuklarını ve
çoktan sığınmıştı yeniden baba evine: eh, dayanır mı anne-baba yüreği asla da
peşin hükümlü olmamışlar ve sahip çıkmışlardı tek evlatlarına yine de uyarı
mahiyetinde fısıldamıştı annesi, kadının kulağına:
‘’Her ne olursa olsun kapımız sana
açık.’’
Tetikleyen ne miydi?
Yoksa aralıksız tartaklanan kadınlar
mıydı suç unsuru suçlu addedilen?
Oysaki kadınlar masumdu ve acıya mahkûm
edilmiş üstüne üstük konuşma ve reddetme hakkı elinden alınmış.
İklimler seğirdi gözlerinde
bulutların.
İklimler değişti nezdinde umudun.
Lisanı aşk olması gereken her
birliktelik ve nice evlilik hep de çatlamıştı ana damarından ve ar damarını
bileyen duygulardan ziyade ihtimam gösteren kimse artık, o kurulan yuvaya.
Yuvalanmış acılar.
Firar eden yaşlar.
Kaynakçası aşk iken özlemi de sıyırıp
geçiren nihayetinde batağa saplanıp kendine bir çıkış yolu arayan mağdur ve
mazlum kadın nesli.
Elbet beş parmak bir değildi ve her
evlilik kutsal olduğu kadar kimisi zaman içinde kan kaybediyordu.
Hüznü ve huzuru bir arada yaşayan
kadın.
Sığınağı aşk sığındığı sevgi semiren
hüzün ve gelin olup da kapıdan çıktığının ertesi yeniden dönmek zorunda
kalmıştı işte baba evine.
Duyguları törpüleyen iç sesi ve nutku
tutulan.
Renkler solgun.
Ömür yitik.
Umut ölgün.
Kadınsa dertli ve çaresiz.
Kadından öte yine çocukluk günlerine
geri dönmüştü ve bir avazda doğdu gün ve gece.
Tüm hayatını bir bavula sığdırmış;
yüksünmüş ve yetkin olmadığı kadar yüz bulduğu sadece ailesiydi işte.
Kordan heceler.
Kör noktası yaşamın.
Sabrı katık edip şükrü de elden
bırakmadığı.
Yorgun fıtratı kadının ve meali
ömrünün:
Sen iki evladını da büyüt evlendir
sonra dönsün dolaşsın yaşam kurşunlar yağdırsın sana.
Mezar sessizliğinde bir ev.
Mizacı üzgün.
Meramı yok iken tek mecrası iken
dünde saklı ne varsa yeniden Tanrının bahşettiği.
Bir çırpıda görmezden gelirken ailesi
onu dağılmış yuvasını üstüne üstük damatlarını görmezden geldikleri ve tek suçu
yokmuş gibi aradıkları:
‘’Evlat, karın bizde sensiz yok tadı
tuzu hayatın madem yolun bir düşsün keşke bizim buraya.’’
Sahi, düşer miydi yolu adamın hele ki
orta yaş bunalımında şüphe üzerine şüphe ederken karısından…
Düşecekti yolu illa ki.
Düşmüşken karısı gözünden.
Üstüne üstük hecelediği hayatın ve
sıkıntısının tek müsebbibi yine karısı iken.
Günler suskun, geceler yorgun.
Düştü de manşeti günün kaç gazeteye:
Hayat mademki karısı olmadan suskun
ve geçimsizdi de mizacı o halde kadından geriye tek iz kalmamalıydı ne de olsa
insan kendi bacağına sıkıyordu kurşunu ne zamanki algısını ve gerçekçilik
duygusunu yitirse.
Bacağına sıksa kurşunu neyse…
Kurşundan ağır bir hayatın kurşuni ve
kuzguni rengi ve fısıltısı ölümün, yaygaraya dönüşmüşken…
Hayata bağlı ve kocasına sadık bir
kadın daha mı yitiyordu hayattan ve yetmiyor muydu bunca acı bunca cinayet
iblis ruhlarına eşlik ederken nefret ve son pişmanlık elbet fayda etmeyecekti.
Tescilli acılar ve ölümün ön sözü
iken sıradandı artık yıkılan yuvaların ardından dökülen gözyaşının ve yakılan
ağıtların bir nebze de olsun değil dinmesi daha da büyürken toplumda yaşanan bu
bitimsiz kaos ve cinnet ve cinayet daha ne kadar ört bas edilip kanıksanacaktı
ki?
Öykülerden geriye kalan kan izi ve
vahşet ve resmedilen hayatın acı dolu sitemi ve ambulansların da sirenlerinin
susmak bilmediği…
Tadı tuzu yoktu işte hayatın hele ki
bir kadın daha kurban verilirken toplumun geçirdiği cinnet yüzünden de
cehenneme dönmüşken cennet addedilen yuvalardan, evlilik ve beraberlikten ötesi
iken namludaki kurşunun sözüm ona kirlenen namusları temizlediği algısı illa ki
tetiklerken hasta ruhları ve de bizler toplum olarak kanıksamışken kadın
cinayetlerini üstelik ne uğruna…