Ezan sesi derinden derine şehrin üstünde rahmet rüzgârı olarak esiyordu. Anne endişeli gözlerle uyandı. “Hayırdır inşallah” diyerek yatağından kaktı. Lavaboya giderek abdestini aldı. Rabbinin huzuruna saygıyla durdu. Melekler sanki kendisine eşlik ediyormuşçasına huşu içindeydi. Görünmez varlıklar Rablerinin huzuruna seher vaktinde duranlara eşlik etmek için görevlendirilmişlerdi. Onlarda kıyam, ruku ve secdede onlara eşlik ediyor, dualarına amin diyorlardı.

Nesrin hanım duasını yaptıktan sonra adeti üzere Kur'an-dan bir bölüm okumak için Mushaf'ı açtı ve okumaya başladı. “Ya-Sin…..” kendinden geçmişti. Okuması bittikten sonra daha güneş doğmamıştı. Oğlu Ömer'i de namaza kaldırmak için odasına gitti. “Haydi oğlum Ömer'im, namaz uykudan hayırlıdır. Hadi kalk!”

Ömer ilk önce biraz sağa sola dönerek nazlandı. Çünkü anneler kadar çocuklarının nazlarını çekecek başka kimse olmadığını gayet iyi biliyordu. Bunun için de her gün bu tatlı yaramazlığı kendisine çok görmüyordu.

Ancak namaz vakti geçmeden mutlaka kalkıp Rabbinin huzurunda durmanın mutluluğunu yaşardı. Meleklerin nefes alış verişlerini hissedercesine de dualarında sürekli olarak melek annesinin iyiliğini isterdi.

Ömer'de namazını bitirdikten imtihana gireceği umuduyla kitaplarını çıkarıp çalışmaya başladı.

Annesi çocuğunun çalıştığını görünce hafiften tebessüm ederek dudaklarından tatlı mırıltılar duyuldu. “Allah'ım emeklerini boşa çıkarma. Yetimin başını okşayanları da yalnız bırakma. Oğlum razı olacağın güzel insanlardan olsun. Amin”

Nesrin hanım güneşin ışıltılı yüzü pencereden görülmeye başladığı sırada mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Bu sırada kendi kendine konuşuyordu. “Allah'ım hayra yormama yardım et! İnşallah başına bir şey gelmez. Ya gerçekten bu gün bir kaza yaparda ölürse! Ben ne yaparım o zaman. Allah'ım oğlumu sana emanet ediyorum. Başka kimsemiz yok!”

Nesrin hanım rüyasında oğlunun trafik kazası yaptığını görmüş ve bundan dolayı da oldukça endişelenmişti. Kadere inanmasa Ömer'i bugün dışarı bile bırakmayı düşünmüyordu. Ancak oğlu dünkü ablaların verdiği umutla geceyi derin bir uyku, sabahı da ders çalışmayla geçiriyordu. Nasıl onu engelleyebilirdi ki? Rüyasını ona nasıl anlatabilirdi? Anlatmaktan vazgeçti. Yüzüne bir tutam tebessüm kokusu sıkarak oğlunun yanına gitti.

“Ömer haydi oğlum kahvaltı hazır, bir koşu da ekmek al da gel. Ben de kardeşinle ilgileneyim.” Ömer kitaplarını toplayarak düzenli bir şekilde masanın bir kenarına bıraktı. Sonra da üstünü giyinerek annesinin sözünü ikiletmeden hemen ekmek almaya koştu.

Şehir yavaş yavaş hareketlenmeye başlamıştı. İşine gitmek için insanlar erkenden yola çıkmışlardı. Ömer de bu kervana katılmak için kahvaltısını yapmış ve annesinden izin alarak dışarıya çıkmıştı. Saat dokuzu gösteriyordu. Ablalarının söylediği bankanın yanına doğru ilerliyordu. Dolmuşa binmemişti. Çünkü dolmuşa vereceği parayla akşama iki ekmek daha alırım diye düşünüyordu. Yoksulluk felaketi bireyleri yaşamın içinde daha tedbirli davranmaya alıştırıyordu. Birileri cimrilikten dolayı yemezken bazıları da, yiyeceği bir şey olmadığı için yemezdi. Nihayetinde ikisi de fakirdi. Birisi sevgi ve paylaşım fakiri, diğeri ise sermaye fakiridir. Sevgi fakiri daha zavallıydı. Çünkü elindekinden ne kendisi istifade ediyor ne de başkalarını faydalandırıyordu.

Ömer bankanın yanına varmıştı. Duyguları dolu dizgindi. İmtihan heyecanı kendisini sarmıştı. Gözü kendisine gelecek muştusu veren melek ablaları arıyordu.

Ancak ortalarda görünen yoktu. Gözlerindeki ışığın sönmemesi için görebilme umuduyla sağa sola bakmakta ısrar ediyordu. Yok, yoklardı işte… Hayat yine kendisine kötü bir şaka yapmıştı. Bir tutam umudu yine karanlık bir çukura yuvarlanmıştı. Oysa ne kadar da inanmıştı. Geleceklerine o kadar içten ve samimi bir duyguyla inanmıştı ki bunu annesiyle paylaşarak onu da umutlandırma gibi bir hataya sürüklemişti.

Umut ışığının yavaş yavaş söndüğü gözlerde hüzün bulutları oluşmaya başlamıştı. “İnsanlara bir daha güvenmeyeceğim. Bir daha asla insanların sözlerine umut bağlamayacağım. Allah'ım senin her şeye gücün yeter. Senden başkasına güven duydurma ne olur Allah'ım!”

“Heyy Ömer Ömeeer” Adını tekrarlayan sesin yükselen ritmiyle kendine geldi. Arkasını dönüp baktı. Karşı kaldırımdan kendisine gülen gözleriyle bakan iki genç kızı gördü. Bu sefer gözlerinden sevinç yaşları akıyordu. Bir koşu da ablalarına varıp sarılmak için karşıya doğru seğirtti. Ancak tam bu sırada aşağıdan süratle gelen bir arabayı Ömer fark etmemişti.

( Pazarın Küçük Hamalı (3) başlıklı yazı SeyitAhmetUzun tarafından 14.05.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.