Ayten DİRİER

Her yıl 25 Nisan’da omuz omuza Çanakkale Şafağında Kahramanlar Ayini yapıyoruz…

Siz toprağımıza saldırıp, yüz binlerce askerimizi şehit eden dedelerinizi anarken; biz vatanımızı saldırgan dedelerinize karşı kanlarıyla sulayıp, kutsayan dedelerimize minnetimizi sunuyoruz.

Dedeleriniz ANZAC’lar “Australian and New Zealand Army Corps”, İngilizler adına hiç tanımadıkları uzak topraklara tatile çıkar gibi geldiler, gördüler, döndüler… Kendilerine barbar olarak tanıtılan Türkler’den; yiğit düşmanı, mertliği, vatan severliği, dostluğu, millî ruhu birer cengaver olarak öğrenip döndüler. Ardlarında kimsesiz ölü fidanları, ana kuzularını Türk şehitler arasında Gelibolu’nun bağrında bırakıp gittiler.

Dedelerinizin geride bıraktıkları ölülerin, Müslümanlıkta ölümsüz sayılan şehitler arasında, dostça gömüldüğünü duyunca, yüreklerinizde dostluk filizleri yeşerdi. İki tarafın da emperyal çıkarlar uğruna feda edildiğini anladınız. Bağımsızlığınızı kazanmanızda, Çanakkale’de kazandığınız millî ruh, millî bilincin büyük etkisi oldu. Ama İngilizlerin aşıladığı, “Çıkarın, dostluktan önce geldiği” duygusunu silip atamadınız. Açtığınız Çanakkale Konsolosluğu, her yıl gelen binlerin dört katı şişirilip; “Avustralya Kültür Mirası” adıyla ölülerinizin bulunduğu “Anafartalar Sahili, Avustralya’nın kontrolünde özerk bir bölge olmalı” girişimlerini ve ardındaki İngilizleri bildiğimiz halde, size dost kucağı açıyoruz.

Siz ise yıllarca Ermenilerin, Türkler aleyhine kopardığı soykırım yaygaralarına çanak tuttunuz. 17.X.1980 yılında Sydney Başkonsolosumuz Şarık Arıyak ile Güvenlik Ataşesi Engin Sever’in şehit edilmesine, soykırım anıtının dikilmesine göz yumdunuz. O zaman kafanız İngiliz efendinizin sahte bilgilerle doldurduğu “Mavi Kitap” ile yıkanmıştı. Şimdiyse Süryaniler’in iftiralarına göz yumup, soykırım anıtı dikmelerine izin veriyorsunuz… Yarın da Asuriler, Keldaniler, Pontuslar, Yezidiler ve daha bir sürü alt kimlikle başvuranların yalanlarına çanak tutabilirsiniz.

Anadolu’nun kadim milletlerinden olan Süryaniler, bin yıldır bizle iç içe farklı inanç, ama aynı duygularla, kardeşçe yaşıyorlar. Soykırım Anıtı girişimde bulunanlar gerçek Süryani olamaz!.. 1980’den sonra başlayan terör olayları nedeniyle yurt dışına iltica edenler, “Türkler bize kötü davranıyor” deyince hemen kabul ediliyorlardı. Onlara kötü davrananlar toprak ve mülklerine göz diken, -30 bine yakın Türk vatandaşını öldüren- terör örgütü ile yandaşlarıydı. Türk milleti ve Türk Devleti, Süryanileri diğer azınlıkların hep üstünde tutmuştur. Mardinliyim ve doğduğum yer ile ilçemiz Midyat Süryanilerin en önemli dinî merkezlerini barındırır. Onları hep kardeş gibi gördük, aramızda inanç dışında fark yoktu ve ortak dille çok iyi anlaşıyorduk…

Soykırım iddiasında bulunanlara gelince; bu deyimi kullananlar ya cahildir, ya da kötü ve ard niyetlidir. “Soykırım, hukuksal bir sorundur ve birilerinin bunu iddia veya kabul etmesiyle soykırım suçu oluşmayacağı gibi, suçun unsurları varsa, reddedilmesi de suçu ortadan kaldırmaz… Soykırım suçu ilk kez 1948 BM Soykırım Sözleşmesi’nde ayrı bir suç olarak ele alındı. Sözleşmeye göre soykırım; ‘ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu, kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak amacıyla yapılan bir eylemdir.’

1948 Soykırım Sözleşmesi’nin, bu Sözleşme yürürlüğe girmeden önce işlenmiş soykırım suçlarına da uygulanıp uygulanmayacağı da bir sorun. Bu sorun gerçekte ‘kanunsuz suç ve ceza olmaz’ ilkesinin soykırım suçları için de geçerli olup olmaması sorunu. Bazı hukukçular, soykırım suçunun tanımlanmamış olsa bile, 1948 Sözleşmesi’nden önce de var olduğunu, dolayısıyla 1948 Sözleşmesi’nin geçmişe etkili olarak uygulanabileceğini ileri sürmüşlerse de, bu görüşler günümüzde geçerliliğini yitirdi. Bugün uluslararası ceza hukukunda geçerli olan kanunilik ilkesi…” Başka bir deyişle, soykırım suçunun cezalandırılması için, suçun işlendiği anda, bu eylemi soykırım suçu olarak kabul eden bir yasa bulunmalı.
Nasıl ki, eski Yugoslavya, Ruanda Savaş Suçları Mahkemelerinin ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin statülerinde de bu ilkeye yer verilir. Başka türlü bir yorum, insanların, işlendiği zaman suç olmayan eylemler nedeniyle cezalandırılması gibi sonuçlara yol açar.
1948 Soykırım Sözleşmesi’nde tanımlanan soykırım suçunun maddi unsuru, bir grubu tamamen ya da kısmen ortadan kaldırmaya yönelik eylemlerin yapılması. Bu eylemler şunlar: Öldürme, ciddi fiziksel ya da zihinsel zarar verme, grubun ortadan kalkmasına yol açacak koşulları kasıtlı olarak yaratma, grup içinde doğumları önleme, gruptaki çocukları başka bir gruba transfer etme.

Ancak bütün bu eylemlerin gerçekleşmesi, soykırım suçunun oluşması için yeterli değil. Bunun yanında bir de suçun manevi unsuru gerekli. Soykırım suçunu çok özel bir suç yapan da bu manevi unsur. Suçun manevi unsuru “Bir ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel grubu ortadan kaldırma kastı.” Söz konusu olan özel bir kasıt. Yani öldürme kastı yeterli değil. Bunun ötesinde, bir grubu ortadan kaldırmak kastıyla öldürme eyleminin gerçekleşmiş olması gerekir. Manevi unsurun bulunması için eylemin belirli bir gruba yönelmesi ve o grubu ortadan kaldırma amacının açık bir biçimde ortaya konulması aranıyor. Özel kastın ispatlanması çok güç. O nedenle, uluslararası mahkemeler soykırım suçunu dar yorumluyorlar ve çok ender olarak bu suçtan dolayı mahkûmiyet kararı veriyorlar. 1915 olaylarının soykırım suçu sayılıp sayılmaması, yaşanan insanlık trajedisinin önemini ve boyutlarını değiştirmiyor. Ancak, suçun hukuksal niteliğine karar vermek ulusal yasama organlarının değil, uluslararası yargının işi.” (Rıza Türmen: Soykırım Suçu- Milliyet,10 Mart 2010)

Soykırım hakkında uluslararası yargı bile -kılı kırk yararak- ender olarak karar verirken; herhangi bir ülkenin, bir beldesinin Belediye Meclisi ne hakla, ne yüzle soykırım anıtı dikmeye kalkışır? Devletin dış politikası nasıl birkaç yaygaracının oyuncağı olur?

Anadolu’da 1915’te yaşanan ve iki tarafın da binlerce kaybına yol açan o trajik olayların gerçek sorumlusu, emrinde savaştığınız İtilaf Devletleri’nin başı İngiltere değil mi? Bütün Dünya Çanakkale Boğazına yüklendiğinde, Osmanlı Devleti ana kuzularını bile cepheye sürüp, Doğu’yu ihmal edince; Ruslarla işbirliği yapan, orduyu arkadan vuran, Türk-Kürt ayırt etmeden Müslümanları öldüren bu nedenlerle karşılık gören Ermenileri, daha güvenli olan Suriye’ye tehcir ettirmek soykırım mıdır?.. Kürtlerin haklı olarak intikam almaya kalkışmalarına karşı direnen ve Ermenileri koruyan Türkler değil miydi? O öldürüldü denilen insanlar mühtedi olarak halâ aramızda yaşıyorlar. Biraz anlayış sahibi olanlar, ard niyeti yoksa olayların karşılıklı öldürmeye dayandığını görür. BATI’nın bu sorunu ikide bir kaşımasında(dirsekleriyle sarımsak ezmelerinde) stratejik çıkarları var. Her dönemde olduğu gibi Türkiye için kazdıkları kuyuya yavaş yavaş kendileri düşecekler. Bu milletin intizarı er geç yerini bulur…

Peki sizi dost bilerek bağrına basan Türkiye ile alıp vermediğiniz ne? Bu çabalara izin vermenizde, Anafartalar Sahili’nin “Avustralya Kültür Mirası” olarak size verilmeyişinin etkisi olmasın?.. Eğer böyle bir durum mantıken kabul ediliyorsa, Viyana’dan Çin Seddin’e, Nil Boylarına kadar bütün Eski Dünya ile sizin Broken Hill kasabanızda, Osmanlılara karşı savaşa katıldığınız için, Osmanlı Devleti adına size savaş açan Gül Muhammed ile Molla Abdullah’ı 1 Ocak1915’te şehit ettiğiniz White Rocks(Türk Kayalıkları) da “Türklerin Kültür Mirası” içine girer.

Biz de, bırakın Gelibolu’da öldürdüğünüz binlerce gencimizi; Aborjinler, Samoalar, Maoriler ve diğer yerli halklara yaptığınız kötülükleri soykırım adıyla anıtlaştırsak ne dersiniz? Dostluğa sığar mı?.. Biraz empati lütfen…

Çanakkale kahramanınız Sir Feldmareşal William Riddell Birdwood, Çanakkale’nin geçilemeyeceği gerçeğini açıklayarak savaşın gidişini değiştiren gazeteciniz Keith Murdoch bu yaptıklarınızı görseler, kılıç ve kalemleriyle sizleri “Nankör! Cahil, kukla…” diye kovalarlardı…

*
( Anzac Torunları Ve Süryanilere Sitem başlıklı yazı AytenDirier tarafından 19.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.